1936 MONTROUX BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye boğazlarından (Çanakkale ve İstanbul) geçiş rejimini ve boğazlar bölgesinin güvenliği işlerini düzenleyen sözleşmedir. 1923'te Lozan Antlaşması ile birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesinin yerine geçmiştir.
Türkiye, Lozan Antlaşması'yla birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesinin getirdiği kısıtlamalardan dolayı daima kaygı içinde bulunmuştu. Sözleşmenin imzalandığı tarihlerde güncelliğini koruyan silahsızlanma ümitlerine güvenen Türkiye'nin, silahlanma yarışının tekrar başlamasıyla duyduğu huzursuzluk giderek artmıştı. Türkiye, duyduğu bu huzursuzluğu ve boğazların statüsünde değişiklik yapılması yolundaki teklifini konu ile ilgili imzacı devletlere duyurduğunda, farklı kutuplarda yer almaya başlayan bu devletlerin hemen hepsinden ortak bir anlayış görmüştü. İngiliz Dışişleri Bakanlığının 23 Temmuz 1936 tarihli bir notasında konu hakkında şu görüşlere yer verilmiştir: "Türkiye'nin Boğazlar Sözleşmesi'nin değiştirilmesi ile ilgili isteği haklı kabul edilmektedir."
Boğazların statüsü ve gemilerin geçiş rejimi ile her zaman yakından ilgilenen İngiltere'nin Türkiye'yi desteklemesine paralel olarak Balkan Antantı Daimi Konseyi'nin 4 Mayıs 1936'da Belgrad'da yaptığı toplantıda, Türkiye'nin teklifini destekleme kararı alınmıştır. Türkiye'nin girişimi Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin diğer akitleri tarafından da kabul edilince, boğazların rejimini değiştirecek olan konferans, 22 Haziran 1936'da İsviçre 'nin Montrö kentinde toplanmıştır. İki ay süren toplantılardan sonra, 20 Temmuz 1936'da imzalanan yeni Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye'nin kısıtlanmış hakları iade edilmiş ve boğazlar bölgesinin egemenliği Türkiye'ye geçmiştir. Türkiye daha önce Sovyet Rusya ile yaptığı anlaşma uyarınca (saldırmazlık antlaşması) Sovyet Rusya'nın da desteği alınmıştır.
Maddeler
Montreux Boğazlar Sözleşmesi'nin esas maddeleri şunlardır:
Boğazlar kayıtsız şartsız Türk hükümranlığına bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.
Barış zamanında her devletin ticaret gemileri serbestçe geçebilecek, buna mukabil savaşta ve barışta asker ve sivil hava kuvvetlerinin geçmesine müsaade edilmeyecektir.
Savaş zamanında eğer Türkiye tarafsız kalmışsa ticaret gemileri geçebilecektir.
Barış zamanında denizaltı gemileri müstesna olmak şartıyla savaş gemileri on beş gün evvel Türkiye Hükümeti'ne haber verecek, gidecekleri yer, isim, tip ve adetleri bildirilecek ve uçak kullanmamak şartıyla Boğazlardan geçebileceklerdir.
Eğer Türkiye savaşa girmişse yalnız tarafsız devletlere mensup ticaret gemileri, düşmana hiçbir surette yardımda bulunmamak şartıyla gündüzün serbestçe geçebileceklerdir.
Fesih Şartları
Montreux Sözleşmesi 20 yıl yürürlükte kalacaktı. Ancak bu sürenin dolmasından 2 yıl önce akdeden taraflardan hiçbirisi sözleşmenin feshini talep etmezse, sözleşme yürürlükte kalmaya devam edecekti. Montreux Sözleşmesi'nin 1956'da süresi dolduğu halde böyle bir fesh talebi hiçbir ülke tarafından yapılmadığı için halen yürürlüktedir.
***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
BERLİN DUVARI
Berlin Duvarı (Almanca: Berliner Mauer) Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya'ya kaçmalarını önlemek için Doğu Alman meclisinin kararı ile 13 Ağustos 1961 yılında Berlin'de yapımına başlanan 46 km uzunluğundaki duvar.
Batı'da yıllarca "Utanç duvarı" (Schandmauer) olarak da anılan ve Batı Berlin'i abluka altına alan bu betondan sınır, 9 Kasım 1989'da Doğu Almanya'nın, isteyen vatandaşlarin Batı'ya gidebileceğini açıklamasının ardından tüm tesisleriyle birlikte yıkıldı.
Yapılışı
II. Dünya Savaşı´nın sonunda savaşı kaybeden Almanya ve başkenti Berlin işgal kuvvetlerince Amerikan, Fransız, İngiliz ve Sovyet bölgesi olarak dörde bölündü. Kısa süre sonra Batı ittifakı benzer şekilde olan yönetim birimlerini birleştirdi ve tek bir yönetim bölümüne dönüştü. Sovyetler Birliği ise bu birleşmeye karşı çıktı. Batılı işgal kuvvetleri Sovyetler'e karşı Almanya'yı tekrar inşaya girişip komünizme karşı karakol kurmayı amaçladı. Sovyetler de bu girişime karşı Doğu Almanya'da yeni bir rejim kurmaya girişti. Ekonomisi sosyalizme dayanan, siyasi yönetimi otoriter olan Doğu Almanya'dan Batı'ya kaçışlar büyük ölçüde Berlin'den gerçekleşiyordu. Doğu ile Batı Almanya arasındaki katı sınır 1952'de çizilmişti bile. Sadece Berlin metrosunu kullanarak 1955 yılına kadar 1950'lerin başında büyük bir ekonomik büyüme yakalayan Batı Almanya'ya 270 bin insan kaçmıştır. Zamanla tel örgü ve mevzuat değişiklikleri de Batı'ya kaçışı engelleyemez duruma gelmişti. Bunun üzerine bu kaçışları engelleyeci bir duvar örme fikri, dönemin SED lideri Walter Ulbricht'in bir şeyler yapılması gerektiği konusunda Sovyet liderlerine danışması ve onaylarını alması sonucu ortaya atılmıştır. Nitekim Sovyetler Birliği, Batı Berlin'i Doğu Almanya sınırları içinde bir fesat yuvası, kapitalizmin kalesi, karşı propaganda merkezi olarak gördüğü için Berlin Duvarı'nı örmeyi çözüm olarak benimsedi.
Duvar Doğu Almanya’nın içinde ABD güdümünde kapitalist Batı Berlin'i çevrelemek için, Doğu Almanya meclisinin kararıyla 12-13 Ağustos 1961’de bir gecede örülmüştür. Planları tamamiyle gizlilik içinde gerçekleşmiştir. Öyle ki SED genel sekreteri Walter Ulbricht’in 15 Haziran 1961’de, Doğu Berlin’deki bir konferansta Batı Berlinli muhabir Annamarie Doherr’in sorusuna verdiği yanıtta geçen “Niemand hat die Absicht, eine Mauer zu errichten” (kimsenin bir duvar inşa etmeye niyeti yok) cümlesi bunun açık kanıtıdır. Duvarın ilk oluşturulan hali geçişleri engellemeyince yükseltilmiş mayın tarlaları köpekli askerler gözcü kuleleriyle geçiş tamamen engellenmiştir.
1961 yılında Berlin Duvarı'nın yerine önce sadece basit bir tel örgü çekildi. Daha sonra bu örgünün yerine adı kapitalist batıda "Utanç duvarı" olarak da bilinen Berlin Duvarı inşa edildi ve bu tel örgü duvarın üstünde yeniden yeraldı. Doğu ve Batı Berlin'in arasındaki bu duvar, aslında biri 3,5 digeri 4,5 metrelik iki çelik parçadan oluşuyordu. Doğu tarafına bakan duvar kaçmaya yeltenecek insanların kolay görünmesi için beyaza boyanmıştı. Buna karşılık Batı Almanya'ya bakan taraf ise grafitti ve çizimlerle doluydu. Doğu kısmında duvar boyunca yerde çelik kapanlar ve mayın tarlaları bulunuyordu, 186 yüksek gözetleme kulesi ve yüzlerce lamba konmuştu. Doğu tarafında motorsikletli ve yaya polisler ve köpekler de kontrol halindeydi. Duvar boyunca 25 karayolu, demiryolu ve suyolu sınır kapısı yeralıyordu. Tüm bu kontrol ve gözetlemelere rağmen, yaklaşık 5 bin kişi tüneller, evde yaptıkları balonlar ve bunun gibi yollarla, Doğu'dan Batı'ya kaçmayı başardı.
Duvarla birlikte Doğu'dan Batı'ya kaçışlarda en büyük dramlardan biri de Bernauer Strasse'de yaşandı. Nitekim bu sokaktaki evler Doğu'da yeralmalarına rağmen ön cepheleri Batı'daydı. İlk başlarda pencerelerden yaralanmayı ve sakatlanmayı göze alan kaçışlar oldu, sonraları bunu önlemek için evlerin pencereleri tuğlalandı. Kısa bir süre sonra ise bu evler tamamen yıkılarak yerlerine duvar örüldü. Doğu'dan Batı'ya kaçmak isterken yaşamını yitiren ilk kişi olarak bilinen Ida Siekmann, 22 Auğustos 1961'de işte burada can vermişti. Günümüzde eski Berlin duvarının bu bölgesinde duvarın bazı kalıntıları ve konuyla ilgili bir müze bulunmaktadır.
24 Ağustos 1961'de ise ilk kez silah gücüyle, 24 yaşındaki Günter Litfin'in Spree nehri üzerinden kaçışı ölümcül olarak engellendi. Sınır nöbetçilerin mermileriyle yaşamını yitiren son kişi ise, duvarın yıkılmasından 9 ay kadar önce 6 Şubat 1989'te kaçmaya çalışan Chris Gueffroy oldu. Berlin duvarını aşmak isterken can verenlerin sayısı hala kesin olarak bilinmemekle birlikte, en az 86 en fazla ise 238 olduğu tahmin edilmektedir. Duvar boyunca, burada yaşamını yitirenleri anımsatan pek çok küçük anıta rastlamak mümkündür.
Neden Yıkıldı
Doğu Alman hükümeti son dönemine kadar bu duvarı, sosyalist Doğu'yu kapitalist Batı'ya karşı koruyan bir kalkan olarak göstermiş ve meşrulaştırmaya çalışmıştır. Oysa bu duvar ve Doğu Almanya'nın diğer sınırları kendi yurttaşlarının seyahat özgürlüğünü gasp ederek bu ülkeden çıkışlarını engelliyordu. 1989 yılı başlarında Alman Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti, isteyen Doğu Almanya vatandaşlarının Sovyetler Birliği dahilindeki diğer Doğu Bloğu ülkelerine geçiş yapabilmesine izin verdi. Bu iznin çıkmasıyla beraber binlerce Doğu Alman vatandaşı Polonya, Çekoslavakya, Macaristan, Yugoslavya gibi ülkelerin başkentlerine akın etti ve buralarda bulunan Amerikan, İngiliz, Fransız büyükelçiliklerine sığındı. Daha sonra da bu sığınmacılar özel trenlerle Doğu Bloğu dışındaki ülkelere kaçmaya başladılar. Kaçışın bu kadar yoğun olduğu bir durumda Dogu Almanya Hükümeti duruma bir çözüm bulmak için toplandı. Burada yaşayan insanlar artık bu şekilde zaten Doğu Almanya'dan çıkabildiklerine göre duvarın bir anlamı kalmamıştı. Doğu Alman hükümeti, duvarın kaldırılmasına onay vermişti. 9 Kasım 1989'da bu kararı halka açıklamak üzere bir basın toplantısı düzenlendi. Karar açıklandığı andan itibaren duvarın iki tarafında yüz binlerce insan birikmeye başladı. Gece yarısına doğru hükümet ilk olarak Brandenburg Kapısı'ndan başlayarak barikatları ve geçiş önlemlerini kaldırdı. Her iki Almanya tarafından yaklaşan insanlar duvarın üzerinde buluştular. İnsan seli bir saat içinde yüz binlere ulaştı. Duvarın yıkımına resmi olarak 13 Haziran 1990'da, daha önce de burada adı geçen Bernauer Straße'de 300 Doğu Alman sınır askeri tarafından başlandı. Alman Demokratik Cumhuriyeti de duvarın yıkımından sonra çok fazla dayanamamış, 13 Ekim 1990´da resmen sona ermiştir. Duvarın şehrin içinden geçen kısmı aynı yılın Kasım ayına kadar neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı. Nitekim Berlinliler onlarca yıl bölünmüşlüğün yara izlerini bir an önce bertaraf etmek istiyordu. ki Almanya'nın birleşmesinden sonra Batı Almanya'dan ve uluslararası sermaye çevrelerinden Doğu'ya sermaye akışı gerçekleşti.Emeğin daha ucuz olduğu bu bölgelerde ücretler hala Almanya'nın batı bölgelerine göre daha düşük seyretmektedir. Halen, Almanya'nın en yüksek işsizlik oranları Doğu şehirlerindedir.
Berlin Duvarı (Almanca: Berliner Mauer) Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya'ya kaçmalarını önlemek için Doğu Alman meclisinin kararı ile 13 Ağustos 1961 yılında Berlin'de yapımına başlanan 46 km uzunluğundaki duvar.
Batı'da yıllarca "Utanç duvarı" (Schandmauer) olarak da anılan ve Batı Berlin'i abluka altına alan bu betondan sınır, 9 Kasım 1989'da Doğu Almanya'nın, isteyen vatandaşlarin Batı'ya gidebileceğini açıklamasının ardından tüm tesisleriyle birlikte yıkıldı.
Yapılışı
II. Dünya Savaşı´nın sonunda savaşı kaybeden Almanya ve başkenti Berlin işgal kuvvetlerince Amerikan, Fransız, İngiliz ve Sovyet bölgesi olarak dörde bölündü. Kısa süre sonra Batı ittifakı benzer şekilde olan yönetim birimlerini birleştirdi ve tek bir yönetim bölümüne dönüştü. Sovyetler Birliği ise bu birleşmeye karşı çıktı. Batılı işgal kuvvetleri Sovyetler'e karşı Almanya'yı tekrar inşaya girişip komünizme karşı karakol kurmayı amaçladı. Sovyetler de bu girişime karşı Doğu Almanya'da yeni bir rejim kurmaya girişti. Ekonomisi sosyalizme dayanan, siyasi yönetimi otoriter olan Doğu Almanya'dan Batı'ya kaçışlar büyük ölçüde Berlin'den gerçekleşiyordu. Doğu ile Batı Almanya arasındaki katı sınır 1952'de çizilmişti bile. Sadece Berlin metrosunu kullanarak 1955 yılına kadar 1950'lerin başında büyük bir ekonomik büyüme yakalayan Batı Almanya'ya 270 bin insan kaçmıştır. Zamanla tel örgü ve mevzuat değişiklikleri de Batı'ya kaçışı engelleyemez duruma gelmişti. Bunun üzerine bu kaçışları engelleyeci bir duvar örme fikri, dönemin SED lideri Walter Ulbricht'in bir şeyler yapılması gerektiği konusunda Sovyet liderlerine danışması ve onaylarını alması sonucu ortaya atılmıştır. Nitekim Sovyetler Birliği, Batı Berlin'i Doğu Almanya sınırları içinde bir fesat yuvası, kapitalizmin kalesi, karşı propaganda merkezi olarak gördüğü için Berlin Duvarı'nı örmeyi çözüm olarak benimsedi.
Duvar Doğu Almanya’nın içinde ABD güdümünde kapitalist Batı Berlin'i çevrelemek için, Doğu Almanya meclisinin kararıyla 12-13 Ağustos 1961’de bir gecede örülmüştür. Planları tamamiyle gizlilik içinde gerçekleşmiştir. Öyle ki SED genel sekreteri Walter Ulbricht’in 15 Haziran 1961’de, Doğu Berlin’deki bir konferansta Batı Berlinli muhabir Annamarie Doherr’in sorusuna verdiği yanıtta geçen “Niemand hat die Absicht, eine Mauer zu errichten” (kimsenin bir duvar inşa etmeye niyeti yok) cümlesi bunun açık kanıtıdır. Duvarın ilk oluşturulan hali geçişleri engellemeyince yükseltilmiş mayın tarlaları köpekli askerler gözcü kuleleriyle geçiş tamamen engellenmiştir.
1961 yılında Berlin Duvarı'nın yerine önce sadece basit bir tel örgü çekildi. Daha sonra bu örgünün yerine adı kapitalist batıda "Utanç duvarı" olarak da bilinen Berlin Duvarı inşa edildi ve bu tel örgü duvarın üstünde yeniden yeraldı. Doğu ve Batı Berlin'in arasındaki bu duvar, aslında biri 3,5 digeri 4,5 metrelik iki çelik parçadan oluşuyordu. Doğu tarafına bakan duvar kaçmaya yeltenecek insanların kolay görünmesi için beyaza boyanmıştı. Buna karşılık Batı Almanya'ya bakan taraf ise grafitti ve çizimlerle doluydu. Doğu kısmında duvar boyunca yerde çelik kapanlar ve mayın tarlaları bulunuyordu, 186 yüksek gözetleme kulesi ve yüzlerce lamba konmuştu. Doğu tarafında motorsikletli ve yaya polisler ve köpekler de kontrol halindeydi. Duvar boyunca 25 karayolu, demiryolu ve suyolu sınır kapısı yeralıyordu. Tüm bu kontrol ve gözetlemelere rağmen, yaklaşık 5 bin kişi tüneller, evde yaptıkları balonlar ve bunun gibi yollarla, Doğu'dan Batı'ya kaçmayı başardı.
Duvarla birlikte Doğu'dan Batı'ya kaçışlarda en büyük dramlardan biri de Bernauer Strasse'de yaşandı. Nitekim bu sokaktaki evler Doğu'da yeralmalarına rağmen ön cepheleri Batı'daydı. İlk başlarda pencerelerden yaralanmayı ve sakatlanmayı göze alan kaçışlar oldu, sonraları bunu önlemek için evlerin pencereleri tuğlalandı. Kısa bir süre sonra ise bu evler tamamen yıkılarak yerlerine duvar örüldü. Doğu'dan Batı'ya kaçmak isterken yaşamını yitiren ilk kişi olarak bilinen Ida Siekmann, 22 Auğustos 1961'de işte burada can vermişti. Günümüzde eski Berlin duvarının bu bölgesinde duvarın bazı kalıntıları ve konuyla ilgili bir müze bulunmaktadır.
24 Ağustos 1961'de ise ilk kez silah gücüyle, 24 yaşındaki Günter Litfin'in Spree nehri üzerinden kaçışı ölümcül olarak engellendi. Sınır nöbetçilerin mermileriyle yaşamını yitiren son kişi ise, duvarın yıkılmasından 9 ay kadar önce 6 Şubat 1989'te kaçmaya çalışan Chris Gueffroy oldu. Berlin duvarını aşmak isterken can verenlerin sayısı hala kesin olarak bilinmemekle birlikte, en az 86 en fazla ise 238 olduğu tahmin edilmektedir. Duvar boyunca, burada yaşamını yitirenleri anımsatan pek çok küçük anıta rastlamak mümkündür.
Neden Yıkıldı
Doğu Alman hükümeti son dönemine kadar bu duvarı, sosyalist Doğu'yu kapitalist Batı'ya karşı koruyan bir kalkan olarak göstermiş ve meşrulaştırmaya çalışmıştır. Oysa bu duvar ve Doğu Almanya'nın diğer sınırları kendi yurttaşlarının seyahat özgürlüğünü gasp ederek bu ülkeden çıkışlarını engelliyordu. 1989 yılı başlarında Alman Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti, isteyen Doğu Almanya vatandaşlarının Sovyetler Birliği dahilindeki diğer Doğu Bloğu ülkelerine geçiş yapabilmesine izin verdi. Bu iznin çıkmasıyla beraber binlerce Doğu Alman vatandaşı Polonya, Çekoslavakya, Macaristan, Yugoslavya gibi ülkelerin başkentlerine akın etti ve buralarda bulunan Amerikan, İngiliz, Fransız büyükelçiliklerine sığındı. Daha sonra da bu sığınmacılar özel trenlerle Doğu Bloğu dışındaki ülkelere kaçmaya başladılar. Kaçışın bu kadar yoğun olduğu bir durumda Dogu Almanya Hükümeti duruma bir çözüm bulmak için toplandı. Burada yaşayan insanlar artık bu şekilde zaten Doğu Almanya'dan çıkabildiklerine göre duvarın bir anlamı kalmamıştı. Doğu Alman hükümeti, duvarın kaldırılmasına onay vermişti. 9 Kasım 1989'da bu kararı halka açıklamak üzere bir basın toplantısı düzenlendi. Karar açıklandığı andan itibaren duvarın iki tarafında yüz binlerce insan birikmeye başladı. Gece yarısına doğru hükümet ilk olarak Brandenburg Kapısı'ndan başlayarak barikatları ve geçiş önlemlerini kaldırdı. Her iki Almanya tarafından yaklaşan insanlar duvarın üzerinde buluştular. İnsan seli bir saat içinde yüz binlere ulaştı. Duvarın yıkımına resmi olarak 13 Haziran 1990'da, daha önce de burada adı geçen Bernauer Straße'de 300 Doğu Alman sınır askeri tarafından başlandı. Alman Demokratik Cumhuriyeti de duvarın yıkımından sonra çok fazla dayanamamış, 13 Ekim 1990´da resmen sona ermiştir. Duvarın şehrin içinden geçen kısmı aynı yılın Kasım ayına kadar neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı. Nitekim Berlinliler onlarca yıl bölünmüşlüğün yara izlerini bir an önce bertaraf etmek istiyordu. ki Almanya'nın birleşmesinden sonra Batı Almanya'dan ve uluslararası sermaye çevrelerinden Doğu'ya sermaye akışı gerçekleşti.Emeğin daha ucuz olduğu bu bölgelerde ücretler hala Almanya'nın batı bölgelerine göre daha düşük seyretmektedir. Halen, Almanya'nın en yüksek işsizlik oranları Doğu şehirlerindedir.


[right]Arif YAMAN[/right]
- xtengiz
- Kobra Takipçisi
- Mesajlar: 943
- Kayıt: 04 Tem 2010 21:01
- Sunucu: Tılsım
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Börteçine
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Bilgetonyukuk yazdı:Günün Sözü;
Elalem şarap içer sarhoş olur,
Biz âşk ehliyiz, içmeden sarhoş olmuşuz…
Günün Kitabı;
Elif Şafak – İskender.
Yayınevi: Doğan Kitap Yayıncılık ve Yapımcılık.
Sayfa Sayısı: 443
Konusu; Aşkı aramadan evvel, düşün bir, ya benden nasıl bir âşık olur? İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır. Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın. Gönlü pak olanın sevgisi de saf olur… Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır. En derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikaye, içten içe… Attığımız her adım, yaptığımız her işte kendimizi yansıtırız. Budur çözülmesi gereken bilmece…
Üstadın Yorumu: Yazarın da kitabın konusu özetlemek amacıyla yazdığı önsözde bahsettiği gibi, İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır. Ve en derin yaralar, ailede açılır… Kendi yaşantınızdan bir çok kesitler bulabileceğinize inandığım ve bir oturuşta bitirdiğim bu eseri, bir kitap kurdu olarak beğeneceğinizi umut ediyorum.
Günün Şarkısı;
Can Atilla - Gül Bahçesi
Günün Şiiri;
SESLENİŞ
Yalnızım, ne kadar aranıp dursam
Başucumda seni bulamıyorum.
Güneşten vazgeçip susuz olsam da
Seninle olmadan olamıyorum.
Şu yollar bilmem ki dağ mı, ova mı?
Gitsem bulur muyum kendi yuvamı?
Kuş! Yolun nereye? Bizim eve mi?
Sen götür, ben haber salamıyorum.
Her gece orda bir yaslanan mı var?
Sessizce kirpiği ıslanan mı var?
Uzaktan bana bir seslenen mi var?
Ne diyor? Sesini alamıyorum.
Acaba yaşlı mı kara gözlerin?
İçimde bir derin yara gözlerin...
Daldı mı uzak bir yere gözlerin?
Görmüyor, bilmiyor, bilemiyorum.
Günleri sayarım, geceler iner;
Beklerim geceyi, yıldızlar söner;
Gizli bir yaram var, durmayıp kanar;
Neresi? Bulup da silemiyorum.
Ulaşsa da sana yolların ucu
Varmağa yetmiyor Atsız`ın gücü.
İçimde dururken bu kadar acı
Hala yaşıyorum, ölemiyorum.
Hüseyin Nihal ATSIZ
Günün Hikayesi;
Gazeteci - Yazar İlhan Bardakçı, Kudüs’e gider. Mescid-i Aksa’yı ziyaret ederken, önündeki meydanda, bir köşede duran ihtiyar bir adam dikkatini çeker. Hareketsiz durmakta, ileriye doğru bakmaktadır. Mihmandarına sorar: “Kim bu ihtiyar?” “Meczubun birisi.” Der rehberi… Ziyaret eder, namaz kılar, çıkışta içinden bir şey Bardakçı’yı adamın yanına çeker. Deli denilen bu yaşlı adamın yanına gidince selam verir, farkına varmadan Türkçe konuşarak halini hatırını sorar. İhtiyarın bir anda gözleri parlar. Yıllardan sonra bir Türk’ün sesini duymanın heyecanını yaşadığı bellidir. Belki bir derece akli dengesini de yitirmiştir. Fakat yitirmediği, dem ve damarına kadar işlediği bir şey vardır. Davası… Kendini nöbet tutuyor gördüğünden nöbete ihanet etmeyecek, yıllardır olduğu gibi yerinden kımıldamayacak, fazla konuşmayacaktır. Der ki: “Evladım, benim Tokatlı bir Mehmet çavuşum vardı. Cihan harbinde bana, “Burada nöbet tut” dedi. Memlekete gidince ona selam söyle. Ve falan takım, falan bölükten er Erzurumlu Sadık nöbet yerini terk etmedi de.”
İlhan Bardakçı, donakalır. Gözleri dolar. Yanından, adeta geri geri çekilerek, hürmetle ayrılır. Tabi ki Mehmet çavuşu bulamaz… Belki de çoktan vefat etmiştir. Fakat gittiği birçok konferansta, o ihtiyarı anlatır ve gençliğimize o kutsî selamı iletir. Ayakta alınacak bir selamdır…
Harika olmuş ağbeyim yüreğine sağlık.. Ve seni buralarda görmek güzel

- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Bilgetonyukuk yazdı:Bu arada dün girdiğim ilk kenan turumuzdan Evocati'nin Koruması Kolye aldım :lol: :lol:
Hayırlısı olsun. Bayram hediyesini almışsın kenan dan


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
10 KASIM TARİHTE BUGÜN
1997 Alparslan YAMAN doğdu.
Olaylar
1444 - Varna Savaşı
1924 - Halk Fırkası'nın adı Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirildi.
1938 - Almanya'daki "Kristal Gece"de Naziler, yahudilere ait mağazaları ve 267 sinagogu yakıp tahrip etti, binlerce yahudi işsiz ve evsiz kaldı.
1938 - Kurtuluş Savaşı'nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye saati ile 9:05'te Dolmabahçe Sarayı'nda, 57 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Türkiye'de ulusal yas ilan edildi.
1944 - Müttefikler, Arnavutluk'ta Enver Hoca liderliğindeki hükûmeti tanıdı.
1953 - Atatürk'ün Etnografya Müzesi'nde bulunan naaşı, düzenlenen törenle Anıtkabir'e nakledildi.
1961 - Stalingrad'ın ismi Volgagrad olarak değiştirildi.
1965 - Çin Kültür Devrimi başladı.
1970 - Dünya dışında bir zeminde uzaktan kumanda ile hareket ettirilen ilk robot olan ay aracı Lunokhod 1 Sovyetler Birliği'nce fırlatıldı.
1989 - Bulgaristan devlet başkanı Todor Jivkov istifa etmek zorunda kaldı.
1997 Alparslan YAMAN doğdu.
Olaylar
1444 - Varna Savaşı
1924 - Halk Fırkası'nın adı Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirildi.
1938 - Almanya'daki "Kristal Gece"de Naziler, yahudilere ait mağazaları ve 267 sinagogu yakıp tahrip etti, binlerce yahudi işsiz ve evsiz kaldı.
1938 - Kurtuluş Savaşı'nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye saati ile 9:05'te Dolmabahçe Sarayı'nda, 57 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Türkiye'de ulusal yas ilan edildi.
1944 - Müttefikler, Arnavutluk'ta Enver Hoca liderliğindeki hükûmeti tanıdı.
1953 - Atatürk'ün Etnografya Müzesi'nde bulunan naaşı, düzenlenen törenle Anıtkabir'e nakledildi.
1961 - Stalingrad'ın ismi Volgagrad olarak değiştirildi.
1965 - Çin Kültür Devrimi başladı.
1970 - Dünya dışında bir zeminde uzaktan kumanda ile hareket ettirilen ilk robot olan ay aracı Lunokhod 1 Sovyetler Birliği'nce fırlatıldı.
1989 - Bulgaristan devlet başkanı Todor Jivkov istifa etmek zorunda kaldı.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ün ölümü
Mustafa Kemal Atatürk'ün sağlığının bozulmasına ve ölümüne neden olan hastalık konusunda çeşitli iddialar vardır. Bir karaciğer rahatsızlığına dair hemen herkes hemfikirdir. Ancak hastalığın adı konusundaki tartışmalar günümüzde bile devam etmektedir. Atatürk'ün sağlığı 1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. 1938 başlarında iştahsızlık ve halsizlik hissetmeye başladı. Vücudunun çeşitli yerlerinde kaşıntılar meydana geliyor ve burun kanamaları güçlükle önleniyordu.
Siroz teşhisi konulması
Bu kaşıntıların Çankaya Köşkü'ndeki karıncalardan meydana geldiği öne sürüldü ve köşk ilaçlamaya alındı. Atatürk de özel bir kür tedavisi için Yalova Termal'e gönderildi. Termal Otel'de, 22 Ocak 1938 günü Atatürk'ü muayene eden Dr. Nihat Reşat Belger, karaciğer rahatsızlığından kuşkulandı ve Atatürk'e siroz teşhisi koydu. Doktor Belger, Atatürk'e mutlak surette perhiz yapmasını tavsiye etti. Atatürk, Termal Otel'deki tedavisine bir süre daha devam etti, ancak doktorların bütün itirazlarına rağmen 1 Şubat 1938'de tedaviyi yarıda bırakarak Bursa'ya hareket etti.
Fransa'dan doktor getirtilmesi
Atatürk'ün sağlık durumunun ciddiyet göstermesi hükümeti de telaşlandırdı. Başbakan Celâl Bayar,Avrupa'dan iki hekim getirilmesini önerse de Atatürk o günlerdeki Hatay Sorunu yüzünden hastalığının dışarıda duyulmasının iyi olmayacağını düşündüğünü belirtti ve bunu reddetti. Türk doktorların kapsamlı bir muayene yapmasını kabul etti. Nihayet 6 Mart 1938 günü beş doktor Çankaya Köşkü'nde Atatürk'e bir konsültasyon yaptılar ve siroz hastalığı teşhisini yenilediler. Atatürk'ün kesinlikle alkolü kesmesi gerektiğini ve yoğun çalışma temposunu biraz düşürmesini istediler. Atatürk bu önerilere olumlu yanıt verdi. Bu muayeneden bir süre sonra Başbakan Celâl Bayar'ın tavsiyesi üzerine Paris Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Noel Fissenger Ankara'ya davet edildi. Fransız doktor Atatürk'ü muayene etti ve diğer doktorların teşhis ve tavsiyeleriyle örtüşen bir tanı-tedavi ortaya koydu. Fransız doktorun sözleri ve tavsiyeleri ve tavırları Atatürk'ü oldukça memnun eder cinstendi. İlk teşhisten sonra Fissinger Atatürk'e "Efendim, büyük savaşlar kazanmış olabilirsiniz ancak bu olayda vaka sizsiniz ve bende sizin komutanınızım, lütfen bu hususu unutmayınız" telkininde bulunmuş ve Atatürk de gerçekten doktorun tavsiyelerini ciddi şekilde uygulamıştır.
Son kez Ankaralıların karşısına çıkışı
Atatürk'ün rahatsızlığı ve özellikle Avrupa'dan doktor getirtilmesi, dünyada geniş bir yankı buldu. Atatürk'ün ölmek üzere olduğu ve siyasi mirasını kime bırakacağı yönündeki haberler üzerine Atatürk tüm dünyaya sağlıklı olduğunu göstermek istercesine 19 Mayıs 1938 günü Ankara Stadyumu'nda halkın karşısına çıktı. O gün son defa Ankaralıların karşısındaydı. Kutlamalar çok parlak geçti hatta o günün anısına Ankara Stadyumu'nun adı 19 Mayıs Stadyumu olarak değiştirildi.
Hatay Sorunu'nun çözülmesi
Atatürk aynı gün törenden sonra Mersin'e hareket etti. Daha sonra Adana'ya geçti. Askeri geçit törenleri yaptırdı ve ordunun başında olduğunu herkese gösterdi. Yaptıkları işe yaramıştı, dış basında hastalık, hatta "ölüyor" tarzı haberler kesildi. Fransızlar Hatay konusunda tüm şartları kabul ettiklerini bildirdiler. Ancak bu seyahat Atatürk'ün hastalığını iyiden iyiye arttırmıştı. Atatürk 26 Mayıs 1938 günü son defa Ankara'dan ayrıldı, İstanbul'a hareket etti.
Atatürk, İstanbul'da 1 Haziran 1938'den 25 Temmuz 1938'e kadar Savarona Yatı'nda kaldı. Yaz sıcakları üzerine tekrar Dolmabahçe Sarayı'na döndü. Bu arada Hatay sorunu da çözüldü ve Türk Ordusu Temmuz ayı başlarında Hatay'a girdi.
Atatürk'ün karaciğerindeki rahatsızlık iyiden iyiye artmıştı. Doktor Fissenger ve Türk doktorların tekrar yaptıkları muayeneler karında su toplanmaya başladığını gösteriyordu.
Vasiyeti
5 Eylül 1938 günü Atatürk vasiyetini[7] yazdı ve bütün malvarlığını belirli şartlarla, genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partisi'ne bıraktı. Kız kardeşine ve manevi çocuklarına, İsmet İnönü'nün çocuklarına para yardımı yapılmasını belirtti. Ayrıca Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'na da belirli miktarlarda yardım yapılmasını istedi.
6 Eylül 1938'de Fransız doktor Fissenger üçüncü defa İstanbul'a geldi. Atatürk'ün karnında biriken su iyice artmıştı. O gün yapılan su alma işlemi ile Atatürk'ün karnından tam 6 litre su alındı. Fakat buna karşılık Atatürk'ü daha da rahatlatmak için 12 litre su alındığı söylendi. 18 Eylül 1938'de Başbakan Celâl Bayar, Dolmabahçe Sarayı'na geldi ve dört yıllık ekonomik plan dosyasını Atatürk'e sundu. Atatürk ülke ekonomisi için çok önem taşıyan projelerin gerçekleştirilmesi için Türkiye'nin önünde en fazla üç yıl olduğunu, bir dünya savaşı çıkacağını ve bir an önce bu projelerin hayata geçirilmesini istedi.
Komaya girmesi
Hastalık gitgide ilerlemekteydi. Atatürk'ün karnında yeniden su toplanmıştı. Ekim ayında yapılan bir işlemle bu su da alındı.İşlemin ardından 16 Ekim 1938 günü öğleden sonra Atatürk ağır bir komaya girdi. Hükümet, ulusu Atatürk'ün sağlık durumundan haberdar etmek için 17 Ekim 1938'den itibaren Anadolu Ajansı aracılığı ile resmi tebliğler yayınlamaya başladı. Atatürk girdiği komadan 21 Ekim günü çıktı. Çok istemesine rağmen sağlık durumu elvermediği için 29 Ekim 1938 günü Ankara'da cumhuriyetin onbeşinci yıldönümü kutlamalarına katılamadı. Bayram nedeniyle Ankara'da düzenlenen törenlerde Türk Ordusu'na hitaben yazdığı bayram konuşmasını Başbakan Celâl Bayar okudu. Atatürk'ün hastalığı ve Dolmabahçe Sarayı'ndan çıkamayışı bayrama hüzün düşürdü.29 Ekim akşamı Ankara'dan dönen Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri Dolmabahçe Sarayı önünden geçerken Atatürk'e büyük sevgi gösterilerinde bulundular. Atatürk'ün TBMM beşinci dönem dördüncü yasama yılını açış konuşmasını da 1 Kasım 1938'de Başbakan Celâl Bayar okudu.
10 Kasım 1938 Perşembe
Saat Dakika Derece Nabız Tansiyon B. Abdest
Mülahazat
00 05 Sonda ile (140) cc idrar alındı
01 30 132 32
02 36,8 130 32 Yarım balon oksijen verildi
02 45 1 cc kâfur yağı
03 30 135 38
03 30 37 Fasıla ile oksijen
04 30 38 koltuk altı 37 Fasıla ile oksijen
06 25 120 34 Çok yumuşak teneffüs Çok yumuşak hırıltı
06 45 124 1 cc kâfur yağı
07 124 32
07 45 37,7 126
08 05 1 cc kâfur yağı, serum Glycose irot. 500 cc
08 25 Verit dahilinde + 1/8 auabaine
08 30 500 cc serum gliycose
09 130 34
09 05 Vefat etmişlerdir.
Dr. Akil Muhtar
Dr. Neşet Ömer İrdalp
N. Reşet Belger
Dr. H. Diker
Abrevaya
Mim Kemal Öke
Vefatı
7 Kasım 1938 günü ikinci ve son defa Atatürk'ün karnından su alınması işlemi yapıldı. 8 Kasım 1938 akşamı saat 19.00'da Atatürk doktoru Neşet Ömer İrdelp'e bakarak "aleykümesselam" dedi ve son büyük komaya girdi.
9 Kasım günü ve gecesi bu ağır koma devam etti. Atatürk, 10 Kasım 1938 perşembe sabahı saat 9'u 5 geçe, İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda hayatını kaybetti.
Atatürk'ün ölümü Ankara'yı yasa boğarken hemen ertesi gün toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Atatürk'ün silah arkadaşı ve 1937'ye kadar başbakanı olan Cumhuriyet Halk Partisi Malatya milletvekili İsmet İnönü'yü 348 milletvekilinin oy birliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci cumhurbaşkanlığına seçti.
Cenaze töreni
Atatürk'ün naaşı 16 Kasım 1938 günü Dolmabahçe Sarayı tören salonunda katafalka konuldu. İstanbul halkı Büyük Önder'in önünden saygıyla geçti. Atatürk'ün cenaze namazı 19 Kasım 1938 günü Dolmabahçe Sarayı'nda kıldırıldı. Aynı gün çok büyük bir kalabalıkla cenaze Yavuz Zırhlısı ile İzmit'e oradan da aynı günün akşamı 20.30'da Ankara'ya uğurlandı. Ertesi gün (20 Kasım 1938) Ankara'da başta Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere devlet erkanı tarafından karşılanan cenaze TBMM önünde hazırlanan katafalka konuldu.Ankara halkı Atatürk'ün önünden saygı geçişlerini yaptı. 21 Kasım 1938 günü yabancı devletlerden gelenlerin de katıldığı çok büyük bir cenaze töreni ile Atatürk'ün cenazesi Ankara Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine konuldu. Aynı günün akşamı Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atatürk üzerine bir radyo konuşması yaptı.
Anıtkabir'e nakli
Atatürk'ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir'in yapımına 1944 yılında başlandı. İnşaat aşaması oldukça uzun sürdü ve 1953 yılında tamamlanabildi. Ölümünden 15 yıl sonra 10 Kasım 1953'te Atatürk'ün cenazesi Ankara Etnografya Müzesi'nden alınarak törenle Anıtkabir'e getirildi ve toprağa verildi.
Mustafa Kemal Atatürk'ün sağlığının bozulmasına ve ölümüne neden olan hastalık konusunda çeşitli iddialar vardır. Bir karaciğer rahatsızlığına dair hemen herkes hemfikirdir. Ancak hastalığın adı konusundaki tartışmalar günümüzde bile devam etmektedir. Atatürk'ün sağlığı 1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. 1938 başlarında iştahsızlık ve halsizlik hissetmeye başladı. Vücudunun çeşitli yerlerinde kaşıntılar meydana geliyor ve burun kanamaları güçlükle önleniyordu.
Siroz teşhisi konulması
Bu kaşıntıların Çankaya Köşkü'ndeki karıncalardan meydana geldiği öne sürüldü ve köşk ilaçlamaya alındı. Atatürk de özel bir kür tedavisi için Yalova Termal'e gönderildi. Termal Otel'de, 22 Ocak 1938 günü Atatürk'ü muayene eden Dr. Nihat Reşat Belger, karaciğer rahatsızlığından kuşkulandı ve Atatürk'e siroz teşhisi koydu. Doktor Belger, Atatürk'e mutlak surette perhiz yapmasını tavsiye etti. Atatürk, Termal Otel'deki tedavisine bir süre daha devam etti, ancak doktorların bütün itirazlarına rağmen 1 Şubat 1938'de tedaviyi yarıda bırakarak Bursa'ya hareket etti.
Fransa'dan doktor getirtilmesi
Atatürk'ün sağlık durumunun ciddiyet göstermesi hükümeti de telaşlandırdı. Başbakan Celâl Bayar,Avrupa'dan iki hekim getirilmesini önerse de Atatürk o günlerdeki Hatay Sorunu yüzünden hastalığının dışarıda duyulmasının iyi olmayacağını düşündüğünü belirtti ve bunu reddetti. Türk doktorların kapsamlı bir muayene yapmasını kabul etti. Nihayet 6 Mart 1938 günü beş doktor Çankaya Köşkü'nde Atatürk'e bir konsültasyon yaptılar ve siroz hastalığı teşhisini yenilediler. Atatürk'ün kesinlikle alkolü kesmesi gerektiğini ve yoğun çalışma temposunu biraz düşürmesini istediler. Atatürk bu önerilere olumlu yanıt verdi. Bu muayeneden bir süre sonra Başbakan Celâl Bayar'ın tavsiyesi üzerine Paris Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Noel Fissenger Ankara'ya davet edildi. Fransız doktor Atatürk'ü muayene etti ve diğer doktorların teşhis ve tavsiyeleriyle örtüşen bir tanı-tedavi ortaya koydu. Fransız doktorun sözleri ve tavsiyeleri ve tavırları Atatürk'ü oldukça memnun eder cinstendi. İlk teşhisten sonra Fissinger Atatürk'e "Efendim, büyük savaşlar kazanmış olabilirsiniz ancak bu olayda vaka sizsiniz ve bende sizin komutanınızım, lütfen bu hususu unutmayınız" telkininde bulunmuş ve Atatürk de gerçekten doktorun tavsiyelerini ciddi şekilde uygulamıştır.
Son kez Ankaralıların karşısına çıkışı
Atatürk'ün rahatsızlığı ve özellikle Avrupa'dan doktor getirtilmesi, dünyada geniş bir yankı buldu. Atatürk'ün ölmek üzere olduğu ve siyasi mirasını kime bırakacağı yönündeki haberler üzerine Atatürk tüm dünyaya sağlıklı olduğunu göstermek istercesine 19 Mayıs 1938 günü Ankara Stadyumu'nda halkın karşısına çıktı. O gün son defa Ankaralıların karşısındaydı. Kutlamalar çok parlak geçti hatta o günün anısına Ankara Stadyumu'nun adı 19 Mayıs Stadyumu olarak değiştirildi.
Hatay Sorunu'nun çözülmesi
Atatürk aynı gün törenden sonra Mersin'e hareket etti. Daha sonra Adana'ya geçti. Askeri geçit törenleri yaptırdı ve ordunun başında olduğunu herkese gösterdi. Yaptıkları işe yaramıştı, dış basında hastalık, hatta "ölüyor" tarzı haberler kesildi. Fransızlar Hatay konusunda tüm şartları kabul ettiklerini bildirdiler. Ancak bu seyahat Atatürk'ün hastalığını iyiden iyiye arttırmıştı. Atatürk 26 Mayıs 1938 günü son defa Ankara'dan ayrıldı, İstanbul'a hareket etti.
Atatürk, İstanbul'da 1 Haziran 1938'den 25 Temmuz 1938'e kadar Savarona Yatı'nda kaldı. Yaz sıcakları üzerine tekrar Dolmabahçe Sarayı'na döndü. Bu arada Hatay sorunu da çözüldü ve Türk Ordusu Temmuz ayı başlarında Hatay'a girdi.
Atatürk'ün karaciğerindeki rahatsızlık iyiden iyiye artmıştı. Doktor Fissenger ve Türk doktorların tekrar yaptıkları muayeneler karında su toplanmaya başladığını gösteriyordu.
Vasiyeti
5 Eylül 1938 günü Atatürk vasiyetini[7] yazdı ve bütün malvarlığını belirli şartlarla, genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partisi'ne bıraktı. Kız kardeşine ve manevi çocuklarına, İsmet İnönü'nün çocuklarına para yardımı yapılmasını belirtti. Ayrıca Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'na da belirli miktarlarda yardım yapılmasını istedi.
6 Eylül 1938'de Fransız doktor Fissenger üçüncü defa İstanbul'a geldi. Atatürk'ün karnında biriken su iyice artmıştı. O gün yapılan su alma işlemi ile Atatürk'ün karnından tam 6 litre su alındı. Fakat buna karşılık Atatürk'ü daha da rahatlatmak için 12 litre su alındığı söylendi. 18 Eylül 1938'de Başbakan Celâl Bayar, Dolmabahçe Sarayı'na geldi ve dört yıllık ekonomik plan dosyasını Atatürk'e sundu. Atatürk ülke ekonomisi için çok önem taşıyan projelerin gerçekleştirilmesi için Türkiye'nin önünde en fazla üç yıl olduğunu, bir dünya savaşı çıkacağını ve bir an önce bu projelerin hayata geçirilmesini istedi.
Komaya girmesi
Hastalık gitgide ilerlemekteydi. Atatürk'ün karnında yeniden su toplanmıştı. Ekim ayında yapılan bir işlemle bu su da alındı.İşlemin ardından 16 Ekim 1938 günü öğleden sonra Atatürk ağır bir komaya girdi. Hükümet, ulusu Atatürk'ün sağlık durumundan haberdar etmek için 17 Ekim 1938'den itibaren Anadolu Ajansı aracılığı ile resmi tebliğler yayınlamaya başladı. Atatürk girdiği komadan 21 Ekim günü çıktı. Çok istemesine rağmen sağlık durumu elvermediği için 29 Ekim 1938 günü Ankara'da cumhuriyetin onbeşinci yıldönümü kutlamalarına katılamadı. Bayram nedeniyle Ankara'da düzenlenen törenlerde Türk Ordusu'na hitaben yazdığı bayram konuşmasını Başbakan Celâl Bayar okudu. Atatürk'ün hastalığı ve Dolmabahçe Sarayı'ndan çıkamayışı bayrama hüzün düşürdü.29 Ekim akşamı Ankara'dan dönen Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri Dolmabahçe Sarayı önünden geçerken Atatürk'e büyük sevgi gösterilerinde bulundular. Atatürk'ün TBMM beşinci dönem dördüncü yasama yılını açış konuşmasını da 1 Kasım 1938'de Başbakan Celâl Bayar okudu.
10 Kasım 1938 Perşembe
Saat Dakika Derece Nabız Tansiyon B. Abdest
Mülahazat
00 05 Sonda ile (140) cc idrar alındı
01 30 132 32
02 36,8 130 32 Yarım balon oksijen verildi
02 45 1 cc kâfur yağı
03 30 135 38
03 30 37 Fasıla ile oksijen
04 30 38 koltuk altı 37 Fasıla ile oksijen
06 25 120 34 Çok yumuşak teneffüs Çok yumuşak hırıltı
06 45 124 1 cc kâfur yağı
07 124 32
07 45 37,7 126
08 05 1 cc kâfur yağı, serum Glycose irot. 500 cc
08 25 Verit dahilinde + 1/8 auabaine
08 30 500 cc serum gliycose
09 130 34
09 05 Vefat etmişlerdir.
Dr. Akil Muhtar
Dr. Neşet Ömer İrdalp
N. Reşet Belger
Dr. H. Diker
Abrevaya
Mim Kemal Öke
Vefatı
7 Kasım 1938 günü ikinci ve son defa Atatürk'ün karnından su alınması işlemi yapıldı. 8 Kasım 1938 akşamı saat 19.00'da Atatürk doktoru Neşet Ömer İrdelp'e bakarak "aleykümesselam" dedi ve son büyük komaya girdi.
9 Kasım günü ve gecesi bu ağır koma devam etti. Atatürk, 10 Kasım 1938 perşembe sabahı saat 9'u 5 geçe, İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda hayatını kaybetti.
Atatürk'ün ölümü Ankara'yı yasa boğarken hemen ertesi gün toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Atatürk'ün silah arkadaşı ve 1937'ye kadar başbakanı olan Cumhuriyet Halk Partisi Malatya milletvekili İsmet İnönü'yü 348 milletvekilinin oy birliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci cumhurbaşkanlığına seçti.
Cenaze töreni
Atatürk'ün naaşı 16 Kasım 1938 günü Dolmabahçe Sarayı tören salonunda katafalka konuldu. İstanbul halkı Büyük Önder'in önünden saygıyla geçti. Atatürk'ün cenaze namazı 19 Kasım 1938 günü Dolmabahçe Sarayı'nda kıldırıldı. Aynı gün çok büyük bir kalabalıkla cenaze Yavuz Zırhlısı ile İzmit'e oradan da aynı günün akşamı 20.30'da Ankara'ya uğurlandı. Ertesi gün (20 Kasım 1938) Ankara'da başta Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere devlet erkanı tarafından karşılanan cenaze TBMM önünde hazırlanan katafalka konuldu.Ankara halkı Atatürk'ün önünden saygı geçişlerini yaptı. 21 Kasım 1938 günü yabancı devletlerden gelenlerin de katıldığı çok büyük bir cenaze töreni ile Atatürk'ün cenazesi Ankara Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine konuldu. Aynı günün akşamı Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atatürk üzerine bir radyo konuşması yaptı.
Anıtkabir'e nakli
Atatürk'ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir'in yapımına 1944 yılında başlandı. İnşaat aşaması oldukça uzun sürdü ve 1953 yılında tamamlanabildi. Ölümünden 15 yıl sonra 10 Kasım 1953'te Atatürk'ün cenazesi Ankara Etnografya Müzesi'nden alınarak törenle Anıtkabir'e getirildi ve toprağa verildi.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
VARNA MUHAREBESİ
Varna Muharebesi veya Varna Savaşı, 10 Kasım 1444 tarihinde, Macar, Leh, Papalık ve çeşitli Balkan milletlerinden oluşan, János Hunyadi komutasındaki Haçlı ordusu ile II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu arasında bugünkü Bulgaristan'ın Varna şehri yakınında yapılmış bir savaştır. Osmanlı ordusu kazanmıştır.
Savaş öncesi
II. Murat, Papa IV. Eugenius'un önayak olmasıyla oluşturulan bir Haçlı ordusunu yenmiş ve 1444 yılının yaz aylarında Edirne-Segedin Antlaşması'nı imzalamıştı. Bu antlaşma 10 yıl sürelik bir barış dönemini öngörüyordu. Antlaşmanın imzası kısa bir süre sonra şehzade Alaüddin'in av sırasında attan düşerek ölmesi nedeniyle II. Murat tahtı 12 yaşındaki oğlu şehzade Mehmet'e bırakarak Manisa'ya çekilmişti. Ancak Edirne-Segedin Antlaşması'nın koşullarından hoşnut kalmayan Papalık, Kardinal Giuliano Cesarini vasıtasıyla Macar komutanı János Hunyadi'yi "Papa’nın onayı olmadığından dolayı geçersizdir" iddiasıyla antlaşmayı ihlale ikna etmeğe çalışıyordu. Böylece Balkan ülkeleri Papa'nın da önayak olmasıyla tekrar bir ordu oluşturarak saldırıya hazırlandı.
12 yaşındaki genç Şahzade Mehmet babası Murat'a ordunun başına tekrar geçmesi için mektup yazmıştır. Bu mektupta yazan bir kısım şudur."Baba,eğer ki padişah sen isen ordunun başına geç, eğer padişah ben isem sana emrediyorum gel ve ordularının başına geç" yazmıştır. II. Murat önce tahta geri dönmeye isteksizdi. Tahtta oturan 12 yaşındaki II. Mehmed'in yaşından beklenmeyecek bir üslupta babasını ordularının başına geçmeye davet eden mektubu ve Veziriazam Çandarlı Halil Paşa’nın çağrısı üzerine, II. Murat askerleri ile beraber Manisa’dan İstanbul boğazına doğru hareket etti. Oradan, asker başına birer duka altın vererek; Ceneviz gemileriyle Rumeli'ye geçti. Oğlu II. Murat ve Veziriazam Çandarlı Halil Paşa'yı, Edirne’de bırakarak Varna’ya doğru Haçlı ordularını karşılamak üzere hareket etti.Osmanlı bu bölgedeki hakimiyetine başarı kattı.
Savaşın gelişmesi
Osmanlı ve Haçlı orduları bugünkü Bulgaristan'ın Varna kenti yakınlarında karşılaştılar. II. Murat'ın bulunduğu yerde bir hendeğin yanında Haçlıların ihlal ettiği Edirne-Segedin Antlaşması'nın metni asılıydı. II. Murat'ın bu savaşta çok başarılı bir strateji uyguladığı bilinmektedir.
Haçlı ordusunun sol tarafında bataklıklar yer almaktaydı. II. Murat savaş alanının avantajını kullanmak için baskın stratejisi kullanmıştır. Güneydeki bataklıkları hesaba katarak sağ kanadının savaş sırasında çevrilmesinin ihtimalini ortadan kaldırmak ve Haçlıları tam bir çembere almak için Haçlıların tek çıkış yolu olan Varna'nın kuzey yoluna 15.000 kişilik bir kuvvet koyarak tam imha düzeni almıştır. Bu düzen Haçlıları psikolojik olarak sarstı. Ama II. Murat yolu tutan kuvvetleri çarpışmalar süresince savaşa sokmadı. Ancak Osmanlı Ordusu'nun en zorlandığı anda bu kuvvetleri çağırdı. Kuzey yolunu boşaltarak dengeyi kendi lehine çevirdi. Haçlılara "Kaçış yolunuz var." mesajı vererek, kaçmaya eğilimli Haçlı askerlerini savaş alanından kaçışa özendirerek bir taşla iki kuş vurmuş oldu.
Haçlı ordularının başında Macar komutan János Hunyadi, Macaristan kralı I. Ulászló (III. Władysław adıyla Lehistan kralı), Kardinal Cesarini, Franko, Varadin ve Erlan piskoposları bulunuyordu. II. Murat ordusunu kademeli olarak düzenlemiş, Rumeli beylerbeyi Turhan Bey'i Rumeli askeriyle sağa,Anadolu beylerbeyi Karaca Bey'i askeriyle sol tarafa yerleştirmişti. İstanbul'dan getirdiği yeniçeri askerlerini ise bizzat kendi kumandası altında orta kısıma yerleştirmişti.
Savaş başladığında önce Haçlı ordusu şiddetli bir şekilde saldırıya geçti.Osmanlı ordusunun planı da önce Haçlı ordusunun saldırması üzerine kurulmuştu. Haçlı orduları zırhlıydı ve başlarda Osmanlı askerlerinden daha az kayıp veriyorlardı.Ancak hareket kabiliyeti ağır zırhlar yüzünden gittikçe azalmaktaydı. János Hunyadi ordusunu disiplinli bir şekilde yönetmekteydi.Ancak Osmanlı ordusu da savaş planına titizlikle uymaktayı.Osmanlı Ordusunun sahte bir geri çekilme hareketi ile Macar Kralı I. Ulászló, Osmanlı ordusunun yenildiğini ve dağılmaya başladığını sanarak,savaşın başarısını tamamen Hunyadi'ye bırakmamak için yerinden ayrılarak savaşa katıldı. Osmanlı ordusu merkeze doğru saldıran Haçlı ordusunu geri çekmek için yanlara doğru açıldı ve ortada kalan Haçlı ordusu bu şekilde Osmanlı ordusunun şiddetli saldırıları sonucu yenilgiye uğradı.
I. Ulászló savaş sırasında başına aldığı bir balta darbesi sonucunu yaşamını yitirdi. Ölen kralın başını yeniçeriler II. Murat'a getirdiler. II. Murat ölen kralın başını yeminini bozduğu Edirne-Segedin Antlaşmasının yanında teşhir ettirdi. II. Murat tam imha stratejisini kuvvetlerinin çok yıpranmaması için iki kademe olarak düzen yaptığı Kosova Savaşına taşımıştır. Tam sonucu da elinde sağ kalan tecrübeli komutanlarla bu savaşta almıştır.
Bazı kaynaklara göre II. Murat savaş alanını gezerken yanındaki yardımcılarına sorar: "Biz bu savaşı nasıl kazanabildik?" Yanındaki vezirlerden biri: "Hanım, şu yerde yatan keferelerde bir tek ak sakallı ihtiyar yok. Biz ihtiyarlarımız yüzünden kazandık,onlar ise ihtiyatsızlıkları yüzünden kaybettiler." cevap verir.
Savaşın sonuçları
Varna Muharebesinden sonra ismini kurtarmak isteyen János Hunyadi tekrar ordularını toplayarak, kendisine katılmak istemeyen Sırbistan’ı işgal edip Tuna’yı geçecek ve Kosova Meydan Muharebesinde Osmanlı ordusu ile tekrar karşılaşacaktı.
Mora ve Bulgaristan Osmanlı Devleti`ne bağlandı.Osmanlı devletinin balkanlardaki otoritesi artmaya başladı.
Varna Muharebesi veya Varna Savaşı, 10 Kasım 1444 tarihinde, Macar, Leh, Papalık ve çeşitli Balkan milletlerinden oluşan, János Hunyadi komutasındaki Haçlı ordusu ile II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu arasında bugünkü Bulgaristan'ın Varna şehri yakınında yapılmış bir savaştır. Osmanlı ordusu kazanmıştır.
Savaş öncesi
II. Murat, Papa IV. Eugenius'un önayak olmasıyla oluşturulan bir Haçlı ordusunu yenmiş ve 1444 yılının yaz aylarında Edirne-Segedin Antlaşması'nı imzalamıştı. Bu antlaşma 10 yıl sürelik bir barış dönemini öngörüyordu. Antlaşmanın imzası kısa bir süre sonra şehzade Alaüddin'in av sırasında attan düşerek ölmesi nedeniyle II. Murat tahtı 12 yaşındaki oğlu şehzade Mehmet'e bırakarak Manisa'ya çekilmişti. Ancak Edirne-Segedin Antlaşması'nın koşullarından hoşnut kalmayan Papalık, Kardinal Giuliano Cesarini vasıtasıyla Macar komutanı János Hunyadi'yi "Papa’nın onayı olmadığından dolayı geçersizdir" iddiasıyla antlaşmayı ihlale ikna etmeğe çalışıyordu. Böylece Balkan ülkeleri Papa'nın da önayak olmasıyla tekrar bir ordu oluşturarak saldırıya hazırlandı.
12 yaşındaki genç Şahzade Mehmet babası Murat'a ordunun başına tekrar geçmesi için mektup yazmıştır. Bu mektupta yazan bir kısım şudur."Baba,eğer ki padişah sen isen ordunun başına geç, eğer padişah ben isem sana emrediyorum gel ve ordularının başına geç" yazmıştır. II. Murat önce tahta geri dönmeye isteksizdi. Tahtta oturan 12 yaşındaki II. Mehmed'in yaşından beklenmeyecek bir üslupta babasını ordularının başına geçmeye davet eden mektubu ve Veziriazam Çandarlı Halil Paşa’nın çağrısı üzerine, II. Murat askerleri ile beraber Manisa’dan İstanbul boğazına doğru hareket etti. Oradan, asker başına birer duka altın vererek; Ceneviz gemileriyle Rumeli'ye geçti. Oğlu II. Murat ve Veziriazam Çandarlı Halil Paşa'yı, Edirne’de bırakarak Varna’ya doğru Haçlı ordularını karşılamak üzere hareket etti.Osmanlı bu bölgedeki hakimiyetine başarı kattı.
Savaşın gelişmesi
Osmanlı ve Haçlı orduları bugünkü Bulgaristan'ın Varna kenti yakınlarında karşılaştılar. II. Murat'ın bulunduğu yerde bir hendeğin yanında Haçlıların ihlal ettiği Edirne-Segedin Antlaşması'nın metni asılıydı. II. Murat'ın bu savaşta çok başarılı bir strateji uyguladığı bilinmektedir.
Haçlı ordusunun sol tarafında bataklıklar yer almaktaydı. II. Murat savaş alanının avantajını kullanmak için baskın stratejisi kullanmıştır. Güneydeki bataklıkları hesaba katarak sağ kanadının savaş sırasında çevrilmesinin ihtimalini ortadan kaldırmak ve Haçlıları tam bir çembere almak için Haçlıların tek çıkış yolu olan Varna'nın kuzey yoluna 15.000 kişilik bir kuvvet koyarak tam imha düzeni almıştır. Bu düzen Haçlıları psikolojik olarak sarstı. Ama II. Murat yolu tutan kuvvetleri çarpışmalar süresince savaşa sokmadı. Ancak Osmanlı Ordusu'nun en zorlandığı anda bu kuvvetleri çağırdı. Kuzey yolunu boşaltarak dengeyi kendi lehine çevirdi. Haçlılara "Kaçış yolunuz var." mesajı vererek, kaçmaya eğilimli Haçlı askerlerini savaş alanından kaçışa özendirerek bir taşla iki kuş vurmuş oldu.
Haçlı ordularının başında Macar komutan János Hunyadi, Macaristan kralı I. Ulászló (III. Władysław adıyla Lehistan kralı), Kardinal Cesarini, Franko, Varadin ve Erlan piskoposları bulunuyordu. II. Murat ordusunu kademeli olarak düzenlemiş, Rumeli beylerbeyi Turhan Bey'i Rumeli askeriyle sağa,Anadolu beylerbeyi Karaca Bey'i askeriyle sol tarafa yerleştirmişti. İstanbul'dan getirdiği yeniçeri askerlerini ise bizzat kendi kumandası altında orta kısıma yerleştirmişti.
Savaş başladığında önce Haçlı ordusu şiddetli bir şekilde saldırıya geçti.Osmanlı ordusunun planı da önce Haçlı ordusunun saldırması üzerine kurulmuştu. Haçlı orduları zırhlıydı ve başlarda Osmanlı askerlerinden daha az kayıp veriyorlardı.Ancak hareket kabiliyeti ağır zırhlar yüzünden gittikçe azalmaktaydı. János Hunyadi ordusunu disiplinli bir şekilde yönetmekteydi.Ancak Osmanlı ordusu da savaş planına titizlikle uymaktayı.Osmanlı Ordusunun sahte bir geri çekilme hareketi ile Macar Kralı I. Ulászló, Osmanlı ordusunun yenildiğini ve dağılmaya başladığını sanarak,savaşın başarısını tamamen Hunyadi'ye bırakmamak için yerinden ayrılarak savaşa katıldı. Osmanlı ordusu merkeze doğru saldıran Haçlı ordusunu geri çekmek için yanlara doğru açıldı ve ortada kalan Haçlı ordusu bu şekilde Osmanlı ordusunun şiddetli saldırıları sonucu yenilgiye uğradı.
I. Ulászló savaş sırasında başına aldığı bir balta darbesi sonucunu yaşamını yitirdi. Ölen kralın başını yeniçeriler II. Murat'a getirdiler. II. Murat ölen kralın başını yeminini bozduğu Edirne-Segedin Antlaşmasının yanında teşhir ettirdi. II. Murat tam imha stratejisini kuvvetlerinin çok yıpranmaması için iki kademe olarak düzen yaptığı Kosova Savaşına taşımıştır. Tam sonucu da elinde sağ kalan tecrübeli komutanlarla bu savaşta almıştır.
Bazı kaynaklara göre II. Murat savaş alanını gezerken yanındaki yardımcılarına sorar: "Biz bu savaşı nasıl kazanabildik?" Yanındaki vezirlerden biri: "Hanım, şu yerde yatan keferelerde bir tek ak sakallı ihtiyar yok. Biz ihtiyarlarımız yüzünden kazandık,onlar ise ihtiyatsızlıkları yüzünden kaybettiler." cevap verir.
Savaşın sonuçları
Varna Muharebesinden sonra ismini kurtarmak isteyen János Hunyadi tekrar ordularını toplayarak, kendisine katılmak istemeyen Sırbistan’ı işgal edip Tuna’yı geçecek ve Kosova Meydan Muharebesinde Osmanlı ordusu ile tekrar karşılaşacaktı.
Mora ve Bulgaristan Osmanlı Devleti`ne bağlandı.Osmanlı devletinin balkanlardaki otoritesi artmaya başladı.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
11 KASIM TARİHTE BUGÜN
Olaylar
1914 - Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'nda İtilaf Devletleri'ne savaş ilan etti.
1918 - Almanya ile Müttefikler, I. Dünya Savaşı'nı bitiren anlaşmayı imzaladı.
1923 - Münih'te, "Birahane Darbesi" başarısızlığa uğrayan Adolf Hitler tutuklandı.
1938 - TBMM, İsmet İnönü'yü oybirliğiyle Cumhurbaşkanı seçti.
1975 - Angola Halk Cumhuriyeti kuruldu. Angola, Portekiz'in sömürgesiydi.
1987 - Van Gogh'un "İrisler" tablosu, New York'ta 51 milyon dolara satıldı.
Olaylar
1914 - Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'nda İtilaf Devletleri'ne savaş ilan etti.
1918 - Almanya ile Müttefikler, I. Dünya Savaşı'nı bitiren anlaşmayı imzaladı.
1923 - Münih'te, "Birahane Darbesi" başarısızlığa uğrayan Adolf Hitler tutuklandı.
1938 - TBMM, İsmet İnönü'yü oybirliğiyle Cumhurbaşkanı seçti.
1975 - Angola Halk Cumhuriyeti kuruldu. Angola, Portekiz'in sömürgesiydi.
1987 - Van Gogh'un "İrisler" tablosu, New York'ta 51 milyon dolara satıldı.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
İSMET İNÖNÜ
1884 yılında İzmir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas' ta tamamladıktan sonra Mühendishane İdadisini (Askerî Lise) bitirdi. 1903 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1906 yılında Harp Akademisi' nden mezun olarak, ordunun çeşitli kademelerinde görev yaptı. 1910-1913 yılları arasında Yemen İsyanı'nın bastırılması harekâtına katıldı. Bu ve bundan önceki görevlerinde hudut problemleri ve asilerle yapılan anlaşmalarda başarılı hizmetleri ve meslekî özellikleriyle dikkati çekti.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi'nde Kolordu Komutanı olarak Atatürk'ün emrinde çalıştı ve öğrencilik yıllarından beri devam eden dostlukları ile devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti. Suriye Cephesi'nde savaştı; Millî Mücadele sırasında Atatürk'ün en yakın silâh arkadaşı olarak çalıştı. Edirne milletvekilliği ve bakanlık yaptı. Albay İsmet Bey, mebusluk ve bakanlık da uhdesinde kalarak Garp Cephesi Komutanlığı'na getirildi. 25 Ekim 1920'den sonra Batı Cephesi Komutanı olarak Çerkez Ethem isyanını bastırdı. Birinci ve İkinci İnönü Savaşlarını yönetti. Tuğgeneral rütbesine yükseldi.
Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz'dan sonra kazanılan zafer üzerine Mudanya Mütarekesi'nde Büyük Millet Meclisi'ni temsil etti. Lozan Barış Konferansı'na Dışişleri Bakanı ve Türk heyeti başkanı olarak katıldı. 24 Temmuz 1923'te Lozan Andlaşması'nı imzaladı. Cumhuriyetin ilânından sonra 1923-1924 yıllarında ilk hükûmette Başbakan olarak görev aldı, 1924-1937 yılları arasında bu görevini sürdürdü.
İnönü, Atatürk İnkılâplarının gerçekleşmesinde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin sağlam temeller üzerine oturtulmasında Atatürk'ün en yakın mesai arkadaşıydı. Atatürk'ün ölümünden sonra, 1938 yılında, TBMM tarafından Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye'yi savaş felâketinin dışında tutmayı başardı. Savaştan sonra çok partili siyasî rejime geçilmesine büyük destek oldu. 1950 yılında, yapılan seçimleri kaybettikten sonra, 1960 yılına kadar Ana Muhalefet Partisi Başkanı olarak siyasî yaşamını sürdürdü. 27 Mayıs harekâtından sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi ve 10 Kasım 1961 tarihinde Başbakanlığa atandı. 1965 yılında bu görevden ayrıldıktan sonra milletvekili olarak siyasî yaşamına devam etti.
1972'de Parti Genel Başkanlığı ve milletvekilliğinden istifa ederek; ölünceye kadar (25 Aralık 1973) Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu tabiî üyeliği görevinde bulundu.
1884 yılında İzmir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas' ta tamamladıktan sonra Mühendishane İdadisini (Askerî Lise) bitirdi. 1903 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1906 yılında Harp Akademisi' nden mezun olarak, ordunun çeşitli kademelerinde görev yaptı. 1910-1913 yılları arasında Yemen İsyanı'nın bastırılması harekâtına katıldı. Bu ve bundan önceki görevlerinde hudut problemleri ve asilerle yapılan anlaşmalarda başarılı hizmetleri ve meslekî özellikleriyle dikkati çekti.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi'nde Kolordu Komutanı olarak Atatürk'ün emrinde çalıştı ve öğrencilik yıllarından beri devam eden dostlukları ile devletin geleceği hakkında ortak fikirleri gelişti. Suriye Cephesi'nde savaştı; Millî Mücadele sırasında Atatürk'ün en yakın silâh arkadaşı olarak çalıştı. Edirne milletvekilliği ve bakanlık yaptı. Albay İsmet Bey, mebusluk ve bakanlık da uhdesinde kalarak Garp Cephesi Komutanlığı'na getirildi. 25 Ekim 1920'den sonra Batı Cephesi Komutanı olarak Çerkez Ethem isyanını bastırdı. Birinci ve İkinci İnönü Savaşlarını yönetti. Tuğgeneral rütbesine yükseldi.
Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz'dan sonra kazanılan zafer üzerine Mudanya Mütarekesi'nde Büyük Millet Meclisi'ni temsil etti. Lozan Barış Konferansı'na Dışişleri Bakanı ve Türk heyeti başkanı olarak katıldı. 24 Temmuz 1923'te Lozan Andlaşması'nı imzaladı. Cumhuriyetin ilânından sonra 1923-1924 yıllarında ilk hükûmette Başbakan olarak görev aldı, 1924-1937 yılları arasında bu görevini sürdürdü.
İnönü, Atatürk İnkılâplarının gerçekleşmesinde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin sağlam temeller üzerine oturtulmasında Atatürk'ün en yakın mesai arkadaşıydı. Atatürk'ün ölümünden sonra, 1938 yılında, TBMM tarafından Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye'yi savaş felâketinin dışında tutmayı başardı. Savaştan sonra çok partili siyasî rejime geçilmesine büyük destek oldu. 1950 yılında, yapılan seçimleri kaybettikten sonra, 1960 yılına kadar Ana Muhalefet Partisi Başkanı olarak siyasî yaşamını sürdürdü. 27 Mayıs harekâtından sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi ve 10 Kasım 1961 tarihinde Başbakanlığa atandı. 1965 yılında bu görevden ayrıldıktan sonra milletvekili olarak siyasî yaşamına devam etti.
1972'de Parti Genel Başkanlığı ve milletvekilliğinden istifa ederek; ölünceye kadar (25 Aralık 1973) Anayasa gereğince Cumhuriyet Senatosu tabiî üyeliği görevinde bulundu.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
ADOLF HİTLER
Adolf Hitler (d. 20 Nisan 1889; Braunau am Inn, Yukarı Avusturya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu - ö. 30 Nisan 1945; Berlin, Almanya), Avusturya asıllı Alman politikacı, devlet adamı ve diktatör. 1933 itibari ile Almanya'nın başbakanı ve 1934'den ölümüne kadar Almanya'nın devlet başkanıydı. Devlet başkanı olduğu dönemde başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı makamlarını birleştirerek Führer unvanı altında devlet başkanlığı yapmıştır. 1921-1945 yılları arasında Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin başkanlığını yapmıştı.
Hitler, Almanya'da I. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Büyük Buhran'dan güç kazandı. Propaganda ve karizmatik bir dille, alt ve orta tabakanın ekonomik istemlerine ümit veriyordu; bunun yanında da belli bir seviyede milliyetçilik, sosyalizm, anti-semitizm ve anti-komünizm de sunuyordu. Ekonominin tekrar kurulması, yeniden silahlandırılmış bir ordu ve totaliter ve faşist bir rejimle; Hitler saldırgan bir dış politika izleyerek Alman "yaşam alanı"nı (Lebensraum) genişletmek amacıyla Polonya'ya saldırdı. Yıldırım savaşı (Blitzkrieg) taktikleri ile Mihver Devletleri ittifakı ile birlikte Avrupa'nın büyük bölümünü ve Asya'nın bir kısmını istila etti.
ABD'nin II. Dünya Savaşı'na Müttefiklerin tarafına katılması ve Kızıl Ordu'nun ilerlemesi ile Alman ordusu gerilemeye başladı. Sovyet güçlerinin 23 Nisan 1945'te Berlin'e girmesi ile III. Reich'in yıkılacağı kesinleşmişti. İstila edilen Berlin'de; Hitler, eşi Eva Hitler(Eva Braun) ile yeraltı sığınağında (Führerbunker)[4] 30 Nisan 1945 günü intihar etti. Cesedi vasiyeti üzerine takipçileri tarafından yakıldı. 7 Mayıs 1945'te Alfred Jodl'ın imzaladığı teslim belgesiyle Nazi Almanyası tamamen yok oldu.
Adolf Hitler (d. 20 Nisan 1889; Braunau am Inn, Yukarı Avusturya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu - ö. 30 Nisan 1945; Berlin, Almanya), Avusturya asıllı Alman politikacı, devlet adamı ve diktatör. 1933 itibari ile Almanya'nın başbakanı ve 1934'den ölümüne kadar Almanya'nın devlet başkanıydı. Devlet başkanı olduğu dönemde başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı makamlarını birleştirerek Führer unvanı altında devlet başkanlığı yapmıştır. 1921-1945 yılları arasında Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin başkanlığını yapmıştı.
Hitler, Almanya'da I. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Büyük Buhran'dan güç kazandı. Propaganda ve karizmatik bir dille, alt ve orta tabakanın ekonomik istemlerine ümit veriyordu; bunun yanında da belli bir seviyede milliyetçilik, sosyalizm, anti-semitizm ve anti-komünizm de sunuyordu. Ekonominin tekrar kurulması, yeniden silahlandırılmış bir ordu ve totaliter ve faşist bir rejimle; Hitler saldırgan bir dış politika izleyerek Alman "yaşam alanı"nı (Lebensraum) genişletmek amacıyla Polonya'ya saldırdı. Yıldırım savaşı (Blitzkrieg) taktikleri ile Mihver Devletleri ittifakı ile birlikte Avrupa'nın büyük bölümünü ve Asya'nın bir kısmını istila etti.
ABD'nin II. Dünya Savaşı'na Müttefiklerin tarafına katılması ve Kızıl Ordu'nun ilerlemesi ile Alman ordusu gerilemeye başladı. Sovyet güçlerinin 23 Nisan 1945'te Berlin'e girmesi ile III. Reich'in yıkılacağı kesinleşmişti. İstila edilen Berlin'de; Hitler, eşi Eva Hitler(Eva Braun) ile yeraltı sığınağında (Führerbunker)[4] 30 Nisan 1945 günü intihar etti. Cesedi vasiyeti üzerine takipçileri tarafından yakıldı. 7 Mayıs 1945'te Alfred Jodl'ın imzaladığı teslim belgesiyle Nazi Almanyası tamamen yok oldu.


[right]Arif YAMAN[/right]