HUZURSUZLUĞUM...
Gönderilme zamanı: 16 Tem 2024 07:05
"Geçmiş, geri gelmeyecek. İhtiyarların anlattığı hikayeler,
Muazzam manzaralar, düşlerdeki hayatlar,
Bunların hepsi yalan! ..."
Öncelikle bu görevin bir çözümsüzlük içerdiğini, bunun da oyuna edebi bir hava kattığını belirtelim. Oyundaki hikayenin (49 seviyeye kadar) gidişatına bakacak olursak; ilk başta teşkilatın güvenli sularında kendimizden emin adımlarla, Agah Efendiye, Komutana, İstihbarat Subayına güvenerek ilerliyoruz ve onlar için inanılmaz işler başarıyoruz. Sonrasında burada tek hakimin onlar olmadığını, Bab Ali'yi keşfettiriyor oyun bize, yeraltında Teşkilat tarafından dışlanmış Domuzla işbirliği yapan Mebrure ile tanışıyoruz.
Tüm bu süreç içerisinde, bize en yakın karakter Arzuhalci; bir de nefer olan karakterimiz. Arzuhalci bizim için merakı, keşfetme dürtüsünü simgeleyen ve oldukça aklı yerinde bir karakter. Kurulu düzenin içerisinde pek rol almıyor, bizim gibi kaçkın bir ruh.
Ancak bu hikaye boyunca dikkatli oyuncular görecektir ki; karakterimiz bir boşluğun içerisinde savrulup duruyor. Psikolojisi her bir görevin ardından daha da olumsuzlaşıyor, ruhsuzlaşıyor. Sivri Adada kendisinden önce Teşkilata çalışan bir ajanın cesediyle konuşuyor, daha sonrasında konuşan bir tazıyla.... Teşkilat ona yılanları temizle diyor; o gidip yapıyor. Teşkilat fare adamları iskeleden temizle diyor; o gidip yapıyor. Teşkilat meteorda zincir çetesini yok et diyor; o gidip yapıyor. Agah, Komutan, Necmi, derken karakterimiz oyunun en travmatik görevini yapıyor... Sığınakları basıyor, Kenan denen manyağı öldürüyor ancak arka planda, ölümü yarım dakika bile sürmeyen Zahir'in mektubunu, onu öldürdükten sonra okuyor: Teşkilatın insanları o kadar da iyi yönetmediğini, Sığınakların kimseye bir zararı olmadığını, her şeyin ötesinde Zahir'in masumiyetini okuyoruz... Bu mektuptan kimseye bahsetmiyoruz. Arka planda Teşkilata olan güvenimiz baştan sonra sarsılmış bir biçimde yeniden savruluyoruz.
Yeraltında Meran isimli şehirde, dünyanın görmüş olduğu en iyi şifa bilgisine sahip yılan medeniyeti ile sırf meraklarımız (Arzuhalci) için dövüşüyor, öldürüyor, öldürüyoruz. Sonrası? Hiç... Bir adım daha duygusuzlaşıyoruz. Yalnızca mavi bir odacıkta, yazılarla kaplı, Horus'un gözleriyle donatılmış o oda kalıyor geriye. Bir de koşturduğumuz Gonglar.
Sonrasında yine Arzuhalci ile birlikte, Migrat macerasına atılıyoruz. Ha bir de kim olduğunu bir türlü öğrenemediğimiz Selami Kelaynak var ki; o tam bir muamma. Migrat bölgesindeyken, eski bir komutan olan Centruion'u öldürdüğümüzde onun arka odasında Saatlerde de göreceğimiz, İffliss'in arkasındaki odanın aynısından mevcut. Tek farkı, bu kapıda dikkatli bakarsanız okunabilen, Latince bir yazı var: "delicto pro sanctus porta qucid venezatio altus / Anlamı: Kutsal kapıya saldırının intikamı büyüktür." İffliss ile Migrat bölgesinin ne gibi bir bağı olabilir ki? Aklımızdaki soru işaretleriyle, gidip o bölgenin sahibini de öldürüyoruz. Niçin? Beyaz Şapkalı bir hırsızı hapsettiği için. (Bu arada Migrat bölgesinde yılan kuyusu olmasını ve Junon'un yanında bir yılanın bulunması, Meran medeniyeti ile ilintili olabilir.)
Migrattan sonra, Teşklatı rahatsız eden bir aktivite, meteorun derinliklerinde gözüken Erg enerjisi, oyunun kırılma anını içeriyor. Oyunun en etkileyici, en baş döndüren bölgesine sürüklüyor bizi: ÇEMBERLİTAŞ. İsmini sadece oyunun tarihçesinde görebileceğimiz, karşımıza sadece bir tanesi çıkan Beyaz Büyücülerden, Gaffar Bey'in bölgesi. Burada genç bilgililer isimli bilim insanlarını toplamış, GBM-X isimli dev makineyi yapmış, yetiştirdiği kalfa ve çırak büyücülerini yerleştirmiş, kendine yetebilen bir bölgeye baskın düzenliyoruz.. İstihbarat Subayının söylediklerinin aksine, burada bir yaşam alanıyla karşılaşıyor, Khaos isimli bir kitaptan, Topal'ın isminin de geçtiği bir ölüm listesi buluyoruz. Topal ile konuştuğumuzda Gaffar Beyin henüz Eminönünü terk etmediği bir zamanın hikayesini dinliyoruz;
"Beyaz Köşkteki Beyaz büyücülerden olan Azat Efendi ve Gaffar Beyin fare adamlar hakkındaki fikir ayrılıkları, fare adamların hepsinde huzursuzluk oluşturmaktaydı. Topal'dan öğrendiğimize göre, Beyaz Köşk'e yapılacak bir baskın için kendisine etkili konuşan, bir daha hiç görmediği, YARALI YÜZÜ olan bir fare teklifte bulunmuştu. Bu fare daha sonra Karaköy'de HAKİR olarak karşımıza çıkacak. Bu baskında Topal bir ayağını kaybetmiş, ancak baskın başarıya ulaşmış ve Gaffar Bey, genç bilgililer ile Beyaz Köşkü terk etmiş, Beyaz Köşk zayıflamıştı."
Daha sonrasında, teşkilat hattından aldığımız emir ile Gaffar'ı öldürmeye gidiyoruz. Bu yolda genç bilgililerin şefi Dr. Recai ile konuşuyoruz. O bize öldürdüğümüz Philoteus'un, Junon'un İstanbul'u 1956 meteor felaketinden koruyan yegane güçler olduğu konusunda aydınlatıyor ve suçluyor... Eskiler dediği Meran medeniyetinin seçtiği Gaffar ve genç bilgililer, dünyanın yeni sahipleri olacak, dünyayı kötülükten ve çıkar ilişkisinden koruyacaktır. Erg isimli bir enerjinin sayesinde mümkün olan bu olaylar, erg enerjisinin canlı, düşünebilen bir şey olmasından kaynaklanıyor. (Ancak bir nefer olan biz, tüm süreci değiştiriyoruz.) Dr. Recai bize diyor ki; "Sstans'a girdin, Eskilere saldırdın, Tangriss girişini dahi gördün. Artık seni bekleyen sonran kaçamazsın.".
Gaffar'a son adım kala, GB-Com makinesinden bize seslenen GAFFAR, acıyarak "kullanıldığının farkında olmadan yaşamak zor olmalı" diyor ve ekliyor; "Meranlar bu dünyanın gerçek sahipleridir, onlar barışı korumaktan başka bir şey istemiyor. Senin buraya gelip bir savaş başlatman tamamen temelsiz. Senin ve istihbaratının soyu kurutulacak, Eminönüye de son bir şans sunulacak. sen buraya, birkaç hafta ömrü kalmış olan en eski Beyaz Büyücülerden birini öldürmeye geldin. "
Gaffar ölürken, bizlerin gücüne değil, algısına hakaretler ediyor. 'Daha ruh taşlarını bile anlamıyorsunuz'... Nihayetinde Gaffar'ı öldürüyor, ölmeden önce fısıldadıklarına şahit oluyoruz:
''Evet, beni nihayetime yolculadın evladım, ancak şimdi gideceğin yerde ölmekten beter olacaksın. Senin için her şeyi ayarladım, ruhunun yolunu izlemekten başka çaren yok. Onlar... Gene kazanamadılar.... Ben yaşasam da, yaşamasam da."
Bu görevden sonra, karakterimiz bitkin bir halde görünüyor. Çemberlitaştan çıktığımızdan beri, kafamızda tik-tak sesleri bitmek bilmiyor. Arzuhalci ve Işık aracılığı ile keşiflere atıyoruz kendimizi, Büyük holde ilerleyip dururken, ortalıkta bir yerde durmuş anlamsızca çalan telefona götürüyoruz ellerimizi...
Şimdi yazımın başında paylaştığım şarkı sözlerine geri dönme vakti geldi; telefondaki ses, tanıdık ama çok kısık bir sesle, tam da oyun içerisinde telefonun yanına geldiğimizde çalmaya başlayan 'DAHASI YOK' şarkısının tüm sözlerini fısıldıyor bize.
Geçmiş geri gelmeyecek, ihtiyarların anlattığı hikayeler,....
Kabul etmesen de akıbetin benim. Erg her köşeden fışkırdığında, beynin erg basıncıyla patladığında, iki laf edecek adam kalmadığında, kıyamet,,, kıyamet vaktinde, senin için BENDEN BAŞKA VAROLUŞ yok.
Gaffar Bey ölmüş olduğu halde bu sözleri nasıl sarf etmiş olabilirdi? Telefonu yerinden kaldırıp baktığımızda görüyoruz ki kablosu bile yok. Yine kafamızın içinden sesleniyordu Gaffar... Bu sesi bir an olsun susturabilmek adına kafamızı duvara vuruyoruz defalarca. Ve duvardaki kan ile kırmızı rengi... Huzursuzluk... Huzursuzluğum...
Yolda ilerlerken, yaralı bir Beyaz Meran'la karşılaşıyoruz. O bizde bir farklılık olduğunu, hatta kim olduğumuzu anlıyor; bize sen Sstans'ı kavuran Rahibe'yi (İffliss) öldüren, Çemberlitaş'ın büyücüsünü yok eden öfkesin. Yazık! Bahtsız halkım sizlere dair bir şeylere güvenerek sonlarını hızlandırdılar.
Biz ona Büyük Hol'deki insan kıyımlarının sorumlularının Meran olduğunu söylediğimizde, esasen bir şey yapmadıklarını insanların birbirlerini öldürmek için gerekçe değil bahane aradıkları cevabını alıyoruz. Onu öldürmeden önce bize "saatler çalışmaya başladı. Büyük saatler, Sen de gitmelisin" diyor ve acısına son veriyoruz.
Saatlere gidiyoruz ancak anahtar bir işe yaramıyor, belki de biz kullanmasını bilmiyoruz. Gidip Arzuhalciye anlatıyoruz olan bitenleri, yine... Son bir görev veriyor bize, şimdilik (Karaköy'den önce)... Gidip Yasemin ile konuşuyor, boğazın derin sularına bakıyoruz...
HUZURSUZLUĞUM -Mücahit KILIÇ / Maccodacco (MEÇHUL)
Muazzam manzaralar, düşlerdeki hayatlar,
Bunların hepsi yalan! ..."
Öncelikle bu görevin bir çözümsüzlük içerdiğini, bunun da oyuna edebi bir hava kattığını belirtelim. Oyundaki hikayenin (49 seviyeye kadar) gidişatına bakacak olursak; ilk başta teşkilatın güvenli sularında kendimizden emin adımlarla, Agah Efendiye, Komutana, İstihbarat Subayına güvenerek ilerliyoruz ve onlar için inanılmaz işler başarıyoruz. Sonrasında burada tek hakimin onlar olmadığını, Bab Ali'yi keşfettiriyor oyun bize, yeraltında Teşkilat tarafından dışlanmış Domuzla işbirliği yapan Mebrure ile tanışıyoruz.
Tüm bu süreç içerisinde, bize en yakın karakter Arzuhalci; bir de nefer olan karakterimiz. Arzuhalci bizim için merakı, keşfetme dürtüsünü simgeleyen ve oldukça aklı yerinde bir karakter. Kurulu düzenin içerisinde pek rol almıyor, bizim gibi kaçkın bir ruh.
Ancak bu hikaye boyunca dikkatli oyuncular görecektir ki; karakterimiz bir boşluğun içerisinde savrulup duruyor. Psikolojisi her bir görevin ardından daha da olumsuzlaşıyor, ruhsuzlaşıyor. Sivri Adada kendisinden önce Teşkilata çalışan bir ajanın cesediyle konuşuyor, daha sonrasında konuşan bir tazıyla.... Teşkilat ona yılanları temizle diyor; o gidip yapıyor. Teşkilat fare adamları iskeleden temizle diyor; o gidip yapıyor. Teşkilat meteorda zincir çetesini yok et diyor; o gidip yapıyor. Agah, Komutan, Necmi, derken karakterimiz oyunun en travmatik görevini yapıyor... Sığınakları basıyor, Kenan denen manyağı öldürüyor ancak arka planda, ölümü yarım dakika bile sürmeyen Zahir'in mektubunu, onu öldürdükten sonra okuyor: Teşkilatın insanları o kadar da iyi yönetmediğini, Sığınakların kimseye bir zararı olmadığını, her şeyin ötesinde Zahir'in masumiyetini okuyoruz... Bu mektuptan kimseye bahsetmiyoruz. Arka planda Teşkilata olan güvenimiz baştan sonra sarsılmış bir biçimde yeniden savruluyoruz.
Yeraltında Meran isimli şehirde, dünyanın görmüş olduğu en iyi şifa bilgisine sahip yılan medeniyeti ile sırf meraklarımız (Arzuhalci) için dövüşüyor, öldürüyor, öldürüyoruz. Sonrası? Hiç... Bir adım daha duygusuzlaşıyoruz. Yalnızca mavi bir odacıkta, yazılarla kaplı, Horus'un gözleriyle donatılmış o oda kalıyor geriye. Bir de koşturduğumuz Gonglar.
Sonrasında yine Arzuhalci ile birlikte, Migrat macerasına atılıyoruz. Ha bir de kim olduğunu bir türlü öğrenemediğimiz Selami Kelaynak var ki; o tam bir muamma. Migrat bölgesindeyken, eski bir komutan olan Centruion'u öldürdüğümüzde onun arka odasında Saatlerde de göreceğimiz, İffliss'in arkasındaki odanın aynısından mevcut. Tek farkı, bu kapıda dikkatli bakarsanız okunabilen, Latince bir yazı var: "delicto pro sanctus porta qucid venezatio altus / Anlamı: Kutsal kapıya saldırının intikamı büyüktür." İffliss ile Migrat bölgesinin ne gibi bir bağı olabilir ki? Aklımızdaki soru işaretleriyle, gidip o bölgenin sahibini de öldürüyoruz. Niçin? Beyaz Şapkalı bir hırsızı hapsettiği için. (Bu arada Migrat bölgesinde yılan kuyusu olmasını ve Junon'un yanında bir yılanın bulunması, Meran medeniyeti ile ilintili olabilir.)
Migrattan sonra, Teşklatı rahatsız eden bir aktivite, meteorun derinliklerinde gözüken Erg enerjisi, oyunun kırılma anını içeriyor. Oyunun en etkileyici, en baş döndüren bölgesine sürüklüyor bizi: ÇEMBERLİTAŞ. İsmini sadece oyunun tarihçesinde görebileceğimiz, karşımıza sadece bir tanesi çıkan Beyaz Büyücülerden, Gaffar Bey'in bölgesi. Burada genç bilgililer isimli bilim insanlarını toplamış, GBM-X isimli dev makineyi yapmış, yetiştirdiği kalfa ve çırak büyücülerini yerleştirmiş, kendine yetebilen bir bölgeye baskın düzenliyoruz.. İstihbarat Subayının söylediklerinin aksine, burada bir yaşam alanıyla karşılaşıyor, Khaos isimli bir kitaptan, Topal'ın isminin de geçtiği bir ölüm listesi buluyoruz. Topal ile konuştuğumuzda Gaffar Beyin henüz Eminönünü terk etmediği bir zamanın hikayesini dinliyoruz;
"Beyaz Köşkteki Beyaz büyücülerden olan Azat Efendi ve Gaffar Beyin fare adamlar hakkındaki fikir ayrılıkları, fare adamların hepsinde huzursuzluk oluşturmaktaydı. Topal'dan öğrendiğimize göre, Beyaz Köşk'e yapılacak bir baskın için kendisine etkili konuşan, bir daha hiç görmediği, YARALI YÜZÜ olan bir fare teklifte bulunmuştu. Bu fare daha sonra Karaköy'de HAKİR olarak karşımıza çıkacak. Bu baskında Topal bir ayağını kaybetmiş, ancak baskın başarıya ulaşmış ve Gaffar Bey, genç bilgililer ile Beyaz Köşkü terk etmiş, Beyaz Köşk zayıflamıştı."
Daha sonrasında, teşkilat hattından aldığımız emir ile Gaffar'ı öldürmeye gidiyoruz. Bu yolda genç bilgililerin şefi Dr. Recai ile konuşuyoruz. O bize öldürdüğümüz Philoteus'un, Junon'un İstanbul'u 1956 meteor felaketinden koruyan yegane güçler olduğu konusunda aydınlatıyor ve suçluyor... Eskiler dediği Meran medeniyetinin seçtiği Gaffar ve genç bilgililer, dünyanın yeni sahipleri olacak, dünyayı kötülükten ve çıkar ilişkisinden koruyacaktır. Erg isimli bir enerjinin sayesinde mümkün olan bu olaylar, erg enerjisinin canlı, düşünebilen bir şey olmasından kaynaklanıyor. (Ancak bir nefer olan biz, tüm süreci değiştiriyoruz.) Dr. Recai bize diyor ki; "Sstans'a girdin, Eskilere saldırdın, Tangriss girişini dahi gördün. Artık seni bekleyen sonran kaçamazsın.".
Gaffar'a son adım kala, GB-Com makinesinden bize seslenen GAFFAR, acıyarak "kullanıldığının farkında olmadan yaşamak zor olmalı" diyor ve ekliyor; "Meranlar bu dünyanın gerçek sahipleridir, onlar barışı korumaktan başka bir şey istemiyor. Senin buraya gelip bir savaş başlatman tamamen temelsiz. Senin ve istihbaratının soyu kurutulacak, Eminönüye de son bir şans sunulacak. sen buraya, birkaç hafta ömrü kalmış olan en eski Beyaz Büyücülerden birini öldürmeye geldin. "
Gaffar ölürken, bizlerin gücüne değil, algısına hakaretler ediyor. 'Daha ruh taşlarını bile anlamıyorsunuz'... Nihayetinde Gaffar'ı öldürüyor, ölmeden önce fısıldadıklarına şahit oluyoruz:
''Evet, beni nihayetime yolculadın evladım, ancak şimdi gideceğin yerde ölmekten beter olacaksın. Senin için her şeyi ayarladım, ruhunun yolunu izlemekten başka çaren yok. Onlar... Gene kazanamadılar.... Ben yaşasam da, yaşamasam da."
Bu görevden sonra, karakterimiz bitkin bir halde görünüyor. Çemberlitaştan çıktığımızdan beri, kafamızda tik-tak sesleri bitmek bilmiyor. Arzuhalci ve Işık aracılığı ile keşiflere atıyoruz kendimizi, Büyük holde ilerleyip dururken, ortalıkta bir yerde durmuş anlamsızca çalan telefona götürüyoruz ellerimizi...
Şimdi yazımın başında paylaştığım şarkı sözlerine geri dönme vakti geldi; telefondaki ses, tanıdık ama çok kısık bir sesle, tam da oyun içerisinde telefonun yanına geldiğimizde çalmaya başlayan 'DAHASI YOK' şarkısının tüm sözlerini fısıldıyor bize.
Geçmiş geri gelmeyecek, ihtiyarların anlattığı hikayeler,....
Kabul etmesen de akıbetin benim. Erg her köşeden fışkırdığında, beynin erg basıncıyla patladığında, iki laf edecek adam kalmadığında, kıyamet,,, kıyamet vaktinde, senin için BENDEN BAŞKA VAROLUŞ yok.
Gaffar Bey ölmüş olduğu halde bu sözleri nasıl sarf etmiş olabilirdi? Telefonu yerinden kaldırıp baktığımızda görüyoruz ki kablosu bile yok. Yine kafamızın içinden sesleniyordu Gaffar... Bu sesi bir an olsun susturabilmek adına kafamızı duvara vuruyoruz defalarca. Ve duvardaki kan ile kırmızı rengi... Huzursuzluk... Huzursuzluğum...
Yolda ilerlerken, yaralı bir Beyaz Meran'la karşılaşıyoruz. O bizde bir farklılık olduğunu, hatta kim olduğumuzu anlıyor; bize sen Sstans'ı kavuran Rahibe'yi (İffliss) öldüren, Çemberlitaş'ın büyücüsünü yok eden öfkesin. Yazık! Bahtsız halkım sizlere dair bir şeylere güvenerek sonlarını hızlandırdılar.
Biz ona Büyük Hol'deki insan kıyımlarının sorumlularının Meran olduğunu söylediğimizde, esasen bir şey yapmadıklarını insanların birbirlerini öldürmek için gerekçe değil bahane aradıkları cevabını alıyoruz. Onu öldürmeden önce bize "saatler çalışmaya başladı. Büyük saatler, Sen de gitmelisin" diyor ve acısına son veriyoruz.
Saatlere gidiyoruz ancak anahtar bir işe yaramıyor, belki de biz kullanmasını bilmiyoruz. Gidip Arzuhalciye anlatıyoruz olan bitenleri, yine... Son bir görev veriyor bize, şimdilik (Karaköy'den önce)... Gidip Yasemin ile konuşuyor, boğazın derin sularına bakıyoruz...
HUZURSUZLUĞUM -Mücahit KILIÇ / Maccodacco (MEÇHUL)