-‘Neler oluyor?’
Alperin sesi!
-‘Halit buradayım!’, diye bağırdım.
-‘Rüzgar gözlerimi açamıyorum!’, diye karşılık verdi.
Birden ışık sona erdi. Gözlerimizi açtığımızda kendimizi içeride bulduk. Binanın içerisine girmiştik, evet! Yaralılara yardım edecektik. Efsn dışarıda kaldı. Bana ilk iyileştirmeyi gerçekliştereceğini söyledi.
-‘Efsun’, diye bağırdım ve dışarıya koştum. Efsun yerde oturup soluk soluğa kalmıştı. Yanına koştum ve o gözlerini açtı. Sonra gözlerini açtı, ardıma baktı ve güldü. Anlamıyorum! Neye gülüyordu?
-‘Başardım’, dedi ve uzandı. Ardıma baktım... Bina sanki hiç yıkılmamış gibi! Patlattığımız duvar olduğu gibi yerinde! Camlar çerçeveler yerlerindeler! Heryerden şaşkın şaşkın bakan insanlar çıktı ortaya.
-‘Rüzgar...’ Alperin sesi. Yanımıza gelmişti.
-‘Alper? Bana bunun nasıl olduğunu açıklayabilirmisin?’, diye sordum ama Alper şaşkınlıkla Efsunu seyretmeye devam ediyordu.
-‘Kaç kişi yaralı’, dedim.
-‘Herkez... iyi. Herkez iyi. Yaralı yok’, dedi şaşkınlığına devam ederek. Diğerleride yanımıza gelmişti. Kimse ağzını açmaya cesaret edemiyordu. Yada kimse inanmaya cesaret edemiyorlardı.
-‘Biri bana artık neler olduğunu anlatsın! Kafayı yemek üzereyim!’, diye bağırdım. Efsun korktu ve hemen doğruldu.
-‘İnsanlar iyileşti. Bina eskisi gibi. Hepsi bu’, dedi.
-‘Efsun nasıl yaptın bunu! Bu şifacı işi mi? Her şifacı yapabilir mi? Nasıl geliştirdin güçlerini böyle?’
-‘Bilmiyorum!’, diye bağırdı.
-‘Tamam sakin ol! Hiçbirşey demedim.’
Efsun suskun suskun önüne bakmaya başladı.
-‘Tamam, sonra konuşalım’, dedim ve onu dinlenmesi için odasına götürdük.
-‘Meteor bölgesinde ne yapmak istiyorsun?’, diye sordu Efe Işığa.
-‘Merak ediyorum!’
-‘Ganimetleri mi, ortamı mı, yaratıkları mı...’
-‘Herşeyi! Anlattıklarını görmek istiyorum. Haritayı kendim çizmek istiyorum çünkü sen... pek iyi çizemiyorsun. Lütfen! Ayrıca ora ile ilgili sorularımıda sormuş olurum. Lütfen!’
-‘Peki. Sorun değil. Sormak istediklerini sormaya başlayabilirsin.’
-‘Teşkilat seni davet ettiğinde klanlar yoktu değil mi? O yılda klanlar Teşkilata karşı cephe almamıştı. Eğer İsmet bey seni davet etmiş olsaydı, ona katılma ihtimalin olacaktı değil mi?’
-‘Bilmiyorum. Ama şöyle ki klanlar Teşkilata karşı hala cephe almadılar. Öyle birşey söz konusu olsaydı sonradan ayrılırdım zaten. Klanların niyetlerini anladığım anda onlardan uzak durmaya karar vermem Teşkilatla pek bir alakası yok aslında. Arkadaşlarımın yakınlarını nasıl kaybettiklerini dinledim. Arkadaşlarımın nasıl yok olduklarını izledim. Buda yetmezmiş gibi klanlar güç gösterisi yapıp onların akıllarına giriyorlardı asker kazanmak için. Hepsinin ağzında ‘biz doğruyu görebiliyoruz’ lafı vardı. Şimdide klan parası var. Klanlar yeni tür silah ve zırh üretmeyi başarmışlar.’
-‘Ne işe yarıyorlar o silahlar?’
-‘Aslında o silahların efsunları ve maddeleri halka açık olan madenlerden geliyor. Satın almak isteyen klan parası ile satınalması şart koşuldu. Klan parasını ancak klan üyesi olup, karşı klanın üyesini öldürerek kazanabilirsin. Silahların savaşcıların daha hızlı hareket etmesini sağlıyor yada daha ağır ve güçlü vuruşlar yapmalarını sağlıyor.’
-‘Düşmanını öldürerek para kazanmak’, dedi Işık. ‘İlginç. Bir silahın fiyatı kaç?’
Efe güldü ve düşündü: ‘En son bir kaç binden bahsediliyordu.’
-‘Kellebaşı kaç ediyor?’
-‘Bir kaç lira. Üç... Beş...’, dedi Efe üzgün bir şekilde.
-‘Hatırlarsan Teşkilatta Fare adamlar içinde bir ara böyle bir yöntem uygulamıştı: ne kadar ölü yaratık, o kadar para.’
-‘Ben insanlardan bahsediyorum! Ayrıca yaratıkları sevmeye çalışan Arzın Çocuklarıda bu klan parası konusunu uyguladı!’
-‘Eşitliği sağlamışlar desene. Düşman yaratık yada insan demiyorlar en azından.’
-‘Bu olaylar seni hiç rahatsız etmiyor mu?’
-‘Beni sadece bu sorduğun soru rahatsız ediyor bu dünyada. Ben klan üyesi yada Teşkilat neferi değilim! Ben paralı asker yada görev aldığın bir komuta da değilim! Ben sadece Işığım ve bu savaşın hiçbir yerinde durmuyorum! Klanlar birbirlerini öldürsün para kazansın, Teşkilat yaratık avına çıksın avlasın yada avlansın... Anlamıyormusun Efe! Ben bu savaşa yada klan politikalarına inanmıyorum! Benim dünyam küçücük ve bilerek kimseyi yanıma almıyorum. Tek amacım hayatta kalmak ve buna mani olanı ortadan kaldırmak.’
-‘Kolay yolu seçmişsin. Yanlış anlama seni yargılamıyorum ama yorum yapmama izin ver lütfen. Hiçkimse sana doğru yada yanlış yaptığını söyleyemez, bu senin tercihin. Ama içimden bir ses klanlarla hemfikir olmamız mantık tesadüfü olduğunu söylüyor. Teşkilata olan nefretin ise...’
Işık yumruğunu masaya vurdu ve herkez bize bakıyordu.
-‘Ben kimseden nefret etmem!’, dedi yüksek bir tonla.
-‘Belli oluyor. Hadi bir soru daha sor.’
Işık biraz tereddüt ve sonra ‘Bana evini göster’, dedi.
-‘İyimisin’, dedim Efsuna.
-‘Yorgunum hala’, dedi.
-‘Hepimizi korkuttun ve aynı anda şaşırttın’, dedi Feriha.
-‘Bende bilmiyordum bu kadarını’, dedi Efsun.
-‘Geliştirmeyi düşünüyorsun değil mi bu gücü’, diye sordu Semih.
-‘Aslında bu güç beni çok korkutuyor. Tüm kudretimi harcıyor ama çok iyi bir iş çıkartıyor, kabul ediyorum. Ama yanlış değilsem bu kadarıyla yetinmeyecek bu. Yani sanki gücüm içime sığmıyor.’
-‘Peki ne yapacaksın bu duruma’, diye sordu Salih.
-‘Asıl Teşkilat ne yapacak bunu öğrendiklerinde’, dedi Fatma. ‘Bu güç çok güzel ve yararlı olabilir ama üzerine dikkat çektiğin için Teşkilat seni Eminönünü terketmeni isteyebilir. Meteor Bölgesi Eminönünden daha tehlikeli olduğuna göre orada daha çok tehlike altında olursun.’
-‘Seni korumanın yollarını bulmamız gerek’, dedi Halit.
-‘Hayır. Önce onların bu durumu nasıl farkettiklerini öğrenmemiz gerek’, dedi Fatma.
Halit şaşkınlıkla baktı, ‘onlar kim’ der gibi.
-‘Fare adamları! Bu onların ikinci saldırısı ve her ikisindede Efsun için buraya geldiler’, dedi Fatma.
-‘Doğru’, dedi Nur. ‘Ama bunu nasıl öğrenebiliriz ki?’
-‘Bir fikrim var aslında’, dedi Süleyman. ‘Fare adamlarından birini yakalayıp onu konuşturtabiliriz.’
-‘Saçmalama bu fikir çok...’, diye başladı Feriha ama Semih onun sözünü kesti.
-‘...mükemmel!’, dedi Semih. ‘Tek kaynağımız onlar! Onlardan başka saldıran yok bu yüzden bu fikir çok mantıklı!’
-‘O kadar kolay değil!’, dedi Sezgi. ‘Diyelim ki konuştu. Diyelim ki tüm Fare adamları bu durumu biliyor. Nasıl olurda diğer yaratıklara bu durumu anlatmazlar? İki kez geldiler ve başarısız oldular.’
-‘Ve üçüncü kez geldiklerinde yanlarında daha güçlü düşmanlarda olacaktır’, dedi Ahmet.
-‘Sorunun bu kadar büyük olduğunu hiç farketmemiştim’, dedi Efsun.
-‘Agah efendiye mi danışsak?’, diye sordu Alper. ‘Bize yardımcı olacağından eminim.’
-‘Önce kendimiz araştırmamız gerek bence’, dedi Işıl. ‘Teşkilat şuan Şifa Yurdu projesi ile meşgul. Dikkat çekmeden bunu yapmamız lazım.’
-‘Ben Fare adamlara gitmekte gönüllüyüm’, dedi Ahmet. ‘Bence içimizden beş kişi gitsin ve diğerleri Eminönünde kalsın. Burası güvende olması gerek. Her an ne olabilir bilmiyoruz.’
-‘Sen neden suskunsun’, diye sordu Efsun bana.
Ayağa kalktım.
-‘Benim ufak bir işim var. Onu almam gerek’, dedim.
-‘Efe’nin yanına mı gidiyorsun’, diye sordu Süleyman.
-‘Sahi o nerede’, dedi Işıl.
-‘Çınar altında şuan. Birazdan haber alıp gelir herhalde’, dedim
-‘Orada ne işi...’, demek istedi Yağmur ama lafını bitirmeden ayrıldım odadan. Demirci Rüsteme gitmem gerek! Neredeyse koşarak gittim yanına. Vardığımda nefes nefese kalmıştım.
-‘Dur bakalım evlat’, diye güldü bana. ‘Bu ne acele?’
-‘Benim şu emanet vardı hani?’
-‘Haa! Hatırladım. Dur bekle hemen getiriyorum’, dedi be eşyalarının arasında aradı silahı.
-‘Bak bakalım beğenecekmisin.’
Bana bir paket uzattı ve açtım. İçinde bir asaya benzeyen bir şey vardı. Gümüş ve altın renginde ve çok güzel parlıyordu.
-‘Nedir bu? Büyüleyecek kadar güzel’, dedim.
-‘Seni biraz daha merakta bırakmak istiyorum. Şifacı arkadaşına ver, o sana anlatır ne olduğunu. Dikkat et ama! Çok değerli ve pahalı bir silah bu! Güçlü şifacılara yakışır anca.’
-‘Merak etme’, dedim. ‘Bu şifacı gelmiş geçmiş en güçlü şifacı. Sende yakında farkına varırsın kime verdiğimi.’
-‘Şu saldırı hakkında herkez konuşuyor! Anlatsana evlat, neler oldu.’
-‘Fare adamlar üzerlerine patlayıcı bağlayıp Eminönünde bir binaya saldırıp kendilerini havaya uçurttular. O binada birisini öldürmeye çalışıyorlardı. Ama istihbaratları yanlıştı, hedef içeride değildi. Hepsini öldürmeyi başardık ama bina yıkılmıştı ve içeride ağır yaralılar vardı.’
-‘Eee! Sonra ne oldu evlat’, dedi Rüstem sabısız bir şekilde.
-‘Aradıkları hedef şifacı arkadaşımdı. Biz Fare adamları öldürüp içerideki insanları kurtarmak istedik fakat binanın kapısı yıkılmıştı ve giriş yoktu. Duvarlardan birini seçip saldırdık ve duvarı yıktık, içeriye girmek için. Şifacı arkadaşlarla beraber içeriye koştuk yaralıları kurtarmak için ama içlerinden biri dışarıda kaldı. Onu çağırırken tüm binayı bir ışık kapladı: arkadaşım yaralılarla beraber binayıda iyileştirmişti.’
-‘Bina ‘iyileşti’ mi?’, diye sordu Rüstem şaşkınlıkla.
-‘Hiç saldırıya uğramışa benzemiyor şuan. Saldırıdan önceki saniye gibi aynı şuan. Pencereler, duvarlar, içerideki insanlar... Ne yaptı tam olarak bilmiyoruz ama çok güçlü bir şifacıdır arkadaşım. Yaratıklar şuan onun peşinde.’
-‘Belki arkadaşın dahada fazlasını yapabilir.’
-‘Nasıl yani?’
-‘Belki sadece iyileştirme yapmamıştır... Annesi yada babası hakkında bilgin var mı?’
-‘Neden ki?’
-‘Onlar güçlüler ise çocuklarıda güçlü olur. Yada bir iksir içti... Yada mükemmel bir silahı vardı...’ Rüstem yüksek sesle düşünmeye başlamıştı.
-‘Efsunları o kadar çok değildi arkadaşımın. Silahı ise İnat Kıran. Başkada haberim yok. Bu silahı ona hediye edeceğim.’
-‘Bu elindeki silah ne kadar değerli farkında değilsin galiba!’
-‘Küstahlığımı bağışla Rüstem abi ama o da benim için çok değerli. Bu silahtan ve madenler için girdiğim zahmetlerden bile daha önemli.’
Rüstem gülmeye başladı ve elindeki kızgın demiri dövmeye devam etti.
-‘Hadi delikanlı kalabalık yapma. Yetiştirmem gereken çok silah var’, dedi.
-‘Tamam ama abi. Çok sağolasın. Sahi ben nerede çerçeve ve marangozluk aletleri satın alabilirim?’
-‘İşte burası. Bildiğin dört duvar, bildiğin kapı ve pencere, bildiğin çatı... Hiçbir özelliği yok’, dedi Efe.
-‘Acele etme. Biraz bakınayım’, dedi Işık.
-‘Ne bulmaya çalışıyorsun ki?’
-‘Seni anlatan bir şey mesela. Anladığım kadarıyla zo bir insan değilsin ama zor olmak istiyorsun. Ve etrafına baktığında insan hikayelerden bile daha çok öğrenebilir bazen.’
-‘Bu ne saçmalık şimdi?’
-‘Şimdi sen...’, diye başlamıştı Işık ama bir çocuğun sesi konuşmasını bölmüştü.
-‘Eminönü saldırıya uğradı! Eminönüne Fare adamlar saldırdı!’
Hemen dışarıya koştuk. Etrafda çocuğun sesini duyan herkez etrafına toplanmıştı.
-‘Çocuk! Anlat bize hemen!’, diye bağırdı içlerinden birisi.
-‘Fare adamlar üzerilerine patlayıcılarla bir binaya sarıldılar. Orada kendilerini patlattılar’, dedi çocuk.
-‘Ölü yada yaralı var mı peki?’, diye sordu Işık.
-‘Hayır!’, dedi çocuk. ‘Şifacılardan biri herkeze yetişti.’
-‘Hadi binayı onarmaya yardım edelim’, dedi bir başkası.
-‘Gerek yok! Bina onarıldı! Şifacı onu onardı!’
-‘Şifacı binayı mı onardı?’, diye sordu Işık.
-‘Yaptığı büyü bunu gerçekleştirdi.’
-‘Kalıbımı basarım bu Efsunun işi! Kaçmam gerek! Görüşürüz’, dedi Efe ve hemen Eminönüne koştu.
-‘Dur benide bekle!’, dedi Işık.
Efsunun odasına girdiğimde herşey darmadağında. Aslında burayada bir büyü yapsa fena olmazdı. Kıyafet dolabı, masası, sandalyesi, aynası ve yatağı vardı. Hepsi yıkılmış. Odada ne varsa hepsini dışarıya taşıdım ve yerleri sildim. Daha sonrada pencereleri yerinden söktüm. Efe gelmiş yanıma, geldiğini duymadım.
-‘Üzgünüm’, dedi ve başımı kaldırdım.
-‘Hoşgeldin. Fark etmedim’, dedim.
-‘Saldırıda sana... size yardım etmem gerekiyordu. Orada değildim. Kendi işlerim peşindeydim. Aptallık ettim. Aslında hiç ayrılmamam gerekiyordu yanınızdan.’
-‘Ne işin vardı ki?’
-‘Işığın yanındaydım. Konuşuyorduk.’
-‘Sadece konuşuyormuydunuz?’
-‘Başka ne olacaktı?’
-‘Bilmem. Sen söyle.’
-‘Bazı konuları konuşuyorduk ve Işık benimle beraber Meteor Bölgesine inmek istediğini söyledi. Ona rehberlik yapmamı istiyor’, dedi ve pencerelerde bana yardım etmeye başladı. ‘Ne yapıyoruz?’
-‘Bu odayı onarmam gerek. Efsun yıkmıştı bende onarıyorum.’
-‘Haa. Burayı o yıkmıştı değil mi?’
-‘Odamı gerek almak amacıyla onarıyorum.’
-‘Ata gerçekten bugün...’
-‘Efsunun ne yaptığını biliyorsun değil mi? Koca bir bina ve içindekiler! Sen bugün yanımda olsaydın o bina hiç yıkılmazdı belki. Bunun cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama sen bugün orada olsaydın belkide Efsun bu büyüyü hiç yapamayacaktı. Yani herşey iyiye gitti. Merak etme.’
-‘Bazan Efsuna çok değer verdiğini düşünüyorum.’
-‘Veriyorum tabi.’
-‘Hayır Ata. Çok diyorsam yani... hani şey gibi’, dedi Efe çekinerek.
-‘Öyle birşey yok. Hem sen Işığın teklifini neden kabul ettin?’
Efe derin bir nefes aldı ve başını yere eğdi.
-‘Ata ben bugün ona birşey çiziyordum. Ona Meteor Bölgesini anlatırken oraların haritasını çiziyordum. Ve galiba Işık farkına vardı ki çünkü doğru dürüst bir çizgi bile çekemedim.’
-‘Neyin farkına vardı Efe?’
-‘Ben... okumayı ve yazmayı... bilmiyorum Ata.’
Rüzgar elindeki sandalyeyi bıraktı ve Efe’ye baktı. Şaka yaptığını zannediyordu ama Efe’nin yüz ifadesinden belliydi ki bu bir şaka değildi.
-‘Farkettiyse bile ayıp etmemiş’, dedim. ‘Ona Şifa Yurdundan bahsettin mi?’
-‘Bahsetmedim ama kendisi sordu bana. Niye? Gizli mi kalması gerek?’
-‘O nereden bilebilir ki bunu? Neyse! Efe bugünkü saldırı ve dün olanlar Şifa Yurdu için değilmiş. Fare adamlar Efsunu istiyorlar.’
-‘Peki ama neden?’
-‘İnan bunu hiçkimse bilmiyor. Efsun dahil.’
-‘Fare adamlar belli ki biliyorlar’, dedi Efe.
-‘Ahmet Fare adamlarından birini yakalayıp konuşturtmayı teklif etti. İçimizden beş kişi gidecek oraya, Ahmet dahil.’
-‘Bende tabi ki!’
-‘Ben gitmiyorum. Hem burayı onarmam gerek hem Eminönüne tekrar saldırılırsa burada yardım etmiş olurum. Işık nasıl öğrendi Şifa Yurdunu?’
-‘Haberim yok. Sorarım sonra.’
-‘Sen iskeleye, Fare adamların yanına gitmek istiyorsun ama Meteor Bölgesine gidecektin hani?’
Efe durdu, biraz düşündü ve güldü.
-‘Aklıma bir fikir geldi! Bekle beni burada hemen döneceğim!’
Efe dışarıya doğru koştu ve Işığı Jandarmaların yanında buldu.
-‘Ne bu telaş?’, diye sordu Işık.
-‘Sen benimle iskeleye gel, ben sana Meteor Bölgesini göstereyim’, dedi Efe.