Bir İstanbul Efsanesi II. Bölüm
Tarihini tam hatırlayamadığım o kara gün yine gelmişti aklıma.Bir oğlum vardı.Canımdan çok sevdiğim bir oğlum...O kara günde kaçırmışlar, koparmışlardı oğlumu benden.
Günlerden pazardı.Yine gazetemi ve ekmeğimi alıp eve gelmiştim.Eşim ve oğlumla güzel bir kahvaltı yapıp Eminönü sahilinde dolaşmaya çıkmıştık.Sahilde balıkçılar oltalarını atıp balıklarını tutarken bizde bir bankın üzerinde oturmuş denizi seyredalmıştık.Hava biraz sertti, rüzgar vardı.Birden oğlumun üşüdüğünü gördüm ve üzerimdeki hırkayı çıkarıp ona verdim.Onu sımsıkı kavradım üşümesin diye.Sanki ayrılıktan haberdarmışım gibi sımsıkı sardım onu...
Oğlum bir nebzede olsa ısınmıştı.Eşimle sohbet ederken birden hava iyice sertleşti.Rüzgar şiddetini artırdı.Dalgalar hırçınca karaya vurmaya başladı.Kalkma vaktinin geldiğini düşündüm ve "Haydi artık kalkalım." dedim.Kalkıp sahil kenarından eve doğru yürümeye başladık.Birden müthiş bir kalabalık gözüme çarptı."Ne oluyor orada?" diye sormaya başladım kendime.Ne olup bittiğini anlayamamıştım.Bir kadın yerde kanlar içinde yatıyordu.Ona yardım etmek istedim.Askerde sıhhıyeci olduğumdan biraz bilgim vardı bu konuda.Hemen kadının baş ucuna geldim.Önce etrafındaki kalabalığı dağıttım.Kadının bileğinde yarıklar vardı.Tam 3 tane...Hemen cebimden çıkardığım kağıt peçetelerle kanamayı durdurmaya çalıştım.Daha fazla kan kaybetmesini önlemek için bileğini ip ile bağladım.Kadın kendinde değildi baygın haldeydi.Hemen doktora gö türülmesi gerektiğini söyledim.Apar topar kadın 86 model bir arabaya konulup gö türüldü.Tüm bunlar yaşanırken oğlumu ve eşimi unutmuştum.Arkamı döndüğümde eşimin feryadını duydum.Eşim yeri göğü inleten bir fizahla bağırıyordu.Eşimin ve oğlumun etrafını 3 adam sarmıştı.Yüzleri maskeli 3 adam...Hemen nefes nefese oraya koşmaya çalıştım.Adamlar eşimini tekme tokat dövmeye başladılar.Eşim aldığı darbelerle yere yığıldı kaldı.Ben ciğerlerimdeki nefesin tükenmesine rağmen hala onlara doğru koşuyordum.Adamlar oğlumu bir arabaya atıp hızla uzaklaştılar.O anda ne yapacağımı bilemedim.O kadar kötü olmuştumki.Oğlumamı koşmalıyım, yerde yatan karıma mı yardım etmeliyim, yoksa hala nefessiz durumdaki ciğerlerime oksijen mi çekmeliyim?Bütün bunların arasında kalakaldım.Birden başım döndü, etraf karardı, hiçbirşey görmüyordum ve olduğum yere yığıldım kaldım...
Gözlerimi açtığımda bir hemşire başucumda bekliyordu.Bir an herşeyin rüya olmasını diledim tanrıdan.Kendime gelir gelmez oğlum ve karımı sordum hemşireye."Karınız iyi ama oğlunuzu buraya getirmediler bilmiyorum." dedi.Tüm dünyam yıkılmıştı başıma.O an sanki başımdan aşağı kaynar sular döküldü, sanki yaşamanın artık bir anlamı yokmuş gibi geldi bana.Kendimi öldürmek istiyordum.Kendimi öldürebileceğim bir nesne aradım etrafımda.Ama o kadar yorgundumki yerimden kalkacak halim yoktu.Yerimden kalkacak olsam sanki büyük bir bina üstüme yıkılacaktı...
Sonunda bir gayretle ayağa kalktım.Eşimin nerede olduğunu sordum.333 nolu odada olduğunu söylediler.Hemen o odaya yöneldim.Eşim henüz kendine gelmemişti.Gidip başucuna oturmak istedim.Ama buna nedense cesaret edemedim.Oğlumu bulmak istiyordum.Ne yapmalıydım şimdi?
Eşim yaklaşık yarım saat sonra kendine geldi.Onuda alıp hastaneden çıkıp eve geldim.Eşimi eve bırakıp karakola gittim.Oradakilere çocuğumun kaçırıldığını ve kimin kaçırdığı hakkında en ufak bir bilgimin olmadığını söyledim.Bunları anlatırken üzüntümden kalbim duracak gibi oldu.Polis memurları sakin olmam ve onlara güvenmem gerektiğini söyledi.Birde oğlumu bulacakları sözünü verdiler.Bu sözler beni tatmin etmemişti haliyle.Eve döndüm.Eşim salonda koltuğun üstüne oturmuş sessizce gözyaşı dökerken bende çaresizce diğer koltuğa oturdum ve beklemeye başladım.Bir umut vardı içimde.Bu umut uzun yıllar sürecek ama gerçekleşmeyecek umuttu...
Oğlumun kaçırılmasının üzerinden tam 15 yıl geçmişti.Kendimi içkiye vurmuştum.Yemekten içmekten iyice kesilmiştim.Eşim beni terk etmiş gitmişti.Acınacak haldeydim ama bana acıyanlara kızıyordum.Onları yanımdan kovuyordum.Artık ak sakallı bir dedeydim.Nihayetinde eskisi gibi işlerimi yapamaz oldum.Sonra borçlarım yüzünden evimden oldum.Sokaklara düştüm.Bir emekli maaşım vardı.Onunlada anca karnımı doyurabiliyordum.Hergün kahvehaneye gidiyordum.Ocakçıdan bir çay isteyip öylece oturuyordum.Çaya hiç dokunamıyordum..Çünkü dokunacak olursam eski anıların canlanacağını biliyordum."Oğlumlada böyle oturup karşılıklı çay içer sohbet ederdik."Kahvehaneden kalkıp gece olduğunda hep aynı yere giderdim.Deniz fenerine...Onun altına oturup denizi seyrederdim hergün, hergece.Onun altında anılar canlanırdı.Ağlardım...Bir şarap şişesi açar kafama dikerdim.Dertlerimden arınmamın tek yolu buydu artık.
Yine birgün deniz fenerinin altındaydım.Herzamanki gibi oğlumu hatırladım.Kimin kaçırdığını sormaya başladım kendi kendime.O günü hatırladım.O kara günü...Birden arkamdan birinin yaklaştığını gördüm.İçimden "Azrail canımı almaya gelmiştir inşallah." dedim.Arkamı döndüğümde gelenin Azrail değil mahalleye yeni taşınan delikanlının olduğunu gördüm.
Agah Bey>>Neden beni sürekli takip ediyorsun??
Hasan Bey>>Ne yapıyorsun burada?
Agah Bey>>Oğlumu arıyorum.
Hasan Bey>>Oğlunu mu?
Agah Bey>>Evet oğlumu...
Bir İstanbul Efsanesi II. Bölüm Sonu.
Devamı Gelecek...! Okuduğunuz İçin Sonsuz Teşekkürler..!Yorumlarınızı esirgemeyiniz lütfen..