Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Tüm İKV oyuncularının ortak paylaşım alanı
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü

Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Mesaj gönderen Retaliation »

Selamlar.

Ölü toprağının üzerine çöktüğü oyunumuza biz de Gorgar bıraktıktan sonra Muhammed (Plafect00) dostumla son bir şey sergilemek, tabiri caizse ölünün üzerine toprak atmadan evvel son kez şok tedavisi uygulamaya karar verdik. Daha doğrusu yarım kalan hikayeyi, kendi hayal gücümüzle yazarak sizlerin beğenisine sunmak istedik.

Sizin de kürekleriniz hazırsa keyifli okumalar dileriz.

Bölüm 1


Büyücü, engin Karaköy’ün dar sokaklarında aheste aheste ilerliyordu. Samyeli suratını lanet edilmiş bir tükürük gibi ona püskürüyordu, kaygılıydı. Yüzündeki ağır matem bunun kanıtıydı. Öyle ya, ağır ağır ilerlediği Bankalar Caddesi’nde dahi nedamet dolu geçmişi onu bir kanun adamı gibi kovalıyordu. Bu yüzden sürekli arkasına bakıyor, alnından Kasım ayının soğukluğuna rağmen boncuk boncuk ter akıyor, elleri titriyordu. Aklının odalarına hapsettiği, daha doğrusu etmeye çalıştığı her şey firar ediyor ve bunun bedelini ona pişmanlık prangaları vurarak ödetmek istiyordu.

Her gece gördüğü kâbuslar boşuna değildi. İrkilerek uyanırdı büyücü. “Onlar” derdi, “Onlar, gene kazanamadılar...” Yalnız yaşıyordu, zaten kimse onunla yaşayamazdı, korkardı. Korktuğu bir kabus görerek uyanan adam değil de, uyanıp söylendikten sonra yatmaya devam eden ve ertesi sabaha hiçbir şeyi hatırlamayan adam olurdu. Şikayet edenler olurdu, o umursamazdı. Zaten hiçbir şeyi umursamazdı! Geride ne cesetler, ne leşler, ne ırklar bırakmıştı... Onun süredir yaptığı tek şey savaşmaktı. Yalnızca savaş...

Henüz 25’inde kırlaşmaya başlamış dağınık saçları gözünün önünü kapatsa da caddede ezbere bildiği yollardan şaşmayarak devam ediyordu. Artık pek bir şey hissettiği söylenemezdi, boş vermişlik dışında.

Güdümlü Balon’a çoktan varmıştı bile. Burası onun müptelası olduğu yerdi. Kendisi ve kendisi gibi olan her müptezelin ana yurdu olmaya başlamıştı burası. Büyücü her buraya gelişinde kapının birkaç metre gerisinde durarak ihtişamına kapıldığı balona yükselen kuleyi seyre dalardı. Beyninin içini kemiren erg safsatası ona uyarıcı sinyaller vermiyor olsa yağmur bekleyen bitki gibi orada durabilirdi. Ancak peşini bir türlü bırakmıyordu. Şu sıralar etkisi hafiflemiş gibiydi. Muhtemelen sebebi Derviş Hasan’ın onun sırtını sıvazlamasıydı. Ne kudretli kişiydi şu Derviş! Elinden hatta dilinden bile şifa akardı.

Merdivenleri tek solukta çıkmıştı büyücü. Yüzü beton gibiydi, beti benzi atmıştı. Karakadın onun bu halini görünce her şeyi anlamıştı. Belli ki erg alacaktı. Yorum yapmadı. Onun bu çöküşü karşısında ne dese fuzuli olacağını bildiği için boş odalardan birini gösterdi.

“Günlük dozajın 1 saat” diyebildi. Sözlerinde acıma vardı. Buraya uğrayan her nefer için üzülürdü ama büyücü için ayrı bir kaygı hissederdi. Ne de olsa o büyücü sayesinde Tahtakale’ye transtitör, tünel jetonu, iletken kablo ve direnç rezistörü ticareti yaparak servetine servet eklemişti. Büyücü’nün gözünde o ve Işık birbirinden farksız karaborsaya hâkim suikastçi kimselerdi. İkisi de parasına bakardı.

Büyücü her şeyi aklından silmek istiyordu. Odadaki yatağa b.k çuvalı gibi attı kendisini. Dışarıda arta kalan son fare adamlar direniyor. Düne kadar Karaköy’de kedi rolüne bürünmüş Teşkilat, Hakir’in ölümü ile kaplan kesilmişti. Bombaların ritmi hem gönülleri hem de canları birer birer kıyamet dünyasından siliyordu. İşte büyücünün kederi bunları hatırlamasıyla başlıyordu. Erg dolu tüpün vanasını kavradı ve hızla açmaya başladı. Gözlerinin altı kızarmaya başlamış ve çatlaklar oluşmuştu. Ağzına götürdüğü maskedeki ergin kokusuz ve tatsız aromasını aldı. Taze sayılırdı. En son kullanılalı bir buçuk saatten fazla olamazdı. Bu tat, bedbaht kalbine bir kurşun gibi saplandı. Vanaya hızla asıldı, sanki koparacak gibiydi. Tüpten gelen ‘tıs’ sesi eşliğinde duman hızla hortumdan salınarak maskeye ulaştı. O anda büyücü derin bir huzura kavuştu. Göz kapakları ağır ağır kapanmaya başladı. Yavaşça… Hoyrat ama zararsızca bir dürtü beynini okşamaya başladı. Hatırladı… o hatırlamamak istediği geçmişini hatırlamaya başladı. Ve kabusları, G.R.C’deki anı enjektörlerindeki duygular gibi kapalı gözlerinin önüne düşmeye başladı.
Resim
Kullanıcı avatarı
BayTerapi
Mebrure'nin Adamı
Mebrure'nin Adamı
Mesajlar: 2651
Kayıt: 02 Nis 2016 22:16
Sunucu: Karaköy
Lonca: Ghosts Of Anatolia

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Mesaj gönderen BayTerapi »

Furkan ve Muhammed ellerinize, emeğinize sağlık. Çok güzel bir başlangıç, bu oyunu ayakta tutmak lazım, en azından hikaye bakımından.
kedi
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Mesaj gönderen Retaliation »

BayTerapi yazdı: 19 Kas 2018 19:16 Furkan ve Muhammed ellerinize, emeğinize sağlık. Çok güzel bir başlangıç, bu oyunu ayakta tutmak lazım, en azından hikaye bakımından.
Teşekkürler Murat.
Resim
Plafect00
Çınaraltı Müdavimi
Çınaraltı Müdavimi
Mesajlar: 879
Kayıt: 11 Mar 2017 15:14
Sunucu: Eminönü
Lonca: Gizit

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Mesaj gönderen Plafect00 »

BayTerapi yazdı: 19 Kas 2018 19:16 Furkan ve Muhammed ellerinize, emeğinize sağlık. Çok güzel bir başlangıç, bu oyunu ayakta tutmak lazım, en azından hikaye bakımından.
Öyle bir iddiamız yok elbet, o bize düşmez. Okuyanların zevk alması benim için kâfi. :)
ERG

Erg, insanı ele geçirebilen çok tehlikeli bir güçtür. Şimdi görüyorum ki para ondan da betermiş.

Fazıl SARRAFOĞLU
Kullanıcı avatarı
bass1666
Şarapçı'nın Sırdaşı
Şarapçı'nın Sırdaşı
Mesajlar: 96
Kayıt: 27 Haz 2012 12:59
Sunucu: Eminönü
Klan: Lodos

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Mesaj gönderen bass1666 »

Kitap okumayı seven biri olarak konunun ikv olduğu bir hikaye elbette çok hoşuma gitti. Emeğinize sağlık, devamını bekleriz.
Bykayserı
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Mesaj gönderen Retaliation »

Bölüm 2


Alınan onca günahsız can, masum kişiler, biçare ırklar… Hepsi gece karanlığı gibi üzerine çöküyordu. Philotheos gibi ölümsüz ölüyü bile öldürmenin pişmanlığını nereden bilecekti ki geleceğinde? Gerçekleri de Genç Bilgililer lideri Doktor Recai’den öğrenmişti. Boşa kendisini tehlikeye attığı Taş kanat operasyonları, fare köy arayışları… Hele ki insanlardan uzak kalmayı tercih eden Meranlara karşı açılmış o savaş vardır ki aslında her şey bir kenara olayların başı buradır. Ne olduğu belirsiz bir kişi telefondan ona onca zahmet çektirmiş ve emellerine ulaşmıştı. Sonunda bizim büyücü onu da hakkı rahmetine kavuştursa da gerisinde Stuart Efendi, Semiha Hanım, Gaffar hatta İfliss gibi sayısız masum kişiler onun aptal gazabının kurbanı olmuşlardı. Sonunda o da, erg vesilesi ile delirmeye başlamış ve yaptıklarının bedelini ödemeye başlamıştı. Ancak hesap günü gelmişti onun için. Bir vicdan mahkemesinden farksız olan bu kâbusta, her şey ona karabasan gibi çöküyordu. Gencecik yaşta en az 50 yaş yaşlanan, geçmişini bilmeyen bu adam için ne kötü olaylar idi. Ah şu bir saat nasıl geçecekti? Çırpınsa da debelense de uyanamadığı kâbusundan nasıl sıyrılıp refaha kavuşacaktı?

Gaffar’ı görüyordu kâbusunda. Ona doğru yürüyordu. Onun yanında bir elini kalçasına dayamış, diğer eliyle avucunun içerisinden ateş topu çıkartan Semiha’yı, arkadan ağır bir şekilde tekerlekli sandalyeyle gelen Stuart Efendi’yi görünce düşünde dizlerinin bağı çözülmüştü. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Reelde de yatağa uzanmış bedeninin kapalı gözlerinden yaşlar süzülmekteydi. Hatta bağrına taş basar derler ya, iki kolunu bağrına öyle kapatmıştı ki deyimi fiile dökmüş gibiydi. Gaffar kendisine yaklaşıp omzuna dokunuyordu. Yaşlı gözleriyle kafasını kaldırıp ona baktığında Gaffar’ın o ifadesiz suratını görüyor ve utancından bakışlarını başka yöne çekiyordu.

“Tasalanma” diyordu Gaffar. O bilindik kalın ses tonunu ne zaman duysa tüyleri ürperirdi büyücünün. “Bu da Tanrı’nın bir cilvesidir. Sorgulamaya kalkışmayasın yoksa hata edersin.” Dedikten sonra büyücünün dokunduğu omuza iki kez yavaşça vurdu. Hatta Teşkilat’ın kendisine verdiği apoletlerin söküldüğü yerde dahi parmaklarını gezdirdi. Gözyaşları sel olmuş büyücünün titremesi ve hıçkırması devam ederken Gaffar, birkaç adım atarak onu gerisinde bıraktı. Semiha ve Stuart da peşinden geliyordu. Bilinmez aydınlık bir ışığa doğru üçü yol alırken Gaffar duraksadı.

“Onlar… Gene kazanamadılar!” dedi ve suratında çarpık bir gülümseme oluştu. Ardından ışığına doğru giderek gözden kayboldu.

“Onlar… Gene kazanamadılar!” diye bağırarak kendisine geldi büyücü. Sesi öyle şiddetliydi ki, Karakadın dâhil tüm balon sakinleri odasına üşüşmüştü. Herkesin o şaşkın ifadeleri karşısında arsız bir durumda yakalanmış gibi bakan büyücü kendi kendisine söylenmiş olduğunu anlamıştı. Genelde inkâr ederdi ama bu sefer anlamıştı. Karakadın’ın ona acıyarak bakarak kafasını sağa sola sallamasını görünce bir an için kendi içi burkuldu. Akabinde herkes her şeyin iyi olduğunu görünce dağıldı ama Karakadın hâlâ oradaydı. Kollarını tatlı göğüslerinin önünde birleştirmiş şimdi kederli bir gülümseme ile ona bakmaktaydı.

Bir saatlik erg terapisi bitmişti. Daha doğrusu kâbus son bulmuştu. Şimdi büyücü ile Karakadın cam kenarı bir masada oturmuş ve karşılıklı Türk kahvelerini yudumlamaktaydılar. Karakadın, hâlâ o zavallı bakışlarıyla büyücü sezmekteydi ve büyücü de bunu fark etmişti. Ancak çıtını çıkartmıyordu çünkü takati kalmamış gibiydi. Gördükleriyle sanki güllelerle dayak yemiş gibi bir acıyı bedeninin her yanında hissediyordu. Bu sessizliklerini ona acıyan Karakadın bozdu.

“Erg’e olan ilgini zayıflatman gerekiyor… Belki dozajını düşürebiliriz.” Demişti umutla.

Büyücü ihtiyatlı bakışlarıyla dışarıda Teşkilat neferlerine direnen bir bombacıyı seyrediyordu. Bir süre soruya yanıt vermedi. Sonunda o kederle karışık, iç dağlayıcı kalın ses tonuyla konuştu: “Nasıl yapabilirim, nasıl vazgeçebilirim anlatsana."

“Bilmiyorum ama seni kötü görmek hoşuma gitmiyor.”

Büyücünün o dalgın bakışları bir anda kadına döndü. Kendisini düşünen onca meraklı gözleri anımsadı. Hepsi de Arzuhalci’nin ekibindendi. Işık, Yasemin… Yasemin! Kıyamete karşı gelen o nadide çiçek! O uzun esmer saçları, ay gibi yüzü, ve minicik burnuyla hayallerin kadını! Onu görmeyeli kaç ay olmuştu? En son Karaköy’e gitmeden önce görüşmüştü onunla büyücü. Zaten büyücüye de Karaköy’e gitmesi için o dil döküp ikna etmişti. Şimdilerde onu görse içinde gizleyemediği sevgiyle kucaklamak isterdi. Nihayetinde bu hüzünlü sevgi yerini kelimelere bıraktı: “Başıma neler geldiğini pekâlâ biliyorsun. Üzgünüm ama tiryakisi olduğum tek şey bu meymenetsiz duman. Tanrı belasını kaldırsın, nereden bulaştım bu işe!”

Karakadın “Mirza” dedi ve elini büyücünün eline uzatarak tuttu. Mirza şaşırmıştı. “Kıyamette herkes acı çeker. Lütfen kendini bu kadar kötüleme.”

“Anlamıyorsun. Ben çok ceset gördüm. Masum da gaddar da.”

“Seni anlıyorum…” Aklına bir şey gelmişçesine güldü. “Bak sana ne diyeceğim. Tahtakale’den bir müşterim yine dirence ihtiyacı olduğunu söylüyor, mangırı da epey fazla. Gel yapalım şu işi hem kafan dağılır.”

Mirza çıkışarak ayağa kalktı. “Başlarım dirence be! Zor ölüyor o şerefsizler. Bir de hepsinden çıkmıyor ki!” dedi ve restoranın kapısına yöneldi. Kapıyı açtı ve hızla kapattı.

Karakadın arkasından gülümseyerek baktı. İstediği şey buydu ve olmuştu. Ne zaman kendisine böyle meşakkatli işler teklif etse günlerdir buraya uğramayacağını bildiği için onu bir süreliğine uzaklaştırmak adına küçük bir beyaz yalan söylemişti. Gözlerinin içerisinde ufak bir zafer pırıltısı belirdi. Gülüşü kulaklarına kadar varıyordu. Acaba iyi mi etmişti kötü mü? Cevabını bilemediği esrarlı sorusu karşısında pencereden Mirza’ya baktı. Mirza, kule önünde birkaç saniye durmuş kafasını sağa sola çevirerek bakınıyordu. En sonunda sola, yani Teşkilat kalesine doğru yürümeye başlamıştı. Karakadın penceresinin perdesini çekti ve işine geri döndü.
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Mesaj gönderen Retaliation »

Bölüm 3


Mirza, Teşkilat kalesinin önünde durmuş ve kederli bakışlarıyla Arap Cami’ne bakmaktaydı. Derviş Hasan acep ne yapıyordu orada? Bir de biri daha vardı orada… Gerçi yanına şimdi uğrayamazdı ya, çünkü o kişi elini eteğini dünya malından çekip tasavvufa yönelmiş, muhterem bir zat olmuştu. Mirza sırf bu yüzden çemkiren bir gülümseme ile acıyla yâd ettiği o yere son kez bakabilmişti.

Kaleden içeri girdiğinde tüm askerler hazır ola geçmişti. Hepsi tek ellerini alınlarına götürmüş selam duruyorlardı. Mirza’nın umurunda değildi bu. Teşkilat riyakârdı, sizi başıboş bırakan, sizi ‘p.ç’ ilan eden hayırlara vesile bir kurumdu. Bu yüzden herkesi gerisinde bırakarak gıcırdayan rıhtıma yöneldi. Orada daima hazır duran kayığa atladı. İki elinin ayasına tükürdü ve besmele çekti. Balıkçı İdris’in her balığa çıktığında söylediği ‘vira bismillah’ sözü dudaklarından gayriihtiyari bir şekilde döküldü. Yavaş yavaş maviliğin üzerinde kıyametin ilk tanıklarının ‘harim-i ismet topraklar’ olarak kabul ettiği Eminönü’ne dokuz ay sonra geri dönüyordu, hem de temelli bir şekilde! İçinde bir burukluk vardı ama eski ahbaplarını da epey özlemişti. Üstadı Arzuhalci, koruyup sakındığı Işık’ı, sevdalı dostu Yasemin’i ve hatta sırdaşı olduğu Şarapçıyı dahi! Hatta karaya ayak bastığında uğrayacağı insanlar sıralamasında ilk başlarda çekiyordu Şarapçı. İçindeki bu tuhaf, belirsiz ıstırabı ancak onunla karşılıklı mehtaba doğru içerken giderebilirdi.

Karaya ayak bastığında akşam çoktan çökmüştü. Mirza’nın gözleri hemen iskeleye yönelmiş ama aradığı o ‘nadide çiçeğini’ bulamamıştı. Saat geç olmuştu tabi, kızcağız demir atacak değildi ya! Hem Mirza acelesinin olmadığını da biliyordu. Uzaklaştığı, iyice uzaklaştığı güzelliğe geri dönmek için dokuz ay sabretmiş, bir gün çok mu gelecekti ona. Ve sırf bu yüzden ağır, aheste yürüyüşünü kasalara sırtını vererek mahmur bakışlarıyla yıldızları inceleyen şarapçıya yönlendirmişti.

“Ve sonra…” diyerek mahur bestesini uğuldar gibi söylüyordu Şarapçı. Mirza’nın geldiğini görmemişti. Dikkatini çekebilmesi için Mirza, hemen yanındaki kasaya kuruluvermiş, Şarapçının yanına stokladığı şaraplardan birine uzanarak kısa bir çeviklikle mantar tıpayı açmıştı. ‘Pat’ diye konfeti gibi patlayarak geceye küçük bir alkol gösterisi sunmuştu büyücü Mirza. Şarapçı irkilerek yanına dönmüştü. Bir ‘Ha…’ dedi kalın uyuşuk tonuyla. Yanında pişmiş kelle gibi sırıtan Mirza’yı görünce yüzü aydınlandı.

“Vay… Kimleri görüyorum!”

“Nasılsın gecelerin bekçisi? Özledin mi bakalım sırdaşını.”

“Özlemez olur muyum?” Şarapçı sahiden de ayağa kalkıp Mirza’ya sarılacaktı. Ancak kısa sürmeden ekledi. “Ne oldu, yeni macerana açtığın yelken kısa mı sürdü?”

Mirza şaraptan uzun bir yudum aldı. Öyle ki, şişenin neredeyse yarısına geldi. “Tam tersi. İşim çoktan bitti. Bitti ama…” Amanın devamı gelmedi.

Şarapçı parıldayan gözleriyle onu süzdü ve içinde o tamamlayamadığı acıyı empati kurar gibi hissetmiş oldu. “Bir şeyler yine ters gitmiş be aslanım?”

Mirza şarabından yine uzun bir yudum aldı. Şişe şimdi neredeyse dibini çekiyordu. “Her şey ters gidiyor be sırdaş. Şu a.... kodumun dünyasında ne düz gitti bizim için.”

Şarapçı anlamışçasına çarpık bir gülümseme ile ağzının yarısıyla konuştu. “Gene hangi masumun canını yaktın. Yoksa içindeki ateşe odun mu atıldı da harlandı böyle?”

Mirza’nın gözü dehşetle Şarapçıya döndü. Elin ayyaşı bile bu kafayla bunu tahmin edebiliyorsa vay olsun onun bednam talihine. Bunun üzerine ağırca yine şişesine döndü ve son yudumunu alarak da biten şişeyi dalgalı denize fırlattı. ‘Cumbuldop’ diye bir ses yükseldi. Dalgalar köpekbalığı gibi şişeyi anı dakikada yok etmişti. Elinin tersiyle ağzını siliyordu. Şarapçı şevkle konuşması için ona bakıyordu. Bunu fark eden Mirza derin bir soluk aldı ve verdi. “Kenan’ı hatırlıyor musun? Bir de onun yanındaki teknisyen Zahir’i.”

Adam şiddetle başını onaylarcasına sallamıştı. “Evet, evet! Zaten onları sana ben anlatmıştım.”

“İşte o teknisyenin kızı ile tanıştım.” Mirza’nın gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. “O… O… O kadar masum ki, hiçbir şeyi bilmiyor. Babasını hala hain olarak biliyor garip. Ben… Ben ona yardım ettim. Bilmiyor ki kendisine yardım eden kişinin babasının ecelini getiren Azrail kılıklı adam olduğunu.”

Şarapçı, Mirza’nın omuzunu sıvazladı. “Tasalanma, bu da Tanrı’nın bir cilvesidir.” Demişti.

Mirza irkilerek geriledi. Bu sözlerin tıpatıp aynısını Erg seansında gördüğü Gaffar’dan işitmişti. Devamını hatırladı. “Sorgulamaya kalkışma hata edersin” O da sorgulamadı, zaten neticede Şarapçı da eski bir Beyaz Büyücü’ydü. Belki aralarında sıkça geçen bir teselli tümcesiydi bu. Ancak şimdi yaptığı irkinti ile Şarapçıyı tedirgin etmişti. Yüzünde sahte bir gülümseme oldu. Ayağa kalktı. Üzerlerinde beceriksizce ‘Kalecik Karası’ yazan şarapları gözüne kestirdi. Kasaları Şarapçıya kendi getirmişti ve neredeyse iki sene olmuştu. Hiç dokunulmamıştı. Kasalara yöneldi ve elindeki Halley asası ile kasayı özenle açarak içinden bir tane aldı. Gülümseyerek Şarapçının yanına geri döndü.

“Kalecik Karalarını mezara mı götüreceksin be adam!” dedi latife ederek.

Şarapçı onun bu güler yüzünü görünce kadeh kaldırdı. Şişelerini tokalaştırdılar. “Gül ki ayakta kalasın aslanım, en az senin kadar benim de içimi yakan şeyler var, biliyorsun.” Şarapçı imalı bakışla Mirza’ya baktı.

Mirza kafasını ağırca sallayarak onayladı. “Belki dost olmasak da fare adamların ırkının geleceğine son verdim ve Gizit lideri Generali öldürdüm.” Aklına bir anda düşmüşçesine sözlerine devam etti. “Hani bana demiştin ya: ‘Yarın ufuk grimsi pembe olur belki, pembemsi griden iyidir her şekilde’ diye; işte sırdaşım, grimsi hülyalarla âmâ gözler, ufukta matem havası yaratan grinin belirsizliğini göğe teslim etti. Ancak ne bir şey eksildi ne de fazlası kaldı. Ama… Ama… Bir düşman da olsa saygılı dövüşümüz ve ölümü beni sarstı be Şarapçı!”

Şarapçı yorum yapmadan fondip yaparak şişesinin tamamını bitirdi.

“Ölürken son defa su istedi benden. Gözü ufukta can verdi. O andan sonra hiçbir fare adam bana saldırmadı ve onun başına gitti. Son emriyle Eminönü bombalatacaktı da gene vicdanımız rahat etmedi ve mani olduk ama acıdığımız bu halkın başındaki Teşkilat bizi kullanarak kenara atmaktan başka hiçbir şey yaptığı yok!” Mirza giderek hiddetlenmişti.

Şarapçı ona manasız gözlerle bakmaktaydı. Onu anlıyor ama yorum yapamıyordu. Onun çektiği bu ıstırabı biliyor ama sözleriyle tasdikleyemiyordu.

Genç büyücü yaşına rağmen gördüğü onca şeyle en az Şarapçı kadar yaşlandığı için olsa gerek, Şarapçı en çok onunla konuşuyordu. Şimdi Mirza hararetli dalgaları seyre dalmış, sesi kulaklarını tırmalarken bir yandan da öfkesine hâkim olamayarak kendi kendine bir şeyler söyleniyordu.

Nihayetinde o da elindeki Kalecik Karasını bitirdi. Hızla ayağa kalkarak açtığı kasadan yeni bir taneye uzandı. Mantar tıpayı açarak sırtını döndüğü Şarapçıya: “Bunlar harbiden mezara mı götüreceksin be. Böyle güzel şeyler yıllandıkça güzelleşiyor eyvallah da, biz yaşlanınca yerimizi başka güzel şeylere devrediyoruz.” Dedi ve bir yudum alarak arkasına döndü. Dönüp baktığında Şarapçının çoktan oracıkta sızdığını gördü. “Eh, sende!” dedi ve sallanarak yürüyüşle Eminönü sokaklarında izini kaybettirdi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Mesaj gönderen Retaliation »

Bölüm 4


Sabah bir evin duvarına yaslı bir şekilde uyandı Mirza. İsimleri yıllardır bilinmeyen sokaklarda öylece dolaşan adamların tuhaf bakışları arasında ayağa kalkarak üstünü başını silkeledi ve tozdan arındı. Zamanında yumurcak Umut’un telaşla ortalığı kasıp kavurduğu Kızıl akreplerin bulunduğu yerin az gerisindeydi, İri fare hendeğinde de geri de. Gece ne oldu, ne bitti hatırlamıyordu. Tek hatırladığı nara atarak türküler çığırması ve yalpalayarak yürümesi idi. Nereye gidiyordu? Nereye? Bir anda şimşekler çaktı! Eminönü’nün masmavi gökyüzü grimsi bir havaya bulandı, pembemsiye dönmesine beklenilmeyen griliğe. Şimşek bir anda görünüp kaybolurken Mirza’nın kafasında bitmişti adeta çünkü geceden nereye varacağını hatırlamıştı: Elbette ki Arzuhalciyi ziyaret edecekti. Halley asasını kavradı. Asadan destekle üst caddeye doğru çıktı.

Yolda giderken Savaş’a küçük bir selam verdi ve Savaş onun bu yeni halini görünce gaşyoldu. Zevkinin doruğunda titreyerek boşalacakmış gibi hali vardı. Bunu fark eden Mirza, tatsız bir gülümseme ile onu gerisinde bıraktı. Hedefi doğrudan Çınaraltı’ydı ve şimdi girişine varmıştı bile. Ancak Meteor Bölgesi’nde nöbet tutan Jandarmaları ve Komutanı görünce anlık bir bekledi. Gözlerini yumdu ve derin bir soluk aldı. Bu esnada şaşkın kalın bir bayanın sesi onu irkiltti.
“Mirza?”

Bu Işık’tı. Mirza ona şaşkınlıkla dönüp bakarken, Işık’ın gözleri yaşarmaktan dolayı parlamıştı ve heyecanını tutamayarak ona sarıldı. Ağlıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu Işık. Mirza, kendisine sarılan Işık’ın uzamış saçlarındaki papatyayı andıran o kokuyu içine çekti. Ardından Işık, sarılmayı bırakarak Mirza’nın elini tuttu.

“Dönebildiğine sevindim. Arzuhalci için mi geldin?” dedi. Bunu sorarken aslında kendini de düşünerek buraya gelmesini söylemesini umuyordu.

Şüphesiz Mirza da bunu, Işık’ın o bakışlarındaki derin sorguyu gördü. Gülümsedi. “Hepiniz için.” Diyebildi.

Işık’ın yüzünde güneş açıldı. Mirza’nın koluna girdi ve içeriye davet etti. Mirza, Çınaraltı ahalisinin neşeyle sohbetini görünce sevindi. Işık ise Hamit Pehlivan’a seslenerek tüm dikkatleri üzerlerine topladı. “Bre pehlivan, yiğide bir Türk kahvesi ver, hesabı bana yaz!” dedi.

“Tamam be!” dedi pehlivan gülümseyerek. Bastonundan aldığı destekle ocağının başına geçti.

“Fazla acelen yoktu ya?” dedi Işık. Ser verip sır vermeyen cilveli bakışları Mirza’dan ayrılmıyordu. “Biraz olsun oturamaz mısın, konuşsak fena olmaz.” Dedi.

Mirza bu dileği yerine getirdi. Bu esnada kahve de önüne gelmişti. Bir yudum aldı ve konuşmaya başlaması için Işık’a baktı.
“Nasıldı?”

“Bilirsin işte… Gittiğim yerlerde rahat durmuyorum, sürpriz bir şey yaşanmadı, ta ki…” Mirza duraksadı ve gözü bilinmez bir boşlukta dalgın dalgın kayboldu.

“Ta ki ne… Mirza! Beni duyuyor musun?” Işık eliyle adamcağızı dürttü.

“Sana elektrik hadisesinden sonra verdiğim mektuptaki adamın kızı ile karşılaştım. O zavallı sabi, hâlâ babasının bir hain olduğunu düşüyor ve öldüren kişiye de minnetler yağdırıyor. Ancak bilmiyor ki o adam, içindeki derin ıstırap ile cehennemin ateşine ölmeden girmiş vakitte yanıyor.”

Işık, Mirza’nın elini tuttu. Adamın kederden kırışmış göz kenarlarına ve morarmış göz çukuruna bakıyordu. “Üzülme! Bu işi sana onlar yaptırdı ve şimdi aldığı yaralarla kendi kanında boğuluyor.”

“Sen öyle san…” dedi Mirza ve elini hızla kadından alıvererek kafasını yerdeki çimlere çevirdi.

“Gene ne oldu?” diyebildi kadın, alacağı her cevaba kucağını açmış durumdaydı.

“Karaköy gene Teşkilat’în kontrolüne geçti, yıllar sonra…”

“Bu normal” diyebildi Işık üstesinden gelerek.

Mirza’nın içtiği kahve şimdi boğazında kalmıştı. Defalarca öksürdü ve öksürdü. Gözlerinin altında kızarıklar, gözünde ise çatlaklar belirmişti. Bu, kesinlikle boğazına kaçan telveli kahveden değil, öfkeden kaynaklanan bir şeydi. “Dalga mı geçiyorsun! Gizit diye bir şey kalmadı, kabul ama farelerin de ezilen bir ırk olduğunu gördüm. İnsanların onları aciz bir ırk olduğunu düşünerek türlü fantezilerine alet ettiklerini de. Bunların hiçbirinde Teşkilat yok ama devamında sıraya geliyor çünkü Teşkilat beni kullanarak Gizit liderini öldürtüyor. Kendilerinin yüzlerce adamla yapabileceği şeyi altı adamla yaptık biz Işık, siktiğimin kıyametindeki 6 adam!”

Tüm ahali onlara bakıyordu. Işık, Mirza’yı bileklerinden kavrayarak sakin olmasını ve yerine oturmasını söylüyordu. Fazla çıkış yaptığını gören Mirza ise dönüp arkasına bakıyor ve yabancı bakışları sezince tartışmasına bir virgül koyuyordu.

“Teşkilat’ın bildiği tek şey, insanları kullanarak varlığını sürdürmesi. Varlıklarını sürdürebilmek için yapamayacakları şey yok!”

Işık onaylarcasına kafasını salladı ve “Seni anlıyorum.” Diyebildi.

Bu esnada Mirza, telveli Türk kahvesindeki son yudumu da aldı. Porselen fincanı nazikçe yerine tabağına bıraktı ve sükunetini korudu.

“Şey…” demişti Işık. Çekingen bir tavrı vardı. “Burada mı kalacaksın, yani bir süre de olsa burada mı kalacaksın, yoksa?”

“Bilmiyorum.” Dedi Mirza, kalın ses tonunda hazır cevap kesinlik vardı.

“Peki öyleyse” dedi Işık ve sustu. Mirza ona baktı, belli ki söyleyeceği bir şey vardı ama o, bunu irdelemedi.

“Arzuhalci burada mı?” diyebildi Mirza.

“Her zamanki yerinde.” Dedi Işık o heyecanını kaybederek.

“Kahve ve sohbet için teşekkür ederim.” Dedi Mirza ve sandalyeyi kaba etiyle geri iterek ayağa kalktı.

Işık bir şey söylemedi. Mirza asasını kavrayarak o ince Arnavut kaldırımı yoldan geçmeye başladı. Kafasında her daim buraya geldiğinde çalan bir keman virtualinin teessür eden o ezgisi kulaklarında yankı buluyordu. Uzaklardan sanki biri, bu besteyi sırf onun için çalıyordu. En mutlu anınızda dahi onu kedere boğardı bu.

Nihayetinde içeri girdiğinde Arzuhalcinin sandalyesinde oturarak bir eliyle çenesini kaşıdığını, diğeriyle de yabancı kaynaklı bir kitabı okuduğunu gördü. Rahatsız etmek istemeyerek geri döneceği anda Arzuhalcinin o vuslata erdiğini düşündüğü heyecanlı ses tonunu işitince durdu.

“Mirza! Hoş geldin aziz dostum!”
Resim
Plafect00
Çınaraltı Müdavimi
Çınaraltı Müdavimi
Mesajlar: 879
Kayıt: 11 Mar 2017 15:14
Sunucu: Eminönü
Lonca: Gizit

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Mesaj gönderen Plafect00 »

Hikayenin genel gidişatını bilmeme rağmen beni bile heyecanlandırıyorsun Furkan. Yalnız, benim diğer okurlardan farkım sanırım heyecanlanmakla birlikte sabırsızlanıyor da olmak. :)
ERG

Erg, insanı ele geçirebilen çok tehlikeli bir güçtür. Şimdi görüyorum ki para ondan da betermiş.

Fazıl SARRAFOĞLU
Kullanıcı avatarı
BayTerapi
Mebrure'nin Adamı
Mebrure'nin Adamı
Mesajlar: 2651
Kayıt: 02 Nis 2016 22:16
Sunucu: Karaköy
Lonca: Ghosts Of Anatolia

Re: Gezgin Şehir [Fan Made Hikaye]

Mesaj gönderen BayTerapi »

Karışık duygular içerisindeyim :)
kedi
Cevapla

“Genel Etkileşim” sayfasına dön