-‘Abi, nedir şimdi bu Demirkıynak? Madem her kılığa giriyor, her önümüze gelene ateş mi edeceğiz? Yok bir de yenilmez ya, ateş etmeden karşımıza bir böcek çıksa bile kaçacakmıyız’, diye sordu Ahmet.
-‘Ne olduğunu bilmiyoruz, hatta içimizde hiçkimse o yaratığı görmedi daha evvel. Fakat Efsun sanki biliyor o yaratığı. Kim bilir kimden duymuştur. Hem madem o yaratığı gördüğün an, o an gördüğün en şey o ise, bu bilgiler nereden toplandı ve Efsun bu bilgileri nereden öğrendi’, dedi Yağmur.
-‘Ne önemi var? Ha görmüş, ha görmemiş... ne fark eder?’, dedi Akın. ‘Biz işimize bakalım. Bu sokaklarda yürümeyeli çok olmuş. Neredeyse iki yıldır Meteor Bölgesinden çıkmamışım.’
-‘Şimdi bu Demirkıynık...’, diye başladı Işıl.
-‘Demirkıynak’, diye düzeltti Alper.
-‘Herneyse işte. Karşımıza çıkınca koşmaya başlayacağız ve ardımıza bakmayacağız. Bence hep beraber Beyaz Köşk’e doğru, dağılmadan koşalım. Orada Fare Adamlar vardır mutlaka. Onlar bu yaratığın haberini almamışlarsa belki Demirkıynığın dikkati dağılır onlara yönelir’, dedi Işıl.
Alper bu sefer derin bir nefes aldı fakat Işılın cümlesini düzeltmedi.
-‘Yada bu yaratık Fare Adamlarla bir olup bizi çiğ çiğ yer’, dedi Sezgi. ‘Bence biz plana sadık kalalım. Ama şunu unutmayın ki Beyaz Köşk Lodos sancağına çok yakın. Kötü sürprizlerle karşılaşmayalım.’
-‘Haklısın. Daha haber ilan edilmedi ama...’, diye başladı Alper. ‘Bir ses duyan oldu mu?’
-‘Ev sakinleri kendilerini bodrumlara kilitliyor. Kilit seslerini duymuş olabilirsin. Sakin olun. Burnunuza güvenin’, dedi Akın.
-‘Keşke sadece savaşcılar olarak gitseydik, büyücüler kalsaydı. Biz onlardan daha hızlı koşuyoruz ve yakın dövüşte şansımız onlardan daha yüksek’, dedi Fatma.
-‘O yaratık eğer bu kadar kötü ise, onunla yakından dövüşmek istemem. Büyücülerinde avantajı bu’, dedi Halit.
-‘Acaba karşımıza çıkar mı’, dedi Salih. ‘Ona karşı ne yapabiliriz bilmiyorum. İnşallah gelir ve hasar vermeden gider. Şu sokaklara bakın. Sanki hiçkimse yaşamıyor buralarda.’
-‘Ama yaşıyor. Ve o bunu biliyor’, dedi Semih.
-‘Ne demek istiyorsun’, diye sordu Süleyman.
-‘Ezan vakti yaklaşıyor’, dedi Semih.
-‘Eee?’
-‘Ezanı biz okumuyoruz değil mi! Ezanın sesini duyar duymaz o sese doğru yol alabilir’, dedi Semih.
-‘Olabilir. Aklıma hiç gelmedi’, dedi Süleyman.
-‘İskele camiye çok yakın. Eğer birşey olsa bile hemen gözlemleyebiliriz. Kötü haber ise, İskelede birşey ile karşı karşıya gelirsek kaçıcak deliğimiz yok’, dedi Halit.
-‘Bu yaratık imam kılığına girmesin’, diye sordu Süleyman. ‘Salih ne oldu?’
-‘Efsunu düşünyorum. İçimizden bir o biliyordu bu yaratığı’, diye cevapladı Salih.
-‘Bu o kadarda büyük bir haber değil’, dedi Süleyman. Biz hepimiz yıllardır Meteor Bölgesinde değilmiydik? O yaratık oraya inmeyecek kadar akıllıdır. Onun hedefi insan. Ama sanırım Agah Efendinin kitabında yer almıyor o. Yani 25 Aralıkla bir alakası var mı yok mu henüz bilmiyoruz. Neyse. Şu görevi bitirelim. Sonra sorarız’, dedi Semih.
-‘Ezan vakti gerçekten yaklışıyor. Onuda dinlemeyeli çok olmuş. İlk kezde tedirgin bir duyguyla dinleyeceğim’, dedi Salih.
-‘Efe, bir ses duydun mu?’
-‘Hayır. Her yer sessiz. Bir kokuda almıyorum.’
-‘Silahını elinin altında tut.’
-‘Başka yerimle tutmuyorum zaten, merak etme.’
Öksürdüm ve Efsun’a doğru işaret ettim gözümle.
-‘...yanımızda bir hanım var...’, diye fısıldadım.
-‘Aranızdaki diyaloğa önem verseydim ‘Efsane’ Efe’nin ağzının payını ben verirdim’, dedi Efsun. ‘Kapayın çenenizi, burnunuzu ve kulaklarınızı dört açın.’
-‘Sen bu yaratığı daha önce hiç görmediysen onca şeyi nerden biliyorsun? Ve madem onu gören bir daha başka bir şey göremez, sen kimden öğrendin?’
-‘Ben Meteor Bölgesinde doğup büyümedim. Büyükannem ve büyükbabam İstanbulun Büyük Adasında yaşıyorlardı. Oradaki ada sakinleri onların şifacı olduklarını fark edince adadan kaçmışlar. Büyükannemin ufak bir kitabı vardı. Onu meteor felaketinde ölmeden önce anneme, annemde bana vermişti. Şifa güçleri anneme geçmediği için bana geçmiş. Bu kitapda zaten şifacılar için bilgi içeriyor. Büyükannem kendi yazmıştı. İlk başta kendimden korktum ve yıllarca hiçbir büyüyü gerçekleştirmedim. Sonra şehire bu yaratık inmişti. Annem beni bodrum katına kilitledi ve babamla dışarıya çıktı. Çok garip sesler duymaya başladım. Sonra annemin ve babamın çığlıklarını duydum. Bodrum katının bir de penceresi vardı. Demirkıynağı ilk kez gördüm. Yerde annem ve babam kıvranıyor ve çığlık atarken o onları...’ Efsun derin bir nefes aldı. ‘Yerde yığılı kaldılar. Sürekli saçmalıyorlardı. Garip garip şeyler söylüyorlardı ve beni tanımıyorlardı. O yaratığın gitmeden önce kılık değiştirdiğini gördüm. O gidince dışarıya çıktım ve komşu teyze beni kucakladı. Bana onu anlattı. Her hafta bir can almaya gelir. Sesiyle insanları delirtip onların akıllarını çalar. Sonra çeker gider. Hiçbir zaman bir rakibi olmamıştır. Hiçbir zaman varlığını gizleyemez çünkü etrafa pis bir koku salar. Teyze beni Meteor Bölgesine bıraktı. Orada büyüdüm. Büyülerimi daha büyük yaşta geliştirdim. Annem ve babam delirerek nasıl öldüklerini izledim. Ama onların katiliyle başa çıkamayacak kadar güçsüzüm.’
-‘Efsun, sen...’, diye başladım.
-‘Sstt!’, dedi Efe. ‘İnşallah yanılıyorumdur ama burnuma çok pis bir koku geliyor.’
Etrafa baktım ve terk edilmiş, pis bir ev gördüm. Herkezin sessiz olmasını ve binanın içine girmesini işaret ettim. Hepimiz ein içinde bir duvarın arkasına saklandık. Koku gittikce yaklaşıyordu. Efsun’a doğru baktım. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Elimi omzuna koydum ve hemen elimi elleriyle sardı. Ses çıkaracağından çok korktuğum için onun yanına çöktüm ve diğer elimle onun ağzını kapadım. Eldivenlerime rağmen onun gözyaşlarının, onun ağzını kapayan elime nasıl düştüğünü hisettim. Efsun hıçkırmaya başlıyordu ve onu sakinleştirmek için elimi tutan elini bırakıp, onu kollarımla sımsıkı sardım. Efe’ye doğru işaret ettim: ‘bir şey görebiliyormusun?’ Kafasını salladı. Ama hepimiz fark ediyorduk ki koku yoğunlaşıyordu. Evin kapısını zorlandığını duyduk. Sonra açıldığını. Efsun elleriyle kolumu sımsıkı kavramaya başladı. Koku dahada yoğunlaştı. Adımlar dahada yakına geldi. Ve sonra Ezan okunmaya başladı. Ezan okunur okunmaz Efsun korkusundan gözlerini açıp bağıracaktı ama ellerim ona engel oldu. Yaratık bu sesi duyar duymaz dışarı doğru koştu. Koku gidene kadar Efsunu bırakmadım. Sonunda koku hafifledi ve Efsunu yavaşca saldım. Ağlamaya devam ediyordu.
-‘O pis kokuyu hiç unutmadım...’, diye fısıldayabildi hıçkırıklarının arasından.
-‘Rüzgar! Vaktimiz yok. O Ezan sesine doğru gitti. Onun peşinden gitmemiz gerek.’
-‘Ona karşı ne yapabiliriz ki? Ağzını mı bantlayalım?’, dedim.
-‘Bir plan yapmamız lazım. Onun camiye gitmemesi gerek.’
-‘Bir yol olabilir’, dedi Efsun. ‘Doğru mu değil mi hiçkimse bilmez. Ama suya dayanamazmış o. Asla suyun yanından geçmezmiş.’
Efe’ye doğru baktım.
-‘Efsun’a göz kulak ol’, dedim ve camiye doğru koştum. Giderek hızlandım. Uzakta bir cisim gördüm ve onun peşinden koştum. Ona yaklaştıkca o koku yine yoğunlaştı. O benim farkıma varınca durdu ve ardına baktı. Tam o ağzını açarken yüzüğüm parlamaya başladı ve o olduğu yerde kaldı. Gözlerini bile kıpırdatmadı. Evet! Durdurma gücüne sahip olmuşum! Onu geçtim ve camiye doğru koşmaya devam ettim. Umarım Efe peşimizden gelecek kadar salak değildir.
Caminin yakınında bir bina var: Antrepo binası. Oraya kadar koştum. Yollar bomboş, sanki İstanbul terk edilmiş bir şehirdi. Antrepo binasının yanında bir tramvay yolu ve üzerinde bozuk bir tramvay var. Onun içine oturup bekledim. Gözlerimi kapattım ve burnumdan nefes alıp durdum. Dakikalar sanki saatler sürdü ama tekrar o kokunun farkına vardım. Ezan bitmişti ve o gittikce camiye yaklaşıyordu. Gizlice tramvayın penceresinde baktım: evet. Dışarıda biri var: jandarma. Onun dikkatini çekmem gerekiyordu, ama nasıl? Etrafa baktım. Caminin duvarında bir yansıma var. Güneşin ışığı tramvayın pencerisine vurmuş ve pencereden caminin duvara. Evet işte bu! Silahımı çektim ve güneş ışığını silahımla onun gözüne doğru doğrultmaya çalıştım. Büyük bir zorluk sonrasında başardım. Hemen tramvayda yere yatarak saklandım. Gittikce yaklaşıyordu bana doğru. Sonra bir ses...
-‘Rüzgar!’
Allah kahretsin! Efsun’un sesi bu! Gelmemesi gerekiyordu. Yaratık hemen sese doğru koşacaktı ki tramvaydan dışarıya doğru çıktım. Beni gördü. Sonra bir ses daha.
-‘Buradayız!’
Ardıma döndüm ve Fatmayı gördüm. Önüme doğru döndüğümde daha önce hiç karşılaşmadığım bir şey gördüm. Tarif edemeyeceğim kadar büyük, karanlık ve iğrenç. Var gücümle Durdurma büyüsünü tekrarladım.
-‘Herkez hemen köprüye doğru koşsun!’, diye bağırdım ağazım çıktığı kadar. Herkez köprüye doğru yol aldı. Efe’nin Efsunun kollandan tutup köprüye varmasını gördüm. Sonra onların ardından koştum. Köprüye 200 metre kala bağırdım onlara: ’Denize düşmesi gerek! Denize düşmesi gerek!’
Yaratık peşimden koştu. Tam bana yaklaşmıştı ve ben elimde silah onun hamlesini bekliyordum. Ardımda tüm savaşcılar toplanmış ve Durdurma büyüsünü yapmışlar. Yaratığın ağızı açık kalmışdı ve kıpırdamıyordu. Var gücümle onu sırtından vurup deniz kenarına doğru itebildim. Fakat o oraya varıncaya kadar büyü etkisi geçmişti ve tekrar hazırlanıyordu bağırmak için.
-‘Ayaklarına nişan alın!’, diye bağırdı Akın ve tüm büyücüler Demirkıynağın ayağının altındaki taşlara doğru ateş ettiler. Taşlar kırıldı ve Demirkıynak taşlar ile beraber denize doğru sürüklendi.
-‘Kahretsin! Kaçın!’, diye bağırdım. Tüm savaşcılarla diğer arkadaşlarımızı kucaklayıp hemen oradan uzaklaştık. Soluğu Mısır Çarşısının kapısında aldık. Savaşcılar iyi durumdaydı fakat büyücüler ve şifacılar bu kadar hızlı koşmaya alışkın olmadıkları için çok yorulmuşlardı.
-‘Herkez iyi, değil mi?’
Efsun hariç herkez cevap verdi. Onun yanına oturdum.
-‘Galiba artık karşımıza çıkmayacak dedim.’
Cevap vermedi.
-‘Duymadın mı? Ondan kurtuldun. Artık...’, diye başladım ve Efsun tekrar ağlamaya başladı. Başını omzuma koyarak, hıçkıra hıçkıra ağladı. Onu kollarımla sardım ve teselli ettim.
-‘Hepsi geçti. Bir daha asla kimseye zarar vermeyecek’, dedim.
-‘Ne oldu?’, diye sordu Işıl. Efe herkezi etrafına toplayıp herşeyi anlattı. Hepberaber Efsun’u teselli ettik. Sokağa önce jandarmalar çıktı.
-‘Ne oldu burada?’, diye sordu içlerinden biri.
-‘Merak etmeyin. Artık güvendeyiz. Artık Demirkıynak diye birşey kalmadı’, dedi Efe.
-‘Ama...? Anlamıyorum!’, diye afalladı jandarma. Diğerlerine haber verdi ve çok vakit geçmeden Agah efendi’nin huzuruna tekrar çıktık.
-‘Gözlerime güvenmiyorum ama ne olur birileri kulaklarıma güvenmemi gerektiğini söylesin! Gerçekten doğru mu?’, diye sordu.
-‘Evet efendim. Onu denize attık. Orada çığlıklar içinde can verdi. Siz hemen araştırın o çığlıkları duyan biri oldu mu’, dedi Efe.
Efsun hala kollarımdaydı. Sonra birden bıraktı beni.
-‘Var. Küçük bir kız duydu’, dedi. Tam birşey söylemek istiyordum ki jandarmalardan biri Agah efendi’nin yanına koştu.
-‘Efendim! Küçük bir kız çocuğu maalesef...’, diye başladı. Sonra ardından ufak bir kız çığlıklar içinde koşmaya başladı. Efsun ayağa kalkıp küçük kızı izledi. Küçük kız bir an Efsun’la göz göze geldi ve olduğu yerde durdu. Efsun ona doğru yürümeye başladı.
-‘Neler oluyor’, dedi Agah efendi.
-‘Efendim, şifacı bir kadın Demirkıynağa yakalanan kızın yanına doğru yürüyor. Kızın çığlıkları dindi. Şuan hiç kıpırdamıyor’, dedi jandarma.
Efsun eline silahını aldı ve küçük kızın kafasına doğru isabet aldı: ona vuracaktı! Hemen yanına koştum fakat Salih kolumdan tuttu.
-‘Dur. İzle’, dedi.
Efsunun silahı kızın kafasına deydiği an büyük bir ışık oluştu. Herkezin gözleri kamaştı ve bakamadık.
-‘Efendim! Bir ışık...!’, dedi jandarma.
-‘Evet?’, dedi Agah efendi sabırsızlıkla.
Gözlerimi açtığımda fark ettim. Efsun silahla kızın kafasına vurmamıştı, sadece dokunmuştu. Parmağındaki yüzük parlıyordu. Efsunun ağzı hareket ediyordu. Sonra yüzüğün parlaması söndü ve Efsun sustu. Kızda Efsun’da aynı anda yere düştüler. Hemen yanlarına koştuk.
-‘Neler oluyor?’, dedi Agah efendi.
-‘Efendim sanırım... Sanırım şifacı küçük kıza iyileştirme büyüsü yaptı. Ve şuan ikiside yerde baygın yatıyor.’
-‘Kız iyileşti mi yani?’, diye sordu Agah efendi.
-‘Bilmiyoruz’, dedi jandarma.
Küçük kızı ve Efsun’u Halime teyzenin evine doğru götürdük. Dışarıda beklerken:
-‘Efe. Sağol kardeşim’, dedim.
-‘Lafı mı olur artık’, dedi bana.
-‘Lakin... bir iyilik daha isteyeceğim senden. Sezgi, Fatma ve Alperi yanına alıp artık Subaya şu haberi verin. Onu unutmayalım. Zaman akıp giderken unuttuk.’
Efe afalladı:
-‘Doğru söylüyorsun! Hadi arkadaşlar hava kararmadan dönmemiz gerek’ dedi ve gittiler.
Ahmet bana doğru döndü:
-‘Efsun bu kadar gücü nereden buldu?’, diye sordu.
-‘Onun cevabını ben verebilirim’, dedi Salih.
-‘Efsun bilmez ama onun annesi ve babası Şifa Yurduna çok büyük emek vermişlerdi. Efsunun annesine şifacı güçleri geçmemişti fakat Efsun’un gelişmesi için onu oraya göndermişlerdi. Efsun küçüklüğünden beri çok güçlü büyüler yapabiliyordu. O yine bilmez ama Yükseliş Cemiyetide, Teşkilat’da onu hep gözetledi ve Beyaz Köşk büyücülerinden onu korudular. Efsun büyüdüğünde bu bu güçlerin farkına vardı ve dışlanmaktan korktuğu için şifa yapmayı bıraktı. Efsun Meteor Bölgesine gitmeden önce Şifa Yurdunda çok bulundu. Çok küçüktü fakat çok kısa zamanda önemli eğitimler görmüştü. Ne mutlu bize ki onca akıp giden yıllara rağmen içindeki güçler zayıflamamış. Eğer o küçük kızı iyileştirdiyse hiç şaşırmam. Ama iyileştirdiysede çok üzülecektir’, dedi Salih.
-‘Anlamadım!’, dedim.
-‘Efsun’un annesi ve babası Demirkıynak tarafından delirtildi. Delirerek can verdiler. Efsun o zamanlar o küçük kızın yaşlarındaydı. Eğer o kızı iyileştirdiyse büyük bir suçluluk duygusu onu saracaktır. Efsun bu güçlerle doğdu. Annesini ve babasına yardım edemedi diye hem suçluluk duyacaktır hemde kendine çok kızıp üzülecektir. Ona göz kulak olmamız gerek. Onu çok zor zamanlar bekliyor şimdi’, dedi Salih.
Biz aramızda birbirimize baktık. Arkadaşımız uyanması için mi dua edelim yoksa uyuya kalması için mi? Hiçkimse hiçbirşey demedi ve saatler sonra diğer arkadaşlarımız yanımıza vardılar. Hepsi çok yorgundu. Efe’ya baktım ve bana kafa salladı: ‘merak etme, herşey yolunda.’ İçimizde Yağmur diğerlerine Efsunun durumunu anlatmaya cesaret edebildi. Hepsi bana doğru bakıyorlardı. Ben yine kime ne diyeceğimi bilmiyordum. Hepimiz Efsunun uyanmasını bekliyorduk. Bunun yanı sıra olacaklarıda bekliyorduk. Efsun küçük bir kızı kurtardı ve biz Eminönünü bir felaketten kurtardık. Şimdi... Efsunu bu kabuslardan kim kurtaracak?