Bölüm 5
Arzuhalci okuduğu kitabını kapatarak masaya koymuş ve Mirza’ya da bir sandalye çekerek oturmasını rica etmişti. Şimdi ikisi de masanın etrafında sandalyelerine kurulmuş bir vaziyetteydi. Arzuhalci, üzerinde 1940 etiketi bulunan bir şaraba yöneldi ve mantar tıpasını açtı. Masada duran ince belli kadehlerin ikisinin içerisine özenle koyduktan sonra birini Mirza’ya uzattı. Mirza kadehe uzandığı vakit Arzuhalci de o esrarlı sorgulayıcı tavrına başladı.
“Eee… Derin nasıl, anlaşabildiniz mi?”
“Kendileri iyi ve size beni oraya gönderdiğiniz için müteşekkir. Onun adına gazete işlerinde çalıştım.”
“Bak sen!” dedi Arzuhalci ve yüzünde hınzır gibi bir gülümseme oluştu. “Peki, şu en son bana geldiğinde konuştuğumuz meseleyi ne yaptın?”
Arzuhalci burada kesinlikle Çare Hastanesi olayından söz ediyordu. Mirza’nın yüzü bir ara donakaldı ve isteksizce konuştu. “Mahvettim, yaktım, yıktım, her zaman yaptığım gibi…”
Bir sessizlik oldu. İkisi de fondip yaparak şaraplarını bitirdiler. Arzuhalci bu sefer parmak şakırdatarak Suzan’ın doldurmasını istedi. Suzan masaya yanaştı, eğildi ve kadehleri doldurdu. Mirza, onun kavun gibi göğüslerine baktı. Kadın gülümsedi ve sonra gitti. Daha Mirza gibi nice gönülleri ateş içinde bırakmıştı Suzan.
“Fareleri ‘sonsuzluk’ fantezileri için kullanıyorlarmış. Yani sırf sonsuz bir yaşam sürmek için fare adamlar üretiyor, onlara ruhlarını transfer ediyor ve kendileri yerine onların yaşlanmasına sebep oluyorlarmış. Ben on beş yaşında yetmiş yaş yaşlanmış fare gördüm.”
“Sana söylediğim gibi aziz dostum, bu bahsettiğin şey yanlış eller geçti ve felaket yaşanacaktı. Sen mantıklı bir şey yaptın, inan bana.” Arzuhalci, Mirza’nın kolunu sıvazlayarak gülümsedi.
Mirza da bunun üzerine gülümseyerek içindeki hoyrat deryayı bir çırpıda sildi. Aklına düşmüşken sormak istedi. “Tangriss işi ne oldu… Hani şu Büyük Hol’de keşfettiğimiz?”
Arzuhalci, şarabını fondip yapacağı sırada küçük bir yudum alarak kadehi kenara koydu. “Üzerine biraz eğilmekte fırsat buldum. Sen onu aynı düzenekle çalıştırmaya çalıştığında yanıtsız kaldığını söylemiştin, yanılıyor muyum?”
Mirza onaylarcasına başını salladı.
“Sebebini buldum: Kapı tıpkı Migrat’ta bulduğun gibi pasif hale getirilmiş.”
“Şu bağlamda yine bize nah çekildi, öyle mi?”
“Maalesef ama garip bir şey var. Migrat’ta bulduğun kapı gibi pasif hale gelmemiş.”
“Nasıl yani?”
“Yani… Migrat’ta bulduğun kapı eskilerin ördüğüne benzeyen bir tılsım ile kapatılmış ve erişilemez hale getirilmiş. Büyük Hol’de yer alan kapı ise birinin bir büyüsü ile kapatılmış. Sıfır ipucu, sıfır tılsım, hiçbir şey ama hiçbir şey yok. Kısa lahza zaman aralığında bizler belki de mışıl mışıl uyurken gerçekleşmiş bu olay.”
“Nasıl… Neler oluyor!”
“Bilemiyorum aziz dostum. Ben de bunun bir büyü olduğundan bile emin değilim. Ancak teoremlerime, çevirilerime ve metotlarıma baktığımda gizemli biri ya da bir şeyin oraya erişimimiz olmadığını ispatlıyor.”
Mirza, kadehini bitirdi. Yıllanmış nadide şarap onu kesmedi ve öfkeyle tüm şişeyi kaparak kafasına dikti. Nefes almazcasına tek solukta hepsini bitirdi. Üzerindeki Seramik Lifli ceketinin kol kısmıyla ağzının kenarını sildi. Aniden olduğu yere çöktü ve acı içinde bağırmaya başladı. Elindeki şişeyi bir kenara fırlattı. İki elini de başına götürerek iyice bastırmaya başladı. Etrafındaki her şey dönüyormuş ve zelzele olur gibi titriyormuş hissine kapıldı. Erg seansı kaçmış bir kaçığın, erg hastalığı nüksetmişti.
Çınarlatı’ndaki herkes başına üşüşmüştü. Sirkeli bir bez alnına konmuş, bir sandalyeye oturulmuş ve üzerine bir battaniye örtülmüştü. Birkaç saat baygın bir şekilde ateşi çıkmış bir vaziyette sandalyede rahatsızca uyuklamıştı. Uyandığında Arzuhalci’yi başının ucunda kitap okurken görmüştü. Hayatının her saniyesinde ilim ve araştırma yaparak geçiren bu adama gıpta ederdi. Arzuhalci onun uyandığını görünce kitabını kapatmış ve konuşmaya başlamıştı.
“Nasılsın?”
Baygın bir tonda konuşuyordu. “İyiyim, biraz daha iyiyim…”
“Senle bu bağımlılığın hakkında konuştuğumuzu anımsıyorum. Neden hala vazgeçmiyorsun?”
“İçten beni yakan bir acı var Arzuhalci, müptela olmazsam unutamayacağım o kadar keder var ki içimde. Aldığım her acının kanı beni boğuyor. Onsuz ne yazık ki yapamıyorum.”
“Ama yapabilirsin!” diye çıkıştı Arzuhalci. “Bazen en iyimiz bile en kötü zamandan kalkabiliyorsa sen de yapabilirsin. Yanlış zamandaki doğru insan her şeyi değiştirebilir. İnan bana, seni içindeki keder değil de bu tiryakiliğin bitiriyor.”
“Ne önereceksin?” dedi laubali bir şekilde gülümseyerek Mirza.
“İnsana yalnız keder acı batar da saadetimizi fark edemeyiz. Hâlbuki hakkı ile bakınca dünya nimetlerinden hepimizin nasibi olduğunu görürüz.” Arzuhalci duraksadı. Mirza hayran hayran ona bakıyordu. “Bana ait değil, Dostoyevski söylemiş bu sözü… Yani demiş ki; insan içerisine atarak oluşturduğu keder kartopunu yuvarlayarak koca bir kütleye çevirmeden önce hayatın her anına ve her karesine durarak şöyle bir baksın ve desin ki ‘İnadına yaşanılacak şeyler var.’ Sen, bunu daha çok bilirsin azizim, benden sana naçiz tavsiye, git gez ve yeni şeyler edin. Biraz temiz hava al, insanları tanı. Hiç olmadı kitapların tadına var. Ancak yine de kendini gem zincirine mahkûm etme.”
Mirza asasını kavradı ve onun desteği ile ayağa kalkmayı başardı. Birkaç adım atarak kafasını göğe kaldırdı ve bulutların havada tüten bir duman gibi ahengini seyretti. Derin bir nefes aldı. Omuzunun arkasından Arzuhalciye bakarak gülümsedi.
“Bugüne kadar haklılığından şüphe duymadım azizim.” Dedi. “Müsaadenle ben dediğini yerine getireyim.” Dedi ve avludan bir hayalet gibi geçerek ayrılarak sokaklara döküldü.