***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Tılsım sunucusuna ait Loncaların iletişim, bilgilendirme ve paylaşım alanı
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Güreşçi; Yaşar ERKAN

Yaşar Erkan (d. 1912, Erzincan - ö. 18 Mayıs 1986 İstanbul), Türkiye Cumhuriyeti'nin olimpiyatlarda aldığı ilk altın madalyayı kazanan sporcu, güreşçi. Yaşar Erkan, 1936 Yaz Olimpiyatları'nda altın madalya aldıktan sonra “Şampiyonluk kürsüsünde şanlı bayrağımız şeref direğine çekilirken kendimi tutamadım, gözlerimden yaşlar sel gibi aktı. Yüz yirmi bin kişinin ve Hitler’in önünde bayrağımızı şeref direğine çektirmek ve ayakta güzel marşımızı dinletmek zevklerin en güzeli ve en büyüğüdür.” diyerek büyük bir coşkuyu yaşadığı saatlerde Türkiye’de bir memur da Mors alfabesi ile tıkır tıkır bir telgraf çekmektedir Berlin’e...

“Kendin küçüksün; ama memleket için önemli bir iş yaptın. Artık adın Türk spor tarihine geçti. Çok yaşa Yaşar!”. Telgraf Mustafa Kemal Atatürk'ten gelmektedir.

Daha sonra Erkan’a Atatürk tarafından bir ev armağan edildi, aynı zamanda sporcunun soyadı olan ve çaresiz anlamına gelen Naçar Atatürk tarafından bir topluluğun ileri gelenlerinden anlamındaki Erkan olarak değiştirilmiştir. Yaşar Erkan aynı zamanda bir terziydi.

1940 yılında da Balkan şampiyonluğunu kazandıktan sonra güreşi bıraktı. Erkan 18 Mayıs 1986'da vefat etti. Mezarı Zeytinburnu'ndaki Merkezefendi Mezarlığı'ndadır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Atılay Denizaltısı

Atılay denizaltısı, 14 Temmuz 1942 tarihinde batan Türk hücum denizaltısı. 80 metre boyunda ve 52 mürettebat kapasiteli idi. Taşkızak Tersanesi'nde inşa edilerek 1939 yılında hizmete girdi.[1] Gövdesindeki 1,5 metre çapındaki delik nedeniyle, denizaltının, I. Dünya Savaşı'ndan kalan bir mayına çarparak battığı görüşü hakimdir.[2]

14 Temmuz 1942 günü, Donanma Komutanlığı'ndan istenen gemi, yeni cihazların kontrolü maksadıyla saat 14:30'da Çanakkale Mortu Koyu'nda, Binbaşı Sadi Gürcan komutasında dalmış ve bir daha su yüzüne çıkamamıştır. Geminin dönmeyişi üzerine deniz komutanı ile ihbar istasyonu komutanı tarafından 3 ve 5 no'lu motorlarla arama yapılmıştır.

Dalıştayken batan ve can kaybına neden olan ilk Türk denizaltısıdır. Denizcilik tarihine Atılay faciası olarak geçen bu olayda 38 denizci hayatını kaybetmiştir. Ölenler arasında, meşhur ses sanatçısı Hamiyet Yüceses'in[3] ilk eşi, astsubay Fethi Yüceses de bulunmaktadır. Kumanya almak üzere Nara Burnu'ndan sahile çıkan Amasra'lı Ahmet Bağdat adlı bir er, bu faciadan hayatta kalan tek kişi olmuştur.

Bir emniyet botu, Atılay'ı yüzeyden takip ediyordu. Bu takip, bir süre sonra, kötü hava şartları nedeniyle yarım kaldı. Saatler geçti Atılay'dan hiçbir ses çıkmadı. Aynı gece, saat 20:30'a doğru, denizaltının battı şamandırası bulundu. Şamandıradaki telefon işliyor, ancak gemi personelinden ses çıkmıyordu. İhbar istasyonu komutanı Fatih Karayel, telefonla irtibat kuramamıştı.

Atılay'ın batma sebebi, olayın gerçekleştiği günlerde tahminlerden ibaretti. Mayına çarptığı iddialarının yaygın olmasına rağmen günümüzde de tam bir açıklama getirilememiş olup, olay tartışmalıdır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

KERKÜK TÜRKMEN KATLİAMI

Bin yıldan beri Irak’ta varlık gösteren Türkmenler, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’den koparılmışlar ve İngiliz mandası olarak ihdas edilen Irak Devleti’nin vatandaşları olmuşlardır. Irak’ın kuzeybatısından güneydoğusuna, Bağdat yakınlarına kadar uzanan geniş bir coğrafi sahada yaşayan Türkmenlerin en önemli yerleşim merkezleri, Musul’un batısındaki Telafer ilçesi ve çevresindeki Türkmen köyleri, Musul ve çevresindeki Türkmen köyleri, Erbil, Altunköprü, Türkmenlerin en büyük kültür merkezi ve kalbi olan Kerkük, Tazehurmatı, Tavuk, Tuzhurmatı, Bayat köyleri, Kifri, Hanekîn, Karatepe ve Mendeli’dir.

Nüfus oranları ile Irak’ın üçüncü unsuru olan Türkmen toplumu, özellikle dikta yönetiminin acımasız uygulamaları karşısında yıllarca dayanmaya çalışmışlardır. Türkmenlerin evleri, tarım arazileri ellerinden alınmış, ticarî faaliyetleri kısıtlanmıştır. Yüzlerce Türkmen memuru görevden atılmış, yüzlercesi sürgün edilerek Türkmen bölgelerinin dışına gönderilmiştir.

Katliam

Her türlü mahrumiyet içinde varlıklarını günümüze kadar sürdüren Türkmenler, çeşitli yönetimler tarafından zaman zaman soykırımlarına maruz kalmışlardır. 1924, 1939, 1946, 1959, 1980 ve 1991 yıllarında Türkmenler unutulması mümkün olmayan acılı günler yaşamışlardır. Bunların arasında 14 Temmuz 1959 tarihinde Kerkük’te meydana gelen soykırım, Türkmenlerin yaşadığı en büyük facialardan biridir.

Tarihe ‘Kerkük Katliamı’ olarak geçen bu soykırımda, insanlık dışı vahşetler yaşanmıştır. Irak’ta cumhuriyetin ilanının birinci yıldönümünde kutlama şenliklerine katılmak gayesiyle çoluk–çocuk, genç–ihtiyar, kadın–erkek bütün Türkmen halkı, millî giysileri ile sokağa çıkmışlardı. Ancak törenin başlaması ile birlikte, gözü dönmüş câniler, silahsız olan Türkmenlere saldırıya geçmişlerdi. Silahların patlaması ile birlikte, sinsice hazırlanmış korkunç bir soykırım planını sahneye koymuşlardı.

Soykırım planına göre, önceleri sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Her zaman yasalara saygılı olan Türkmenler de bu çağrıya uyarak evlerine çekilmişlerdir. Ardından Türkmen ileri gelenleri, birer ikişer evlerinden alınarak, o zaman II. Ordu Tümeni’nin karargâhı olan Kerkük kışlasına götürülmüşlerdi. Burada kurulan sözde halk mahkemelerinde, alay ve hakaretlere maruz kalan Türkmenlerin değerli şahsiyetleri, 5–10 dakikalık süre zarfında yargılanmışlar ve kurşuna dizilmişlerdir. Bu da yetmemiş, Türkmen şehitlerinin cesetleri, ip veya sicim aracılığı ile motorlu araçlara bağlanmış, cadde ve sokaklarda dolaştırılarak sürüklenmişlerdir. Üç gün üç gece süren bu can pazarında kimi Türkmen şehidinin cesedi üç gün süreyle kızgın güneşin altında elektrik direklerinde asılı durmuştur. Kiminin gözleri oyulmuş; kimileri diri diri toprağa gömülmüştür.

Şehit edilenler

Bu soykırımda şehit edilenler arasında Irak ordusunda yıllarca değerli hizmetler ifâ eden ve aynı zamanda Türkmen toplumunun değerli bir lideri olan emekli Albay Ata Hayrullah ile kardeşi Tabip Yarbay İhsan Hayrullah, değerli Türkmen şahsiyetleri Kasım Neftçi, Selahattin ve Mehmet Avcı kardeşler, Cahit Fahrettin, Abdullah Bayatlı, Kemal Abdulsamet, Seyit Gani Nakip, Abdulhalik İsmail, Şakir Zeynel, Hasip Ali, Cuma Kamber, Kâzım Bektaş ve daha niceleri şehit düşmüşlerdir. Yine bu soykırımda Muhtar Fuat’ın iki oğlu ve bir kızı da, feci biçimde can vermişlerdir. Nihat 30, Cihat 25 ve kız kardeşleri Emel Muhtar Fuat ise henüz 12 yaşlarında masum bir çocuk olmasına rağmen, bu vahşi soykırımda feci biçimde can vermişlerdir. Bir aile için büyük bir yıkım ve acı dolu hatıra bırakan bu vahşet sahneleri, Kerkük’ün tarihinde kolay kolay silinemeyecek izler bırakmıştır.

Bu soykırımda yüzlerce Türkmen de çeşitli biçimde yaralanmıştır. Kerkük’e sokulan kamyonlar dolusu militan ve yağmacı, kentin alışveriş merkezlerini, çarşı ve pazarlarını yağmalamışlardır. Böylece üç gün süren sokağa çıkma yasağı boyunca, Türkmenlere ait yüzlerce işyeri ve mağaza talan edilmiş, kamyonlara doldurulan beyaz eşyalar, mobilyalar Irak’ın kuzey kentlerine götürülmüştür.

Kerkük Katliamı’nın üzerinden 49 yıl geçmiş olmasına rağmen, bu vahşetin izleri silinmemiş, tersine her geçen gün daha bir anlam ve derinlik kazanmıştır. Günümüzün Irak’ında Türkmenler, artık bu oyunlara gelmeyecek kadar bilinçlenmişlerdir. Ne var ki 40 yıldır Türkmenlere uygulanan baskılar, bu topluluğu maddî ve manevî birçok imkândan yoksun bırakmıştır. Türkçe yayın ve eğitim gibi kültürel, siyasî ve idarî hakları ellerinden alınan Türkmenler, ekonomik açıdan da çökertilmişlerdir. Her türlü destekten mahrum bırakılan Türkmen toplumu, büyük bir yalnızlığa itilmiştir.

Dikta rejiminin sona erdiği Irak’ta Türkmenler, günümüzde yeni bir mücadele dönemine girmişlerdir. Bugüne kadar yapılan haksızlıklara, uygulanan insanlık dışı baskılara tekrar meydan verilmemesi için Türkmenler de artık daha güçlü biçimde mücadele edeceklerdir. Tek istekleri, kendi topraklarında insanca yaşamak olan Türkmenler, Irak’ın yeniden yapılanma sürecinde önemli rol oynamak istemektedirler. Tek devlet, tek bayrak ve tek ordu isteyen Türkmenler, Irak’ın yeni anayasasında üçüncü aslî unsur olarak tescil ve parlamentoda gerçek nüfus oranlarına uygun sayıda temsil edilmek, Türkmenlerin çoğunlukta oldukları yerleşim birimlerinde Türkmen yöneticilere görev verilmesini istemek, Türkmenlerden alınan tarım arazilerinin, evlerin hukuk yolu ile iadesini gerçekleştirmek, suçsuz yere idam edilenlerin itibarlarını ve mal varlıklarının iadesini istemek yolunda mücadeleye devam edeceklerdir.

Doç. Dr. Suphi Saatçi
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

M.F.Ö.

Mazhar, Fuat, Özkan; Türkiye’nin en önemli ve köklü grubu olan MFÖ, müzik dünyamıza tümüyle kendilerine ait söz ve bestelerden oluşan albümleri, yurtiçi ve yurtdışı konserleri ve aldıkları sayısız ödüller ve getirmiş oldukları yeniliklerle pop müzik tarihinin simgesi olmuşlardır.

1966 yılında Mazhar Alanson ve Fuat Güner’in tanışmaları ile başlayan beraberlik 1971 yılında ikilinin çıkardıkları “TÜRKÜZ TÜRKÜ ÇAĞIRIRIZ” adlı albümle devam etmiş ve aynı yıl Özkan Uğur’un da katılması ile “MFÖ” nün 36 yılı aşan birlikteliklerinin ilk temeli atılmıştır. 1970 ‘li yılların ortalarında “İPUCU 5” lisi olarak çıkardıkları “HEYECANLI ÇOK HEYECANLIYIM” adlı parça ile Türkiye’de yapılmış ilk klip çalışmasını gerçekleştirmişlerdir.


MFÖ, en önemli çıkışını 1984 yılında “Ele Güne Karşı” albümüyle yaptı. Albüme adını veren bu şarkı, o sene yılın şarkısı seçildi.Bunu, 1985 yılında “Peki Peki Anladık”, 1986 yılında “Vak The Rock”, 1987 yılında “No Problem”, 1989 yılında “Best of MFÖ”, 1990 yılında “Geldiler”, 1992 yılında “Agannaga” ve “Dönmem Yolundan”, 1995 yılında Rock sound’u ağırlıklı “M.V.A.B” izledi. 1985 ve 1988 yıllarında ülkemizi Eurovision şarkı yarışmasında başarı ile temsil eden Grubun üyeleri kariyerlerinde solo albüm çalışmaları dışında film, tiyaro, reklam ve TV dizilerinde de oldukça başarılı çalışmalara imza atmışlardır. Ancak grup üyeleri hiçbir zaman tek başına sahne performansı sergilemeyi seçmemiş, bugüne kadar MFÖ olarak sahne almışlardır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
BilgeTonyukuk
Çınaraltı Müdavimi
Çınaraltı Müdavimi
Mesajlar: 808
Kayıt: 22 Kas 2010 21:43
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen BilgeTonyukuk »

Resim
Kısa Bir Mola

  • Bugünkü paylaşımlarımız:

  • 15.07.2014 Tarihte Bugün
  • Günün Müziği; Murat Kekilli - Bu Akşam Ölürüm (1999, "Bu Akşam Ölürüm" adlı ikinci albümü)
  • Günün Hikayesi; Güneşe Yazı Yazmak - Serdar Tuncer, Satır Arası Hikayeler
  • Günün Şiiri; Mehmet Akif Ersoy - Bülbül
  • Günün Atasözü; Namaza meyli olmayanın kulağı ezanda olmaz.
Resim
Tarihte Bugün

  • Birinci Haçlı Seferi'nde Haçlı ordusu Kudüs'ü ele geçirdi. (1099)

  • II. Mehmed ' in oğlu Sinan öldü. (1485)

  • Hollandalı sanatçı Rembrandt doğdu. (1606)

  • Osmanlı Ordusunun Viyana taarruzu başladı. (1683)

  • Fransız şair Rougel de Lislie'nin yazıp bestelediği ''Marseillaise'' Fransa'nın ulusal marşı ilan edildi. (1795)

  • Hiyeroglif yazısının çözümünü sağlayacak olan üç dilde yazılmış Rosetta Taşı, Napolyon'un Mısır Seferi sırasında bir Fransız askeri tarafından bir kale yapımındaki sırasında rastlantı eseri bulundu. (1799)

  • Osmanlı İmparatorluğu, Birleşik Krallık, Prusya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Çarlık Rusyası arasında Londra Antlaşması imzalandı. Osmanlılar, Mısır'ı veraset, Suriye'yi kaydı hayat şartıyla Mehmet Ali Paşa'ya verdiler. (1840)

  • Georgia, Amerikan İç Savaşı'ndan sonra ABD'ye tekrar kabul edilen son Konfedere eyalet oldu. (1870)

  • Modern kısa öykünün en önemli ustalarından Rus yazar Anton Çehov öldü. (1904)

  • Fransız biyolog Dr. Alexis Carrel, hayvandan hayvana ilk organ naklini yaptı. (1908)

  • İngiltere’de, sosyal sağlık sigortası 15 Temmuz 1912'de yürürlüğe girdi. (1912)

  • Alman kimyager Hermann Emil Fischer öldü. (1919)

  • İrlandalı yazar, filozof Iris Murdoch doğdu. (1919)

  • Mustafa Kemal'e İzmir'de suikast girişimi iddiasıyla tutuklu Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ve arkadaşları serbest bırakıldı. (1926)

  • Viyana’da solcular ayaklandı; polis ateş açtı: 89 ölü. (1927)

  • Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği kuruldu. Birlik Cumhuriyet döneminde kurulan ilk sanatçı topluluğudur. (1929)

  • ABD'li romancı Clive Cussler doğdu. (1931)

  • Türk sinema oyuncusu Hüseyin Baradan öldü. (1932)

  • İngiliz politikacı Robert Winston doğdu. (1940)

  • ABD'li sinema oyuncusu Jan-Michael Vincent doğdu. (1944)

  • Beşiktaş futbol takımı Yunanistan'ın Olimpiyakos takımını İstanbul’da 4-0 yendi. (1945)

  • İzmir liman işçileri yasağı delerek grev yaptı; 24 işçi gözaltına alındı. İzmir'de 700 liman işçileri bir yıl sonra gene grevde. Bu kez işçiler mahkemeye sevk edildi. (1954)

  • Boeing 707 ilk uçuşunu gerçekleştirdi. (1954)

  • Eski Arjantin'li milli futbol oyuncusu Mario Kempes doğdu. (1955)

  • Nobel Ödülü almış onsekiz bilim adamı, nükleer silah karşıtı bir deklarasyon yayınladılar (Mainau Deklarasyonu). Sonradan bunlara otuzdört bilim adamı daha katıldı. (1955)

  • Boşnak futbolcu Cevdet Şekerbegoviç doğdu. (1955)

  • ABD'li gitarist Joe Satriani doğdu. (1956)

  • Kurtuluş Savaşı komutanlarından Orgeneral Cemil Cahit Toydemir öldü. (1956)

  • Amerika Birleşik Devletleri iç savaş süren Lübnan’a asker çıkardı; Lübnan’ın çağrısıyla yapılan çıkarmayı Türkiye olumlu karşıladı. (1958)

  • Kim dergisi yazı işleri müdürü Şahap Balcıoğlu 16 ay hapse mahkum oldu, dergi bir ay kapatıldı. Gerekçe; Amerikalı gazeteci Eugene Pulliam’ın Türkiye hakkında yazdığı yazıyı yayımlamak. (1959)

  • Kongo’da iç savaş başladı. Birleşmiş Milletler Kongo’ya asker gönderdi. (1960)

  • Kanadalı sinema oyuncusu Lolita Davidovich doğdu. (1961)

  • Başbakan İsmet İnönü “Demokrasiye karşı bir hareketin karşısında orduyu daima bulacağından emin oldum” dedi. (1962)

  • Sendikalar Kanunu ile Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu 'de çıktı. Kavel Kablo Fabrikası işçileri 28 Ocak- 4 Mart 1963 günlerinde direnişteydi. Kavel direnişi, yeni yasaların çıkartılmasında önemli bir rol oynadı. (1963)

  • Amerika Birleşik Devletleri’ne ait 6. Filo İstanbul’a geldi. Gemiler limana demirler demirlemez İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri Dolmabahçe rıhtımına gelerek 6. Filo’yu protesto ettiler. Teknik Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Harun Karadeniz, “Türkiye’nin tam bağımsız olduğuna inanıyoruz ve onun için de bayrakları yarıya kadar çekiyoruz” dedi. (1968)

  • Türk havacılığının kurucularından Vecihi Hürkuş 80 yaşında İstanbul'da öldü. (1969)

  • Kıbrıs'ta Yunan subayların yönetimindeki ulusal muhafız alayı, cumhurbaşkanı Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'u devirdi ve Eoka-B lideri Nikos Sampson'u cumhurbaşkanı ilan etti. (1974)

  • Junko Tabel, Everest Dağı’na çıkan ilk kadın dağcı oldu. (1975)

  • İspanyol futbolcu Juan Francisco Garcia doğdu. (1976)

  • Alman model ve aktris Diane Kruger doğdu. (1976)

  • Türk yazar Esat Mahmut Karakurt öldü. (1977)

  • CHP İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu öldürüldü. (1980)

  • Los Angeles’ta Ermeni işadamı Victor Galustiyan arabasına konan bombanın patlamasıyla öldü. (1983)

  • Ermeni örgütü ASALA Paris Orly Havaalanı’nda bombalı saldırı düzenledi; ikisi Türk 6 kişi öldü, 63 kişi yaralandı. (1983)

  • Sabri Özün 200 metre kelebekte Balkan yüzme rekoru kırdı. (1984)

  • İstanbul Milliyetçi Hareket Partisi davasında 3 idam, 6 müebbet hapis cezası verildi. (1986)

  • Diyarbakır Valisi Hayri Kozakçıoğlu Olağanüstü Hal Bölge valiliğine atandı. Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Tunceli, Siirt ve Van illeriyle birlikte, bölgedeki askeri güçler de ek bir kararnameyle Kozakçıoğlu’na bağlandı. (1987)

  • Rus tenisçisi Alisa Kleybanova doğdu. (1989)

  • 15 bin kamu çalışanı maaş artışlarının düşüklüğünü protesto amacıyla Meclis’e yürümek istedi. (1993)

  • Cezaevindeki baskıları protesto eden bir grubu dağıtan polis gazetecileri de copladı. Olay sonrası, Gazeteciler Cemiyeti’ni basan polis, gazetecileri döverek gözaltına aldı. (1996)

  • İstanbul Gültepe Polis Karakolu tarandı. Ardından, polis bir eve operasyon yaptı; kısa adı DHKP-C olan Devrimci Halk Kurtuluş Partisi- Cephesi üyesi olduğu öne sürülen 4 kişi öldürüldü. (1996)

  • Avrupa Birliği Komisyonu, yayımladığı raporda Türkiye’yi tam üyeliğe aday ülkeler arasına almadı. (1997)

  • Beyin cerrahı Profesör Dr. Gazi Yaşargil’e Dünya Nöroşirurji Birliği’nin onur madalyası verildi. (1997)

  • İtalyan moda tasarımcısı Gianni Versace öldü. (1997)

  • Slobodan Milosevic Yugoslavya Cumhuriyeti başkanı seçildi. (1997)

  • İtalyan moda tasarımcısı Gianni Versace, Miami, Florida'daki evinin önünde bir seri katil tarafından öldürüldü. (1997)

  • Eski Basın Yayın ve Enformasyon genel müdürlerinden, Gazeteci-yazar Ömer Tarkan vefat etti. (2005)

  • Bağdat'ın 60 km kuzey doğusundaki Bakuba şehrinde, iki intihar bombacısının bir askeri kampa düzenlediği eylemde en az 28 kişi öldü. (2008)

  • Türk müzik sanatçısı, köşe yazarı Selmi Andak öldü. (2010)
Resim
Günün Müziği


[youtube]http://youtu.be/FDdD7W_ZHs4[/youtube]


Resim
Günün Hikayesi


Çok eski zamanlarda çok uzaklarda bir ülke vardı. Dağların arkasında yemyeşil bir ovaya kurulmuş, insanların yüzünden gülücük eksik olmayan, pırıl pırıl bir ülkeydi burası. Bu ülkenin insanları şimdi her zamankinden daha mutluydular. Çünkü yıllar sonra padişahlarının nihayet bir çocuğu olmuştu.
Nur topu gibi, güzeller güzeli, elleri yumuk yumuk, yanakları al al bir kız bebek. Kurbanlar kesildi, günlerce ziyafetler verildi, eğlenceler yapıldı. Günler günleri kovaladı, yıllar yılları. Güzelliği dillere destan bir prenses olmuştu o minik kız. Civar ülkelerden her gün bir haberci geliyor, ya prenslerinin ya krallarının hediyelerini sunuyorlar, evlenme tekliflerini iletiyorlardı.

Prenses mutluydu, babası üstüne titriyor, aman kızım, diyordu, acele etme karar vermekte. Bakalım zaman ne gösterir…

Padişah bir gün âdeti olduğu üzere tebdil-i kıyafet, ülkesini gezmeye çıktı. Akşama kadar halkının arasında dolaştı. Ne aç bir insana rastladı ne bir dertliye ne de bir kimsesize. Sevinç içinde sarayının yolunu tuttu.

Dönüşte ırmağın kenarında oturan bir ihtiyar uzaktan dikkatini çekti. İhtiyar, yerden aldığı taşları birbirine bağlıyor, bir şeyler söyleyip ırmağa atıyordu. Padişah yaklaştı, selam verdi ve sordu:

- Hayırdır ihtiyar, ne yapıyorsun böyle?

- Kısmetleri birbirine bağlıyorum, dedi ihtiyar adam.

Padişah güldü:

- Öyle mi, şu attığın kimin kısmetiymiş bakalım?

- O mu? O padişahın kızıyla, uşağı Ahmet’in kısmeti…

Saraya döndüğünde bir sıkıntı bastı padişahı. Böyle bir şey olabilir miydi? Kısmetleri birbirine bağlamak… Şu zenci uşak ve güzeller güzeli prenses… Gözününbebeği yani, canı, ciğerparesi, sevgili kızı… Olmaz öyle şey, dedi, ama şüphe kurdu düşmüştü bir kez içine. Sabaha kadar uyuyamadı. Sağa döndü, sola döndü, uyku girmedi gözüne. Arada bir dalıyor, sıçrayarak uyanıyordu. Kısmetler böyle bağlanmazdı, biliyordu bunu, ama ya doğruysa?

Sabah olduğunda kararını vermişti. Uşağını geri dönemeyeceği bir yere yollayacak, ondan kurtulacaktı. Bunu yapmak zorunda kaldığı için kendinden utanıyordu ama işi sağlama almak lâzımdı. O ihtiyarı bulup kellesini vurdurmayı bile düşündü bir ara. Ama en ehveni Ahmet’i yollamak, ondan ve bu kısmet meselesinden kurtulmaktı.

Alelacele bir mektup yazdı, uşağını çağırttı. Karşısında durup kendisine şaşkın şaşkın bakan zavallı zenci uşağın gözlerine bakmaya çekiniyordu. Yüzünü pencereye döndü, elindeki mektubu gösterdi uşağa.

- Ahmet, dedi, şimdi bu mektubu alacaksın ve hiç durmadan yürüyeceksin. Bunu güneşe götürmeni istiyorum senden. Bu hepimiz için çok önemli. Sakın bu mektubu vermeden geleyim deme!

Neye uğradığını şaşıran uşak, çaresiz emre itaat etti. Yol hazırlığını yaptı, mektubu sıkı sıkı sarıp sarmaladı, koynuna sakladı ve yola düştü. Hiç durmadan yürüyecekti, mektubu güneşe verecekti. Tastamam böyle demişti padişah. İyi de güneşi nasıl bulacaktı, bulsa da mektubu nasıl verecekti? Sıkıntı bastı Ahmet’i. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı, güneşin olduğu yöne doğru yürümeye karar verdi.

Yürüdü uşak. Aylarca yürüdü. Azığı bitti, elbiseleri parçalandı, ayakları kan revan içinde kaldı, o yürümeye devam etti. Koynundaki mektubu arada bir çıkarıp bakıyor, sağlam olduğunu görünce gülümseyerek yürümeye devam ediyordu.

Bu arada her şey yine eskisi gibiydi ülkede. Padişah mutluydu, güzel kızının üstüne daha çok titriyor, onu daha bir seviyordu. Halk huzur içindeydi, her yer pırıl pırıldı yine. Baharın gelişiyle beraber bütün ülke çiçeklerle donanmıştı. Prenses, evlenmesi için babasının niçin bu kadar acele ettiğine anlam veremese de, yağmurlar, çiçekler, cıvıl cıvıl kuşlar, bahar güzeldi işte…

Padişah Ahmet’in dönemeyeceğinden emindi. Çoktan ölmüş olmalıydı. Sadık bir uşaktı, verilen görevi yapmak için elinden geleni yapacaktı kuşkusuz. Ama güneşi bulmak, mektubu ona vermek, olacak şey miydi hiç? Zekâsına bir kez daha hayran oldu padişah.

Gün geçtikçe ümidi tükeniyordu uşağın. Üç mevsim geçmişti yola çıktığından beri. Bu güneşe varmak belli ki mümkün olmayacaktı. Koynunu yokladı, mektup sağlamdı. Kendisi kan revan içindeydi, tanınmayacak hale gelmişti ama olsun, mektup sağlamdı yinede. Son bir gayretle yürümeye çalışıyordu. Tepedeyken bir ırmak görmüştü, oraya kadar bir varabilse, kana kana bir içse buz gibi suyu, üç mevsim daha yürürdü Ahmet.

Irmağa yaklaştığında ayakları vücudunu taşıyamıyordu artık. Dizlerinin üstünde sürünerek geldi suyun kenarına. Avuç avuç içti. Başını soktu ırmağın serin suyuna. Avuçlarını bir kez daha daldırdı. Bir de kafasını kaldırdı ki ne görsün? Güneş işte orada, tam karşısında, ırmağın içinde bir mücevher gibi parlıyor ve öylece durup sanki kendisini görmesini bekliyordu.

Uşağın gidişinden beri beş mevsim dönmüştü ülkede. Dört bir yanda düğün hazırlıkları yapılıyor, tellallar prensesin düğününe bütün halkın davetli olduğunu haber veriyorlardı. Prenses sonunda sevebileceği bir adam bulmuştu. Çok uzaklardan bir ülkenin padişahıydı bu genç adam. Padişah kızının mutluluğunu gördükçe daha bir seviniyor, kısmetleri birbirine bağlamakmış, diyordu gülerek, kısmetleri birbirine bağlamak… Hani nerede?

Padişah çok sevmişti damadını. Uşak değildi her şeyden önce, hele zenci hiç değildi. Hem onda yıllardır tanıdığı birinin kokusu vardı sanki. Üstelik bu padişah her kimse, çok zengin biri olmalıydı. Prensese hediye ettiği bir tek mücevher, o zamana kadar verilenlerin hepsine bedeldi çünkü. Nihayet günü geldi, muhteşem bir düğün yapıldı ülkede.

Düğünün üçüncü gününün akşamıydı. Padişah ve yeni evliler akşam yemeğinde birlikteydiler. Padişahın hemen yanında damadı ve tahtının vârisi, karşısında karısı, onun yanında sevgili kızı… Mutluluk buydu işte!

Bir yandan sohbet edip gülüşüyorlar, bir yandan yemeklerini yiyorlardı. Genç damat kılıç kullanmayı nasıl öğrendiğini anlatıyor, av maceralarından bahsediyor, masadakileri kahkahaya boğuyordu. Bir ara eline bir bıçak aldı, ilk kılıç kullanmaya başladığı zamanlardaki acemiliklerini anlatıyordu. Elinden düşürdüğü bıçağı almak için eğildiğinde padişahın kendisine baktığını fark etti. Prenses kahkahalar atıyordu. Birden doğrulup açılan belini kapattı. Ama belindeki siyahlık gözünden kaçmamıştı padişahın.

O gece yine uyuyamadı padişah. Kendisi gibi bembeyaz bir adamdı damadı, ama beli bir zencininkinden farksızdı. Ahmet’i hatırlamaya çalıştı, yüzünü, konuşmasını, gülüşünü… Benziyorlar mıydı, böyle bir şey olabilir miydi? Olamazdı tabi. Hem o kadarda benzemiyordu. Ama genç adam neden telaşla belini kapatmıştı.

Yatağına tekrar uzandı, gözlerini tavana dikti. Kısmetleri birbirine bağlayan ihtiyarın yüzünü gördü. Gülüyordu. Çıldırdığını düşündü bir an. Gözlerini kapatıp, tekrar açtı, ihtiyar yoktu. Derin bir nefes aldı, hele bir sabah olsun, dedi, bunu anlamanın bir yolu bulunur elbet.

Günün ilk ışıkları sarayın camlarına vurduğunda, prenses ve kocası çoktan bahçede gezmeye çıkmışlardı bile. Pencereden onları gören padişahın aklına bir plân geldi. Aceleyle üstünü giyindi, bahçeye çıktı. Onlara iyice yaklaştı, birini çağırır gibi arkadan seslendi:

- Ahmet!

Genç adam birden irkilerek dönüp padişaha baktı. Göz göze geldiler. Delikanlı gözlerini kaçırmaya çalışıyordu ama nafile. Çaresiz padişahın yanına gelip durdu, başından geçenleri anlatmaya başladı.

Güneşi bir ırmağın içinde bulmuştu. Mektubu vermek için suya daldığında içleri mücevher dolu, açık kapaklarından ışıltılar şaçan onlarca sandık görmüştü. Sudan çıktığında, kuşağının sımsıkı sardığı beli hariç, bütün vücudu bembeyazdı. Sandıkları bir bir ırmağın kenarına taşımış, oturup en son sandıktan çıkan mektubu okumuştu. Sonrası, sonrasını biliyorlardı zaten. Padişah hayretle doğruldu oturduğu yerden;

- Mektup, dedi, o mektup nerede şimdi?

- Hiç yanımdan ayırmadım ki, diye cevapladı genç adam koynundan çıkardığı mektubu padişaha uzatarak.

Padişah aceleyle mektubu açtı, okumaya başladı:

“Güneşe yazı yazılmaz, yazılan yazı bozulmaz!”


Resim
Günün Şiiri


Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:
Nihayet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

Şehirden çıkmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.

Muhitin hali "insaniyet"in timsalidir sandım;
Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryad.

O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vadiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.

Ne muhrik nağmeler, ya Rab, ne mevcamevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güya Sur-ı mahşerdi!

-Eşin var âşiyanın var, baharın var ki beklerdin.
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?

O zümrüt tahta kondun, bir semavi saltanat kurdun,
Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!

Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!

Hazansız bir zemin isterse, şayet ruh-ı serbâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.

Değil bir kayda, sığmazsın kanatlandın mı eb'ada
Hayatın en muhayyel gayedir âhrara dünyada.

Neden öyleyse matemlerle eyyâmın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşandır?

Hayır matem senin hakkın değil, matem benim hakkım;
Asırlar var ki aydınlık nedir hiç bilmez afakım.

Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda
Bugün bir hanumansız serseriyim öz diyarımda.

Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Seraba Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

Hayalimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
Salahaddin-i Eyyubi'lerin, Fatih'lerin yurdu.

Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!

Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâb olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!

Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!

Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!

Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!



Resim
Günün Atasözü


Namaza meyli olmayanın kulağı ezanda olmaz.

Bir işi yapmak insanın içinden gelmiyorsa ona fazla ilgi duymaz, o işin ayrıntıları ile uğraşmaz, o işle hiçbir şekilde ilgilenmez. Ödev yapmayacak öğrenci, ödevin ne olduğunu bile bilmez.

 
Resim
Kullanıcı avatarı
BilgeTonyukuk
Çınaraltı Müdavimi
Çınaraltı Müdavimi
Mesajlar: 808
Kayıt: 22 Kas 2010 21:43
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen BilgeTonyukuk »

Resim
Kısa Bir Mola

  • Bugünkü paylaşımlarımız:

  • 16.07.2014 Tarihte Bugün
  • Günün Müziği; Barış Manço - Dönence (1981, "Sözüm Meclisten Dışarı" adlı dördüncü albümü)
  • Günün Hikayesi; Kırkta Bir - Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden Hikayeler
  • Günün Şiiri; Özdemir Asaf - Ben Değildim
  • Günün Atasözü; Evladı ben doğurdum, ama gönlünü ben doğurmadım.
Resim
Tarihte Bugün

  • Las Navas de Tolosa Muharebesi: Reconquista döneminde Papa III. Innocent'in çağrısı üzerine bir araya gelen İspanya'daki Hıristiyan krallıklar Muhammad an-Nâsir komutasındaki müslüman muvahhidler'i yendi. (1212)

  • Fransa kralı VI. Charles Yahudilerin Fransa'dan kovulması için emir verdi. (1394)

  • Avrupa'da ilk banknot, Stockholms Banco adlı bir İsveç bankası tarafından bastırtılarak tedavüle verildi. (1661)

  • Alman barok edebiyatı şairi Andreas Gryphius öldü. (1664)

  • Viyana'ya taarruz eden Osmanlı Ordusu, Avusturya Ordusunu mağlup etti. Böylelikle Viyana kuşatması sürdürüldü. (1683)

  • Wolfgang Amadeus Mozart'ın Saraydan Kız Kaçırma adlı operası ilk kez sahnelendi. (1782)

  • Güney Kutbu'nu keşfeden Norveçli kaşif Roald Amundsen doğdu. (1872)

  • Emily Stowe, Kanada'nın ilk lisanslı kadın doktoru oldu. (1880)

  • Sözleri Paris Komünü'nün yıkılmasından sonra Komüncülerin mücadelesi adına Eugene Pottier tarafından yazılan Enternasyonal, Pierre Degeyter tarafından marş olarak bestelendi. (1888)

  • Orhan Şaik Gökyay, Edebiyat tarihi ve dil araştırmacısı, şair doğdu. (1902)

  • ABD'li oyuncu Barbara Stanwyck doğdu. (1907)

  • Stokholm Olimpiyat'ları başlangıcı. (1912)

  • Rus Çarı Nikola ve Romanof hanedanının öteki üyeleri, Bolşevikler tarafından, Urallar'daki Yekaterinburg kasabasında öldürüldü. (1928)

  • Macar ressam Gyula Benczúr öldü. (1920)

  • Acara Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. 1991'de yerine Acara Özerk Cumhuriyeti kuruldu. (1921)

  • Gazi Mustafa Kemal, Anadolu ve Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında doğal başkan, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ise Grup Başkanı oldu. ''Misakı Milli'' temel ilke kabul edildi. (1922)

  • İlk renkli sualtı çekimleri National Geographic dergisinde yayımlandı. (1926)

  • Dünyanın ilk parkmetresi Oklahoma City'de bir caddeye yerleştirildi. (1935)

  • Japon siyasetçi Yasuo Fukuda doğdu. (1936)

  • Fransa'daki en büyük Yahudi tutuklaması: 12.884 Yahudi Auschwitz'e gönderilmek üzere tutuklandı. (1942)

  • (Manhattan Projesi) ABD'de Robert Oppenheimer'ın geliştirdiği ilk atom bombası, Alamogordo, New Meksika, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yakınlarında ilk atom bombası denemesi Trinity testi yapıldı. (1945)

  • Türk oyuncu Çetin Tekindor doğdu. (1945)

  • Rize Çay Fabrikası açıldı. (1947)

  • Söke, Aydın ve İzmir'de deprem. 3 kişi öldü, 600 ev yıkıldı, 1000 ev hasar gördü. (1955)

  • ABD'li oyun yazarı Tony Kushner doğum. (1956)

  • Ortadoğu'da görev alacak 11 bin Amerika Birleşik Devletleri askerinin İncirlik üssüne indirilmesine başlandı. (1958)

  • Nazi Almanyası dönemi havacı mareşali Albert Kesselring öldü. (1960)

  • Eski başbakanlardan Rauf Orbay öldü. Osmanlı donanmasında Hamidiye kruvazörü komutanlığı yapan Orbay Balkan Savaşı'ndaki başarıları nedeniyle "Hamidiye Kahramanı" ünvanı almıştı. (1964)

  • Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı ( NATO) Ankara ve Atina'yı uyardı: "Türkiye - Yunanistan görüşmeleri başlamazsa askeri yardımlar dondurulur." (1964)

  • Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Komünizmle Mücadele Derneği fahri başkanlığından ayrıldı. Sonraki gün, Adalet bakanlığı dernekle ilgili soruşturma başlattı. (1965)

  • Fransa ve İtalya'yı birbirine bağlayan "Mont Blanc Tüneli" açıldı. (1965)

  • Aşık Veysel'e aylık bağlanması hakkındaki kanun kabul edildi. (1965)

  • Sanatçı Vecihi Hürkuş doğdu. (1966)

  • Türk Havacılık Önderi Vecihi Hürkuş öldü. (1969)

  • Apollo 11, Cape Kennedy uzay üssünden fırlatıldı. (1969)

  • Kısa adı THKO olan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu liderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve arkadaşlarının yargılanması başladı. (1971)

  • Türkiye, Kıbrıs'taki darbeye karşılık, İngiltere'ye iki garantör devlet olarak Kıbrıs'a müdahale önerdi. Londra'ya giden Başbakan Bülent Ecevit'in, İngiltere Başbakanı Wilson'a yaptığı öneri, kabul görmedi. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Meclisi olağanüstü toplantıya çağırdı. (1974)

  • Atatürk'ün silah arkadaşlarından emekli general Fahri Belen öldü. (1975)

  • İtalyan asıllı Brezilyalı futbolcu Edmílson Gomes doğdu. (1976)

  • İsrailli profesyonel tenis oyuncusu Anna Smashnova doğdu. (1976)

  • Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (Töb-Der) İstanbul şubesi bombalandı. (1977)

  • Danıştay polis dernekleri Pol-Der ve Pol- Bir'i kapatma kararını durdurdu. (1978)

  • Sunucu Gülhan şen doğdu. (1978)

  • Saddam Hüseyin Irak Devlet Başkanı oldu. (1979)

  • ABD' li oyuncu Jayma Mays doğdu. (1979)

  • Arjantinli futbolcu Franco Dario Cangele doğdu. (1984)

  • Alman yazar, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Heinrich Böll öldü. (1985)

  • Avusturyalı orkestra yönetmeni Herbert von Karajan öldü. (1989)

  • Polis kamu çalışanlarının eylemine müdahale etti: onlarca yaralı. (1990)

  • Filipinler'de deprem: 1.450 ölü. (1990)

  • Askeri Yargıtay, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, DİSK'in kapatılma kararını kaldırdı; tüm DİSK yöneticileri beraat etti. (1991)

  • ''Shoemaker Levy'' adlı kuyruklu yıldız Jüpiter'e çarptı; NASA çarpışmayı naklen yayınladı. (1994)

  • İtalyan modacı Gianni Versace, Miami'deki evinin önünde Andrew Cunanan adlı bir Filipinli eşcinsel tarafından öldürüldü. (1997)

  • Türk Silahlı Kuvvetleri'ne casus soktuğu iddia edilen Bülent Orakoğlu tutuklandı. (1997)

  • 12 Eylül 1980 askeri harekatını gerçekleştirenlerden eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Sedat Celasun, Çanakkale'de kalp krizi sonucu öldü. (1998)

  • Eski ABD başkanı John F. Kennedy ve Jacqueline Kennedy Onassis'in oğulları John F. Kennedy, Jr.ın kullandığı küçük uçak Atlantik Okyanusu'na düştü. Kennedy, uçakta bulunan karısı ve baldızıyla birlikte hayatını kaybetti. (1999)

  • İngiliz bilim çevreleri dünyanın yaşayan en yaşlı canlısını buldular: 260 yaşında bir bakteri. (2000)

  • Çizgi roman Red Kit(Lucky Luke)'in Belçikalı çizeri Morris (Maurice de Bevere) öldü. (2001)

  • Kübalı şarkıcı Celia Cruz öldü. (2003)

  • Irak'ın Musayyib kentinde bir intihar eylemcisi, kullandığı patlayıcı yüklü tanker kamyonu, benzin istasyonuna sürdü: 98 ölü, 100 yaralı. (2005)

  • Güzin Abla isimli köşesi ile ünlü olmuş köşe yazarı Güzin Sayar öldü. (2006)

  • Irak'ın Telafer kentindeki bir pazar yerinde, bomba yüklü bir araç infilâk etti: yedisi çocuk 11 kişi öldü, 90 kişi yaralandı. (2008)

  • Ceza hukuku profesörü, yazar Prof. Dr. Çetin Özek öldü. (2008)

  • Hazreti Muhammed ve beraberindeki ilk Müslümanlar, hicretlerini tamamlayıp Medine'ye vardılar: ''Hicri Takvim''in başlangıcı. (622)
Resim
Günün Müziği


[youtube]http://youtu.be/PbpkCq9RqGo[/youtube]


Resim
Günün Hikayesi


Küçük bir balıkçı köyünde yaşayanlar, birçok balıkçı gibi, denizi çok iyi tanıyorlardı. Gökyüzüne şöyle bir göz attıklarında, havanın gün boyu nasıl olacağını, rüzgârın durumunu ve ne yönden eseceğini hemen çıkartırlardı. Bir fırtına tehlikesi söz konusuysa, tekneleri güvenli bir yere çektikten sonra, denizi üstten gören genişçe bir barınağa sığınırlardı. Çam kütüklerinden yapılmıştı burası. Mis gibi reçine koktuğu için, onlara deniz kokusunu aratmazdı. Bu mekânda sohbet edip çay içerlerken, bir yandan da sahili gözlerlerdi. Çünkü köyün en yaşlı balıkçısı, sanki onlara meydan okur gibi, fırtına yaklaştığında sandalına atlayıp, açık denize doğru yönelirdi. Köy sakinleri, ihtiyarın bu işine pek akıl erdiremez, bu konuda birçok tahmin yürütürlerdi. Zira yaşlı balıkçı hiç kimseyle konuşmaz, sırlarını açmaya yanaşmazdı. Kimi köylüye göre, ihtiyarcık denizde ölmek istiyordu. Ama bu ihtimal kuvvetli sayılmazdı. Yaşlı adam dindar biri olduğu için, kendisini bile bile tehlikeye atmazdı. Karlı dağlarla çevrilen koyun sonunda, büyük balıkçı gemileri dolaşırdı. Bereketli bir av bölgesiydi burası. Bu yüzden de köylüler, ihtiyarın oraya gittiğini söyler, fakat neler yaptığını bilemezlerdi. Yaşlı balıkçı, deniz patlayınca balık tutamazdı tabi ki. Dalgalar insan boyuna yükseldiğinde, ne sandal dururdu yerli yerinde, ne de ağları. Olta bile atamazdı o kargaşada. Teknesinin her tahtası ayrı ayrı gıcırdar, dip kısmı da bir karış suyla kaplanırdı. Dört bir yana savrulurdu fındık kabuğu gibi. Bu yüzden başı dönse de sabretmeye çalışır, sonunda halsiz düşerek geri dönerdi. Zaten merak edilen konu buydu. Bir balıkçı eğer balık tutamıyorsa, bu konuda en ufak bir şansı bulunmuyorsa, üstelik de yaşı seksene dayanmışsa; fırtınalı bir denize yelken açması, intihardan başka bir şey değildi. Yaşlı adam, bir gün aniden hastalandı. Arkadaşları, onun kollarına girip evine götürdüler. Ve yıllar yılı merak ettikleri konuyu, bir kez daha kendisine sormayı denediler. İhtiyarın gözleri, penceresinin dışından görünen denizdeydi. Üç beş balıkçı teknesi geri dönüyor, onları da aç karınlı martılar izliyordu. Yaşlı adam, gözlerini denizden ayırmadan: — Fırtına yaklaşırken, kıyıda beklemem mümkün değildi, dedi. ''Belki biri yardım bekliyordur'' diyerek, defalarca denize açılmıştım. Yanında bulunanlar, ihtiyarın sözlerine anlam veremiyordu. Bir sahrada tek bir kumu aramak neyse, bu iş de ondan farklı sayılmazdı. Yaşlı adam, yatağından güçlükle doğrularak: — Henüz gençken büyük bir gemide tayfaydım, dedi. Uykusuzluk ve yorgunluk belimizi bükmüştü. Deniz birden patladı ve sert bir rüzgâr beni güverteden kopartıp, yarı donmuş suların içine fırlattı. Balıkçılar, merakla dinliyordu. Denize düşen birini o dalgada kurtarmak, herkesin bildiği gibi adeta imkânsızdı. Eğer kışsa, zaten hiç kimse uğraşmazdı. Düşen kişi çok iyi yüzme bilse bile, birkaç dakika içinde donup giderdi. Yaşlı adam, devam edip: — Beni kurtaran da bir ihtiyardı, dedi. Nerden çıktı, nasıl yetişti bilmiyorum. Kendi paltosuna sarıp ısıttı beni, bir babanın yavrusunu sarması gibi. İçerde bulunanlar, bu işin sırrını nihayet çözmüşlerdi. Hasta adam anlaşılan ona özenmiş, birini kurtarmak için boşuna beklemişti. Hem de yıllarca. Böyle bir şey hangi yönden bakılırsa bakılsın, son derece saçmaydı. Bu yüzden yaşlı adama itiraz edip: — İyi ama, dediler. Buna benzer bir olay, kırk yılda bir görülür, belki görülmez. — Bunu ben de biliyorum, dedi balıkçı. Tam kırk yıldan bu yana, gece gündüz dua ettim o ihtiyara. Hâlâ da ediyorum. Kırkta bir ihtimal düşük sayılsa bile, ömür boyunca sürecek bir dua almak için, kırk fırtınaya katlanmak fazla bir şey değil ki!


Resim
Günün Şiiri


Bir akşam üstü pencerenden bakıyordun
Ağır ağır, yollara inen karanlığa.
Bana benzeyen biri geçti evinin önünden.
Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya..
O geçen ben değildim.

Bir gece, yatağında uyuyordun..
Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya.
Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan,
Ve karanlıklar içindeydi odan...
Seni gören ben değildim.

Ben çok uzaktaydım o zaman,
Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebepsiz ağlamaya.
Artık beni düşünmeye başladığından
Bıraktın kendini aşk içinde yaşamaya..
Bunu bilen ben değildim.


Bir kitap okuyordun dalgın..
İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı.
Genç bir adamı öldürdüler romanda.
Korktun, bütün yinenle ağlamaya başladın..
O ölen ben değildim..



Resim
Günün Atasözü


Evladı ben doğurdum, ama gönlünü ben doğurmadım.
 
Herkesin çocuğu kendisinin bir parçasıdır. Kendi özelliklerini onda bulabilir. Ancak gönlü ve huyu farklı olabilir. Bundan dolayı çocuğun gönlüne hükmedilemez. Anne baba istemese de çocuk farklı şekilde düşünebilir.
Resim
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

I. haçlı seferi ve Kudüs

Birinci Haçlı Seferi (1096-1099)

Birinci Haçlı Seferi katılan orduların miktarı ve sonuçları bakımından en önemli olan Haçlı Seferidir. Bu seferde 600.000 kişilik düzenli orduyla gerçekleştirilmiştir. 600.000 kişilik Haçlı Ordusu, Godefroy de Bouillon tarafından sevk ve idare edildi. Eskişehir'de Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan tarafından karşılandı. I. Kılıç Arslan güzergah boyunca içme sularını zehirlemek, ani baskınlar vermek sureti ile Haçlı kuvvetlerini 100.000 dolaylarına indirmiştir. Ancak tüm çabalarına rağmen 1099 yılında da Kudüs, Haçlı Ordusu'nun eline geçti. Bu seferde Bizans askeri de haçlılara yardım etmiştir. Haçlılar Kudüs'ü zaptettikten sonra, Suriye ve Filistin'de bir Kudüs Krallığı kuruldu. Bir süre sonra Müslümanların Musul Atabeyi, Halep'i ve Şam'ı geri aldı ve Kudüs Kralı'nı esir ederek, krallığına son verdi. Ayrıca bu sefer başarıya ulaşan tek seferdir.

Birinci Haçlı seferi sonucunda Haçlılar Orta Doğu'nun çeşitli kentlerinde irili ufaklı devletler kurdular. Birinci Haçlı Seferi'nden sonra 10'a yakın Haçlı Seferi yapıldı. Ancak bunlardan hiçbiri başarılı olamadı. Orta Doğu'da güç kazanan çeşitli Müslüman Devletler zamanla Haçlı Devletleri'ni birer birer ele geçirdiler. 1187 yılında Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü Haçlılardan geri alması büyük bir dönüm noktası oldu. 13. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Haçlıların Orta Doğu'daki varlığı sona ermişti. 14. yüzyıldan itibaren Avrupalıların Müslümanlara karşı saldırılarını Osmanlı Devleti göğüslemiş ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur.






70 bin Müslümanı kılıçtan geçirdiler*

Avrupalı Katolik Hristiyanların 1095-1270 yılları arasında Papa'nın vaatleri ve talepleri sebebiyle düzenledikleri seferlere Haçlı Seferleri denilir. Haçlı Seferleri veya savaşlarına bu adın verilmesi, doğuya yürüyen Hıristiyanların elbiselerine haç diktirmelerinden kaynaklanır. Yaklaşık 200 yıl gibi bir aralıkta düzenlenen Haçlı Seferlerinde binlerce Müslüman katledilirken, bulundukları topraklar da ya sömürgeleştirilmiş ya da hizmetkar yönetimlere terk edilmiştir.

Papa II. Urban'ın yaptığı çağrı ile, "Kutsal Toprakları Müslümanlardan kurtarmak" ve asıl olarak da Doğu'nun efsanevi zenginliğine ulaşmak üzere 600 binlik vahşi sürüsü Avrupa'nın dört bir yanından Filistin'e doğru yola çıktı.



Bu Haçlı sürüsü İngiliz, Alman, Fransız, Belçikalı, Hollandalı ve Normanlar'dan oluşuyordu. Bu kuvvetlerin her biri kendi şefinin komutasında hareket ederek İstanbul'da toplanacaktı. Ağustos 1096'dan itibaren hareket ettiler. Bir bölümü Macaristan'dan geçerek, Sofya-Edirne yolu ile 23 Aralık 1096'da İstanbul'a geldi. Bir başka birlik ise Roma-Draç yolunu kullanarak Nisan 1097'de İstanbul'a varmıştı. İstanbul'dan hareket eden vahşi sürüsü Mayıs 1097'de İznik'e ulaştı.Müslümanlar İznik'i savunduysa da başarılı olamadı. İznik'in vahşilerin eline geçmesiyle birlikte Anadolu'daki ilerlemeleri hız kazandı. İstanbul'u işgal eden Haçlı sürüsü, buradaki dindaşlarına karşı vahşet ve katliamı sergilemekten geri durmadı.

Geçtikleri her yeri yağmalayan bu vahşiler, Kayseri-Maraş yolu ile Suriye'ye ulaşmışlardı. Buradan sonra asıl hedefleri olan Kudüs'e yöneldiler. Aç ve perişan bir halde olan bu Kudüs'ü 5 hafta boyunca muhasara ettiler. Sonunda 15 Temmuz 1099 tarihinde ele geçirilen Kudüs'te bir kısım müslümanlar Mihrab-ı Davud'a sığınıp 3 gün mücadele verdi, fakat daha sonra eman ile teslim olmak zorunda kaldılar.

Haçlı sürüsü, Kudüs'ü işgal ettikten sonra Mescid-i Aksâ'da yetmiş bin müslümanı kılıçtan geçirdi. Amaçları olan zenginliğe ise camilerdeki sayısız altın, gümüş ve değerli taşlarla bezeli eşyalarla ulaştılar. Böylece hedeflerine ulaşan haçlılar Kudüs'teki ilk Lâtin Devleti'ni kurarak, arkadan gelen aç Avrupalılar'ı zengin etmenin yollarını aradılar.

Bugün ecdadımızı soykırımla itham eden soysuzların dedeleri çok kısa bir sürede binlerce Müslümanı türlü işkencelerle kılıçtan geçirerek tarihin kara sayfalarından birini daha yazmış oldular.

Filistin'in, Hz. Ömer'den bu yana süren barış ve huzuru, korkunç bir katliamla sona ermiş oldu.

Bu arada Kudüs'ün alındığını, zengin doğu topraklarına ulaşıldığını, duyan Avrupalı çapulcular da yeni kafileler halinde Haçlı orduları meydana getirmişler ve İstanbul yolu ile Anadolu'ya ve Kudüs'e varmaya çalışmışlardır. Ancak üç grup halinde yola çıkan bu çapulcular, Anadolu'yu yakıp yıkmalarına rağmen,. 15 Temmuz 1099 Kılıç Aslan ve Melik Danişment kuvvetleri tarafından yenilgiye uğratılıp yok yedilmişlerdir

Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

I. haçlı seferi ve Kudüs

Birinci Haçlı Seferi (1096-1099)

Birinci Haçlı Seferi katılan orduların miktarı ve sonuçları bakımından en önemli olan Haçlı Seferidir. Bu seferde 600.000 kişilik düzenli orduyla gerçekleştirilmiştir. 600.000 kişilik Haçlı Ordusu, Godefroy de Bouillon tarafından sevk ve idare edildi. Eskişehir'de Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan tarafından karşılandı. I. Kılıç Arslan güzergah boyunca içme sularını zehirlemek, ani baskınlar vermek sureti ile Haçlı kuvvetlerini 100.000 dolaylarına indirmiştir. Ancak tüm çabalarına rağmen 1099 yılında da Kudüs, Haçlı Ordusu'nun eline geçti. Bu seferde Bizans askeri de haçlılara yardım etmiştir. Haçlılar Kudüs'ü zaptettikten sonra, Suriye ve Filistin'de bir Kudüs Krallığı kuruldu. Bir süre sonra Müslümanların Musul Atabeyi, Halep'i ve Şam'ı geri aldı ve Kudüs Kralı'nı esir ederek, krallığına son verdi. Ayrıca bu sefer başarıya ulaşan tek seferdir.

Birinci Haçlı seferi sonucunda Haçlılar Orta Doğu'nun çeşitli kentlerinde irili ufaklı devletler kurdular. Birinci Haçlı Seferi'nden sonra 10'a yakın Haçlı Seferi yapıldı. Ancak bunlardan hiçbiri başarılı olamadı. Orta Doğu'da güç kazanan çeşitli Müslüman Devletler zamanla Haçlı Devletleri'ni birer birer ele geçirdiler. 1187 yılında Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü Haçlılardan geri alması büyük bir dönüm noktası oldu. 13. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Haçlıların Orta Doğu'daki varlığı sona ermişti. 14. yüzyıldan itibaren Avrupalıların Müslümanlara karşı saldırılarını Osmanlı Devleti göğüslemiş ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur.






70 bin Müslümanı kılıçtan geçirdiler*

Avrupalı Katolik Hristiyanların 1095-1270 yılları arasında Papa'nın vaatleri ve talepleri sebebiyle düzenledikleri seferlere Haçlı Seferleri denilir. Haçlı Seferleri veya savaşlarına bu adın verilmesi, doğuya yürüyen Hıristiyanların elbiselerine haç diktirmelerinden kaynaklanır. Yaklaşık 200 yıl gibi bir aralıkta düzenlenen Haçlı Seferlerinde binlerce Müslüman katledilirken, bulundukları topraklar da ya sömürgeleştirilmiş ya da hizmetkar yönetimlere terk edilmiştir.

Papa II. Urban'ın yaptığı çağrı ile, "Kutsal Toprakları Müslümanlardan kurtarmak" ve asıl olarak da Doğu'nun efsanevi zenginliğine ulaşmak üzere 600 binlik vahşi sürüsü Avrupa'nın dört bir yanından Filistin'e doğru yola çıktı.



Bu Haçlı sürüsü İngiliz, Alman, Fransız, Belçikalı, Hollandalı ve Normanlar'dan oluşuyordu. Bu kuvvetlerin her biri kendi şefinin komutasında hareket ederek İstanbul'da toplanacaktı. Ağustos 1096'dan itibaren hareket ettiler. Bir bölümü Macaristan'dan geçerek, Sofya-Edirne yolu ile 23 Aralık 1096'da İstanbul'a geldi. Bir başka birlik ise Roma-Draç yolunu kullanarak Nisan 1097'de İstanbul'a varmıştı. İstanbul'dan hareket eden vahşi sürüsü Mayıs 1097'de İznik'e ulaştı.Müslümanlar İznik'i savunduysa da başarılı olamadı. İznik'in vahşilerin eline geçmesiyle birlikte Anadolu'daki ilerlemeleri hız kazandı. İstanbul'u işgal eden Haçlı sürüsü, buradaki dindaşlarına karşı vahşet ve katliamı sergilemekten geri durmadı.

Geçtikleri her yeri yağmalayan bu vahşiler, Kayseri-Maraş yolu ile Suriye'ye ulaşmışlardı. Buradan sonra asıl hedefleri olan Kudüs'e yöneldiler. Aç ve perişan bir halde olan bu Kudüs'ü 5 hafta boyunca muhasara ettiler. Sonunda 15 Temmuz 1099 tarihinde ele geçirilen Kudüs'te bir kısım müslümanlar Mihrab-ı Davud'a sığınıp 3 gün mücadele verdi, fakat daha sonra eman ile teslim olmak zorunda kaldılar.

Haçlı sürüsü, Kudüs'ü işgal ettikten sonra Mescid-i Aksâ'da yetmiş bin müslümanı kılıçtan geçirdi. Amaçları olan zenginliğe ise camilerdeki sayısız altın, gümüş ve değerli taşlarla bezeli eşyalarla ulaştılar. Böylece hedeflerine ulaşan haçlılar Kudüs'teki ilk Lâtin Devleti'ni kurarak, arkadan gelen aç Avrupalılar'ı zengin etmenin yollarını aradılar.

Bugün ecdadımızı soykırımla itham eden soysuzların dedeleri çok kısa bir sürede binlerce Müslümanı türlü işkencelerle kılıçtan geçirerek tarihin kara sayfalarından birini daha yazmış oldular.

Filistin'in, Hz. Ömer'den bu yana süren barış ve huzuru, korkunç bir katliamla sona ermiş oldu.

Bu arada Kudüs'ün alındığını, zengin doğu topraklarına ulaşıldığını, duyan Avrupalı çapulcular da yeni kafileler halinde Haçlı orduları meydana getirmişler ve İstanbul yolu ile Anadolu'ya ve Kudüs'e varmaya çalışmışlardır. Ancak üç grup halinde yola çıkan bu çapulcular, Anadolu'yu yakıp yıkmalarına rağmen,. 15 Temmuz 1099 Kılıç Aslan ve Melik Danişment kuvvetleri tarafından yenilgiye uğratılıp yok yedilmişlerdir

Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Rosetta taşı

Rosetta Taşı, ya da Reşid Taşı, Mısır'da kale yapımındaki bir kazı sırasında rastlantı eseri bir Fransız askeri tarafından bulunmuş, Mısır'da Fransızlar tarafından kurulmuş olan enstitüye gönderilmiştir.

Taş, belli başlı üç Mısır tapınağına gönderilmek amacıyla ve üç dilde yazılmış. Bu diller: Demotik (Mısır'da halkın kullandığı dil), Hiyeroglif ve Antik Yunanca. Böylece Mısır halkı ile Mısır asilleri ve Yunanlılar bu antlaşmayı rahatlıkla okuyabilmişlerdir.

Yüzyıllar boyunca çözülemeyen bir sır olarak kalan Hiyeroglif, Napolyon'un 1798 yılındaki Mısır Seferi sırasında bulunan bu taşın yardımıyla çözülmüştür. Antik Mısır yazıları çözülmeden önce arkeologlar, Hiyerogliflerin Mısır'ın tufan'dan önceki yaşamına ait şekiller olduğunu düşünürlerdi. MÖ 196 yılında yazıldığı tahmin edilen bu taş adını bulunduğu Reşit (Rosetta) kasabasından almaktadır. Ağırlığı 760 kg dan daha fazla ve 114 cm uzunluğunda, 72 cm genişliğinde, 28 cm kalınlığındaki bu taş granit ya da siyah bazalttan yapılmıştır. Büyük İskender'in Mısır'ı fethinden sonra hüküm sürmeye başlayan Ptolemaios Hanedanı'nın hükümdarlarından biri tarafından yazdırılmıştır. O güne kadar okunamamış Demotik ve Hiyeroglif alfabelerinin yanı sıra, okunabilen Yunanca bir metnin de aynı taş üzerinde bulunması ile tek bir metnin üç ayrı dilde yazılmış olduğu görüşü pek çok araştırmacının ilgisini çekmiştir. Taşın ve dolayısıyla Hiyeroglifin sırrını çözen araştırmacı, 1822 yılında, eski Mısır yazılarının güncel koptik diline benzediğini ortaya koyan araştırmacı Jean-Francois Champollion olmuştur. Yazıtın Yunanca kısmını Hiyerogliflerle kıyaslayan Champollion'a Demotik alfabesini 1914 yılında çözen İngiliz Thomas Young'ın çalışmaları da yardımcı olmuştur.

Eski Mısır'a ait yazıların çözülmesi ile birlikte Egyptology diye adlandırılan Eski Mısır bilimi doğmuş ve geçmiş yüzyılların açıklığa kavuşması kolaylaşmıştır. İngiliz kolleksiyoncuların eline geçen taş, günümüzde British Museum'da sergilenmektedir.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Londra Antlaşması (1840)

Londra Antlaşması (1840) (İngilizce adı: Convention for the Pacification of the Levant) 15 Temmuz 1840 tarihinde bir taraf olarak Osmanlı Devleti ve ikinci taraf olarak Mısır Hidivliği, Birleşik Krallık, Avusturya-Macaristan, Prusya, Rusya devletlerinden oluşan Büyük Avrupa Güçleri arasında imzalanmış bir barış ve düzenleme antlaşmasıdır. II. Mısır-Osmanlı Savaşını sona erdirmiştir.

Bu antlaşmada Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesinin Avrupa üzerideki denge bozucu etkisinden endişe eden Büyük Avrupa Güçlerinin etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu ile Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın Mısır'ı arasında daha önce imzalanan antlaşmaları ve hala devam eden savaş gelişmeleri özetlemektedir. Sonra șu şartları ihtiva eden bu antlaşma ile bu antlaşmayı imzalayan devletler:

Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve varisleri olan hükümet idarecilerine Mısır ve Akka Eyaleti (şimdiki Filistin ve İsrail arazileri) üzerinde daimi hükümranlık hakkı tanımaktadırlar ama bu bölgeler Osmanlı İmparatorluğu'nun ayrılmayan bir parçası olmakta devam etmesi şartı da kabul edilmektedir.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa 10 gün içinde Suriye'nin geri kalan kısmından da askerlerini çekmesi gerekmektedir.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa İskenderiye gelip Mısır'a terk edilmiş olan Osmanlı Donanması'nı tümüyle Abdülmecid emrine geri vermesi gerekmektedir.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa Arabistan, Hicaz'da Kutsal Şehiler, Girit, Adana Mutassarıflığı'ndan ve Osmanlı İmpartorluğu'na ait diğer her bölgeden askeri gücclerini geri çekmesi gerekmektedir.
Bu antlaşmanın uygulamaya girmesini temin etmek için bu Büyük Avrupa Güçleri ellerinde bulunan ve imkan dahilinde olan her türlü inandırıcı etkenleri kullanma üzerinde anlatlaştıklarını da belirtmişlerdir.

Fakat bu antlaşmaya katılmayan ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya arkalık sağlayan Fransa ve ona dayanan Kavalalı Mehmet Ali Paşa ilk önce bu antlaşmaya katılıp imzalamayı kabul etmemiştir.

Bunu üzerine bu antlaşmayı Mısır'a kabul ettirmek için zorlamalar kullanılması gerekmiştir. Osmanlı devleti ve (Fransa hariç) Büyük Avrupa devletleri Mısır üzerine gittikçe artan bir şekilde diplomatik, siyasi ve askerî tehdit ve baskı yapmaya başlamışlardır. Britanya ve Avusturya donanma ve kara güçleri Kavalalı Mehmet Paşa elinde bulunan Beyrut ve Akka'ya hücuma geçmişler; Mısır askeri güçlerine karşı galip gelmişlerdir ve 3 Kasim 1840'de Akka'yı ellerine geçirmişlerdir. Britanya donanmasi Nil deltasi onundeki Mısır limanlarina blokaj uygulamaya başlamışdır. Mısır'ın askeri işgali altında bulunan diğer Osmanlı topraklarında da büyük halk ayaklanmaları ortaya çıkmasına destek sağlamışlar ve buralardaki Mısır güçleri sulh ve asayişi koruyamaz olmuşlardır. Böylece Mısır kuvvetlerini savaş içinde kazandıkları askerî galibiyetlere rağmen bu baskılar ve zorlamalar yüzünden Mısır askerî gücünün morali ve disiplini gittikçe bozulduğu açıkça ortaya çıkmaya başlamıştır.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa Akka'yı kaybettikten sonra, bu Londra Antlaşması'nın şartlarına uymayı kabul etmiştir. Ancak bu antlaşma şartları yanında Sultan Abdülmecit onun Mısır ve Sudan üzerindeki hükümranlık haklarını açıkça teyit eden fermanlar da ilan etmiştir. Londra Antlaşması (1840) ile Sultan'ın ilan ettiği fermanlar Mısır'ın özel imtiyazlı bir Osmanlı Eyaleti'nin hukuki temelini sağlamıştır. Bundan sonra Kavalalı Mehmet Ali Paşa Suriye'den, Girit'ten, Hicaz ve Arabistan'dan askerlerini geri çekmiş ve Osmanlı Donanmasını İstanbul'a geri göndermiştir.

Bu antlaşma ve akabindeki olaylar Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde kendi içindeki bir isyanı bile büyük devetlerin yardımı olmadan bastıramayacağını göstermesi bakımından önemli bir belgedir.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Cevapla

“Lonca İletişim” sayfasına dön