2. sayfa (Toplam 2 sayfa)

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Gönderilme zamanı: 24 Kas 2018 00:26
gönderen Retaliation
Plafect00 yazdı: 23 Kas 2018 21:13 Hikayenin genel gidişatını bilmeme rağmen beni bile heyecanlandırıyorsun Furkan. Yalnız, benim diğer okurlardan farkım sanırım heyecanlanmakla birlikte sabırsızlanıyor da olmak. :)
Değişebilir her an her şey. :) Yine de sabırsızlandığını görmek beni sevindirdi. :)
BayTerapi yazdı: 23 Kas 2018 21:23 Karışık duygular içerisindeyim :)
Bunlar fırtına öncesi sessizlik Murat. :)

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Gönderilme zamanı: 24 Kas 2018 00:33
gönderen Retaliation
Bölüm 5


Arzuhalci okuduğu kitabını kapatarak masaya koymuş ve Mirza’ya da bir sandalye çekerek oturmasını rica etmişti. Şimdi ikisi de masanın etrafında sandalyelerine kurulmuş bir vaziyetteydi. Arzuhalci, üzerinde 1940 etiketi bulunan bir şaraba yöneldi ve mantar tıpasını açtı. Masada duran ince belli kadehlerin ikisinin içerisine özenle koyduktan sonra birini Mirza’ya uzattı. Mirza kadehe uzandığı vakit Arzuhalci de o esrarlı sorgulayıcı tavrına başladı.

“Eee… Derin nasıl, anlaşabildiniz mi?”

“Kendileri iyi ve size beni oraya gönderdiğiniz için müteşekkir. Onun adına gazete işlerinde çalıştım.”

“Bak sen!” dedi Arzuhalci ve yüzünde hınzır gibi bir gülümseme oluştu. “Peki, şu en son bana geldiğinde konuştuğumuz meseleyi ne yaptın?”

Arzuhalci burada kesinlikle Çare Hastanesi olayından söz ediyordu. Mirza’nın yüzü bir ara donakaldı ve isteksizce konuştu. “Mahvettim, yaktım, yıktım, her zaman yaptığım gibi…”

Bir sessizlik oldu. İkisi de fondip yaparak şaraplarını bitirdiler. Arzuhalci bu sefer parmak şakırdatarak Suzan’ın doldurmasını istedi. Suzan masaya yanaştı, eğildi ve kadehleri doldurdu. Mirza, onun kavun gibi göğüslerine baktı. Kadın gülümsedi ve sonra gitti. Daha Mirza gibi nice gönülleri ateş içinde bırakmıştı Suzan.

“Fareleri ‘sonsuzluk’ fantezileri için kullanıyorlarmış. Yani sırf sonsuz bir yaşam sürmek için fare adamlar üretiyor, onlara ruhlarını transfer ediyor ve kendileri yerine onların yaşlanmasına sebep oluyorlarmış. Ben on beş yaşında yetmiş yaş yaşlanmış fare gördüm.”

“Sana söylediğim gibi aziz dostum, bu bahsettiğin şey yanlış eller geçti ve felaket yaşanacaktı. Sen mantıklı bir şey yaptın, inan bana.” Arzuhalci, Mirza’nın kolunu sıvazlayarak gülümsedi.

Mirza da bunun üzerine gülümseyerek içindeki hoyrat deryayı bir çırpıda sildi. Aklına düşmüşken sormak istedi. “Tangriss işi ne oldu… Hani şu Büyük Hol’de keşfettiğimiz?”

Arzuhalci, şarabını fondip yapacağı sırada küçük bir yudum alarak kadehi kenara koydu. “Üzerine biraz eğilmekte fırsat buldum. Sen onu aynı düzenekle çalıştırmaya çalıştığında yanıtsız kaldığını söylemiştin, yanılıyor muyum?”

Mirza onaylarcasına başını salladı.

“Sebebini buldum: Kapı tıpkı Migrat’ta bulduğun gibi pasif hale getirilmiş.”

“Şu bağlamda yine bize nah çekildi, öyle mi?”

“Maalesef ama garip bir şey var. Migrat’ta bulduğun kapı gibi pasif hale gelmemiş.”

“Nasıl yani?”

“Yani… Migrat’ta bulduğun kapı eskilerin ördüğüne benzeyen bir tılsım ile kapatılmış ve erişilemez hale getirilmiş. Büyük Hol’de yer alan kapı ise birinin bir büyüsü ile kapatılmış. Sıfır ipucu, sıfır tılsım, hiçbir şey ama hiçbir şey yok. Kısa lahza zaman aralığında bizler belki de mışıl mışıl uyurken gerçekleşmiş bu olay.”

“Nasıl… Neler oluyor!”

“Bilemiyorum aziz dostum. Ben de bunun bir büyü olduğundan bile emin değilim. Ancak teoremlerime, çevirilerime ve metotlarıma baktığımda gizemli biri ya da bir şeyin oraya erişimimiz olmadığını ispatlıyor.”

Mirza, kadehini bitirdi. Yıllanmış nadide şarap onu kesmedi ve öfkeyle tüm şişeyi kaparak kafasına dikti. Nefes almazcasına tek solukta hepsini bitirdi. Üzerindeki Seramik Lifli ceketinin kol kısmıyla ağzının kenarını sildi. Aniden olduğu yere çöktü ve acı içinde bağırmaya başladı. Elindeki şişeyi bir kenara fırlattı. İki elini de başına götürerek iyice bastırmaya başladı. Etrafındaki her şey dönüyormuş ve zelzele olur gibi titriyormuş hissine kapıldı. Erg seansı kaçmış bir kaçığın, erg hastalığı nüksetmişti.

Çınarlatı’ndaki herkes başına üşüşmüştü. Sirkeli bir bez alnına konmuş, bir sandalyeye oturulmuş ve üzerine bir battaniye örtülmüştü. Birkaç saat baygın bir şekilde ateşi çıkmış bir vaziyette sandalyede rahatsızca uyuklamıştı. Uyandığında Arzuhalci’yi başının ucunda kitap okurken görmüştü. Hayatının her saniyesinde ilim ve araştırma yaparak geçiren bu adama gıpta ederdi. Arzuhalci onun uyandığını görünce kitabını kapatmış ve konuşmaya başlamıştı.

“Nasılsın?”

Baygın bir tonda konuşuyordu. “İyiyim, biraz daha iyiyim…”

“Senle bu bağımlılığın hakkında konuştuğumuzu anımsıyorum. Neden hala vazgeçmiyorsun?”

“İçten beni yakan bir acı var Arzuhalci, müptela olmazsam unutamayacağım o kadar keder var ki içimde. Aldığım her acının kanı beni boğuyor. Onsuz ne yazık ki yapamıyorum.”

“Ama yapabilirsin!” diye çıkıştı Arzuhalci. “Bazen en iyimiz bile en kötü zamandan kalkabiliyorsa sen de yapabilirsin. Yanlış zamandaki doğru insan her şeyi değiştirebilir. İnan bana, seni içindeki keder değil de bu tiryakiliğin bitiriyor.”

“Ne önereceksin?” dedi laubali bir şekilde gülümseyerek Mirza.

“İnsana yalnız keder acı batar da saadetimizi fark edemeyiz. Hâlbuki hakkı ile bakınca dünya nimetlerinden hepimizin nasibi olduğunu görürüz.” Arzuhalci duraksadı. Mirza hayran hayran ona bakıyordu. “Bana ait değil, Dostoyevski söylemiş bu sözü… Yani demiş ki; insan içerisine atarak oluşturduğu keder kartopunu yuvarlayarak koca bir kütleye çevirmeden önce hayatın her anına ve her karesine durarak şöyle bir baksın ve desin ki ‘İnadına yaşanılacak şeyler var.’ Sen, bunu daha çok bilirsin azizim, benden sana naçiz tavsiye, git gez ve yeni şeyler edin. Biraz temiz hava al, insanları tanı. Hiç olmadı kitapların tadına var. Ancak yine de kendini gem zincirine mahkûm etme.”

Mirza asasını kavradı ve onun desteği ile ayağa kalkmayı başardı. Birkaç adım atarak kafasını göğe kaldırdı ve bulutların havada tüten bir duman gibi ahengini seyretti. Derin bir nefes aldı. Omuzunun arkasından Arzuhalciye bakarak gülümsedi.

“Bugüne kadar haklılığından şüphe duymadım azizim.” Dedi. “Müsaadenle ben dediğini yerine getireyim.” Dedi ve avludan bir hayalet gibi geçerek ayrılarak sokaklara döküldü.

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Gönderilme zamanı: 24 Kas 2018 02:08
gönderen bass1666
Blok final haftası olduğundan ilk parttan sonra takip edememiştim. Şimdi bitirdim. Konu ikvnin güncel haliyle alakalı olduğu için sardı beni. Kısaca takipteyim ve tekrardan emeğinize sağlık :relaxed:

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Gönderilme zamanı: 24 Kas 2018 09:56
gönderen Retaliation
bass1666 yazdı: 24 Kas 2018 02:08 Blok final haftası olduğundan ilk parttan sonra takip edememiştim. Şimdi bitirdim. Konu ikvnin güncel haliyle alakalı olduğu için sardı beni. Kısaca takipteyim ve tekrardan emeğinize sağlık :relaxed:
Teşekkür ederiz. :)

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Gönderilme zamanı: 24 Kas 2018 13:17
gönderen HiTMaN
Elinize saglik. Her bolumu merakla bekliyor ve heyecanla okuyorum. :clap: :+1:

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Gönderilme zamanı: 25 Kas 2018 00:14
gönderen Retaliation
HiTMaN yazdı: 24 Kas 2018 13:17 Elinize saglik. Her bolumu merakla bekliyor ve heyecanla okuyorum. :clap: :+1:
Teşekkür ederiz. :)

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Gönderilme zamanı: 25 Kas 2018 00:21
gönderen Retaliation
Bölüm 6


Mirza Eminönü sokaklarından aşağıya, Sirkeci’ye kadar varmıştı. O estetik güzelliği dillere destan İstanbul’un, nadide güzel yerlerinden biriydi burası kıyamet öncesinde. Adımlarını yavaşlattı. Birkaç yeni nefer ve jandarma gördü burada. Bir şey demedi. Eski uçak enkazının oradaki kayığı kullanarak tekrar Karaköy’e dönmeye başladı.

Elleri kürekleri kavrayarak çekmekten su toplamaya başlamıştı. Durgun koyu mavi denizde yavaşça sallanarak ilerlerken Arzuhalci’nin kendisine vermiş olduğu tavsiyeyi yerine getirmek için çizeceği rotayı kafasında belirlemeye çalışıyordu. Nereye gidebilirdi ki? Ne yapabilirdi ki? Düşündü, düşündü… Bu esnada küreklere de iyice asıldı. Denizin üzerinde hışırtı ile ilerlerken kayığın geçtiği yerlerde küçük dalgacıklar oluşuyordu. Beynindeki düşünce çarkını harekete geçiren bu ses eşliğinde karaya yaklaşmıştı.

Karaya vardığında Galata Köprüsüne doğru yanaştı ve kayığı oraya park ederek ipini karadaki bir dubaya bağladı. İşte… Gene Karaköy’de ve gene Bankalar Caddesi’ndeydi. Yolun ortasından giden raylara baktı. Gözünün önüne 1900’lü yılların ilk yarısı geldi. O insanlar, o güzel zamanlarda nasıl muyluydu kim bilir. İlerledi. Gittiği yer aklında hafifçe berraklaşıyordu.

Karaköy’ün tam meydanında sayılırdı. İleride tüm Karaköy sakinlerini selamlayan bronz Mansur Bey heykelini baktı. Ona insan ya da fare adam fark etmeksizin büyük bir saygı gösteriliyordu. İşte Mirza’nın dudaklarında bir gülümseme peyda oldu. Arkasında sur duvarı gibi duran geçide baktı. Ardından kafasını Karaköy Palasa çevirdi. Akabinde tereddüt etmeden içeri girdi.

Sis onu şaşkınlıkla karşıladı. İçerideki adamlar artık Mirza’yı tanıdığından ona yabancı gibi bakarak harekete geçmiyorlardı. Sis elini dostane bir şekilde uzattı. En başta bunu yaparken çok çekiniyordu çünkü insanların farelerle el sıkışmayacağını düşünüyordu ama Mirza bir ‘kıyamet çocuğu’ olduğundan hiç kaygıya kapılmadan o eli sıkmıştı. Sis bir sandalyeyi işaret ederek oturmasını söylemişti ve kendisi de boyundan büyük deri koltuğuna geçmişti.

“Hangi rüzgâr attı seni buraya?” dedi yaşlı fare adam.

“Bir ricada bulunmaya geldim.” Dedi Mirza. Ellerini masanın üzerine koyarak pazarlığa oturmuştu.

“Nedir o rica?” dedi Sis hırıltı ses tonunun daha da vermiş oldu belirsizlikle.

“Bana bir iyilik edip şu diğer fare adam ırkı dostlarınız olan Gezginlere geçirmeni istiyorum.”

Sis’in zeytin karası gözleri büyüdü ve kafasını geri attı. “Bunu neden istiyorsun?”

“Çünkü istiyorum.” Açık sözlülük…

“Bunu senin için neden yapayım?”

“Senin için onca tehlikeye girdiğimi unutmaman gerek.” Dedi Mirza kendinden emin bir biçimde.

Sis tüylerini kaşıyarak düşündü. “Hım… Bana gerçekten bir sebep belirtirsen inan bana sana kefil olurum.”

“Bir arayış içerisindeyim. Kafamı toparlamak için biraz alıp başımı gitmeli ve inzivaya çekilmeliyim. Tıpkı sizin Kuklacı’nız gibi…”

“Bu sözü onların yanında demiş olsan seni ağlaya ağlaya linç ederler, biliyor musun?”

“Bilmiyorum… Bildiğim tek şey onların efendilerinin mirasını taşıdıklarını düşünmeleri.”

“Fikir sahibi edinmen güzel ama buradaki Galata-Gizit savaşında oynadığın rolü düşünüyorum da… Kafamda beni huzursuz eden şeyler oluyor.”

“O savaş bitti, G.R. C. artık ana faaliyetini durdurdu çünkü ırkdaşlarınızın bir kondom gibi kullanılıp atılması önlendi. Teşkilat ile anlaşma yapabiliyorsunuz, bu sizin için hoş değil mi?”

“Orayı karıştıracağından eminim. Onlar bizim gibi tehlikede değiller ama tehlike, senin parmaklarından fışkıran bir büyü!”

Mirza dişlerini sıktı ve gözlerini yumdu. “Kefaleti nedir? Yani oraya girmem için bir iş mi yapmamı istersin yoksa önüne mangırları dökme mi?”

“Hiçbir şey.” Dedi Sis omuzlarını silkerek.

Mirza manasız bir şekilde suratına baktı.

“Beni ikna ettin. Hazırlan insan, bu gece orada ol, adamlarım senin geçişine yardımcı olacaktır. Ancak bir kişi bile senin neden ve nasıl orada olacağını sorarsa adımı vermeyeceksin, anlaştık mı?”

“Anlaştık.”

“Güzel, sevindim… Gece tam 12’de.”

Mirza geceyi iple çekene kadar ne yapacağını bilemediğinden Karaköy’ün artık güvenli sokaklarında biraz volta attı. Akabinde işlevini artık yitirmiş Gustav topunu inceledi. Sağ kalan birkaç Gizit askeri ile göz göze gelseler de iki taraf da silahlarına davranmadılar. Savaş bitmişti neticede. Zaten burada atılacak bir kurşundan artık Teşkilat’ın haberi oluyordu. İnsanlar artık saklanmıyor, mutlu mesut o hasret ettikleri yaşamlarını sürüyorlardı Karaköy’de. Artık ne İnsan Mahallesi’nin zavallı, biçare insanları kalmıştı ne de yakınmaları.

Mirza kalan zamanını Derin’in ofisinde geçirdi. Derin, savaşın bitmesiyle istirahate çekilmiş gibiydi. Aslında mesleğinin durgun zamanlarını geçirdiği için tuhaf da hissediyordu ama elden ne gelirdi. Her şeyin bir sonu vardı ve her şey zamanı gelince tükenerek yok olacaktı. Beraber oturup sohbet edip, çay kahve içmişlerdi. Mirza’nın gözü sürekli saatteydi ve geceyi bekliyordu. Bu esnada biraz uykunun gece yolculuğu için enerji vereceğini düşünerek Derin’den aldığı müsaade ile içerdeki yatağa geçti ve kendisini zorlayarak birkaç saatlik uykusuna daldı.

Vakit gelmişti. Gece Mirza hazırlığını yapmış, odasından çıkmıştı. Derin masasının başında uyuyakalmıştı. Çıkarken kapıyı usulca kapatmış ve heykelin oraya gelmişti. Sis’in adamları onu başıyla selamlamış ve beklemelerini rica etmişti. Duvarda yer bir oyuk açmaya çalışıyorlardı ki ağır sanayi malzemelerle bunu başarmaya ramak kalmıştı. Birkaç dakika sonra nihai mutlu sona erişmenin vermiş olduğu heyecanla Mirza’nın dudaklarından sevinçli bir teşekkür sözcüğü döküldü. Mirza hışımla duvara yöneldi ve içeri girdi. Duvarın yeni yerinden çıkmasından dolayı ortamdaki toz duman henüz gitmemişti. Biraz dağılmasını bekledikten sonra karşısında tepe yollar gördü ve şaşaladı. Ancak tepede yıllarca vuslata erilmeyi bekleyen Galata Kulesi, kendisine ‘gel’ çağrısı yapınca tepeleri aşmaya başladı.