-‘Erkencisin’, dedi Işık. ‘Ezanın okunmasına daha var.’
-‘Bir an evvel gidip dönmek istiyorum. Yarın işim var’, dedi Efe.
-‘Hmm... gizemli bir iş mi?’
-‘Sana anlatamam.’
-‘Tamam. O zaman neyi anlatabilirsin?’
-‘İnelim oraya, kendin görürsün. Çantanda neler var?’
-‘Not defterim, su ve ekmek.’
-‘Tamam bu yeterli’, dedi Efe. ‘Unutma. Bana çok yakın dur, birden bir yerlere fırlama ve kimselerle konuşma. Girişde hemen...’
-‘...akrepler var’, dedi Işık. ‘Unutmadım. Hadi.’
Komutana selam verip merdiven ile Meteor Bölgesi’ne doğru indiler. Önce tabancaları ile akrepleri öldürdüler.
-‘Girişde çıkışda burası. Çıktığımızda yine akrepler olacak burada. Çok hızlı ürüyorlar.’
-‘Burası barut kokuyor. Ve... ateş! Yani kül, barut ve ateş’, dedi Işık.
-‘Hemen ileride Subay var. Ona uğramadan geçelim.’
Subayı geçtikten sonra yine akrepler vardı. Hepsini öldürdüler.
-‘Şu ilerideki insanlar neyi bekliyorlar?’
-‘Tungsten madeni orası. Başında toplanıp madenden yararlanmaya çalışıyorlar. Tungsten sadece silah ve zırh için kullanılır. İyi materyaldır.’
-‘Şu ilerideki çukur... bahsetmiştin! Meteor arkamızdan oraya doğru oraya sürüklendi!’
-‘O çukurun en dibi Lodosların sancağı. Merhaba demek istermisin?’
-‘Aman ne komik’, dedi Işık. ‘Ama meteor buraya düşmüş olsa, parçaları nerede?’
-‘Zamanla Teşkilat’ın askerleri meteoru incelemek için parçalar götürürlerdi. Ama o parçalara dokunan çok hasta oluyordu. Sonunda yok etmeye karar verdiler. Yok ettikce burasını bir toz bulutu kaplardı. Toz bulutu yok olduğunda gördük ki...’ Efe sağ tarafı gösteriri. ‘... bu yol kazılmış.’
-‘Kim yaptı ki?’
-‘Söylenenlere göre saklı türler yaptı. Üç tane mağara, iki tane klan ve Yeni Bab-ı Ali var burada. Hoşgeldin. Hadi şu yolu takip edelim. Ama dikkat et. Buralarda daha çok ve daha tehlikeli yaratıklar var.’
Tekrar akrep öldürdük ve Çeteci mağarası’nın girişini gösterdim. Işık eline not defterini aldı ve yere oturdu. Herşeyi çizmeye başlamıştı. Onu tanıyıp bir şey söyleyecekler diye çok korktum.
-‘Bu mağarada neler var?’
-‘Çeteciler, Zincir delileri, Sultanlar, Dev Ana’nın Gözdesi, Cevriye sultan ve Dev ana’nın kendisi. Özellikleri şu: Sultan ve Cevriye dışında hepsi yakın dövüşte güçlüdür. Cevriye ve sultanları büyü ile savaşıyorlar. Onları tek başına yenemezsin. Bu yüzdende askerler grup kurup öyle girerler mağaraya.’
-‘Sende girdin mi hiç?’
-‘Sonra anlatırım.’
-‘Dev Ana’nın Gözdesi kim?’
-‘Bir tür Zincir delilerin daha kuvvetli olanı. Aramızda kalsın: ona Dev Ana’nın metresi bile denilir.’
-‘Peki bu yolun devamı nereye gidiyor?’
-‘Tepegöz makinelerine.’
-‘Gerçekten mi’, dedi Işık ve o yöne doğru koşmaya başladı. Hemen ardından koşup onu durdurdum.
-‘Ne dedim sana! Fırlamak yok!’
-‘Ama onlar...’
-‘Biliyorum evet! Burada huzursuzluk çıkartma! Millet ne yaptığımızı fark ederse başımız belaya girebilir.’
-‘Oradada bir mağara var demiştin.’
-‘Bu yolda yedi sekiz Tepegöz var. Onları hayatta tutan stoklar. Stoklar tam Tepegözlerin ortasında. Aynı zamanda orada bir bitki büyür. Kimyacılar her gün canları pahasına o bitkiye sahip olmak için orada mücadele verirler. Yada bazı savaşçılar kimyacılara satmak için toplar o bitkiyi. Şifacıların hayatta kalma şansları çok düşük olduğu için denemezler. Ama deneyimli olanlar gelir. Yolun sonu Arz’ın sancağına doğru gidiyor. İleriyi görüyormusun? Oradan sola saptığın anda yol Tepegözler ile dolu. Yolun sonunun yakınında bir mağara var. Sancağı ve mağarayı gösterebilirim.’
Işık ile beraber geri döndüler. Baktıklarında mağaranın önündeki grup çoğalmıştı ve mağaraya girmek üzere hazırlık yapıyorlardı. Yola devam ettiklerinde bir grup cinleri ve Vahşi’yi öldürüyordu.
-‘Şu dev olan şey ne?’
-‘Vahşi. Silahı ve büyüsü yok ama gücü kuvveti yerinde bir yaratık. İleride ondan daha çok var. Devam edelim.’
Yol ikiye ayrıldı. Etraflarındakiler cin avlıyordu.
-‘Bu cinler Eminönü’ndekilere çok benziyorlar. Ama daha güçlüler baksana!’
-‘Evet öyle. Bak bu yol Vahşilere gider.’
-‘Bekle. Çizmem gerek.’
-‘Rüzgar’, dedi Yağmur. ‘Söylediklerimi düşündün mü?’
-‘Evet. Yarın akşam yola çıkacağız. Yarından sonra sabah seni Yeni Bab-ı Ali’ye ben bırakacağım.’
-‘Akşam dediğine göre... bir plan’ın mı var?’
-‘Gibi. Düşünüyorum hala. Ama önce bir yere gitmem gerek.’
Eminönü’nden uzağa, Efsun’nun evine doğru gittim. Işıl ve Semih geri dönmüşlerdi bile. Efsun’nun evine doğru giderken ona ne söyleyeceğimi bilmiyordum bile. Özür dilemeyede yüzüm yok. Bunları düşüne dururken baktım ki kapısına kadar varmışım. Ben çalmadan kapı açıldı.
-‘Rüzgar’, dedi Efsun şaşkınlıkla.
-‘Merhaba’, dedim.
-‘Seni beklemiyordum. Kusura bakma şaşırdım.’
-‘Sana sadece bir şey söylemeye geldim.’
-‘Tamam, içeriye gir.’
Etrafıma iyice baktım, kimseler yok. İçeriye girdim.
-‘Otur’, dedi Efsun.
-‘Yağmur aramızdan ayrılacak yakında. Bu işi onun ve kardeşinin sayesinde düşündüm.’
-‘Ne işi’, diye sordu Efsun.
-‘Yağmur’un kız kardeşi var Yeni Bab-ı Ali’de. Onu görmüştüm. Senin eşyalarını... almaya giderken ona selam göndermiştim. Yağmur bana dün darbeyi planlayacaksan geleceğini ama sonra gitmesi gerektiğini söyledi. Kardeşini özledi ve yanlız bırakmak istemiyor orada.’
-‘Anlıyorum. Bu büyük darbe şu...’
-‘Evet. Çetecilere saldıracağız. Jandarmalardan yardım istemeye niyetimde yok. Bu konuyu sen, ben, Efe ve Yağmur biliyor. Yarın akşam saldırıyı gerçekleştirmek için yola çıkacağız.’
-‘Gelmemi istediğin için mi buradasın?’
-‘Ben bizimle gelmeyi teklif etmek için değil, sadece seni haberdar etmek için buradayım.’
Efsun ayağa kalktı.
-‘Teşkilat’dan ayrıldım, onca haltı iyileştirdim ama bana hala çocukmuşum gibi davranıyorsun’, diye bağırdı Efsun bana.
-‘Haksızmıyım’, dedim ona.
-‘Haksızsın! Diğerleri için bana yaptığın kadar bekçilik yapmıyorsun! Tamam aramızda en sık ben yaralandım ama bu hepimizin göze aldığı bir şey! Teşkilat’ın neferleri bunu hergün göze alarak görevleri yerine getiriyor! Aç gözünü artık Rüzgar! Ben deneyimsiz, eğitimsiz küçük bir kız çocuğu değilim!’
Efsun’a cevap vermedim. Biraz susunca o da sakinleşti.
-‘Özür dilerim. Bağırmak isteme...’
-‘Önemli değil. Yarın akşam yola çıkacağız. Gelip gelmemek senin bileceğin iş’, dedim ve çıktım.
-‘İleride bir kaç Vahşi var. Yolun sonu Arz’ın sancağına doğru gidiyor. Handan hanım’da orada. Merak etme bu yol genelde çok sakindir. Hergün bir klan üyesi geçerken bir iki Vahşi öldürmeden gitmiyordur’, dedi Efe.
Işık çizerek yürüyordu.
-‘Şu yukarıdaki mağara neresi, diye sordu Işık.
-‘Tepegöz makinelerinin girmediği bir yer. Oraya bir gün bir fıçı bırakmış. Bazıları Tepegözler fıçıyı korusun diye diğerleride başkaları ulaşamasın diye söylüyor.’
-‘Fıçının içinde ne var?’
-‘Bira mayası’, dedi Efe. ‘Bak bu yoldan devam ettiğimizde Vahşiler ile karşılaşıcağız. Yolun sonu Arz sancağına varıyor. Gidelim.’
Işık hala çiziyordu.
-‘Gerçektende az Vahşi var. Çok uzunlar ama’, dedi Işık.
Arz sancağı pek kalabalık değildi bugün.
-‘Handan hanım içeride mi?’
-‘Evet’, dedi Efe.
-‘Peki şu tepenin sonunda ne var?’
-‘Tepegöz makineleri. Çetecilerin mağarası ve Arz sancağı bu yol ile birbirine bağlı. Bu yolun başında Tepegöz mağarası var. Hani içinde bira fıçısı olan. Değerli bitki’de, stok’da hemen önlerinde. Buradan yukarıya gitmiyoruz.’
-‘Makineleri görmek istiyorum’, dedi Işık.
-‘Dönüşte gösteririm. Şimdi uygun zaman değil. Hadi dönelim. Diğer yolu göstericeğim sana. Yeni Bab-ı Ali’ye giden yol.’
Dönüşte Vaşileri öldürüp tecrübe kazanmaya çalışan şifacılar vardı.
-‘Şanslıyız’, dedi Işık. ‘Biz soldaki yoldan gelmiştik değil mi? Sağdaki mağarada ne var?’
-‘Kurt mağarası.’
-‘İçeriye girebilirmiyiz?’
-‘Beraber girmemiz çok tehlikeli.’
-‘Ama en son gittiğinizde içerisini temizlediğinizi zannediyordum?’
-‘Son Kurt adamları öldürememiştik. Onlar gücünü mağaradan alıyorlar ve bu yüzden dışarıya çıkmıyorlar. Çıktıklarında yanlarında yeni bir tür Şaman vardı. Onları öldürdük.’
-‘Tekrar ortaya çıkmalarından korkmuyormusun?’
-‘Aslına bakarsan, hayır. Hiç umrumda değil’, dedi Efe. ‘İlerideki cinleri katledenler vardır. Bugün herkez buraları temizlemek ile meşgul galiba. Şuradada Tungsten madeni var.’
-‘İlerideki yol ayırımı nedir?’
-‘Soldan giden yol çıkmaz sokak. Yılanlara ve stoklarına varıyor. En sonundada platin madeni var. Haa! Bu seni çok ilgilendirir: ruh taşı’da var oraya.’
-‘Gerçekten mi?’
-‘Evet. Sivri Ada’ya doğru götürüyor. Orasıda çok tehlikeli bir yer. Tek başına gafil avlanır insan orada. Bir de stokların yakınında çamur madeni var.’
-‘Çamur mu’, dedi Işık iğrenerek.
-‘Çamur deyip geçme! Yeteri kadar toplarsan çok güçlü bir zehir yapabilirsin onlardan. Bir maden daha var ama oraya hiç bakmadım. Kimyacı değilim, silah yada zırhda üretmem. İlgilenmiyorum.’
-‘Peki o zaman diğer yol...’
-‘Evet. Hadi gidelim.’
Yolun sonuna kadar koşacaklarını hesap etmişti Efe ama bir çok asker bugün cinlerin peşinde idi. Yeni Bab-ı Ali’nin kapısı açıldığında ilk Komutanını gördü Efe. Ona selam verdi ve yola devam ettiler.
-‘Ne kadar küçük bir yer’, dedi Işık. ‘Bir dakika!’ Işık silahını çekti. Hemen onu elini indirdim.
-‘Yapma’, dedi Efe ona sessizce. ‘Onlar sakin!’
-‘Bu da ne demek? Yaratık işte!’
-‘Hayır, onlar zararsız. Güven bana.’
-‘Hey sen’, diye bağırdı biri Efe’ye. Dilek’miş. Onun yanına gittiler.
-‘Arkadaşınla beraber gelmiştin bir kaç hafta önce. Eminönü’nden haber var mı’, diye sordu Dilek.
-‘Evet’, dedi Efe. ‘Ama nereden başlayacağımı bilmiyorum.’
-‘İstersen ben anlatayım’, dedi Işık, ‘arkadaş dinlesin.’
-‘Neden olmasın’, dedi Dilek.
Efe Mebrure hanım’ın yanına gitti.
-‘Merhaba efendim’, dedi Efe.
-‘Seni uzun zamandır burada görmedim’, dedi Mebrure hanım.
-‘Evet efendim.’
-‘Bana getirdiğin bir haber yada mektup mu var?’
-‘Hayır efendim.’
-‘O zaman niye vaktimi harcıyorsun’, dedi Mebrure hanım ve arkasını döndü.
-‘Efendim! Size Şifa Yurdu hakkında bir şey sormam gerek!’
Mebrure hanım arkasını döndü.
-‘Arkadaşlar, kitap ne durumda’, diye sordu Salih.
-‘Tekrar tekrar okuyoruz’, dedi Nur.
-‘İyi, düzgün, net, açıklayıcı ve doğru yazdığımızı nasıl anlayağız’, diye sordu Alper. ‘Başkasınada okutmak lazım. Biz yazdıklarımızın yanlışlarını göremeyiz.’
-‘Tamam, ama kim yardım eder ki bu konuda’, diye sordu Nur.
-‘Agah efendi okuyacak değil’, dedi Salih.
-‘Sahaf Necmi bize yardım eder mi’, dedi Alper.
-‘İyi düşündün’, dedi Nur. ‘Hadi hemen soralım. Dur! Ben gidip sorarım, siz buraya göz kulak olun.’
Nur elindeki kitap ile Necmi bey’in yanına gider. Necmi bey her zamanki gibi huysuzdur.
-‘Ne var’, der sadece Nur’a.
-‘İyi günler, efendim. Biz karşıdaki...’
-‘Nereden geldiğini sormadım! Ne var, dedim’, dedi Necmi bey.
-‘Kitap yazdık. Bakarmısınız’, dedi Nur. Necmi bey’in tavrından pek hoşlanmadı ve ona fazla nazik davranmakta istemiyordu.
-‘Nedir bu...’
-‘Arkadaşım ile beraber yazdığımız iyileştirme büyüleri içeren eğitim kitabı’, dedi Nur.
-‘Şifa Yurdu’ndan mı?’
Nur kafasını salladı. Necmi bey elinden kitabı aldı.
-‘Yazı yazmayı bilmiyormusunuz?’
Nur kitabı elinden geri aldı.
-‘Hayır! Düzgün yazılmış mı kontrol ettirmek istedik! Vaktiniz ve sabrınız yok ise iyi günler beyefendi!’
Nur Şifa Yurdu’na geri döndü.
-‘Ne oldu’, diye sordu Salih.
-‘Bu kadar huysuz..! Bu kadar kaba..!’
-‘Tamam’, dedi Alper.
-‘Ya bir insan bu kadar...!’
-‘Tamam işte, Nur’, dedi Alper.
-‘Kendini beğenmiş işte!’
-‘Nur! Arkanda...’, dedi Salih.
Nur arkasını döner ve Necmi bey’i görür. Söylediği laflardan utanacak değil ama.
-‘Evet, ne var’, der Nur.
-‘Kitaba bakabilirim’, dedi Necmi bey.
Nur hiç birşey söylemeden kitabı Necmi bey’in eline verir ve masasına oturur. Bir iş ile meşgulmüş görüntüsü yaratmak ister.
-‘2 gün sonra bırakırım’, der Necmi bey ve kütüphanesine geri döner.
-‘Arkanda idi kızım’, der Salih.
-‘Bana kızım deme! Ayrıca umrumda değil! Bir iyilik isteyeceğim diye gördüğüm muameleye bak’, der Nur. Siniri yatışmamıştır.
-‘Ama yinede yardım etmek için peşinden geldi. Yazık. Yaşlı bir adam nede olsa’, dedi Alper.
Nur bir şey demez.