Meteor düşmesi ...

İKV için yazdığınız hikayeler, şiirler veya kurgusal eserleriniz
Cevapla
Kullanıcı avatarı
XXXBARISBEYXXX
Şarapçı'nın Sırdaşı
Şarapçı'nın Sırdaşı
Mesajlar: 93
Kayıt: 15 Kas 2010 21:08
Sunucu: Kuklacı
Klan: Arzın Çocukları

Meteor düşmesi ...

Mesaj gönderen XXXBARISBEYXXX »

ArkadaşLar biLiyorizki oyunumuz meteor düşmesiyle meydana geLmiştir ..

Bunun ile iLgili güzel bir hikaye yazıLmış okudum cok güzel sizede hepsini okumanızı tavsiye ederim 8-)

BÖLÜM 1: Yeni bir Çağ

Kısım 1: Büyük savaşçının Kılıcı

Meteor düşeli çok yıllar oluyordu. Ben ise bir akşam nerde uyursam uyuyayım sabah kalktığımda bu dünyanın bir rüya olması için dua ediyordum her seferinde. Ama değildi.
Her günüm Eminönünde elimde SAF TUNGSTEN İŞLEMELİ PLATİN ÇİFTEMLE kendi kendime devriye geziyordum. Arada bir ise İsmet Bey'in bana verdiği göreve gidiyordum.
Eminönünde herkes beni tanır bende herkesi tanırdım, yani o döneme göre sıradan monoton bir hayatım vardı. Eminönünde gezerken karşıma çıkan birkaç fare adamı çiftemle tek vuruşta kafasını dağıtır hiç bakmadan çeker giderdim.
Yine o gün Eminönünde dolaşırken karşıma Yusuf Ağabey çıktı, telaşlı bir şekilde; duydun mu duydun mu Bab-ı Ali Komutanı Bab-ı Ali'nin altında bir şey bulmuş gizli bir geçitmiş galiba dedi, bende; nasıl bir geçit nereye açılıyor, dedim
Ne bileyim işte birazdan gidicem şimdi orayı kazıyorlarmış. Bende bunu duyar duymaz hemen yapacak bir kaç eksiğim vardı onları tamamlamak için Mısır Çarşısına doğru hızlı adımlarla gitmeye başladım, hemen oraya gitmeliydim, acaba neydi önemli bir şey mi yoksa tehlikelimiydi, öğrenmeliydim.
Ardından Mısır Çarşısına vardım, kapıdan içeri girip hemen Demirci Rüstem’e doğru gittim.Oraya vardığımda ise Rüstemin yanında İsmet Beyi gördüm, yanına gittim, sabit pozisyonda selam verdim, Bende seni arıyordum, dedi bana, hayırdır, dedim, o açılan tüneli biliyorsun değil mi, oraya ilk sen gireceksin, arzlar hemen içeriye dalıp dost var mı diye girmeden senin girip orayı kolaçan etmen gerekiyor, en güvendiğim adamımsın bu görev senindir, dedi.
Bende; Emredersiniz, birkaç eksiğim vardı onları tamamlamaya geldim hemen oraya varacağım, dedim, dur bekle hemen acele etme sana verecek bir şeyim var, o sıradan Rüstem İsmet beyin kılıcını sanırsam iyice onarmış ona uzatıyordu, İsmet Bey eline aldı kılıcı, Hiç bu kadar muazzam olmamıştı bu kılıç dedi sonra bana uzattı, al bu sana lazım olacak, ama efendim ya siz(sözümü kesip) itiraz etme benim gibi birisinin bulacak çok silahı var, bunu al ve oraya git oradaki ucubelere yukarının nasıl bir yer olduğunu göster, dedi.
Kılıcı elime alırken Böyle bir anın nasıl geldiğini merak ediyordum böylesine bir görev, Mısır Çarşısına giderken içimde hafif bir korku vardı, Meteor bölgesi ilk açıldığında vahşi ucubelerle yaptığım bir çarpışmadan kalan ve çoğu şifacının çok büyük güçlükle kurtardığı sağ kolum aklıma geliyordu, ordada böylesine büyük ve iğrenç ucubeler olacak mıydı acaba. Eğer komutan böylesine herkesin duyacağı bir işe kalkışmışsa bu çok büyük bir olaydır orası kesindi.
Kılıcı aldım, Saf Elmas İşlemeli Baba Yadigarı Gümüşi kütük yaranımı yerinden çıkarıp Rüstem’e verdim, zaten onun için gelmiştim. Çoktandır kullanıyordum. İyi bir tamire ve bakıma ihtiyacı vardı, Rüstem zaten ben söylemeden ne yapacağını biliyordu. İsmet Bey hemen gitmemi söyledi bende Mısır Çarşısından çıktım. Çıkarken herkes elime bakıyor, Fısıltı gazetesi hemen bir şeyler yazmaya başlıyordu, bir kişi bile bana dönüp "o elindeki kılıç İsmet beyin kılıcı değil mi nasıl aldın onu" demiyordu, zaten biliyorlardı, o geçide inmem için verildiğini tahmin ediyorlardı.
Hemen yoluma koyuldum içimdense garip bir his bu kılıcı bir ucubeye saplayıp muazzamlığını bozacakmışım gibi bir his sadece kanıyla kirletmekten bile korkuyordum. Kılıç o kadar muhteşemdi ki ağırlığı muhteşem dengelenmiş sanki avucumun içinden çıkan bir kılıçmış gibi, sanki bedenimin bir parçasıymış gibi geliyordu. Giderken yolda bir ucube cin çıktı karşıma, çok küçüktü bana doğru ağzından salyalar akarak baktı ardından kılıcımı gördüğünde ise birden yüzünün şekli değişti ilginç bir ses çıkardı geldiği dar kayalık parçasının karanlığına doğru ilerlemeye başladı oraya baktım zifiri karanlıktı zaman kaybedemezdim hemen yoluma devam ettim.
Acaba komutanın bulduğu şey belki de sıradan bir şeydir fazla önemli değildir diye geçiriyordum içimden, Meteor Bölgesine girmiş Bab-ı Ali'ye yaklaşmıştım etrafta kimse yoktu yoluma devam ettim ama kayaların içinden bana bakan gözleri de seçebiliyordum nerdeyse varmıştım ama hala hiçbir ucubenin ortada olmaması hatta kimsenin ortada olmaması beni çok şaşırtıyordu. Komutanın bulduğu o yerin önemli bir yer olduğu ihtimalide artıyordu.

Kısım 2: Yerin Altına İnen Bir Geçit..

Bab-ı Ali'ye varmıştım kapıda sadece bir muhafız vardı oda gözcü tepesindeki gözcüydü eli kapının kolundaydı; Duur sen kimsin dedi, Yukardan seçemedin galiba benim deyince, Tamamdır devam edebilirsin kusuruma bakma karınca gibi duruyon dedi gülümseyerek, hemen içeri girdim içerideki kalabalığın sesini çok uzaktan fark edemedim, çok az fısıltaşmalar bile o kadar kişinin ağzından çıkıyordu ki büyük bir gürültü oluyordu, oradaki kalabalıktan sanki koskoca Bab-ı Ali başımıza yıkılacaktı.
Bütün İstanbul'un askerleri nerdeyse hepsi ordaydı, savaşçısıyla büyücüsüyle şifacısıyla hemen hemen herkes anlaşılan Bab-ı Ali komutanı herkesi çağırmıştı. Arada birkaç arz muhafızı da gördüm beni gördükleri zaman yüzlerinin ifadesi değişti hele hele kılıcı gördükleri zaman hemen aralarında bir şeyler konuşmaya başladılar, hemen komutanın yanına gittim 6'ya yakın muhafız elinde küreklerle çok derinleri kazıyorlardı geri kalan tüm muhafızlar ise çıkan kumları çekiyorlardı komutanın yanına varıp; beni İsmet Bey gönderdi buraya inen öncü olacağım dedim Tamam ilk sen in anlaşılan İsmet Bey sana çok değerli kılıcını vermiş ise sözünü tutmazsak kötü olur dedi yüzünün şekli daha da asılmıştı.
Ardından aşağıdaki muhafızların birden haykırışları duyuldu oradaki herkes hemen ayağa kalkıp gözlerini bu tarafa doğru çevirdiler yanımızdaki muhafızlar hemen silahlarına sarıldı aşağı doğru baktılar bir seferlik haykırış gelmişti seslerden anladığım kadarıyla galiba bir yer çökmüştü, hemen komutan telaşla aşağı doğru eğilip; Muhafızlar orda mısınız sesimi duyan varmııı diye bağırdı aşağıdan 3 saniye içinde; Biz iyiyiz' Altımız(biraz durakladı) altımız daha da derin bir yere çöktü burası zifiri karanlık hiçbir şey göremiyoruz dedi, anlaşılan gaz lambaları sönmüştü, komutan hemen telaşla yanındakilere emir vermeye başladı; Hemen tecizatlarınızı toplayın ışık bulun aşağı ineceksiniz dedi, ardından aşağı eğilip sakın kıpırdamayın ışıklı bir ekip geliyor kendinizi kollayın diye seslendi.
Herken kendi aralarında konuşmaya başladı bazıları azıcık cesaret edip aşağıya bakıyordu ama çok karanlık ve derin bir kuyuydu. Ardından beklemeye koyulduk.
Komutan aşağıya bakıyor dertli dertli düşünüyordu aşağıya nasıl inecekti ardından iyice yüzünü yere yaslayarak uzandı kolunu kuyunun yanına vuruyordu, yaş toprak değildi aksine çok sertti hemen ayağa kalkıp hazırlanan muhafızların yanına gitti bir şeyler söyledi sonrada Bab-ı Ali deposuna Menbure hanımla birlikte gittiler. Menbure hanım ise o zamana kadar kalabalığın içinde gözükmüyordu olanları seyrediyordu sadece.
Herkes yeniden yerine geçip bağdaş kurup oturmaya başladı, aralarında konuşuyorlardı, bende birkaç lodosun yanına gidip selam verdim hepsi ayağa kalkıp selamımı aldı buyur otur buyur buyur dediler oturdum yanlarına, hepsinin de o yorgun gözleri kılıcımdaydı bir süre kimse bir şey diyemedi.Aralarında tanıdığım bir genç derin bir nefes alarak; o.. o kılıç.. acaba İsmet Beyin kılıcımıdır beyim dedi, bende; Evet odur, onun emanetidir bana oraya girecek ilk benim, benim görevim bu, aradan birisi; beyim orda daha neler olduğunu bilmiyoruz, neden size kendi kılıcını verip daha tam bilmediği bir yere girmenizi istedi ki İsmet Bey, bende; bu kılıç sadece orda çıkacak ucubeler için değil, orda bizi öldürmeye çalışan ucubelerle dost olmaya çalışacak arzlar içinde.
O zaman sorularına yanıt buldular, sohbet git gide koyulaştı ben hala etrafa bakıyordum ama herhangi bir hareketlilik olmuyordu, arzların gözü benim üzerimdeydi ama 1 tanesi de eksikti galiba Handan Hanımın yanına gitmişti yoksa böylesine büyük bir olaydan eksik kalamazlardı.
Bunları içimden geçirirken birkaç muhafız çok uzun bir merdivieni çekiyorlardı galiba komutanın depoya gitme sebebi buydu büyük çok büyük bir merdiven yaptırmıştı Demirci Dilek'e hemen işe koyuldular ben yerimden kalkmadım sonra komutan muhafızlar az gelince birkaç savaşçı çağırdı sonra bana da el işareti ile çağırdı sonra anlatmaya başladı; içerideki muhafızları dışarı çıkarıp içeriyi aydınlatacağız, sonra birkaç muhafızı da yine aşağıya indireceğiz o sırada sende inersin keşif görevi yapacaksınız, dedi bende anlaşıldı diyerek merdiveni yerine koymalarına yardım ettim.
Merdiveni diktikten sonra aşağı doğru yavaş yavaş bırakmaya başladık, komutan çok kararlı bir biçimde bakıyordum ama ben merdivenin kısa geleceğini düşünüyordum, ardından merdiven yere değdi gerçekten şaşırmıştım 4 yada 5 basamak fazla olmuştu komutanın bu ölçü oranına hayran kalmıştım ardından komutan; tam istediğim gibi oturdu güzel şimdi.. siz(birkaç muhafızı göstererek) bu merdiveni yavaş yavaş yerine monta edin, dedi onlarda merdivene emin adımlarla basarak merdiveni monta edecekleri yeri hafif kazıp içine biraz çimento dökerek kapatıyor kurumadan büyük çivilerle merdiveni montalıyorlardı ardından komutan aşağı doğru bağırdı; ne durumdasınız muhafızlar, aşağıdakiler; buradayız komutanım kıpırdamadan bekliyoruz ters giden bir şey yok dediler, komutan dikildi Menbure hanımın yanına gitti bende aşağıya baktım.
Birden sanki devasa bir yaratığın devasa bir kükremesi, uluması yada bağırması duyuldu, bütün Bab-ı Ali'de ses yankılandı, öyle bir sesti ki daha önce hiçbir ucube yada hayvan yani herhangi bir şey o kadar güçlü bir sesi çıkarttığını görmemiştim. Kimse yerinden kıpırdayamadı herkes korkmuştu herkes oraya bakıyor Menbure hanım ile Komutan hemen deliğin başına doğru koşuyorlardı, acaba içeride çok büyük bir ucubemi vardı yada birkaç tane, böyle sesi çıkartmak çok büyük bir boğazın işiydi, ses yakından gelmiyordu belki gelse şimdiye kadar çoktan kulaklarımızın zarı patlamıştı, hiç anlamadan benim elim kılıcıma gitmişti bile daha ses gelmeyince komutan aşağı doğru yine bağırdı; iyimisinizz, aşağıdan birkaç saniye ses gelmedikten sonra; evet komutanım herkes burada.
Belki de bu ses çok önemliydi çok ilginç bir şeyi işaret ediyordu, acaba neydi hem içimde bir korku hem de anlamak istemediğim heyecan duygusu vardı birden kendime kızdım aşağıdan dev bir ucubenin sesi geliyor ve de ben onu merak ediyorum diye, sonra merdiveni monta eden muhafızlar aşağıdan haykırdılar; komutanım aşağıdakilerin yanındayız merdiven hazır diye, komutan hemen hepsinin yukarı çıkmalarını söyledi.
2-3 dakika içinde 8 muhafız aşağıdan çıktı, 6'sı toz toprak içindeydi hallerine hiç bakmadan hemen komutanın yanına gidip rapor vermeye başladılar ama anlatacak fazla bir şey yoktu zaten ardından komutan benim yanıma yaklaştı onca insanın gözü bizim üzerimizdeydi, hemen aşağı inecek ekip hazırdı bir tanede bana lamba verdiler, birkaç muhafız benden önce merdivenden aşağı inmeye başladı o sırada çok yakın dostum hatta canımı belki de ona borçlu olduğum dostum meteor bölgesi yeni açılmışken benimle beraber orayı keşfeden ve birkaç vahşi ucubenin elinden kurtaran büyücü kardeşim yanıma geldi genelde onu hep görür konuşur Çınar Altında demli birer çay içerdik.
Yanıma gelip bana heybesinden çıkardığı bir Ay Taşını verdi dedi ki; Bu taşın gücü asla bitmez bir zamanlar o ucube vahşiler sana tırnaklarını geçirmiş haldeyken o holü aydınlatan taş işte buydu al bunu orda eğer elindeki ışık olurda sönerse bunu kullan, Allah yardımcı olsun dostum dedi, ben dayanamadım, taş avucundayken avucunu kapadım ve eğer istersen sende gelebilirsin artık o meteor bölgesinin yeni açıldığı zamanlar kadar acemi değiliz 1–2 ucubeden korkmayız sende gel o ay taşını yine sen kullan hem senin yardımın olmadan ben hiçbir şey yapamam dedim, oda yüzünde bir tebessüm ile elbette gelirim dedi hemen Bab-ı Ali komutanının yanına gidip; yanımda birisini daha götürüyorum dedim, o kadar ciddi söylemiştim ki komutan gözlerime baktı ve tamam götür dedi, sanki benden korkmuştu o sırada.

Kısım 3: Oraya İnen 2 Can Yoldaşı

Ardından hiç beklemeden inen muhafızların içlerine girip merdivenden inmeye başladık, merdiven gerçekten uzundu ve benim içimde bir telaş bir sıkıntı vardı sanki arkadaşımı da resmen ölüme çağırmış gibi hissediyordum, o içimdeki sıkıntı sanki ölüme gittiğimizi söylüyordu ne yapacağımı bilemiyordum.Sonra aşağı indik yere bastık, orda yetki bendeydi ardından muhafızlar dağılmaya başladı fakat çok geçmeden dar bir alanda olduğumuzu fark ettik bir muhafızın birden haykırışı duyuldu hemen oraya yöneldik sanki bir uçurum vardı üzerinde durduğumuz yer ise bir yolun başlangıcı idi sol tarafımız duvar sağ tarafımız uçsuz bucaksız bir uçurumdu hemen muhafızı yakaladık yukarı çektik ben hemen seslendim; daha dikkatli olun nerde olduğumuzu bilmiyoruz, dağılmayın dedim, ardından aşağı baktım muhafızın elindeki lamba düşmüştü fakat daha düştüğünü görüyordum yanımdakilerde benimle beraber aşağı baktılar lamba durmadan aşağı gidiyordu.
Geriye doğru çekilip muhafızlara; dikkatinizi sakın dağıtmayın burada ne gibi ucubeler var bilmiyoruz birisi önümden ışık tutsun dağılmadan ilerliyoruz, sonra ilerlemeye devam ettik.Önümüze hiçbir yaratık çıkmamıştı.Yol bittikten sonra çok hayretle şaştığım bir yere geldik bu kadar zifiri karanlığın içinde çok geniş bir yerde olduğumuzu fark etmiştim ama önümüzde öyle bir şey vardı ki, o şey sanki insan eli değmiş bir köprüydü, dikkatlice kontrol ettim 1-2 adım üzerine çıktım sonra; tamam devam edelim.. anlaşılan burada yalnız değiliz.
Yolumuza devam ettik, öyle bir yerdeydik ki uçsuuz bucaksız yer gözükmüyor gök hiç gözükmüyor nasıl bir yer olduğunu hiç anlamamıştım, sonra bir an için bir ses duydum çok ince bir gırtlaktan çıkan bir ses sanki bir cin sesiydi ama nasıl olabilirdi, o kadar şeyden sonra bir cinin burada çıkmasına da pek fazla hayret etmemek gerekiyor ama daha kesin değildi yanımdaki yoldaşım bana; duydun değil mi cine benzer bir şey var burada dikkatli olmalıyız dedi, ilerlerdik, o sesten bir tane daha ardından 2.si sanki ilk duyduğumuzun yanına bir tane daha gelmişti, muhafızlara; köprüye dönüyoruz çatışma olabilir oda siper kurucağız, hemen arkaya gittik ben kılıcımı kılıfından birazcık çektim ki gördüklerim sanki bir hayaldi.

Kısım 4: Kılıcın Geçmişi ve Cinlerin gelişi!

Tam kılıcımı kılıfından birazcık çıkardım oradaki herkesin gözü benim üzerime döndü kılıç o kılıç sanki ay kadar güçlü bir biçimde masmavi parlıyordu inanılmaz bir şeydi içime birden bir sıcaklık çökmüştü rahatlatıcı bir ısı ben bu kılıcı bir yerde görmüştüm böylesine muazzam bir biçimde parlayan böylesine sayısız ay taşı kadar parlayan bir kılıç, ardından kılıcı sonuna kadar çıkardım gözlerim sanki nurlanmıştı masmaviydi en açık ve en koyu maviydi o renk inanılmazdı. Büyücü; Bu kılıç evet evet bu kılıç ilk fare adam saldırısını önleyen bir kahramanın kılıcıdır bu o zamanlar çok nadir bulunan bir kılıçta aynen böyle parlamıştı o kılıç çok nadir bulunuyordu o zamanlar mavi mavi parlamasının sebebini kimse çözememişti ama fare adamları o kılıç durdurmuştu.
Ama o kılıç bu kılıç olamaz çünkü o farklıydı galiba bu kılıç o kılıcının eşi olmalı, dedi ben ise; peki nedir bu neden parlıyor, büyücü; bilmiyorum onu en usta üstatlar bile çözememişti sonra o kılıç kayboldu gitti hiç kimse bilmiyor ama unutma en güçlü ucubelerin liderini bile tek hamlede kafasını paramparça edecek güçtedir bu kılıç bu kadar parlaması bir gücün açığa fışkırması yüzündendir dedi, belki de İsmet Bey ve Rüstem bunları biliyorlardı bu kılıçla acaba bir bağlantıları olabilirimiydi fakat bu sorunun yanıtını şimdi veremezdik. Bir süre durakladık ben kılıca dokunuyordum birden bire sanki onlarca cin bağrışması geldi, durmadan bağırıyorlar ve yaklaşıyorlardı sonra ben kılıcıma 2 elimle sarıldım muhafızlara savunma pozisyonu emrini verdim, sesler git gide yaklaşıyor çoğalıyor ama değişmiyordu çok ince gırtlaklardan çıkan seslerdi ben kılıcı sol elime aldım hemen çiftemi sağ elimle çıkardım sol bileğimle kolumun arasındaki kısma koyup sol gözümü kapadım cinlerin sesinin geldiği tarafa doğru nişan aldım.
Herkes hazırdı sanki yüzlerce Hortlak gelse yine dağıtırmışçasına hazırdı bunları hissedebiliyordum, ardından sesler kesildi çok yakındayken kesildi ve bir Cin karanlığın içinden çıktı bize doğru baktı sanki "aptal insanlar buraya da geldiler" dermişçesine baktı, ben sadece emrimle ateş edin dedim, cine iyice baktım kırmızı bir gözlük giymiş diğerlerinden daha iğrenç ama daha gelişmiş daha büyük bir cindi sonra arkasına bakıp koluyla "gelin" işareti yaptı karanlıktan birkaç cin çıktı onların arkasından birkaçı daha vardı orda, ilk çıkanı bize doğru yaklaşıyordu bir muhafız; efendim.. hemen ardından; sadece emrimle dedim cin birazcık daha yaklaştı gözlüklerinin camlarından ışık yansıyordu ama bir şeyler vardı fazla yaklaşamıyordu yaklaştıkça yavaşlıyordu, ben lambanın birini sakince aldım tek hamleyle ona fırlattım, bin bir çığlık attı lamba daha yere düşmeden hemen düşer düşmez arkadakiler geriye çekildi karanlığa girdiler öndeki cin bağırıp çığlık atıyordu koluyla da gözlerini
kapatıyordu hemen arkaya doğru bir hamlede sıçradı ve koşmaya başladı, ayağı tökezledi biraz sağa doğru gitti ve duramadı köprünün ucuna geldi hala çığlıklar içindeydi son adımı ile birlikte yuvarlanıp aşağı düştü, ben sağlam bir kahkaha atmamak için kendimi tuttum fakat arkadamda ki birkaç adam hafif gülmüşlerdi de bende biraz güldüm fakat büyücü hiç istifini bozmuyordu ardından büyücü; gözlükleri geceleri görmeleri için en zifiri karanlıkta bile görebilmeleri için bu yüzdende en küçük bir ışığa bile dayanamıyorlar ama gözlüklerini çıkarabilirler mi orasını bilmiyorum, arkadan bir muhafız; o kadar akıllı olduklarını zannetmiyorum efendim dedi, o gözlükleri onlara kim giydirmişti yani yerin içinde milyonlarca yıl uyumuş olan bu yaratıklar meteorun düşmesiyle birlikte bu kadar yıl içinde bu kadar teknolojilerini geliştirebilmişlerimiydi acaba. Bir süre burada siper alma emri verdim.

Kısım 5: Yerin Altının Gizemi..

Orda siper almış beklerken muhafızlardan biri; efendim geldiğimiz yol uzakta değil isterseniz yukarı çıkıp yardım isteyebiliriz dedi, ben ise; olmaz siz burada bekleyin bu kılıç böyle parladığı müddetçe eminim bize bir şey olmaz, ben cinlerin arkasından gidiyorum, ardından arkadaşımı da yanıma alıp o karanlığı aydınlatarak yolumuza devam ettik, fazla ilerlemeden yol düz ve sol olarak 2'ye ayrılıyordu büyücüye sordum hangisinden gitmeliyiz diye, oda soldan gidelim dedi yol daha dar olduğu için fazla ucubenin bulunmayacağını düşünüyorduk, çiftemi yerine koydum kılıcımla birlikte ilerliyorduk, o kılıç sadece parlamıyordu sanki huzur ve derin bir sıcaklık veriyordu bunu büyücüye söyledim, bir şey demeyince kılıcı eline verdim bir süre durakladı fısıldayarak "inanılmaz, muhteşem bir şey" dedi, sonra kılıcı alırken sanki bırakmak istemiyormuş gibi bir tavrı vardı parmaklarından çok zor ayrılıyordu, kılıcı aldım ve yolumuza devam ettik. Biraz ilerledikten sonra yol sağa ayrılıyordu ve yolun üstünden sarkan çok ilginç otların kökleri vardı dikkatlice dokundum, çok ilginçti toprağın altında olmayan bir kök bu kadar yaş olabilirimiydi, o yoldan ilerlemeye başladık, biraz gittikten sonra o holün birazcık aydınlık olduğunu gördük cinler burada olamazdı bu ışıklar kristallerden geliyordu burada başka ucubeler varmıydı acaba, aklımın bir tarafı ise muhafızlardaydı acaba bizim ulaşamadığımız cinler onlara ulaşmışmıydı ama yolumuza devam ediyor ettikçe de yeni şeyler buluyorduk. Ve büyücü yerde bir iskelet buldu hala tek parçaydı tamamen kemik kalmıştı, büyücü iskelete baktı biraz inceledi kafa tasından da ben biraz şüphelendim aslında ardından büyücü doğrulup; bu bir domuz dedi, ben; normal bir domuz mu, evet diye karşılık verdi, ama ayak ve bacak kemikleri bir insanı andırıyor sanki 2 ayak üstünde yürüyor dedi, hiçbir şeye şaşırmıyorduk artık. Sonra yolumuza devam ettik git gide içeri giriyor hol biraz daha büyüyordu, holün sol tarafında kapıya benzer bir yer vardı küçük bir geçit, insan boyundan biraz daha uzun ve genişti oradan emin adımlarla geçtik her adımımda daha da soğuk kanlaşıyordum, tam kapıdan geçtikten sonra önümüze meteor bölgesinin hala bir yerini işgal altında tutan Tepegözler çıktı hemen görünmemek için bir yere saklandık kılıcımı kınına soktum onları izlemeye koyulduk ama daha irilerdi ve arasından birisi onlardan da iriydi boş boş dolaşıyorlardı bazıları otları kemiriyordu büyücüye; ne dersin saldıralım mı? büyücü ise; onlardan 4 tane var arkda da daha olabilir ama eğer o büyük olan lider ise çoğununda yanında olması lazım bence sayıları çok değil ama keşif görevindeyiz saldırmak yanlış olabilir, ardından gözümü onlara çevirdim kılıcımı kınından çok hafif aralayarak kılıca baktım sonra büyücüye dönüp, dinle onlar burada olduğu sürece ilerleyemeyiz sen uzaktan birkaçına buz saldırılarında bulun onları yavaşlatmaya çalış ben yakından saldıracağım dedim, oda başını sallayarak kabul etti, ben kılıcımın hala kınındayken hafifçe eğilerek bir büklüm halde yanlarına yaklaşıyordum ardından birisi burnunu etrafa bakarak çekmeye başladı benim kokumu almış olabilir miydi bu ucubeler alsa da ne olacaktı ki şimdi onları öldürmeye gidiyordum sonra birdenbire bana baktı "hgaagghhht" da benzer bir ses çıkardı 3 tanesi bana doğru baktı etrafa koşuştular birden durakladım, napıyorlardı sonra hepsi birden ellerine kocaman ağaç kütükleri geçirdi ardından bana doğru bakmaya başladılar, bu tepegözlerin çok daha güçlü olanları [Usta] olanları fareadam saldırısında bulunmuşlardı fakat öncülük yapan birkaç tane vardı bir tanesinin boynuna atlayıp onu boğmuş öldürmüştüm. Ardından büyük olan karanlık bir köşeye çekilmişti bana saldırmıyordu ben ise bütün korkularımı yenmiş ayağa kalktım gözlerim kapalıydı elim kılıcımın kabzasındaydı sonra kılıcı sıkıca tuttum, öyle bir çektim ki kılıcın kınının hafifçe kesildiğini anladım gözlerimi açtım kılıcın parlaklığı muhteşemdi büyücüde ayağa kalktı içinden bazı şeyler mırıldanıyordu, ucubeler ise bana doğru iğrenç bir biçimde bakıyordu, taktiklerimi geliştirmeye başladım, ardından öyle bir savaş narası attım ki "ggeelliinn" diye hepsi aniden attığım nara yüzünden bir adım geri çekildi sonra bağrışmaya başlayıp bana doğru koşmaya başladı.

Kısım 6: Ucubeler Dost Değil!

Hepsi birden üstüme geliyordu, ben reflekslerimin daha iyi olması için göz kapaklarımı kıstım kılıcı sıkıca tutuyordum, bana iyice yaklaşmışlardı içimden 3 kere Besmele getirdim, kılıcı 2 elimle sıkıca kavradım ardından bende onlara doğru koştum, yan yana geldiğimizde en öndekine ilk hamleyi ben yaptım, eğilerek karnının sol tarafını kestim, 3 ucubenin arkasına geçmiş 2'si bana dönmüştü birisi ise fazla geçmeden yere devrilmişti karnın öyle bir kesmişim ki bağırsakları dışarı fırladı kanlar toprağı besliyordu kılıç çok keskin çok güçlü bir haldeydi, ardından büyücü arkadan büyük bir haykırışla masmavi bir büyü attı ucubelerin sırtı buz kesmişti yerlerinden kıpırdayamıyorlardı, ellerindeki kütüklerle arkalarına vuruyorlar dökülen buz parçalarını gördüklerinde ise durdular ben hemen üstlerine gittim, biri kütükle benim kafama doğru bir hamle yaptı ben hemen kılıcı yan çevirip savundum orda yapılması imkansızdı biliyorum ama içimden kılıcı düz çevirip kütüğü kesmek geldi, büyük bür hızla kütüğe saplamaya çalıştım, birden kütüğün ortasından geçti, öyle hızlı kestim ki kılıç kütüğü kesti hızını durduramayıp yere çarptı hemen kılıcı çektim, tepegöz kütüğe bakıyordu sonun geldiğini anlamıştı kılıcı iki elimle tuttum ucunu ucubeye çevirdim tam kalbine sapladım "hıgg" diye bir ses çıkardı ucube ağzından kanlar boşalıyordu kılıcı kalbinin içinde çevirdim, biraz daha soktum kılıcının buza değdiğini hissettim diğeri bana yaklaşacak kadar yakın değildi sonra kılıcı çektim tam burnuyla gözlerinin arasını kılıçla kestim kafasının içi ortaya çıkmıştı, ucube büyük bir sarsıntıyla yere devrildi o sırada büyücü birden asasında muazzam bir biçimde asasından ateş çıkartmaya başladı öyle çıkarıyordu ki ucubeye kadar dümdüz gidiyordu ucubeyi yakıyordu buz tutmuş tarafı su gibi eriyordu ,ve yere serildi arkasına baktığımda sırtıyla karnına kadar olan kısım bomboş olmuştu oda ölmüştü ben hemen büyük olana baktım orda karanlıkta gizleniyordu, hiç durmadan ona doğru yürümeye başladım elimdeki kılıç beni kat kat güçlü yapmıştı, adımlarımı hızlandırıyor daha büyük bir öfke kazanıyordum ardından koşmaya başladım, ucube birden karanlıktan çıkıp yukarı doğru bağırdı, çok fazla bir biçimde bağırdı, hiç durmadım ucubeye doğru ilerliyordum aramızda on adım kalmıştı hemen karanlıktan görmediğim bir yerden normalden daha büyük bir kütük çıkarttı, kütüğün yanlarında simsiyah zift karası metaller koruyordu, kütüğün kesici bir tarafı yoktu, ardından ben ucubeye ulaşmıştım ucubede kütüğü havaya doğru kaldırdı bana vurmaya çalıştı ben hemen sağa doğru yuvarlandım kütüğünü bana doğru savurdu ama isabet ettiremedi, ben karnına bir hamle yaptım kılıcı tam bağırsaklarına soktum, o arada 1 saniyeden daha az bir zamanda ucube bana sol eliyle bir darbe vurdu kılıç elimden düşmemişti sımsıkı tutuyordum ama 4 adım sağa gitmiştim büyücü hemen uzaktan saldırmaya başladı ben saldırırken oda yaklaşıyordu menzilinde değildi ucube, küçük ama keskin ve hızlı bir meteor gönderdi sol koluna, sol kolu birden bire kıpkırmızı yandı ben kendimi toparlamaya çalışıyordum o yanan kolu bütün vücudunu yakabilirdi ama biden bire ucube nerdeyse gıkını bile çıkartmadan sol dirseğinden aşağı kadar olan kısmı kopardı ve attı sol kolu gitmişti büyücü büyüleri üstüne doğru savuruyordu ama kütüğünün metal kısmı ile bütün büyüleri durduruyordu, ben ayağa kalktığımda ucube büyücüye doğru yönelmişti sol kolundan fışkıran kanları görüyordum sonra sessizce ayağa kalktım 2 omzunun tam ortasına bel kemiğini kesecek bir biçimde kılıcı saplayacaktım dümdüz bir biçimde nişan aldım ama ucube kılıcın ışığından beni fark etti ve tam bana dönerken ben kılıcımı sapladım yanlış bir yere saplamıştım ama yinede zarar vermişti hemen kılıcı çıkarttım kütüğünü havaya kaldırdı ben kütüğe bakıyordum yere doğru çok güçlü bir hamle yaptı tam yuvarlanıp kaçacaktım ki kaçamayacağımı anladım o sırada büyücü o kadar hızlı bir hamle yaptı ki kolu kaskatı buz kesmişti büyücü iyice yakındı daha da yaklaştı 2 eliyle asasını tuttu öyle bir vurdu ki, ben bırak kolunu bütün vücudu paramparça oldu zannettim 2 kolu da artık yoktu ama kütük masmavi buz kesmesine rağmen hala tek parçaydı ve elide kütükte buz tutmuş halde yapışmıştı, ben hemen ucubeye karşı saldırıda bulundum tam kalbine nişan alıp kılıcımı geçirdim ağzından kan püskürdü kılıcı içinde çevirdim fazla beklemeden çıkardım ve aynı yerin yakınlarına bi daha, yenileceğini anlayan ucube kendini bana doğru bıraktı ama bunu önceden anlamıştım ve yere düşeceğini hesaplamıştım hemen sola doğru sıçradım, ayağım altında kalmıştı ama yan bir biçimde kaldığı için bir sorun yoktu bacağımdan çekip ayağımı çıkarttım hayır ağrı yoktu gayet iyi durumdaydı, ayağa kalktım ve ucubeye baktım hala yaşıyordu boynuna doğru yöneldim kılıcımı havaya kaldırdım ucube bana baktı ve "Yeraltına hoşgeldinizz" diye bir ses çıkarttı ben kılıcımın hızını çoktan vermiş boynuna vurmuştum 3 parçası da kafası olarak kopan ucube artık ölmüştü kanı leşten daha pis kokuyordu.

Kısım 7: Keşifler Çok ilginçti..

Tepegözü öldürdükten sonra dostuma; geri dönelim, daha çok vardır bunlardan dedim, arkaya döndük geldiğimiz yola doğru gitmeye başladık, 4-5 adım attıktan sonra büyücü durdu büyük olan tepegözün yanına gidip 2 omzuna baktı dövmeye benzer bir şekil vardı büyücü iki elinin arasına asasını alıp bir şeyler mırıldanmaya başladı ben oraya doğru dikkatlice bakıyordum birden tepegözün etrafında çok hafif ve az dumanlar çıktı ve tepegöz toprağın altına girdi ve büyücü; bu bir liderdi onu aramaya geleceklerdir diğerlerini de böyle yapmalıyız dedi, diğer 3 tepegözün yanına gidip daha yüksek sesle mırıldandığı şeyleri söylemeye başladı bu sefer aynısı 3 üne birden olmuştu böyle bir şeyi daha önce görmemiştim; ne yapıyorsun diye sordum, oda; onları yerin dibine gömüyorum toprağın altında kalıyorlar kolay kolay bulunmaz artık onlar dedi, döndüğümüz yola ilerlemeye başladık, yolda giderken kılıcıma baktım hala parlıyordu hiçbir şey kaybetmemişti parlamasından ve kınına sokup devam ettim.
Yolun yarısını bitirmiştik ardından muhafızların bulunduğu yerden silah sesleri gelmeye başladı hemen ben; çabuk olmalıyız belki cin değillerdir dedim, ama büyücü kolumdan tuttu ve gözlerini kapatıp "kaybol" dedi birden gözlerim karardı çok kısaydı ardından muhafızların arkasında bulduk kendimizi, karartı geçtiğinde bütün muhafızların 1 tane Cin'e saldırdıklarını gördüm 2 saniye içinde cini delik deşik ettiler birisi arkasına dönüp; efendim dedi diğerleri de bana baktı, ardından en öndeki; efendim gözlüğünü incelemek için öldürdük, ben cine doğru yöneldim yanına vardım yaşam belirtisi yoktu çiftemi çıkarıp cini ters çevirdim gözlük camının sol tarafına bir kurşun isabet etmişti ve arkası gözüküyordu ama diğer camı sağlamdı çiftemi ucuyla gözlüğünü çıkartmaya çalıştım ama sıkıca bağlıydı biraz uğraşarak çıkarttım elime aldım, biraz inceledikten sonra kırılmamış gözlük camına elimin ucundayken baktım çok büyük bir ışık çıkıyordu göz kapaklarımı kıstım arkadaki ışıktı bu çok fazla yoğunlaşıyordu ardında karanlığa gittim arkadakilere bekleyin emri verdim karanlığa girdim yine elimdeki gözlük camı çok net bir biçimde yeri gösteriyordu ardından sağ gözüme doğru yaklaştırdım yere baktım çok netti sonra ileriye baktığımda 100'lerce cin gördüm hepsi bana bakıyordu kıpırdamadım sonra öyle korkmuştum ki hemen geri atıldım ışığın olduğu yere herkes silahlarına sarıldı ben hemen gözlüğü büyücüye götürdüm; al bunu lazım olabilir çok ilginç bir şey ama o karanlıkta da yüzlerce var dedim, herkes silahlarını oraya doğru çevirdi nişan almış bekliyorlardı, bizim sola doğru yöneldiğimiz yolda değillerdi tam ilerdeki yoldalardı ama bir yandan da düşünüyordum acaba oraya gitse miydim elimdeki kılıç böyle parladığı müddetçe orda ki karanlık kaybolacaktı, ardından 2 muhafıza dönüp; siz ikiniz yukarı çıkıyorsunuz ve bulduğunuz bütün herkesi toplayıp buraya geliyorsunuz, gelirken yanınıza alabildiğiniz kara çok ışık alın ve varsa da Eminönünden gidip pilli bir el lambası bulup gelin çabuk olun deyip ellerine birer ışık verdim hemen hızlı adımlarla geriye doğru gitmeye başladılar diğer muhafızlara dönüp; burada bekliyoruz dedim ardından arkama dönüp giden muhafızlara seslendim; şifacı getirin büyük çarpışma olacak olabildiğince de kalabalık gelinn dedim.

Kısım 8: “Yeraltında” ki İlk Büyük Savaş!

Muhafızlar destek getirmeye giderken bizde beklemeye koyulduk, ardından kalan ışıklarımızı saydım son 6 adet ışık kalmıştı, biz ise 8 kişiydik. Sol tarafımız tamamen dipsizdi bende bundan yararlanacağımızı düşünüyordum içimden bir ışığı alıp cinlere doğru fırlatmak geçti sonra büyücüye dönüp; Acaba bir ışığımızı oraya fırlatsak mı dedim, oda soluna bakıp; denemeye değer dedi. yerden bir ışığı aldım biraz yaklaştım ışık ilerledikçe cinlerin geri çekildiğini hissedebiliyordum, ardından gaz lambasını sağ elime alıp kolumu geriye doğru iyice gerdim o kadar cinin olabildiğince arkasına atmak zorundaydım yanımıza yaklaşamazlardı geriye de gidemezlerdi bu sayede sonra iyice yukarıdan fırlattım, lambaya havada bakıp iyi bir atıştı diyerek içimden geçiriyordum sonra tam geriye dönüp mevziiye gidecektim ki arkamdaki ışığın söndüğünü fark ettim döndüm ve zifiri karanlığı gördüm bende içindeydim hemen geri koştum ve mevziiye vardım, gaz lambası havadayken sönmüştü eh nede olsa biraz hızlı fırlatmıştım son kalan 5 lambayı da kullanmamaya karar verdim yukarıdan gelecekleri beklemeliydik.Zaman geçtikçe lambalarımızın gazı da git gide bitiyordu, büyücü bu durumdan şikayetçi değildi çünkü asla sönmeyeceğini bildiği Ay Taşı yanındaydı,o taş ile neler yapmamıştı ki 2 ucube vahşinin paslı dişlerinden kurtarmıştı beni o taşla, o günler.. hep o günler diyerek başlıyordum, o günler İstanbul’da daha büyük bir hareketlilik vardı, özelliklede Eminönünde ki Komutan'ın Meteor Bölgesi’ne ilk olarak bizim keşif görevi ile girmemiz, özelliklede hafif bir tebessümle söylüyorum oradaki ucubelerden kaçmamız, o günler çok.. çok.. aslında bir tabiri bir anlamı yoktu çünkü güzel! demek olmazdı, korkunç! demek diğer anlamları öldürürdü. Bazen o günleri düşündükçe hem özlüyor ama bir yandan da oradan sağ çıktığımıza şükrediyordum, 2 duyguda birbirini bastırıyordu. Bu arada büyücü bir meditasyona girmişti gözleri kapalıydı belki de uyuyordu, o benim asla ama asla ödeyemeyeceğim bir biçimde hayatımı kurtarmıştı çok büyük zorluklarla, o holden beni çıkarmıştı olayları çok bulanık bir biçimde hatırlıyorum orda yere serilmiştim, galiba ölmüştüm! sonra elim birden refleksle birisini tutmuştu derin bir uykudan korkunç bir kabus görmüş gibi uyanmıştım, uzun bir müddet acı çektim, sonra büyücünün kaybol demesiyle bir yerden diğer yerde kendimi bulduğum an nefessiz kalmış sanki felç olmuştum sonradan kendimi nasıl olduğunu anlamadan toparlamıştım çok büyük bir şans mıydı yada anamın duasıyla ve Allah'ın yardımıyla olmuştu çünkü içimde keşke ölsem de bu acılar bu dayanılmaz zulümler bitse diyordum.
Bu sırada bir ses duyduk çok uzaktan gelen yukarda duyduğumuz sesin biraz daha az haliydi ben birden içimden çok büyük bir kükremeye hazırlandığını düşünmüştüm ki öyle bağırdı ki sanki gök üstümüze devrilecekti hemen elimiz kulağımıza gitti etrafa bakıyor yukardan deprem olurmuşçasına küçük çakıl taşları düşüyordu sonra cinlerin bağrışması da geldi hepsi birden yüze yakın cinde bağırınca dayanılmaz bir zulüm oluyordu. Sonra kalan lambalarımızın camları birden kırılıverdi hemen ışıkları söndü sadece kılıcım kılıfının altından yaydığı ışık geliyordu, elimi kulağımdan çekemiyordum sonra o büyük kükreme durdu cinler ise hemen sustular ve garip sesler çıkartmaya başladılar bizim başımız neredeyse çatlayacaktı büyücü hemen elini kulağından çekti Ay Taşını heybesinde aramaya başladı, ben o arada 2-3 saniye kadar dalmıştım hemen kılıcımı çekiverdim, çok geniş bir alamda mavi loş bir ışık yayılmaya başladı cinleri görebiliyorduk artık ama cinler bizi gördüğünde normal ışık kadar etkilenmediklerini gördüm sadece küçük kolları ile gözlerine düşen ışığı kapatıyorlardı sonra büyücü ay taşını buldu ve ovmaya başladı bulunduğumuz alan hemen aydınlanmıştı, muhafızlar hemen silahlarına sarılmış benden atış emri bekliyorlardı fakat cinler çok etkilenmemişti bu ışıklardan ama bir yandan da bize yaklaşamıyorlardı çünkü loş ışığın merkezi bizdeydi, ben muhafızın birinden tüfeğini aldım nişanımı aldım ve en önde gördüğüm ilk cine ateş ettim, cini kafasından vurdum beyni dağılmıştı, tüfeğini aldığım muhafıza geri verdim, muhafızda bana; güzel atıştı efendim dedi, bende ardından atış serbest emrini verdim. Hepsi birden ateş etmeye başladılar, cinler gözlerinin önünü göremiyor bize de fazla yaklaşamıyordu, hemen hepsi geriye doğru gitmeye başladı tam olarak arkada ne olduğunu bilmiyorduk fakat arkası da vardı bu yerin, bizimkiler hiç durmadan ateş ediyor cinler aralarında kaçışmaya çalışıyordu, ölen cinler aşağıya düşerken bazen yanındakileri de götürüyordu ve büyücü baktım hala meditasyonundan kalkmamıştı arkama döndüm, silahını yeni dolduran muhafızdan yine bir tüfek aldım hemen hızlı atışlara başladım, içindeki cephane bitince yine muhafıza verdim sonra büyücü bir şeyler mırıldanıyordu her kelimesinde gürleşiyordu dedikleri sonra yavaş yavaş ayağa kalktı git gide sanki hiç nefes harcamadan gürleşen bir sesi vardı sonra birden deprem yada başka bir şey oldu bunun arkasında büyücü vardı yavaş yavaş başlayan deprem git gide şiddetleniyordu muhafızlar ateş edemez bir hale gelmişti sonra bağırarak son bir büyü yaptı ve asasını kaldırıp bulunduğumuz köprüye öyle bir vurdu ki birden köprünün yıkılacağını zannettim ama yıkılmadı sonra karşıdaki cinlere baktığımızda sol taraftaki duvardan üstlerine çok büyük kaya parçaları düşüyordu, bir tanesi 20 cini götürüyordu ölülü dirili bir biçimde büyücü oraya öyle bir adapte olmuştu ki arkasından yeni cinler gelse fark edemez bir haldeydi sonra ileriye baktığımda sadece bir cinin kaldığını gördüm büyücü asasını indirdi ve bana döndü; o cine bakmalıyız dedi. Cinin yanına gittik ben hala gökten taş düşeceğini zannediyordum, sonra vardığımızda cinin 1 kolu ve diz kapağından itibaren sağ bacağı kopmuştu hala nefes alıyordu benim aklıma gelen ilk şey gözlüğünü çıkartmaktı hemen çiftemi çıkarıp ucuyla gözlüğü sündürüp çıkarttım sonra elime aldım, cinin küçücük kalmış gözlerine baktım açamıyordu çifteyi karşıya boş bir tarafa doğru ateşledim arkamdakiler de durumu izlediği için fazla tepki göstermedi, cin birden elini gözüne attı gözlüğü yoktu sonra gözünü hafif aralıyordu bir yandan da yaraları için acı çekiyordu gözünün birini açtı ve düzgün bir bakış attı sonra diğerini açtı ben kılıcımı çıkarıp ona doğru yönelttim hafif ışıktan etkilenmişti gözlüğü olmayınca da normal görebildiklerini kanıtlamıştık, sonra cin anlamadığımız bir şeyler demeye başladı kendini sürüklemeye çalışıyordu sonra birden kendini uçurumun dibine attı ben çok ciddi bir biçimde olanlara bakıyordum bu cinlere esir olmanın çok kötü bir şey olduğu öğretilmişti galiba fakat neden esir olmayacaklardı önemli bir sır vardı galiba ortalıkta sonra geri dönüp mevziiye ilerlemeye başladık.

Kısım 9: Yeraltının Ziyaretçileri Artıyor Gizemler Çoğalıyordu..

Bulunduğumuz yere gittiğimizde arkadan gelenleri gördük, önde gönderdiğim muhafızlardan 1'i ve arkada 100 kişilik bir ordu vardı Bab-ı Ali'deki nerdeyse herkes gelmişti, herkesi yanıma çağırdım ama köprünün üstüne hepsinin birden çıkmasına müsaade etmedim, sonra anlatmaya başladım; Arkadaşlar beni dinleyin, şu anda burası artık tamamen insanlara açılmış yeni bir bölgedir, burada şimdiye kadarki keşiflerimiz çok ilginçti, siz burayı daha iyi keşfetmek için geldiniz, burada dost yok, Tepegözler ve Cinler var başka ucubeler var mı bilmiyoruz, ama burası artık insanlara açılmış olduğu için buraya bir şehir kuralım burayı ele geçirmeye çalışalım sonra buradakilere yukarının nasıl bir yer olduğunu gösterelim! dedim. Hepsi meraklı bakışlarını bir tarafta bırakıp etrafa dağıldı buraya bir şehir kurmayı düşünüyordum ancak buranın yerlisi olan birisi tarafından yönetilmeliydi tabi şimdye kadar pek dost çıkmamıştı ama bakıcaktık meteor bölgesinde bi kaç tane sakin ucube çıkmıştı bi kaç tane bulur ve eğitirsek eğer belki bi şeyler olurdu ve ben ya da başkası burada her zaman duramazdı Teşkilatı yukarda bırakamazdık.
Rayına koydum hayatımın tek vagonlu trenini, gitme gelme aleminde tek ve son seferdeyim....



Barısbey
/ Barısstyle

~~İsTanbuL KıyameT vaKtİ~~


κυκlმეı.
Kullanıcı avatarı
Laraxxcroft
Cin Avcısı
Cin Avcısı
Mesajlar: 177
Kayıt: 12 Ağu 2010 22:42
Sunucu: Kuklacı
Klan: Arzın Çocukları

Re: Meteor düşmesi ...

Mesaj gönderen Laraxxcroft »

güzel olmss
Hemşirexxşifa (49) (ÇALINDI)
Laraxcroftx (45) (ÇALINDI)
Tatlixsavascı (49) (ÇALINDI) ...=(((

Herkes aynıyken ben farklıydım.Şimdi herkes farklı ben aynıyım
buda benim farkım;))
Cevapla

“Yazım” sayfasına dön