En Cesur Baba
Biraz hava almak ve kısa bir süre için dahi olsa yalnız kalıp, kafa dinlemek umuduyla kendini kulübeden dışarıya attı. Mevsim sonbahardı. Kulübenin önü ağaçların dökülen yapraklarıyla sarıya boyanmıştı adeta. Yıllardır düzeltilmeyi bekleyen çukur, şimdi bir yaprak kuyusunu andırıyordu. On dakika önce bastıran sağanak yağmurdan dolayı toprak kokusu hakimdi havaya. Kulübenin çatısından damlayan su yüzünde kavisli bir yol çizdikten sonra yere damladı. Kapının hemen önündeki taburenin kısa olan ayağının altına küçük, düz bir taş koydu dengeyi sağlamak için. Sonra biraz tedirgin oturdu üstüne. Ellerini dizinin üstünde kavuşturup, başını ellerinin üstüne koydu. Amacı geleceğini düşünmekti, ancak o küçük, eski, tahta kulübeden gelen tabak-çatal sesleri, O'na birbirine çarpan kılıç sesleri gibi geldi ve yıllar öncesini hatırlattı.
...
Bir ses işitiyordu. Sanki çok uzak dağlardan yankılanıp kulaklarına değen bir sesti. ''Hadi oğlum, kalk ayağa! Hadi arslan parçası!''
Biri parmağıyla zorla ittiriyormuşcasına ağırlaşan gözlerini çok zor da olsa aralayabildi. Bulanık görüyordu. Yedi, sekiz tane yılan kafalı, siyah, büyük yaratıklar gördü. Babası iki tanesiyle boğuşuyordu, diğerleri de arkadan tıslaya tıslaya yaklaşıyorlardı. ''Hadi oğlum, yatmanın sırası mı? Şuradan bir kurtulalım hele, bol bol yatarsın.''
Yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı. O gördüğü yaratıkların Meran'dan Eminönü'ne çıkan Meran Muhafızları olduğunu anladı. Sonra başını hafifçe eğerek gözlerini kendi üstüne devirdi. Ellerinde hafif kesikler, omzunda ise yattığı yeri kana bulayan ve kanamaya devam eden bir yarık vardı. Belliki Meran'dan kaçan bu lanetli yaratıklardan birisi önce kendisine bir darbe vurmuş ve O'nu bayıltmıştı. Babasının, kendisi bayıldığı için kaçamadığını ve sırf yerde yatan oğlunu korumak için onlarla savaştığını anladı o an. Oğlunu kucağına alıp kaçacak fırsatı bulamamıştı. Normal şartlar altında böyle bir şeye kalkışmazdı. Çünkü bir insanın tek başına bu kadar yaratıkla baş edebilmesi olacak şey değildi. Zira babasıda çok zor durumdaydı. Bir yandan gelen darbelere karşı kendini savunuyor, diğer yandan oğlu uyanmış mı diye kontrol ediyordu. Kendini düşündüğü yoktu. Sadece oğlu için endişeleniyordu. Henüz çok genç olan oğlu için.
Babasının zor durumda olduğunu görünce sağlam olan omzuna dayanarak doğrulmaya çalıştı. Ancak yaralı omzu çok canını yakıyordu. İlk denemesinde sadece oturur pozisyona gelebilecek gücü buldu kendinde. Sonra babasının sesini duydu tekrar. ''Kaç oğlum!'' dedi büyük bir şefkatle oğluna doğru bakarak. Diğer muhafızlarda gelmişlerdi yanlarına. Artık baş edemeyeceğini, oğlunu daha fazla koruyamayacağını anlamıştı. ''Kaç! Arkana bakmadan kulübeye koş. Beni kulübede bekle. Hadi oğlum. Baban seni seviyor.
Unutma...''
Bütün gücünü topladı ve tek bir hamlede ayağa kalktı. Babasına doğru şöyle son bir kez baktı. Babası sağ taraftaki duvara doğru koşarak muhafızları oğlundan mümkün olduğunca uzaklaştırıyor ve yaralı oğlunun kaçabilmesi için gerekli zamanı kazanmaya çalışıyordu. Arkasına döndü. Yaralı olan omzunu eliyle sıkarak, tüm gücünü kullanarak, hızlı koşmaya gayret etti. Her zaman babasının sözlerini önemser, isteklerini yerine getirirdi. Yine öyle olmalıydı ve oldu da. Babasının dediğini yaptı, kulübeye varana kadar hiç dönüp arkasına bakmadı.
...
Önce derinden bir iç çekti. Daha sonra bir hamlede tabureden kalktı. Zaten pek sağlam durmayan tabure, gecenin sessizliğini delen bir sesle arkaya doğru devrildi. Yer yer o günden kalma kesik izleri, yer yer soğuktan dolayı çatlakların oluştuğu ellerinin üşüdüğünü hissetti. Babasından kalma gri paltonun ceplerine soktu ellerini.Paltonun içinden bir şey değdi parmaklarının ucuna. Aslında ne olduğunu gayet iyi biliyordu. Kendisi koymuştu çünkü oraya. Sanki bilmiyormuş gibi bir merak ve heyecanla çıkarttı onu. İlk kez görmüşcesine sarsıldı. Yıpranmış, kenarlarında ufak yırtıklar olan eski bir fotoğraftı. Babasının fotoğrafıydı o. Kahramanının fotoğrafı...
Fotoğrafla birlikte tekrar elini cebine soktu. Gecenin karanlığında ilerlemeye başladı. Kulübelerinden iki sokak sonra sağa dönüp; dar, karanlık bir yola girdi. Elli metre kadar ilerledikten sonra sola doğru döndü ve durdu. İçerisinde on beş kadar mezarın bulunduğu bir mezarlıktı bu. Mezardan çok selvi ağacı vardı içerisinde. Mezarlığın büyük, demirden kapısını itti. Paslanmış olan kapı büyük bir gıcırtıyla açıldı. Barış, ağır adımlarla yürüdü. Sağdan üçüncü mezarın başında durdu. İlk işi dua etmek oldu.Her geldiğinde olduğu gibi mezar taşındaki küçük yazılmış yazıyı okudu. Yine biraz gurur, biraz hüzün duydu.
''Gördüğüm en yetenekli savaşçı değildi belki ama en iyi ve en cesur babaydı Savaş''
Lodos Klan Lideri İsmey Bey.
Gözlerinden akan yaşları işaret parmağıyla sildi.Yakasında takılı olan ve Lodos Klanı'nın mensubu olduğunu gösteren rozeti eline alıp baktı. Sanki kaçmasından korkarmış gibi avucunda sıktı. Sonra babasının yattığı yere çevirdi tekrar kafasını. '' Seni seviyorum babacım, unutmadım'' dedi. İçine çöken hüznün ağırlığıyla, geldiğinden de yavaş bir şekilde yürüyerek mezardan çıktı. Tekrar yağmaya başlayan yağmura aldırmadı. Şapkasını bile örtmeden kulübenin yolunu tuttu.







