
Kısa Bir Mola
- Bugünkü paylaşımlarımız:
- 13.07.2014 Tarihte Bugün
- Günün Müziği; Sezen Aksu - Rakkas (1995, "Işık Doğudan Yükselir" adlı albümü)
- Günün Hikayesi; Lale Bahçesi - Serdar Tuncer, Satır Arası Hikayeler
- Günün Şiiri; Necip Fazıl Kısakürek - Saat
- Günün Atasözü; Kürk ile börk ile adam olunmaz.

Tarihte Bugün
- Fransız Devrimi önderlerinden Jean-Paul Marat, muhalifi Charlotte Corday tarafından bıçaklanarak öldürüldü. (1793)
- Fransız bilim adamı ve tıp doktoru Jean-Paul Marat öldü. (1793)
- Hicivleriyle ünlü Şair Eşref doğdu. (1846)
- Osmanlı İmparatorluğu, Çarlık Rusyası, Birleşik Krallık, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İtalya ve Fransa arasında Berlin Antlaşması imzalandı. (1878)
- Türk ressam İbrahim Çallı doğdu. (1882)
- Tatar Türk'ü siyasi düşünce adamı Sultan Galiyev doğdu. (1882)
- Afyon'un Yunanlılar tarafından işgali. (1921)
- 14 metre boyundaki harflerden oluşan ünlü Hollywood yazısı Los Angeles'daki Hollywood tepelerine inşa edildi. Yazı önce Hollywoodland şeklindeyken 1949 yılındaki yenileme sırasında son dört harf atılmıştır. (1923)
- Birinci ulusal mimarlık akımının önde gelenlerinden Mimar Kemalettin Bey öldü. (1927)
- İlk Dünya Futbol Şampiyonası Uruguay'da başladı. Uruguay şampiyon oldu. (1930)
- Fransa Hatay'ın bağımsızlığını resmen ilan etti. (1937)
- İstanbul'da yapılan ilk Türk uçağı Ankara yolunda düştü. (1938)
- Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu. (1938)
- II. Dünya Savaşı: Karadağlılar, Mihver Devletleri'ne karşı bir halk ayaklanması başlattılar (Trinaestojulski ustanak). (1941)
- İngiltere ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği karşılıklı yardım antlaşması imzaladı. (1941)
- ABD'li aktör Harrison Ford doğdu. (1942)
- Sovyetler Birliği Kursk'ta yapılan tank savaşında Almanları bozguna uğrattı. (1943)
- ABD'li fotoğrafçı Alfred Stieglitz öldü. (1946)
- Gazeteci Ethem Ruhi Balkan öldü. (1949)
- Papa Pius komünizme savaş açtı, Komünist Parti'ye üye olanların aforoz edileceğini söyledi. (1949)
- Avusturyalı besteci Arnold Schönberg öldü. (1951)
- Türk tiyatro ve sinema oyuncusu Selçuk Yöntem doğdu. (1953)
- Meksikalı Ressam Frida Kahlo öldü. (1954)
- Şarkıcı Sezen Aksu doğdu. (1954)
- Trabzon'da bir Amerikan üssü kuruldu. (1959)
- Besteci, oyun yazarı ve eleştirmen, Lüküs Hayat operetinin yazarı Ekrem Reşit Rey öldü. (1959)
- Said-i Nursi'nin mezarı açıldı, kemikleri Barla, Isparta civarında bilinmeyen bir yere gömüldü. (1960)
- Türkiye'nin Ortak Pazar'a üyelik başvurusu reddedildi. (1961)
- Güneydoğu sınırındaki köylerin 25 km içeri çekilmesine karar verildi. Karara kaçakçılığın artması ve Irak'taki isyan neden gösterildi. (1962)
- Hollandalı uzun atlamacı Frans Maas doğdu. (1964)
- Siyasi Partiler Kanunu kabul edildi. (1965)
- Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili Çetin Altan'ın Türkiye - Amerika Birleşik Devletleri ilişkileriyle ilgili gensoru önergesi reddedildi. (1966)
- Profesör Mümtaz Soysal ile yazar Sevgi Mamak cezaevinde evlendi. (1971)
- İtalyan Formula 1 pilotu Jarno Trulli doğdu. (1974)
- Yumurtalık savcısını öldürme iddiasıyla yargılanan Yılmaz Güney 19 yıla mahkum edildi. (1976)
- Mısır'ın Ankara Büyükelçiliğini basan 4 Filistinli, bir polisle bekçiyi öldürdü ve büyükelçi ile öteki personeli rehin aldı. 14 Temmuzda elçilikten kaçmaya çalışan bir Mısırlı öldürüldü. Gerillalar, aynı gün FKÖ yetkilileriyle görüştükten sonra ikisi Türk üç rehineyi serbest bıraktı. İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'in de bulunduğu operasyonda gerillalar, 45 saat sonra rehineleri bırakarak teslim oldular. Yargılama sonunda 23 Aralık 1980'de idama mahkûm edildiler. (1979)
- Türk Dizi Oyuncusu, Tiyatrocu Çiğdem Batur doğdu. (1982)
- Belçikalı kısa mesafe koşucusu Kristof Beyens doğdu. (1983)
- Sabri Özün, 100 metre kelebek yarışlarında Balkan Şampiyonu oldu. (1984)
- Afrika'daki fakirlik ve kıtlık dolayısıyla yaşanan ölümleri azaltmak için Live Aid konseri düzenlendi. (1985)
- Türk öykücü ve romancı Mehmet Seyda öldü. (1986)
- Türk boksör Yakup Kılıç doğdu. (1986)
- Öykücü ve romancı Mehmet Seyda öldü. (1986)
- Profesör İhsan Doğramacı kamuoyunda YÖK diye bilinen Yüksek Öğretim Kurulu başkanlığından istifa etti. YÖK başkanlığına 19 Mayıs Üniversitesi rektörü Mehmet Sağlam atandı. (1992)
- Diyarbakır Ergani çevresindeki kazılarda bulunan 9 bin yıl öncesine ait kumaş parçasının en eski kumaş kalıntısı olduğu açıklandı. (1993)
- Türk sinema ve tiyatro sanatçısı Ayfer Feray öldü. (1994)
- Isparta, Senirkent ilçesinde sel: 74 ölü. (1995)
- Türk şair Ece Ayhan doğdu. (2002)
- Türk asıllı Amerikan fotoğrafçı Yousuf Karsh doğdu. (2002)
- ABD'li aktör, komedyen Red Buttons doğdu. (2006)

Günün Müziği
[youtube]http://youtu.be/y3J6nbpMhJs[/youtube]

Günün Hikayesi
Genç adam artık büyüdüm der gibiydi, çıkışır gibi konuştu:
- Benim de dostlarım var baba!
Baba biliyordu dostun dosttan farkını, alttan aldı:
- Oğul, gerçek dostu bulmak zordur.
Delikanlı ısrarlıydı, onun da bildiği şeyler vardı. Hatta bazı şeyleri babasından iyi bilirdi:
- Benim dostlarım benim için canlarını bile verirler!
Ne kolay söylenmiş bir sözdü bu! Oysa adam ne bedeller ödemişti bunu anlamak için.
- Demek bu kadar güveniyorsun dostlarına...
Oğlunun konuşma tarzı adamın içini burkmuştu biraz, ama renk vermek istemedi. Bir taraftan da onun bu kendinden emin hali hoşuna gitti. Kendisi bu yaşında bile kolay kolay yapamazdı bunu. Bir yandan da oğlunun toyluğunu görüyordu. Elbet herkes gibi o da yaşayıp öğrenecekti. Fakat baba sorumluluğu da vardı, bir şeyler yapmalıydı.
- Ne dersin, diye sordu, dostların seni ne kadar seviyor öğrenelim mi?
Delikanlı altta kalmak istemedi. Dostlarına güveni tamdı ama doğrusu biraz da meraklanmıştı.
- Tamam, dedi, ama nasıl olacak bu iş?
Şefkatle oğlunun gözlerine baktı adam:
- Sen büyükçe bir çuval bul, gerisini bana bırak.
Adam gidip ağıldan bir koyun çıkardı, bahçeye getirip kesti. Oğlunun meraklı bakışlarının arasında koyunu çuvala soktu. Çuvalı delikanlıya uzatırken:
- Şimdi en güvendiğin dostuna git, ben bir adam öldürdüm de. Bakalım ne yapacak, dedi.
Delikanlı sırtına yüklendi kanlı çuvalı. Akşamın karanlığında arka sokaklardan geçerek yürüdü. Bu iş kolay olacaktı. Gidebileceği o kadar çok dostu vardı ki... Rast gele birini seçti. Yürümeye devam etti. Çuvaldan süzülen kan ellerine, boynuna bulaşmıştı. Nihayet dostunun evine vardı. Bir eliyle çuvalı sıkı sıkı tutarken, diğeriyle kapıyı çaldı. Dostu karşısındaydı. Şaşkınlıkla arkadaşının ellerine, yüzüne bakıyor, anlamaya çalışıyordu. Çuvalı fark edince saklanamayacak bir endişeyle sordu:
- Hayırdır, bu da ne?
Delikanlı;
- Birini öldürdüm, diyecekti ki, daha sözünü tamamlayamadan kapı yüzüne kapanıverdi.
Şaşırdı delikanlı. Elinde kanlı çuval, kapının önünde kalakaldı. Tekrar kapıyı çalacak oldu, vazgeçti. Gidebileceği daha bir sürü gerçek dostu vardı nasılsa. Uzaklaşırken döndü, bir kez daha baktı dostunun evine. Perdenin kenarından biri kendisini izliyordu. Aniden perde çekildi, odanın ışığı söndü sonra. Verilen sözler geldi aklına, dostluk yeminleri, yaşanan onca şey geldi. Babası haklı mıydı yoksa? Bir başka dostunun evinin önünde durdu, ümitliydi bu kez. Fakat yine aynısı oldu. Sonra bir başkası, bir diğeri... Gece yarısına kadar omuzunda kanlı çuvalla dolaştı durdu delikanlı. Ayakta duracak hali kalmamıştı artık. Kırgın ve öfkeliydi. Çaresiz evin yolunu tuttu. Babasının yüzüne bakmaya utanıyordu. Çuvalı bir kenara bırakırken babasına döndü.
- Sen haklıymışsın, dedi, dünyada gerçek dost yokmuş!
- Belki, dedi adam gülerek, belki de vardır. Şimdi de benim bir dostuma gideceksin. Ben falancanın oğluyum, bir adam öldürdüm diyeceksin. Bakalım ne olacak?
Delikanlı mahcubiyetinden kaçacak yer arıyordu zaten. Seve seve kabul etti. Hem, belki babasının dostuna gittiğinde de aynı şeyler olacaktı. Sanki öyle olmasını istiyordu. Gecenin karanlığına daldı, yeniden sokakları arşınlamaya başladı. Babasının yerini tarif ettiği evin kapısına gelince önce çuvalı bir kenara bırakıp biraz soluklandı delikanlı. Dört yanı bahçeyle çevrili büyük bir evdi burası. Kapıyı çaldı, çuvalı omuzuna alıp beklemeye başladı. Kırk beş-elli yaşlarında, irice gözlü, hafif şişman, saçları yer yer ağarmış bir adam açtı kapıyı. Delikanlının halinden kötü bir şeyler olduğunu sezinleyerek;
- Hayırdır evlat, dedi, sen kimsin?
Bizimki kendini tanıtıp olan-biteni anlatmaya başlayınca, adam ellerini dudaklarına götürüp:
- Sus, dedi, aman bir duyan olmasın! Gel içeri gir önce. Hemen bir kazma kürek getirdi. Evin arka tarafındaki lale bahçesine aceleyle bir çukur kazdılar. Gecenin karanlığında çuvalı çukura koyup, üstünü toprakla kapattılar. Taze toprağın üstüne de biraz öteden söktüğü lale fidanlarını dikti adam. Delikanlı elini-yüzünü yıkarken ona yatacak yer hazırladı.
- Bu gece kal evlat, diyordu, ne olur ne olmaz, sabah olsun gidersin...
Delikanlı adama hayranlıkla bakıyor, kendi dostlarını düşünüp, işte, diyordu, işte gerçek dost! Bütün ısrarlara rağmen gitmek için müsaade almayı başardı. Bir an önce eve dönüp, babasına, sen haklıymışsın, demek istiyordu. Yorgundu delikanlı. Omuzunda çuval yoktu artık, ama o yorgundu. Bu bir tek gecede bütün dostlarını tanıyıvermişti. Yürüyordu. Bir günde birkaç yıl büyümüştü sanki. Uzaktan evlerinin ışığını gördü. Biraz daha yaklaşınca pencerenin önündeki karaltının babası olduğunu fark etti. Koşarak ellerine sarıldı babasının.
- Haklıymışsın, dedi, gerçek dost başka bir şey, sen haklıymışsın...
Olan-biteni gülerek dinledi adam.
- Dur bakalım, dedi, bu kadar acele etme, hele bir yarın olsun...
Ertesi gün öğlen vakti baba dostunun evine doğru yürürken utanıyordu delikanlı. Bunu nasıl yapacaktı? Babasının neden böyle bir şey istediğine anlam veremiyordu. Gidip o adama herkesin içinde bir tokat atacaktı! Ses çıkarmazsa biraz daha hırpalayacaktı. İyi ama babası neden böyle bir şey yapmasını istemiş olabilirdi? Böyle yaparak neyi anlayacaklardı? Evin olduğu sokağa geldiğinde işinin biraz daha zor olacağını fark etti. Yüzü kızardı birden. Caminin köşesini dönerken, avluda birilerinin oturduğunu görmüştü. Babasının dostu az sonra olacaklardan habersiz, birkaç ihtiyarla sohbet ederek ezanı bekliyordu. Cami avlusunda oturanlara doğru yürüdü. Yüzünün, kulaklarının yandığını hissediyordu. Yaklaşıp, oradakilerin şaşkın bakışları arasında adamcağıza bir tokat vurdu. Ama adam bırakın karşılık vermeyi, ses bile çıkarmadı. Bir kez daha kendinden utandı delikanlı ama henüz işi bitmemişti. Tartaklamaya başladı adamı, bir tokat daha vurdu. Adam bir şeyler anlamıştı sanki. Delikanlıyı kollarından tutup kendine doğru çekerek kulağına fısıldadı:
- Evlat, var git babana selam söyle. Biz öyle birkaç tokada lale bahçesini bozmayız...
- Benim de dostlarım var baba!
Baba biliyordu dostun dosttan farkını, alttan aldı:
- Oğul, gerçek dostu bulmak zordur.
Delikanlı ısrarlıydı, onun da bildiği şeyler vardı. Hatta bazı şeyleri babasından iyi bilirdi:
- Benim dostlarım benim için canlarını bile verirler!
Ne kolay söylenmiş bir sözdü bu! Oysa adam ne bedeller ödemişti bunu anlamak için.
- Demek bu kadar güveniyorsun dostlarına...
Oğlunun konuşma tarzı adamın içini burkmuştu biraz, ama renk vermek istemedi. Bir taraftan da onun bu kendinden emin hali hoşuna gitti. Kendisi bu yaşında bile kolay kolay yapamazdı bunu. Bir yandan da oğlunun toyluğunu görüyordu. Elbet herkes gibi o da yaşayıp öğrenecekti. Fakat baba sorumluluğu da vardı, bir şeyler yapmalıydı.
- Ne dersin, diye sordu, dostların seni ne kadar seviyor öğrenelim mi?
Delikanlı altta kalmak istemedi. Dostlarına güveni tamdı ama doğrusu biraz da meraklanmıştı.
- Tamam, dedi, ama nasıl olacak bu iş?
Şefkatle oğlunun gözlerine baktı adam:
- Sen büyükçe bir çuval bul, gerisini bana bırak.
Adam gidip ağıldan bir koyun çıkardı, bahçeye getirip kesti. Oğlunun meraklı bakışlarının arasında koyunu çuvala soktu. Çuvalı delikanlıya uzatırken:
- Şimdi en güvendiğin dostuna git, ben bir adam öldürdüm de. Bakalım ne yapacak, dedi.
Delikanlı sırtına yüklendi kanlı çuvalı. Akşamın karanlığında arka sokaklardan geçerek yürüdü. Bu iş kolay olacaktı. Gidebileceği o kadar çok dostu vardı ki... Rast gele birini seçti. Yürümeye devam etti. Çuvaldan süzülen kan ellerine, boynuna bulaşmıştı. Nihayet dostunun evine vardı. Bir eliyle çuvalı sıkı sıkı tutarken, diğeriyle kapıyı çaldı. Dostu karşısındaydı. Şaşkınlıkla arkadaşının ellerine, yüzüne bakıyor, anlamaya çalışıyordu. Çuvalı fark edince saklanamayacak bir endişeyle sordu:
- Hayırdır, bu da ne?
Delikanlı;
- Birini öldürdüm, diyecekti ki, daha sözünü tamamlayamadan kapı yüzüne kapanıverdi.
Şaşırdı delikanlı. Elinde kanlı çuval, kapının önünde kalakaldı. Tekrar kapıyı çalacak oldu, vazgeçti. Gidebileceği daha bir sürü gerçek dostu vardı nasılsa. Uzaklaşırken döndü, bir kez daha baktı dostunun evine. Perdenin kenarından biri kendisini izliyordu. Aniden perde çekildi, odanın ışığı söndü sonra. Verilen sözler geldi aklına, dostluk yeminleri, yaşanan onca şey geldi. Babası haklı mıydı yoksa? Bir başka dostunun evinin önünde durdu, ümitliydi bu kez. Fakat yine aynısı oldu. Sonra bir başkası, bir diğeri... Gece yarısına kadar omuzunda kanlı çuvalla dolaştı durdu delikanlı. Ayakta duracak hali kalmamıştı artık. Kırgın ve öfkeliydi. Çaresiz evin yolunu tuttu. Babasının yüzüne bakmaya utanıyordu. Çuvalı bir kenara bırakırken babasına döndü.
- Sen haklıymışsın, dedi, dünyada gerçek dost yokmuş!
- Belki, dedi adam gülerek, belki de vardır. Şimdi de benim bir dostuma gideceksin. Ben falancanın oğluyum, bir adam öldürdüm diyeceksin. Bakalım ne olacak?
Delikanlı mahcubiyetinden kaçacak yer arıyordu zaten. Seve seve kabul etti. Hem, belki babasının dostuna gittiğinde de aynı şeyler olacaktı. Sanki öyle olmasını istiyordu. Gecenin karanlığına daldı, yeniden sokakları arşınlamaya başladı. Babasının yerini tarif ettiği evin kapısına gelince önce çuvalı bir kenara bırakıp biraz soluklandı delikanlı. Dört yanı bahçeyle çevrili büyük bir evdi burası. Kapıyı çaldı, çuvalı omuzuna alıp beklemeye başladı. Kırk beş-elli yaşlarında, irice gözlü, hafif şişman, saçları yer yer ağarmış bir adam açtı kapıyı. Delikanlının halinden kötü bir şeyler olduğunu sezinleyerek;
- Hayırdır evlat, dedi, sen kimsin?
Bizimki kendini tanıtıp olan-biteni anlatmaya başlayınca, adam ellerini dudaklarına götürüp:
- Sus, dedi, aman bir duyan olmasın! Gel içeri gir önce. Hemen bir kazma kürek getirdi. Evin arka tarafındaki lale bahçesine aceleyle bir çukur kazdılar. Gecenin karanlığında çuvalı çukura koyup, üstünü toprakla kapattılar. Taze toprağın üstüne de biraz öteden söktüğü lale fidanlarını dikti adam. Delikanlı elini-yüzünü yıkarken ona yatacak yer hazırladı.
- Bu gece kal evlat, diyordu, ne olur ne olmaz, sabah olsun gidersin...
Delikanlı adama hayranlıkla bakıyor, kendi dostlarını düşünüp, işte, diyordu, işte gerçek dost! Bütün ısrarlara rağmen gitmek için müsaade almayı başardı. Bir an önce eve dönüp, babasına, sen haklıymışsın, demek istiyordu. Yorgundu delikanlı. Omuzunda çuval yoktu artık, ama o yorgundu. Bu bir tek gecede bütün dostlarını tanıyıvermişti. Yürüyordu. Bir günde birkaç yıl büyümüştü sanki. Uzaktan evlerinin ışığını gördü. Biraz daha yaklaşınca pencerenin önündeki karaltının babası olduğunu fark etti. Koşarak ellerine sarıldı babasının.
- Haklıymışsın, dedi, gerçek dost başka bir şey, sen haklıymışsın...
Olan-biteni gülerek dinledi adam.
- Dur bakalım, dedi, bu kadar acele etme, hele bir yarın olsun...
Ertesi gün öğlen vakti baba dostunun evine doğru yürürken utanıyordu delikanlı. Bunu nasıl yapacaktı? Babasının neden böyle bir şey istediğine anlam veremiyordu. Gidip o adama herkesin içinde bir tokat atacaktı! Ses çıkarmazsa biraz daha hırpalayacaktı. İyi ama babası neden böyle bir şey yapmasını istemiş olabilirdi? Böyle yaparak neyi anlayacaklardı? Evin olduğu sokağa geldiğinde işinin biraz daha zor olacağını fark etti. Yüzü kızardı birden. Caminin köşesini dönerken, avluda birilerinin oturduğunu görmüştü. Babasının dostu az sonra olacaklardan habersiz, birkaç ihtiyarla sohbet ederek ezanı bekliyordu. Cami avlusunda oturanlara doğru yürüdü. Yüzünün, kulaklarının yandığını hissediyordu. Yaklaşıp, oradakilerin şaşkın bakışları arasında adamcağıza bir tokat vurdu. Ama adam bırakın karşılık vermeyi, ses bile çıkarmadı. Bir kez daha kendinden utandı delikanlı ama henüz işi bitmemişti. Tartaklamaya başladı adamı, bir tokat daha vurdu. Adam bir şeyler anlamıştı sanki. Delikanlıyı kollarından tutup kendine doğru çekerek kulağına fısıldadı:
- Evlat, var git babana selam söyle. Biz öyle birkaç tokada lale bahçesini bozmayız...

Günün Şiiri
Bakma saatine ikide birde!
Halin neyse saat onun saati.
Saat tutamaz ki, ölü kabirde;
Zamana eşyada gör itaati!
Bir kıvrım, bir helezon,
Her noktası baş ve son...
Dün hâtıra, yarın hayal, bugün ne?
İki renk arası bir çizgicik pay.
Ne devlet zamanı bütünleyene!
Ebed bestecisi bir çark ve bir yay.
Hesap soran yaratık;
O dimdik her şey yatık.
Zaman bir işvebaz, kaçak hayalet;
Eskiyenin kement atar boynuna.
Ne pişmanlık tanır, ne af, ne mühlet;
Ancak fatihinin girer koynuna.
Niyeti gizli fettan
Köle biçimli sultan...
Halin neyse saat onun saati.
Saat tutamaz ki, ölü kabirde;
Zamana eşyada gör itaati!
Bir kıvrım, bir helezon,
Her noktası baş ve son...
Dün hâtıra, yarın hayal, bugün ne?
İki renk arası bir çizgicik pay.
Ne devlet zamanı bütünleyene!
Ebed bestecisi bir çark ve bir yay.
Hesap soran yaratık;
O dimdik her şey yatık.
Zaman bir işvebaz, kaçak hayalet;
Eskiyenin kement atar boynuna.
Ne pişmanlık tanır, ne af, ne mühlet;
Ancak fatihinin girer koynuna.
Niyeti gizli fettan
Köle biçimli sultan...

Günün Atasözü
Kürk ile börk ile adam olunmaz.
Kılık kıyafet, değeri olmayan kişiye değer kazandırmaz. Bir insanın değeri onun içindedir. Kılık ve kıyafetinin düzgünlüğü o kişinin değerli bir kimse olduğunu göstermez.