Vakit tam öğlen ortası. Her şey miskinliğe yenik düşmüş ortalıkta müthiş bir sessizlik hâkim. Kara bulutların bu sessizliğe canı sıkılmış olacak ki birden birer birer kaybolmaya başlar. Asumanı devralan Güneş bulutları yarıp varır göğün en tepesine. Güneşin yüzünü göstermesini fırsat bilen Buz tanesi kendinden emin bir şekilde ve ayazdan aldığı güçle çıkar güneşin karşısına. Güneş şaşırır, aynı zaman da kızar bu duruma. Yandıkça yakar, aydınlandıkça aydınlatır. Buz erimeye başlar damla damla. Güneş dayanamaz başlar konuşmaya: Ben yakarım senin gibilerini, eritirim. Neden benim karşıma böyle korkusuzca çıkarsın. Buz Tanesinin dili tutulur, kelimeler boğazında düğümlenir kalır, konuşamaz. Birden ağzından o gırtlağına düğümlenen harflerden SENİ SEVİYORUM cümlesi çıkar. Sonra başını önüne eğer ve suç işlemiş bir katilin masumluğuna bürünür.
Güneş şaşırıp kalır bu duruma. Bu kez kelimeler Güneşe ihanet eder, Güneşin dili tutulur. O da kendini suskunluğun yıllanmış şarabıyla yıkar. Uzun bir süre etraf yine o miskin suskunluğuna kavuşur
Sonra üzerindeki sermest halleri atan Güneş Buz Tanesine döner, der ki:
Nice buz taneleri, nice yağmur damlaları, nice kar tanesi bana visal için çıktı karşıma ama hepsinin sonu yok olmaya vardı. Bana visal zordur ben yangınımla vasfedilmişim sen donuk halinle. Bu haletler içindeyken bize vuslat gökyüzü ile yeryüzü arasındaki mesafe kadar uzak.
Sonra susar ikisi de yine sessizliğin hükümranlığı sürer. Buz erir, buz eridikçe güneşin içi gider. Ama nafile buz erimiştir ve son damlası kalmıştır. Derin bir ah ile son damla da düşer insan kokan toprağın sinesine. Düşen son damla diğer damlarlı takip eder. Ama birer birer yol üzerinde kimisi kurur kimisi başka bir suya karışır kimsi kendini toprağa gömer. Son buz damlası gözünü açtığında bir nehrin kıyısına varmış olur. Birden kendini bırakmak ister nehrin bulanık suları arasına. Nehir dile gelir. Etme ey buz damlası benim bulanık sularıma aldanıp atma kendine benim dipsiz uçurumuma. Benim yastığım toprak yatağım çamur.
Ben ya seni bu bulanıklığımda boğarım ya da seni sayısız damladan oluşan bir ummanın ortasına atarım.
Olsun, kararıp mosmor olarak yok olmak olsa da bu yolun sonu razıyım der Buz Damlası bırakır kendini bulanık dünyanın bulanık suyla yıkanmış nehrine. Nehir alır onu bulanık sularının arasına ve akmaya başlar sonu ummana varan çamurdan yolunda. Buz damlası gâh o kıyıda bir ağacın kökünde tutunur gâh bu kıyıda bir kayanın şefkatine sığınmayı diler parçaları suyun içinde çırpınan kayalardan yardım bekler. Ama nafile bir kez yola çıkılmıştır. Çırpınışların faydasız olduğunu anlayan Buz Damlası kapar gözlerini kendini bulanık sulara teslim eder
Vakit gece yarısı olmuştur. Buz damlası kendine geldiğinde nehrin dediği gibi ummanın ortasında sayısız damlaların arasındadır. Her şey, herkes yabancı.
Sarılır yalnızlığına Buz Damlası, sığınır yine şefkat beklediği bir kayanın altına. Çok geçmeden fark ederler yalnızlığın tablosunu çizen bu Buz Damlasını.
Hemen yanına ilk olarak Gözyaşı varır. Sorar cevap yok, konuşur ses yok. Buz damlası sanki Meryem misali sese isyan etmiş, suskunluğuna vermişti ömrünün tümünü. Buz damlası konuşmayınca, bu kez gözyaşı kendini anlatmaya başlar:
Ben bir Âdemoğlunun göz pınarında her şeyden bihaber yaşıyordum. Seviyordum sevdalıydım benim gibi bir gözyaşı damlasına. Bir gün yine el ele pınarın başında otururken. Âdemoğlu ağlamaya başladı ve pınarın oluğunu açtı. İkimiz de o pınardan akmaya başladık tam düşerken kirpik denen dala tutunduk ama Âdemoğlu yine acımadı bize ve kirpiklerini kapadı, ovdu gözlerini ve bizi düşmeye mahkûm eyledi. Düştük dipsiz bir yanağın üzerine ve yol aldık düşmenin yoldaşlığıyla işte tam altında durduğumuz kayaya ikimizde. Ben denize daha yakın bir yere o ise en uzağa düştü. Ben kendimi attım tuz gemisi, damla limanı bu Karadenize. O kaldı orda. Derken Güneş kızıllığını gösterdi bulutların ardından. Buz Damlası güneşi duyunca derin bir ah çekti. Sordu Gözyaşı ne oldu diye. Buz Damlası yine konuşmadı. Devam etti Gözyaşı. Güneş doğunca o kurudu kaldı bu kayanın üstünde. Ben de yalnızlığın yoldaşı oldum kaldım burada böyle bir başıma. Gözyaşı tam cümlelerini bitirmişti ki yanlarına Çiğ Tanesi vardı. O da Buz Damlasını merak ediyordu sordu ses yok, konuştu anlam yok. Sonra o da başladı kendini anlatmaya:
Ben havada öylesine dolaşıyordum. Gözüme, altından nehir geçen bir gül takıldı. Üzerinden geçiyordum. O ne güzellikti, o ne nazlı nazlı duruştu. Hemen üstündeydim ama yaklaşamıyordum. Çünkü biz de herkes sırayla düşer düşmek istediği yere, benim sırama daha çok vardı. Sonra döndüm geri uzun bir intizar ile bekledim o günün gelmesini. Aklım hep onda, gönlümün bütün yönleri hep ona dönmüştü. Bekliyordum. Ve vakit gelmişti sordular bana nereye ve neyin üzerine düşmek istersin diye. Ben hemen alelacele nehrin kıyısındaki güle dedim. Ve kapadım gözlerimi. Gözlerimi açtığımda etraf karanlıktı ve mahmurdu gül. Hayran hayran seyre daldım onu. Ah ne güzel olmuştu teni tenime değiyor, bütün sıcaklığını tenimde hissediyordum.
Ama zaman haindi ve vakit gecenin gündüzle hemdem olduğu sehere varmıştı. Güneş yüzünü göstermişti ve ben yavaş yavaş gülün yaprakları üzerinden kayıyordum. Ve düştüm gülün altından akan nehre ve vardım işte bu damla denizi Karadenize.
Çiğ tanesi bitirmişti buraya geliş hikâyesini. Bir ara herkes susmuş derin düşüncelere dalmıştı ki. Yanlarına bu kez Yağmur Damlası geldi. Buz damlasına hoş geldin demek istedi ama cevap alamamıştı. Anlayışla karşılayıp diğerlerine neler olduğunu sordu. Gözyaşı bu Buz Damlası buraya yeni geldi. Bu da bizim gibi yalnızlığın yoldaşı hiç konuşmadı ama. Biz de buraya gelişimizin hikâyesini anlatıyorduk.
İyi dedi yağmur damlası, ben de benim hikâyemi anlatayım ve başladı söze:
Ben bir bulutun sinesine sarılmış öyle masum öyle çocuksu duruyordum. Günlerim bulutun şefkatine sığınarak geçiyordu. Bir gün bir fırtına koptu, kara bir duman kapladı her yeri ben fırtınanın etkisiyle düştüm bu kara dumanların içine. Sonra bu özü yıldırımla kararmış kara duman, kara bir bulut oldu. Ve bıraktı beni göğün boşluğundan yeryüzüne varan mesafelerin ötesine. Bir anda kendimi işte bu damla yığını Karadenizde buldum.
Yine sessizlik olur. Vakit sehere yaklaşmıştır. Buz Damlası heyecanla şafağın sökmesini Güneşin kendisine yüzünü göstereceği anı bekler. Bu uzun sessizliği Çiğ Tanesi bozar. Başlar konuşmaya: Ben bu seher vaktini görmeye dayanamıyorum, bu Karadenizin kara derinliğine çekiliyorum der ve uzaklaşır ordan. Diğerleri de müsaade isteyip ayrılırlar Buz Damlasının yanından.
Sessizliği ve yalnızlığıyla baş başa kalmıştır Buz Damlası. Derken beklediği vakit gelmişti şafak sökmüş, lakin güneş görünmemişti ve etrafı olanca kiniyle karabulutlar sarmıştı. Zira Güneşte kahretmiş görünmemek için bu kara yazgılı kara bulutlardan kendisini göstermemeleri için söz almış, söz vermişti.
Buz Damlası daha fazla dayanamadı ve haykırdı olanca sesiyle göğe Nerdesin? Gel artık Ne olur!
Buz Damlasının bu feryadını duyan dün gece ki yalnızlık dostları, Gözyaşı, Çiğ Tanesi, Yağmur Damlası, hemen onun yanına vardılar.
Buz Damlası sinesinde sakladığı hüznünü akıtmaya başladı ve anlattı bu yalnızlığın hemdemi dostlarına, nasıl bu Karadenize vardığını.
Buz damlasının hikâyesini dinleyen dostları şaşırmıştılar, zor bir yoldan geçmiş ve zor bir yolculuğu istiyordu Buz damlası.
Güneşi istiyor, onunla visal için savaşıyor ve bu yolda yürümeyi istiyordu.
Öğlen vakti oldu güneş yok, ikindi vakti oldu güneş yok Ve artık yine gün karanlığa kavuşmuştu ama Buz Damlası hala kavuşamamıştı arzuyla donmayı beklediği göğün afitabına.
Ama ümit vardı Buz Damlası. Beklemeliydi ta ki geleceği güne dek beklemeliydi.
Ama zordu beklemek, sabretmek ömre ziyandı. Yorulmuştu dinlenmek istiyordu ama Güneşsiz hiçbir şey olmayacağını biliyordu. Tüm bu duygular arasından sıyrılan tek bir düşünce vardı: Onu, Güneşi, son bir kez de olsa görmek için var gücüyle dayanacaktı.
Ve yine akşam gece oldu, gece sehere vardı bu kez Güneş doğmaya kararlıydı doğdu ve gösterdi kendini bekleyen Buz Damlasına.
Onu ısıttı bütün sıcaklığıyla ve yavaş yavaş yükseltti göğe. Geride bıraktığı dostları Karadenizden son bir selam ve son bir veda ile uğurladılar onu.
Evet, Güneş onu beyaz bir duman yapmış bulutların arasına katmıştı. Şaşkındı Buz damlası Güneşi beklerken bulutların içerisine dalmıştı. Sonra gaiplerden bir ses ona seslendi: Sen ey Güneşe kavuşmayı arzulayan Buz Damlası. Bu ancak üç ayrı sorunun cevabını bularak olacak. Soruların doğru cevabını bulursan, son şart da sen de bulunan sermestlik halinin gerçek sevda olup olmadığına bağlı olacak. Eğer sevdan gerçekse yine bir Buz Tanesinde Buz Damlası olup Güneşe varacaksın.
Her gün bir soru sorulacak bu da Üç gün eder. Her soru iki gün sonra ki seher vaktinde cevap bulacak bu da Altı gün eder. Toplam Dokuz gün sonra senin yolun belli olacak. İşte ilk günün sorusu:
Ben sizinle birlikte yaşayacak kadar yakın, sizin beni tutamayacağınız kadar uzağım. Beni hem yakın hem uzak yaşayan yedi Âdemoğlu var onların adına Ashabı_ı Kef derler. Bana bırakılır bütün işler, kimisi hain der bana atar bir kenara, kimisi her şey onda hallolur der alır beni yanına. Şimdi sorarım sana ne derler bunca şeyi yapanın adına?
Buz Damlası düşünür birinci gün geceye varır bulamaz cevabı ikinci gün sehere yaklaşır yine cevap yok. Ve gelir cevap verme zamanı.
Çıkar huzura ama eldeki cevapsız bir soru. Gaibin sesi gelir ve sorar nedir sorunun cevabı? Susar Buz damlası tam her şey bitti derken istemsiz bir şekilde ağzından fırlar Zaman kelimesi. Evet, ZAMAN Zaman der. Cevap doğrudur. Sabah tüm aydınlığıyla olmuştur bu hal içinde ikinci soru gelir:
Ben beni yaşayana azap veririm, azabıma katlanan en değerli mükâfatı alır. Beni dillendirene Eyüp derler. Kimi sonuma selamet der, kimi hüsrana açar son kapımın son kilidini. İlmin başı ben, muradın adı ben. Sen ey vuslatı arzulayan damlalaşmış buz kırıntısı, sorarım sana bunca şeyin sebebi olanın adına ne derler?
Buz Damlası düşünür ne zaman, nasıl, ne için azap çekiyordum diye. Çünkü biliyordu bunu yaşadığı en büyük imtihanıydı Sabır. Ve selameti hak ettiğine inanmıştı. Ve evet der, bunun adı Sabır olmalı. Hem kurtlarını, nasiplerini yiyorlar diye silkmeyen Hz. Eyüpe takılmıştı bu ad. Bunu da biliyordu.
İkinci günün seherinde bu kez huzura rahat çıkar ve gaibin sesi gelir gelmez SABIR der.
Cevap doğrudur. Gaibin sesi hemen üçüncü ve son soruyu sorar:
Bana bağlananı güzel adlarla anarım. Bazen efendisine ihanet etmemek için çabalayan Yusuf, bazen sevgisine visal için savaşan Züleyha. Ama en güzel adımı ben Resullahın aşkına sonuna kadar riayet eden. Ebubekire verdim. Şimdi sorarım sana ey aşkında muvaffak olmayı arzulayan, böyle güzelliklerle donatılmışın adı ne olarak kazılıdır inanmış bütün gönüllerde?
Her şeyin başı vefadır evet vefa olsa gerek diye düşünür.
İki gün geçmiş vakit sehere varmıştı. Vereceği cevap belliydi vefa diyecekti ama hem son soru olması hem de tam emin olamamasından dolayı korkuyordu.
Sonra elini kaldırıp semavatın rabbine yalvardı rabbim bana yardım et diye. Aşığın duası kabul olur ve yüce yaratıcı esirgemez yardımını bu Buz Damlasından. Buz Damlasının yüreğine ilham olarak sadakat kelimesini koyar.
Ama Buz Damlasının olup bitenden haberi olmaz. Ve gaibin sesi gelir nedir son sorunun cevabı? Buz damlası ezik bir halde vefa der, âleme Sadakat kelimesi yayılır. İşte rabbin kuluna ihsanı: Dil vefa dedi, Harfler Sadakat diye seslendi. Şaşırmıştı Buz Damlası ama harflerin seslendirdiği doğruydu SADAKAT idi son sorunun cevabı.
Gaibin sesi yükseldi tekrardan: Dokuz gün doldu. Soruların hepsini bildin. Şimdi son şart gerçekliğin imtihanı. Eğer seher vakti güneş doğmadan buradan kar olup bir Âdemoğlunun evinin çatısına düşmezsen ömür boyu burada kalacaksın der.
Korkuyordu Buz Damlası ama emindi yaşadığının dünyadaki en gerçek şey olduğuna. Nihayet vakit gelmişti. Dondurucu bir soğuk sıcağı sinesine bastı ve kar oldu Buz Damlası düştü bir Âdemoğlunun evinin çatısına. Evet, doğruydu ve zerresine kadar gerçekti sevdası Buz Damlasının.
Güneşin doğmasına ramak kalmıştı. Önce çatının kiremitlerinin sıcaklığıyla erimeye başladı Buz Damlası karıştı diğer eriyen karlara. Buz damlasının hikâyesini bilen diğer kar taneleri ona yardım ettiler ona yoldaş oldular aktılar ve kiremitlerin son noktasına geldiler. Tam bu sırada daha önce yenik düştüğü Ayaz da koştu Buz Damlasının yardımına. Ayaz dondu dondukça dondurdu bütün damlaları. Buz Damlası artık Buz Tanesinin en tepe noktasında Güneşin doğmasını bekliyordu.
Ve işte vuslat anı: Güneş, o gün yüzünü dağların enginleri ardından, bulutları kara kan döken kara bulutların arasından sıyırıp vardı göğe. Gök afitabını buldu. Buz Damlası güneşine kavuştu.
Erise de buz damlası tane tane Güneş batarken Ayaz donduruyordu Buz Damlasını. Bahara varıncaya kadardı Buz Damlasının vuslatı. Buz Damlası Zaman, Sabır ve Sadakatle bulmuştu vuslata çıkan yolu. Bahara dek sürdü bu hicranla başlayan vuslat yolunun hikâyesi.
Her baharın ardındaki kışta Güneş, Buz Damlası için doğdu Buz Damlası Güneşe dondu.
İlk insandan son insana kadar bu sevdanın adı vuslatın bıçak yarası tadına kazıldı.
İşte Pazar, işte sergi, işte serginin paha biçilmezleri:
ZAMAN: Kimine deva, kimine yara
SABIR: İnanmışına selamet, inanmayana eza
SADAKAT: Unutana bela, yaşayana yaşatana eşsiz bir dua
Türkçe öğretmenim Ertuğurul Demir tarafından yazılmıştır...
Güneş VE Buz Damlası
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Güneş VE Buz Damlası


[right]Arif YAMAN[/right]