Çanakkale
Çanakkale, kuzeybatı Anadolu'da, kendi adıyla anılan boğazın kıyısında yer alan kent, Çanakkale ili'nin merkez ilçesi. Çanakkale Merkez nüfusu 2013 yılı verilerine göre 116.078 kişidir.
Antik çağdan kalan Troya kalıntıları il sınırları içerisindedir. Karesioğulları ile Türkleşmeye başlayan yöre; daha sonra Osmanlı'ya katılmıştır. Osmanlılar Trakya'ya Çanakkale üzerinden geçmişlerdir.
İlin eski merkezi aslında Biga olup, Cumhuriyet döneminde, kazanılmış olan başarılardan dolayı ilin ismi ve merkezi Çanakkale olarak değiştirilmiştir. İlin isminin kökeni ise yörede çok gelişmiş olan çanak-çömlek zanaatinden gelir. Şehrin iki simgesi hâline gelen Kale-i Sultaniye ile çanakçılık özdeşleşince de şehir "Çanakkale" olarak adlandırılmaya başlanmıştır.
Çanakkale Savaşları
1915 senesinde Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında Çanakkale Savaşları'na sahne oldu. İtilaf Devletlerinin birleşmiş orduları deniz savaşında araç ve personel zaiyatı vererek mağlup oldu ve boğazları geçemedi. Daha sonra İtilaf kuvvetleri karadan çıkartma yaptılar. Kara savaşlarında Yarbay Mustafa Kemal'in başarıları sayesinde düşman ilerleyişi durdu, iki kuvvet birbirine üstünlük sağlayamadı ve karadan taarruz da başarısızlıkla sonuçlandı.
Çanakkale kenti, nüfus açısından Marmara Bölgesi'nde yer alan birçok ilden sonra gelir. Merkez ilçenin nüfusu 1927'de 8.515 olan merkez nüfusu 1990'da 53.995'e, 2000'de 75.180'e, 2007'de 86.544'e ve nihayet 2008'de 90.563'e ulaşmıştır.
***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
televizyon
Televizyon veya kısaca TV, bir vericiden elektromanyetik dalga hâlinde yayınlanan görüntü ve seslerin, ekranlı ve hoparlörlü elektronik alıcılar sayesinde yeniden görüntü ve sese çevrilmesini sağlayan haberleşme sistemidir. Yayınlanan görüntü ve sesleri alıcıya ulaştıran elektronik cihaz da sistemin adı ile anılır.
Televizyon 1923 yılında, John Logie Baird tarafından İngiltere'nin Hastings kasabasında icat edilmiştir. İlk televizyon görüntüsü ise yine Baird tarafından 1926 yılında yayınlanmıştır. Başlangıçta noktalar halinde ve titrek olan görüntülerin kalitesi Baird tarafından geliştirilmiştir. Baird'in televizyon sisteminde mekanik olarak döndürülen diskler kullanmasına karşın aynı dönemde Marconi - Emi sistemi gibi elektronik olarak işleyen rakip sistemler de üretildi.
1930'ların başında televizyon elektronik eşya olarak satılmaya ve geniş kitlelere hitap etmeye başladı. Örneğin 1936 Berlin Yaz Olimpiyatları Almanya'da evlerdeki televizyonlardan izlendi.
1940'larda renkli televizyon çalışmaları hız kazandı. 1950'lerde ABD'de ilk renkli televizyon satışa çıktı, ancak renkli televizyon ABD'de 1960'larda geniş kitlelerce kullanılmaya başlandı.
Televizyon veya kısaca TV, bir vericiden elektromanyetik dalga hâlinde yayınlanan görüntü ve seslerin, ekranlı ve hoparlörlü elektronik alıcılar sayesinde yeniden görüntü ve sese çevrilmesini sağlayan haberleşme sistemidir. Yayınlanan görüntü ve sesleri alıcıya ulaştıran elektronik cihaz da sistemin adı ile anılır.
Televizyon 1923 yılında, John Logie Baird tarafından İngiltere'nin Hastings kasabasında icat edilmiştir. İlk televizyon görüntüsü ise yine Baird tarafından 1926 yılında yayınlanmıştır. Başlangıçta noktalar halinde ve titrek olan görüntülerin kalitesi Baird tarafından geliştirilmiştir. Baird'in televizyon sisteminde mekanik olarak döndürülen diskler kullanmasına karşın aynı dönemde Marconi - Emi sistemi gibi elektronik olarak işleyen rakip sistemler de üretildi.
1930'ların başında televizyon elektronik eşya olarak satılmaya ve geniş kitlelere hitap etmeye başladı. Örneğin 1936 Berlin Yaz Olimpiyatları Almanya'da evlerdeki televizyonlardan izlendi.
1940'larda renkli televizyon çalışmaları hız kazandı. 1950'lerde ABD'de ilk renkli televizyon satışa çıktı, ancak renkli televizyon ABD'de 1960'larda geniş kitlelerce kullanılmaya başlandı.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Ali Sami Yen
Ali Sami Yen (20 Mayıs 1886; Kandilli, Üsküdar, İstanbul - 29 Temmuz 1951, İstanbul), Türk futbolcu, teknik direktör ve spor yöneticisi. Edebiyatçı Şemsettin Sami'nin ikinci oğlu olan Ali Sami, Galatasaray'ın kurucuları arasındadır.
Hayatı
Ali Sami Yen'in Galatasaray Müzesi'ndeki balmumu heykeli
İstanbul'un Kandilli semtinde dünyaya gelen Ali Sami, öğrenim gördüğü Galatasaray Lisesi'ndeki edebiyat dersinde, sınıf arkadaşlarıyla birlikte bir futbol kulübü oluşturmaya karar verdi. 1905 yılının Ekim ayında kurulan Galatasaray Spor Kulübü'nün bir numaralı kurucu üyesi oldu. 1906'da Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Türkiye'deki ilk spor müzesi olan Galatasaray Müzesi'ni 1910 yılında kurdu. 15 yaşındayken spor yapmaya başladı. Türkiye İdman Cemiyetleri Örgütü'nün de kurucusudur.
1924 Yaz Olimpiyatları'na katılan Türk kafilesinin başkanlığını yaptı. 1926-1931 yılları arasında Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi'nin başkanlığı görevini yürüttü. Galatasaray'da 1905-1918 arasında 13 yıl, 1925'te 1 yıl olmak üzere iki dönemde 14 yıl başkan olarak hizmet verdi.
Milli Takımın Romanya ile yaptığı ilk maçta, ilk teknik adam olarak takımın başında o vardı. Ali Sami Yen memuriyet hayatını bitirdikten sonra komisyonculuğa başlamıştır. Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu Ali Sami Yen'in adı, takımın maçlarını oynadığı stada verilmiştir. Ayrıca 2007 Aralık ayında inşasına başlanan ve içinde stad, spor salonu ve AVM olan komplekse de Ali Sami Yen Spor Kompleksi ismi verilmiştir. Ali Sami Yen 1951 yılında vefat etti. Galatasaray Beyoğlu Hasnun Galip Kulüp Merkezi' nden çıkan kortej, çelenkler eşliğinde taraftarlar ve ailesi ile birlikte Feriköy'e yürüdü ve Feriköy Mezarlığında toprağa verildi.
Ali Sami Yen (20 Mayıs 1886; Kandilli, Üsküdar, İstanbul - 29 Temmuz 1951, İstanbul), Türk futbolcu, teknik direktör ve spor yöneticisi. Edebiyatçı Şemsettin Sami'nin ikinci oğlu olan Ali Sami, Galatasaray'ın kurucuları arasındadır.
Hayatı
Ali Sami Yen'in Galatasaray Müzesi'ndeki balmumu heykeli
İstanbul'un Kandilli semtinde dünyaya gelen Ali Sami, öğrenim gördüğü Galatasaray Lisesi'ndeki edebiyat dersinde, sınıf arkadaşlarıyla birlikte bir futbol kulübü oluşturmaya karar verdi. 1905 yılının Ekim ayında kurulan Galatasaray Spor Kulübü'nün bir numaralı kurucu üyesi oldu. 1906'da Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Türkiye'deki ilk spor müzesi olan Galatasaray Müzesi'ni 1910 yılında kurdu. 15 yaşındayken spor yapmaya başladı. Türkiye İdman Cemiyetleri Örgütü'nün de kurucusudur.
1924 Yaz Olimpiyatları'na katılan Türk kafilesinin başkanlığını yaptı. 1926-1931 yılları arasında Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi'nin başkanlığı görevini yürüttü. Galatasaray'da 1905-1918 arasında 13 yıl, 1925'te 1 yıl olmak üzere iki dönemde 14 yıl başkan olarak hizmet verdi.
Milli Takımın Romanya ile yaptığı ilk maçta, ilk teknik adam olarak takımın başında o vardı. Ali Sami Yen memuriyet hayatını bitirdikten sonra komisyonculuğa başlamıştır. Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu Ali Sami Yen'in adı, takımın maçlarını oynadığı stada verilmiştir. Ayrıca 2007 Aralık ayında inşasına başlanan ve içinde stad, spor salonu ve AVM olan komplekse de Ali Sami Yen Spor Kompleksi ismi verilmiştir. Ali Sami Yen 1951 yılında vefat etti. Galatasaray Beyoğlu Hasnun Galip Kulüp Merkezi' nden çıkan kortej, çelenkler eşliğinde taraftarlar ve ailesi ile birlikte Feriköy'e yürüdü ve Feriköy Mezarlığında toprağa verildi.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Ali Sami Yen stadı
İstanbul'un tam merkezinde bulunan Ali Sami Yen Stadyumu 1964 yılında inşa edildi ve de resmi açılışı 20 Aralık 1964'te Türkiye-Bulgaristan milli maçıyla yapıldı.
Adını Galatasaray'ın kurucusu Ali Sami Yen'den alan stadyum, o günden bugüne Galatasaray Futbol Takımı'nın evi kabul edilmektedir. 11 Ocak 2011 Salı günü son kez Galatasaray'a ev sahipliği yapacak ve Aslantepe'de yapımı sürmekte olan yeni modern stadımız Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena'nın 15 Ocak 2011 tarihinde açılmasını takiben yıkılarak, milyonlarca Galatasaraylının anılarında yer almayı sürdürecektir.
Ali Sami Yen Stadyumu özellikle son yıllarda Avrupa Kupası maçlarındaki inanılmaz atmosferden ötürü dünya çapında efsanevi bir konuma kavuştu. Taraftarlar ve futbol tutkunları arasında daha çok 'Cehennem' olarak bilinen, 24.000 koltuk kapasiteli stadyum Galatasaray ve Avrupalı rakipleri arasında gerçekleşen sayısız unutulmaz karşılaşmaya ev sahipliği yaptı.
1.400 lüks 290 KVA projektör ile aydınlatılan stadyumun rekor katılımı, koltukların olmadığı dönemde 39.000 kişi (1987, Galatasaray-Eskişehirspor karşılaşması) olarak gerçekleşmiştir.
Sahanın genişliği ise 105m x 65 metredir.
İstanbul'un tam merkezinde bulunan Ali Sami Yen Stadyumu 1964 yılında inşa edildi ve de resmi açılışı 20 Aralık 1964'te Türkiye-Bulgaristan milli maçıyla yapıldı.
Adını Galatasaray'ın kurucusu Ali Sami Yen'den alan stadyum, o günden bugüne Galatasaray Futbol Takımı'nın evi kabul edilmektedir. 11 Ocak 2011 Salı günü son kez Galatasaray'a ev sahipliği yapacak ve Aslantepe'de yapımı sürmekte olan yeni modern stadımız Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena'nın 15 Ocak 2011 tarihinde açılmasını takiben yıkılarak, milyonlarca Galatasaraylının anılarında yer almayı sürdürecektir.
Ali Sami Yen Stadyumu özellikle son yıllarda Avrupa Kupası maçlarındaki inanılmaz atmosferden ötürü dünya çapında efsanevi bir konuma kavuştu. Taraftarlar ve futbol tutkunları arasında daha çok 'Cehennem' olarak bilinen, 24.000 koltuk kapasiteli stadyum Galatasaray ve Avrupalı rakipleri arasında gerçekleşen sayısız unutulmaz karşılaşmaya ev sahipliği yaptı.
1.400 lüks 290 KVA projektör ile aydınlatılan stadyumun rekor katılımı, koltukların olmadığı dönemde 39.000 kişi (1987, Galatasaray-Eskişehirspor karşılaşması) olarak gerçekleşmiştir.
Sahanın genişliği ise 105m x 65 metredir.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Saray Bosna
Bosna-Hersek (Boşnakça, Hırvatça, Sırpça: Bosna i Hercegovina, Sırpça Kiril: Босна и Херцеговина; anlamı Bosna ve Hersek), Balkanlar'da 51.197 km2'lik yüzölçümü ve yaklaşık 4.500.000 nüfusa sahip ülkedir.
Ülke bir bütünü oluşturan üç etnik gruba ev sahipliği yapmaktadır: Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar. İngilizce'de ve daha birçok dilde etnik kimlik göz önünde tutulmadan tüm Bosna-Hersek halkına Bosnalı denir. Ancak Türkçe'de tarihten gelen yakınlıktan dolayı Bosnalı denildiğinde Boşnaklar yani Bosnalı Müslümanlar kastedilir.[kaynak belirtilmeli] Ayrıca ülkede Bosnalı veya Hersekli olmak da ayrı etnik kimliği vurgulamak için kullanılır.
Ülke yönetim açısından iki entiteye yani devletçiğe bölünmüş durumdadır. Bunlar, Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti'dir.
Kuzey, batı ve güneyden Hırvatistan; doğudan Sırbistan; yine güneyden Karadağ ile çevrili olup Adriyatik Denizi’ne Neum şehrinin bulunduğu yerde yalnızca 20 km'lik (limanı olmayan) bir kıyısı bulunmaktadır. Ülkenin coğrafyası merkez ve güneyde dağlık, kuzeybatıda tepelik, kuzeydoğuda düzlük bir karakter sergiler. Devletin başkenti ve en büyük şehri Saraybosna, birçok yüksek dağla çevrelenmiştir. Bu coğrafî özelliğinden dolayı şehir kış turizmine elverişlidir ve 1984 Kış Olimpiyatları'na ev sahipliği yapmıştır.
Ülkenin çoğunluğunu kaplayan Bosna bölgesinde karasal iklim görülür, bu bölgede yazları sıcak, kışları kar yağışlı ve soğuktur. Ülkenin güney kıyılarındaki daha küçük Hersek bölgesinde ise tipik Akdeniz iklimi görülür. Bosna-Hersek doğal kaynaklar açısından da zengin bir görünüm arz eder.
Eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin altı federe cumhuriyetinden biri olan Bosna-Hersek, bağımsızlığını 1990'lı yıllardaki Yugoslavya'nın çözüldüğü yıllarda kazanmıştır. 1992 yılında Yugoslavya'dan ayrılan Slovenya ve Hırvatistan'ın bağımsızlığını tanıyan AB ve BM, Makedonya ve Bosna-Hersek'in bağımsızlığını referandum şartına bağlamıştı. Bu nedenle 1992 yılında Bosna-Hersek'te yapılan referandumda halk bağımsızlıktan yana oy kullanınca yeni devlet kuruldu. Ancak bu devleti, ülkedeki Sırplar tanımadı ve Boşnaklar ve Hırvatlara karşı savaş açtı. 1995 yılına kadar süren Bosna Savaşı'ndan sonra Dayton Barış Antlaşması imzalandı. Buna göre ülkede barışı uygulayacak uluslararası bir konsey kuruldu. Bu konsey bir Bosna-Hersek Yüksek Temsilciği kurdu. Sonuçta ülkede bulunan bu yüksek temsilcilik şu anda cumhurbaşkanını görevden alma dahil birçok yetkiyle donatılmıştır. Ayrıca bu anlaşmaya göre Üçlü Cumhurbaşkanlığı Konseyi'yle de ülkedeki üç etnik grup temsil edilecektir.
Günümüzde gelinen noktada Bosna-Hersek'in bölünmüşlüğü devam etmektedir. Az da olsa bazı bakanlıkların (Savunma, Gümrük vb.) birleştirilmesi çalışmaları sürmektedir.
Bosna-Hersek (Boşnakça, Hırvatça, Sırpça: Bosna i Hercegovina, Sırpça Kiril: Босна и Херцеговина; anlamı Bosna ve Hersek), Balkanlar'da 51.197 km2'lik yüzölçümü ve yaklaşık 4.500.000 nüfusa sahip ülkedir.
Ülke bir bütünü oluşturan üç etnik gruba ev sahipliği yapmaktadır: Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar. İngilizce'de ve daha birçok dilde etnik kimlik göz önünde tutulmadan tüm Bosna-Hersek halkına Bosnalı denir. Ancak Türkçe'de tarihten gelen yakınlıktan dolayı Bosnalı denildiğinde Boşnaklar yani Bosnalı Müslümanlar kastedilir.[kaynak belirtilmeli] Ayrıca ülkede Bosnalı veya Hersekli olmak da ayrı etnik kimliği vurgulamak için kullanılır.
Ülke yönetim açısından iki entiteye yani devletçiğe bölünmüş durumdadır. Bunlar, Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti'dir.
Kuzey, batı ve güneyden Hırvatistan; doğudan Sırbistan; yine güneyden Karadağ ile çevrili olup Adriyatik Denizi’ne Neum şehrinin bulunduğu yerde yalnızca 20 km'lik (limanı olmayan) bir kıyısı bulunmaktadır. Ülkenin coğrafyası merkez ve güneyde dağlık, kuzeybatıda tepelik, kuzeydoğuda düzlük bir karakter sergiler. Devletin başkenti ve en büyük şehri Saraybosna, birçok yüksek dağla çevrelenmiştir. Bu coğrafî özelliğinden dolayı şehir kış turizmine elverişlidir ve 1984 Kış Olimpiyatları'na ev sahipliği yapmıştır.
Ülkenin çoğunluğunu kaplayan Bosna bölgesinde karasal iklim görülür, bu bölgede yazları sıcak, kışları kar yağışlı ve soğuktur. Ülkenin güney kıyılarındaki daha küçük Hersek bölgesinde ise tipik Akdeniz iklimi görülür. Bosna-Hersek doğal kaynaklar açısından da zengin bir görünüm arz eder.
Eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin altı federe cumhuriyetinden biri olan Bosna-Hersek, bağımsızlığını 1990'lı yıllardaki Yugoslavya'nın çözüldüğü yıllarda kazanmıştır. 1992 yılında Yugoslavya'dan ayrılan Slovenya ve Hırvatistan'ın bağımsızlığını tanıyan AB ve BM, Makedonya ve Bosna-Hersek'in bağımsızlığını referandum şartına bağlamıştı. Bu nedenle 1992 yılında Bosna-Hersek'te yapılan referandumda halk bağımsızlıktan yana oy kullanınca yeni devlet kuruldu. Ancak bu devleti, ülkedeki Sırplar tanımadı ve Boşnaklar ve Hırvatlara karşı savaş açtı. 1995 yılına kadar süren Bosna Savaşı'ndan sonra Dayton Barış Antlaşması imzalandı. Buna göre ülkede barışı uygulayacak uluslararası bir konsey kuruldu. Bu konsey bir Bosna-Hersek Yüksek Temsilciği kurdu. Sonuçta ülkede bulunan bu yüksek temsilcilik şu anda cumhurbaşkanını görevden alma dahil birçok yetkiyle donatılmıştır. Ayrıca bu anlaşmaya göre Üçlü Cumhurbaşkanlığı Konseyi'yle de ülkedeki üç etnik grup temsil edilecektir.
Günümüzde gelinen noktada Bosna-Hersek'in bölünmüşlüğü devam etmektedir. Az da olsa bazı bakanlıkların (Savunma, Gümrük vb.) birleştirilmesi çalışmaları sürmektedir.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Ortadoğu
Orta Doğu ya da Ortadoğu, Asya, Avrupa ve Afrika'nın birbirlerine en çok yaklaştıkları yerleri kapsayan ve birbirine komşu ülkelerin oluşturduğu bölge. Akdeniz'den Pakistan'a kadar uzanır ve Arap Yarımadası'nı kapsar. Orta doğu kavramı Avrupa merkeziyetçi yaklaşıma dayanır ve Britanyalıların 19. yüzyıla kullanmaya başladıkları bir kavramdır. Bu tanımlamada İngiltere ve Avrupa ülkeleri merkez kabul edilmiş; doğu, Uzak Doğu, Yakın Doğu, Orta Doğu gibi kavramlar buna göre tayin edilmiştir.
Bu tanıma göre Orta Doğu ülkeleri Suriye, Irak, Katar, Kıbrıs, Ürdün, İsrail, Lübnan, İran, Filistin, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Kuveyt, Bahreyn, Yemen, Mısır, Afganistan, Pakistan, Tunus, Cezayir, Libya, Sudan, Fas'tır.
Ortadoğu kavramının öncülü Fransızların, Osmanlı Devleti‟nin toprakları için kullandığı “Yakın Doğu” tabiridir. 20. yüzyılın başlarına kadar sık sık kullanılmıştır. İngiltere‟nin 19. yüzyıldan itibaren Hindistan ve Çin‟in zenginliklerine yayılması da “Uzak Doğu” kavramının kullanılmasına neden olmuştur. Bu iki kavram batılı devletler için yeni bir bölgesel tanımlama ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu doğrultuda İngilizler, Yakın Doğu terimine karşılık, Osmanlı Devleti toprakları içerisinde kalan ve Uzak Doğu‟ya geçişte önemli bir atlama taşı olan bölge için “Ortadoğu” terimini kullanmaya başlamıştır.
Ortadoğu, Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu‟nu, Rusya ile sıcak denizleri birbirine bağlayan, aynı zamanda Doğu ile Batı arasındaki bütün ticarî ve kültürel bağlantıların yapıldığı bir bölgedir. Yeryüzünün en önemli kara ve suyollarını kumanda etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu‟yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin birincil hedefi haline getirmiştir.“Kara altın” olarak tanımlanan petrolün 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren değer kazanmasıyla Ortadoğu‟nun, dolayısıyla buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemi dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede artmıştır.
Orta Doğu ya da Ortadoğu, Asya, Avrupa ve Afrika'nın birbirlerine en çok yaklaştıkları yerleri kapsayan ve birbirine komşu ülkelerin oluşturduğu bölge. Akdeniz'den Pakistan'a kadar uzanır ve Arap Yarımadası'nı kapsar. Orta doğu kavramı Avrupa merkeziyetçi yaklaşıma dayanır ve Britanyalıların 19. yüzyıla kullanmaya başladıkları bir kavramdır. Bu tanımlamada İngiltere ve Avrupa ülkeleri merkez kabul edilmiş; doğu, Uzak Doğu, Yakın Doğu, Orta Doğu gibi kavramlar buna göre tayin edilmiştir.
Bu tanıma göre Orta Doğu ülkeleri Suriye, Irak, Katar, Kıbrıs, Ürdün, İsrail, Lübnan, İran, Filistin, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Kuveyt, Bahreyn, Yemen, Mısır, Afganistan, Pakistan, Tunus, Cezayir, Libya, Sudan, Fas'tır.
Ortadoğu kavramının öncülü Fransızların, Osmanlı Devleti‟nin toprakları için kullandığı “Yakın Doğu” tabiridir. 20. yüzyılın başlarına kadar sık sık kullanılmıştır. İngiltere‟nin 19. yüzyıldan itibaren Hindistan ve Çin‟in zenginliklerine yayılması da “Uzak Doğu” kavramının kullanılmasına neden olmuştur. Bu iki kavram batılı devletler için yeni bir bölgesel tanımlama ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu doğrultuda İngilizler, Yakın Doğu terimine karşılık, Osmanlı Devleti toprakları içerisinde kalan ve Uzak Doğu‟ya geçişte önemli bir atlama taşı olan bölge için “Ortadoğu” terimini kullanmaya başlamıştır.
Ortadoğu, Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu‟nu, Rusya ile sıcak denizleri birbirine bağlayan, aynı zamanda Doğu ile Batı arasındaki bütün ticarî ve kültürel bağlantıların yapıldığı bir bölgedir. Yeryüzünün en önemli kara ve suyollarını kumanda etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu‟yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin birincil hedefi haline getirmiştir.“Kara altın” olarak tanımlanan petrolün 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren değer kazanmasıyla Ortadoğu‟nun, dolayısıyla buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemi dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede artmıştır.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Âkif Ersoy (doğum adı: Mehmet Ragif, 20 Aralık 1873 - 27 Aralık 1936), baba tarafından Arnavut[1] asıllı olan Cumhuriyet Dönemi şairi, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an mütercimi ve siyasetçi.
Mehmet Âkif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal marşı olan İstiklâl Marşı'nın yazarıdır. "Vatan Şairi" ve "Milli Şair" ünvanları ile anılır. Çanakkale Destanı, Bülbül, Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil'ür-Reşad) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM'de yer almıştır.
Mehmet Âkif, şiir yazmaya Baytar Mektebi'nde öğrenci olduğu yıllarda başladı. Yayımlanan ilk şiiri Kur'an'a Hitap başlığını taşır. 1908'den itibaren aruz ölçüsü kullanarak manzum hikâyeler yazdı. Hikâyelerinde halkın dert ve sıkıntılarını anlattı. Balkan Savaşı yıllarından itibaren destansı şiirler yazmaya başladı. İlk büyük destanı, “Çanakkale Şehitleri'ne“ başlıklı şiiridir. İkinci büyük destanı ise Bursa'nın işgali üzerine yazdığı “Bülbül“ adlı şiiridir. Üçüncü olarak da İstiklâl Marşı'nı yazarak İstiklâl Savaşı'nı anlatmıştır. "Sanat sanat içindir" görüşüne karşı çıkan Mehmet Âkif, dinî yönü ağırlıkta bir edebiyat tarzı benimsemişti. Edebiyat dili olarak Millî Edebiyat akımına karşı çıktı ve edebiyatta batılılaşma konusunda Tevfik Fikret ile çatışmıştır.
Şairin Safahat adı altında toplanan şiirleri 8 kitaptan oluşmuştur. Şair, İstiklâl Marşı'nı Safahat'a koymamıştır. Nedenini ise şöyle açıklar: "Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm".
Kitap: Safahat (1911) - 44 manzume içerir. Siyasal olaylar, mistik duygular, dünyevi görevlerden bahsedilir.
Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912) - Süleymaniye Camisi'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, kürsüde Seyyah Abdürreşit İbrahim'in konuşturulduğu uzun bir bölümle devam eder.
Kitap: Hakkın Sesleri (1913) - Topluma İslami mesajı yaymaya çalışan on manzumedir. Ateizme, ırkçılığa, umutsuzluğa çatılmaktadır.
Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914) - Fatih Camisi'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, vaizin uzun konuşması ile devam eder. Tembellik, irtica (gericilik), batı taklitçiliği eleştirilir.
Kitap: Hatıralar (1917) - Âkif'in gezdiği yerdeki izlenimleri ve toplumsal felaketler karşısında Allah'a yakarışını içerir.
Kitap: Asım (1924) - Hocazade ile Köse İmam arasındaki konuşmalar şeklinde tasarlanmış tek parça eserdir. Eğitim-öğretim, ırkçılık, savaş vurgunculuğu, batıcılık, gibi pek çok konudan bahseder.
Kitap: Gölgeler (1933) - 1918-1933 arasında yazılmış 41 adet manzumeyi içerir. Her biri, yazıldıkları dönemin izlerini taşır.
Kitap: Safahat (Toplu Basım) (ilki 1943) - 6 Safahatını bir araya getirir. 1943'teki toplu basımının sonuna Akif'in hayattayken basılmamış şiirlerini içeren Damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından bir araya getirilmiş 16 manzumeden ibaret Son Safahat başlıklı bölüm eklenmiştir.
Mehmet Âkif Ersoy (doğum adı: Mehmet Ragif, 20 Aralık 1873 - 27 Aralık 1936), baba tarafından Arnavut[1] asıllı olan Cumhuriyet Dönemi şairi, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an mütercimi ve siyasetçi.
Mehmet Âkif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal marşı olan İstiklâl Marşı'nın yazarıdır. "Vatan Şairi" ve "Milli Şair" ünvanları ile anılır. Çanakkale Destanı, Bülbül, Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil'ür-Reşad) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM'de yer almıştır.
Mehmet Âkif, şiir yazmaya Baytar Mektebi'nde öğrenci olduğu yıllarda başladı. Yayımlanan ilk şiiri Kur'an'a Hitap başlığını taşır. 1908'den itibaren aruz ölçüsü kullanarak manzum hikâyeler yazdı. Hikâyelerinde halkın dert ve sıkıntılarını anlattı. Balkan Savaşı yıllarından itibaren destansı şiirler yazmaya başladı. İlk büyük destanı, “Çanakkale Şehitleri'ne“ başlıklı şiiridir. İkinci büyük destanı ise Bursa'nın işgali üzerine yazdığı “Bülbül“ adlı şiiridir. Üçüncü olarak da İstiklâl Marşı'nı yazarak İstiklâl Savaşı'nı anlatmıştır. "Sanat sanat içindir" görüşüne karşı çıkan Mehmet Âkif, dinî yönü ağırlıkta bir edebiyat tarzı benimsemişti. Edebiyat dili olarak Millî Edebiyat akımına karşı çıktı ve edebiyatta batılılaşma konusunda Tevfik Fikret ile çatışmıştır.
Şairin Safahat adı altında toplanan şiirleri 8 kitaptan oluşmuştur. Şair, İstiklâl Marşı'nı Safahat'a koymamıştır. Nedenini ise şöyle açıklar: "Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm".
Kitap: Safahat (1911) - 44 manzume içerir. Siyasal olaylar, mistik duygular, dünyevi görevlerden bahsedilir.
Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912) - Süleymaniye Camisi'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, kürsüde Seyyah Abdürreşit İbrahim'in konuşturulduğu uzun bir bölümle devam eder.
Kitap: Hakkın Sesleri (1913) - Topluma İslami mesajı yaymaya çalışan on manzumedir. Ateizme, ırkçılığa, umutsuzluğa çatılmaktadır.
Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914) - Fatih Camisi'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, vaizin uzun konuşması ile devam eder. Tembellik, irtica (gericilik), batı taklitçiliği eleştirilir.
Kitap: Hatıralar (1917) - Âkif'in gezdiği yerdeki izlenimleri ve toplumsal felaketler karşısında Allah'a yakarışını içerir.
Kitap: Asım (1924) - Hocazade ile Köse İmam arasındaki konuşmalar şeklinde tasarlanmış tek parça eserdir. Eğitim-öğretim, ırkçılık, savaş vurgunculuğu, batıcılık, gibi pek çok konudan bahseder.
Kitap: Gölgeler (1933) - 1918-1933 arasında yazılmış 41 adet manzumeyi içerir. Her biri, yazıldıkları dönemin izlerini taşır.
Kitap: Safahat (Toplu Basım) (ilki 1943) - 6 Safahatını bir araya getirir. 1943'teki toplu basımının sonuna Akif'in hayattayken basılmamış şiirlerini içeren Damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından bir araya getirilmiş 16 manzumeden ibaret Son Safahat başlıklı bölüm eklenmiştir.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Aziz Nesin
Mehmet Nusret Nesin ya da bilinen adıyla Aziz Nesin (d. 20 Aralık 1915; Heybeliada, Adalar, İstanbul - ö. 6 Temmuz 1995; Alaçatı, Çeşme, İzmir), mizah, kısa öykü, tiyatro ve şiir dallarında pek çok yapıtı bulunan Türk mizah yazarı.
UNESCO'nun yayınladığı Index Translationum adlı dünya çeviri bibliyografyasına göre Aziz Nesin, Türkçe eser veren yazarlar arasında Orhan Pamuk, Yaşar Kemal ve Nazım Hikmet'in ardından eserleri yabancı dillere en çok çevrilen dördüncü yazar konumundadır.
Yazar, söyleşi ve imza günü için gittiği Çeşme Alaçatı’da, (Sivas Katliamı'nın 2. yıldönümünden 3 gün sonra) 5 Temmuz'u 6 Temmuz'a bağlayan gece sabaha karşı geçirdiği kalp kriziyle hayatını kaybetti. Cenazesi Çeşme Cumhuriyet Savcısı'nın isteğiyle otopsi yapılmak üzere 6 Temmuz'da İstanbul Çapa Tıp Fakültesi'ne getirildi. 7 Temmuz 1995'de vasiyeti gereği hiçbir tören yapılmaksızın ve yeri belli olmayacak şekilde Çatalca'daki Nesin Vakfı'nın bahçesine gömüldü.
Ankara Uluslararası Film Festivali çerçevesinde verilen özel ödüllerin arasında "Aziz Nesin Emek Ödülü" verilmektedir.
Öyküleri (Hikayeleri)
Parti Kurmak ve Parti Vurmak (1946)
Geriye Kalan (1953)
İt Kuyruğu (1955)
Yedek Parça (1955)
Fil Hamdi (1956)
Damda Deli Var (1956)
Koltuk (1957)
Kazan Töreni (1957)
Deliler Boşandı (1957)
Mahallenin Kısmeti (1957)
Ölmüş Eşek (1957)
Hangi Parti Kazanacak? (1957)
Toros Canavarı (1957)
Memleketin Birinde (1958)
Havadan Sudan (1958)
Bay Düdük (1958)
Nazik Alet (1958)
Gıdıgıdı (1958)
Aferin (1959)
Kördöğüşü (1959)
Mahmut ile Nigar (1959)
Hoptirinam (1960)
Gözüne Gözlük (1960)
Ah Biz Eşekler (1960)
Yüz Liraya Bir Deli (1961)
Bir Koltuk Nasıl Devrilir (1961)
Biz Adam Olmayız (1962)
Yeşil Renkli Namus Gazı (1964)
Sosyalizm Geliyor Savulun (1965)
İhtilali Nasıl Yaptık (1965)
Rıfat Bey Neden Kaşınıyor (1965)
Şimdiki Çocuklar Harika (1967)
Vatan Sağolsun (1968)
İnsanlar Uyanıyor (1972)
Hayvan Deyip De Geçme (1973)
Seyyahatname (Duyduk Duymadık Demeyin) (1976)
Büyük Grev (1978)
Benim Delilerim (1979)
Ben de Çocuktum (1979)
Yetmiş Yaşım Merhaba (1984)
Kalpazanlık Bile Yapılamıyor (1984)
Maçinli Kız için Ev (1987)
Nah Kalkınırız (1988)
Rüyalarım Ziyan Olmasın (1990)
Aşkım Dinimdir (1991)
Gözünüz Aydın Efendim (1997)
Herkesin İşi Gücü Var (2005)
Zübüklüğün Sonu Yok
Ah Biz Ödlek Aydınlar
Romanları
Kadın Olan Erkek (1955)
Gol Kralı (1957)
Erkek Sabahat (1957)
Saçkıran (1959)
Zübük (1961)
Şimdiki Çocuklar Harika (1967)
Tatlı Betüş (1974)
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1977)
Surnâme (1976)
Tek Yol (1978)
Bay Düdük (1958)
Masalları
Memleketin Birinde (1953)
Hoptirinam (1960)
Uyusana Tosunum (1971)
Aziz Dededen Masallar
La Fontaine'nin Yazamadığı Masal
Mehmet Nusret Nesin ya da bilinen adıyla Aziz Nesin (d. 20 Aralık 1915; Heybeliada, Adalar, İstanbul - ö. 6 Temmuz 1995; Alaçatı, Çeşme, İzmir), mizah, kısa öykü, tiyatro ve şiir dallarında pek çok yapıtı bulunan Türk mizah yazarı.
UNESCO'nun yayınladığı Index Translationum adlı dünya çeviri bibliyografyasına göre Aziz Nesin, Türkçe eser veren yazarlar arasında Orhan Pamuk, Yaşar Kemal ve Nazım Hikmet'in ardından eserleri yabancı dillere en çok çevrilen dördüncü yazar konumundadır.
Yazar, söyleşi ve imza günü için gittiği Çeşme Alaçatı’da, (Sivas Katliamı'nın 2. yıldönümünden 3 gün sonra) 5 Temmuz'u 6 Temmuz'a bağlayan gece sabaha karşı geçirdiği kalp kriziyle hayatını kaybetti. Cenazesi Çeşme Cumhuriyet Savcısı'nın isteğiyle otopsi yapılmak üzere 6 Temmuz'da İstanbul Çapa Tıp Fakültesi'ne getirildi. 7 Temmuz 1995'de vasiyeti gereği hiçbir tören yapılmaksızın ve yeri belli olmayacak şekilde Çatalca'daki Nesin Vakfı'nın bahçesine gömüldü.
Ankara Uluslararası Film Festivali çerçevesinde verilen özel ödüllerin arasında "Aziz Nesin Emek Ödülü" verilmektedir.
Öyküleri (Hikayeleri)
Parti Kurmak ve Parti Vurmak (1946)
Geriye Kalan (1953)
İt Kuyruğu (1955)
Yedek Parça (1955)
Fil Hamdi (1956)
Damda Deli Var (1956)
Koltuk (1957)
Kazan Töreni (1957)
Deliler Boşandı (1957)
Mahallenin Kısmeti (1957)
Ölmüş Eşek (1957)
Hangi Parti Kazanacak? (1957)
Toros Canavarı (1957)
Memleketin Birinde (1958)
Havadan Sudan (1958)
Bay Düdük (1958)
Nazik Alet (1958)
Gıdıgıdı (1958)
Aferin (1959)
Kördöğüşü (1959)
Mahmut ile Nigar (1959)
Hoptirinam (1960)
Gözüne Gözlük (1960)
Ah Biz Eşekler (1960)
Yüz Liraya Bir Deli (1961)
Bir Koltuk Nasıl Devrilir (1961)
Biz Adam Olmayız (1962)
Yeşil Renkli Namus Gazı (1964)
Sosyalizm Geliyor Savulun (1965)
İhtilali Nasıl Yaptık (1965)
Rıfat Bey Neden Kaşınıyor (1965)
Şimdiki Çocuklar Harika (1967)
Vatan Sağolsun (1968)
İnsanlar Uyanıyor (1972)
Hayvan Deyip De Geçme (1973)
Seyyahatname (Duyduk Duymadık Demeyin) (1976)
Büyük Grev (1978)
Benim Delilerim (1979)
Ben de Çocuktum (1979)
Yetmiş Yaşım Merhaba (1984)
Kalpazanlık Bile Yapılamıyor (1984)
Maçinli Kız için Ev (1987)
Nah Kalkınırız (1988)
Rüyalarım Ziyan Olmasın (1990)
Aşkım Dinimdir (1991)
Gözünüz Aydın Efendim (1997)
Herkesin İşi Gücü Var (2005)
Zübüklüğün Sonu Yok
Ah Biz Ödlek Aydınlar
Romanları
Kadın Olan Erkek (1955)
Gol Kralı (1957)
Erkek Sabahat (1957)
Saçkıran (1959)
Zübük (1961)
Şimdiki Çocuklar Harika (1967)
Tatlı Betüş (1974)
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1977)
Surnâme (1976)
Tek Yol (1978)
Bay Düdük (1958)
Masalları
Memleketin Birinde (1953)
Hoptirinam (1960)
Uyusana Tosunum (1971)
Aziz Dededen Masallar
La Fontaine'nin Yazamadığı Masal


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Cahit Külebi
Cahit Külebi (20 Aralık 1917, Tokat- 20 Haziran 1997 Ankara), Türk şair.
Halk şiirinden, türkülerden yararlanarak çağdaş bir şiir oluşturmuş, konu olarak yurt, insan ve doğa sevgisini işlemiştir. Şiirlerinde çocukluğunun ve gençlik yıllarının geçtiği yörelerden izlenimlerini yansıtmıştır.
Hayatı
1917'de Tokat'ın Zile ilçesinde doğdu, 20 Haziran 1997 tarihinde Ankara’da öldü. Sivas Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Antalya Lisesi'nde, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda, Ankara Gazi Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Milli Eğitim müfettişi oldu. İsviçre’ye kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak atandı. Yurda dönünce Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliği ve Kültür müsteşar yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1972'de emekliye ayrıldı. 1983 yılına kadar Türk Dil Kurumu'nda çalıştı. 1976'dan sonraki dönemde Türk Dil Kurumu Genel Yazmanı’ydı. İlk şiirleri "Nazmi Cahit" takma ismiyle 1938'de Gençlik dergisinde yayınlandı. Daha sonra Varlık Dergisi'nde yayınlanan şiirlerinde de aynı imzayı kullandı. 1950-1954 arasında Sokak, İnsan, Türk Dili, Yaratış, Kültür Dünyası gibi dergilerde çıkan şiirleriyle ünlendi. İlk şiir kitabı "Adamın Biri" 1946'da yayınlandı. 1949'da çıkan ikinci kitabı "Rüzgâr"da Orhan Veli şiirine yaklaştığı dikkat çekti. "Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda adlı eseri, Nevit Kodallı'nın "Atatürk Oratoryosu"na temel oluşturdu. 1940 sonrasında başlayan şiirimizin yenileşmesi hareketinde kendine özgü bir yeri vardır. Rahat anlatımı, içtenlik ve duyarlılığıyla ilgi çeken titiz bir şairdir.
Şiirleri
Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952)
Yeşeren Otlar (1954), 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü
Süt (1965)
Şiirler (1969)
Türk Mavisi (1973)
Sıkıntı ve Umut (1977)
Yangın (1980)
Bütün Şiirleri (1982)
Güz Türküleri (1991)
Bütün Şiirleri (1997)
Güzel Yurdum (1996)
Zerdali ağacı(1990)
Rüzgar (1949)
Kamyonlar Kavun Taşır
Biz Biliriz Bizim İşlerimizi
Herkesin Bir Derdi Var
Ekin'in Göz Yaşları
Sana Borçluyuz
Alacakaranlıkta
Çürüyen Otlar
Özgürlük
Cahit Külebi (20 Aralık 1917, Tokat- 20 Haziran 1997 Ankara), Türk şair.
Halk şiirinden, türkülerden yararlanarak çağdaş bir şiir oluşturmuş, konu olarak yurt, insan ve doğa sevgisini işlemiştir. Şiirlerinde çocukluğunun ve gençlik yıllarının geçtiği yörelerden izlenimlerini yansıtmıştır.
Hayatı
1917'de Tokat'ın Zile ilçesinde doğdu, 20 Haziran 1997 tarihinde Ankara’da öldü. Sivas Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Antalya Lisesi'nde, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda, Ankara Gazi Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Milli Eğitim müfettişi oldu. İsviçre’ye kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak atandı. Yurda dönünce Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliği ve Kültür müsteşar yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1972'de emekliye ayrıldı. 1983 yılına kadar Türk Dil Kurumu'nda çalıştı. 1976'dan sonraki dönemde Türk Dil Kurumu Genel Yazmanı’ydı. İlk şiirleri "Nazmi Cahit" takma ismiyle 1938'de Gençlik dergisinde yayınlandı. Daha sonra Varlık Dergisi'nde yayınlanan şiirlerinde de aynı imzayı kullandı. 1950-1954 arasında Sokak, İnsan, Türk Dili, Yaratış, Kültür Dünyası gibi dergilerde çıkan şiirleriyle ünlendi. İlk şiir kitabı "Adamın Biri" 1946'da yayınlandı. 1949'da çıkan ikinci kitabı "Rüzgâr"da Orhan Veli şiirine yaklaştığı dikkat çekti. "Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda adlı eseri, Nevit Kodallı'nın "Atatürk Oratoryosu"na temel oluşturdu. 1940 sonrasında başlayan şiirimizin yenileşmesi hareketinde kendine özgü bir yeri vardır. Rahat anlatımı, içtenlik ve duyarlılığıyla ilgi çeken titiz bir şairdir.
Şiirleri
Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952)
Yeşeren Otlar (1954), 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü
Süt (1965)
Şiirler (1969)
Türk Mavisi (1973)
Sıkıntı ve Umut (1977)
Yangın (1980)
Bütün Şiirleri (1982)
Güz Türküleri (1991)
Bütün Şiirleri (1997)
Güzel Yurdum (1996)
Zerdali ağacı(1990)
Rüzgar (1949)
Kamyonlar Kavun Taşır
Biz Biliriz Bizim İşlerimizi
Herkesin Bir Derdi Var
Ekin'in Göz Yaşları
Sana Borçluyuz
Alacakaranlıkta
Çürüyen Otlar
Özgürlük


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Abbas Hilmi Paşa
II. Abbas veya II. Abbas Hilmi Paşa (d. 14 Temmuz 1874, İskenderiye – ö. 20 Aralık 1944, Cenevre), son Mısır hidividir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun fermanı ile 1893'te Mısır hidivi olarak atandı. İmparatorluğun I. Dünya Savaşı'na girmesinden sonra İngiltere'nin onu hidiv olarak tanımadığını ilan etmesiyle fiilen, Lozan Anlaşması'nın imzalanması ile de resmen hidivliği sona erdi.
Yaşamı
Babası Hidiv Tevfik Paşa, annesi Emine Valide Paşa'dır (“Paşa” ünvanı, Emine Hanım'a II. Abdülhamit tarafından verilmiştir.) Mısır’daki saray okulunda başladığı eğitimini önce İsviçre'de ve Viyana Harp Akademisi’nde sürdürdü.
Babasının ölümü üzerine 1892'de on sekiz yaşında iken Osmanlı Devleti’nin fermanı ile hidivliğe getirildi. Genç ve tecrübesiz olması nedeniyle Osmanlı Devleti kendisine Ahmet Muhtar Paşa’yı danışman tayin etti.
1893 yılında İstanbul’a gidip II. Abdülhamit ile görüşen Abbas Hilmi Paşa, ertesi sene Avrupa seyahatlerine çıkmaya karar verdi. Osmanlı Devleti’nin Mısır’da otorite boşluğunun doğabileceği endişesiyle çıkacağı seyahatlere engel olmak istemesine rağmen bu kararından vazgeçmedi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, tüm seyahatlerinde onu yakından takip etmeye çalıştı.
Abbas Hilmi Paşa, hidivliğinin ilk yıllarında İngiliz idaresine muhalif bir tutum izlese de bu durum uzun sürmedi. Ahmet Muhtar Paşa’nın bütün gayretine rağmen onu hidivliği döneminde İngilizler, Mısır'ın iç işlerine karıştılar ve Osmanlıların Mısır'daki etkisi azaldı. Akabe'nin Hicaz Eyaletine katılmak istenmesi üzerine, İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında "Akabe Sorunu" adı verilen anlaşmazlık patlak verdi; İngilizler, sert çıkış yapınca Akabe gene Mısır'a bağlı kaldı.
İzlediği istikrarsız siyaset sonucu pek çok muhalifi olan Abbas Hilmi Paşa, çeşitli suikast girişimlerine maruz kaldı. İlki 1894’te İskenderiye’de gerçekleşti. Sık sık İstanbul'a gelip giden Abbas Hilmi Paşa'nın 1914'te İstanbul'da bulunduğu sırada da bir suikasta uğradı ve yaralandı.
1914’te İstanbul’da bulunduğu sırada Osmanlı Devleti Almanya'nın safında I. Dünya Savaşı savaşına girmişti. Bu gelişme üzerine İngiltere, Osmanlıların Mısır üstündeki haklarını artık tanımadığını ilan edince Abbas Hilmi Paşa'nın hidivliği fiilen sona erdi; yerine amcası Hüseyin Kamil İngilizler tarafından "sultan" ünvanıyla Mısır hükümdarlığına getirildi. Osmanlı hükümeti ise Abbas Hilmi Paşa'yı Sevr Antlaşması'nı imzaladığı 10 Ağustos 1920'ye değin Mısır hidivi olarak tanımaya devam etti. 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile hidivliği resmen sona erdi.
1914’ten sonra tekrar Mısır’a dönemeyen Abbas Hilmi Paşa, 1922’de Hüseyin Kamil'in yerine I. Fuad'ın kral olması ile hidivlik haklarını tamamen kaybetti. 1931’de Mısır’a girmesi yasaklandı. Son günlerini geçirdiği Cenevre'de 20 Aralık 1944’te hayatını kaybetti. Kahire'deki Afifi Türbesi'ne defnedildi.
II. Abbas veya II. Abbas Hilmi Paşa (d. 14 Temmuz 1874, İskenderiye – ö. 20 Aralık 1944, Cenevre), son Mısır hidividir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun fermanı ile 1893'te Mısır hidivi olarak atandı. İmparatorluğun I. Dünya Savaşı'na girmesinden sonra İngiltere'nin onu hidiv olarak tanımadığını ilan etmesiyle fiilen, Lozan Anlaşması'nın imzalanması ile de resmen hidivliği sona erdi.
Yaşamı
Babası Hidiv Tevfik Paşa, annesi Emine Valide Paşa'dır (“Paşa” ünvanı, Emine Hanım'a II. Abdülhamit tarafından verilmiştir.) Mısır’daki saray okulunda başladığı eğitimini önce İsviçre'de ve Viyana Harp Akademisi’nde sürdürdü.
Babasının ölümü üzerine 1892'de on sekiz yaşında iken Osmanlı Devleti’nin fermanı ile hidivliğe getirildi. Genç ve tecrübesiz olması nedeniyle Osmanlı Devleti kendisine Ahmet Muhtar Paşa’yı danışman tayin etti.
1893 yılında İstanbul’a gidip II. Abdülhamit ile görüşen Abbas Hilmi Paşa, ertesi sene Avrupa seyahatlerine çıkmaya karar verdi. Osmanlı Devleti’nin Mısır’da otorite boşluğunun doğabileceği endişesiyle çıkacağı seyahatlere engel olmak istemesine rağmen bu kararından vazgeçmedi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, tüm seyahatlerinde onu yakından takip etmeye çalıştı.
Abbas Hilmi Paşa, hidivliğinin ilk yıllarında İngiliz idaresine muhalif bir tutum izlese de bu durum uzun sürmedi. Ahmet Muhtar Paşa’nın bütün gayretine rağmen onu hidivliği döneminde İngilizler, Mısır'ın iç işlerine karıştılar ve Osmanlıların Mısır'daki etkisi azaldı. Akabe'nin Hicaz Eyaletine katılmak istenmesi üzerine, İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında "Akabe Sorunu" adı verilen anlaşmazlık patlak verdi; İngilizler, sert çıkış yapınca Akabe gene Mısır'a bağlı kaldı.
İzlediği istikrarsız siyaset sonucu pek çok muhalifi olan Abbas Hilmi Paşa, çeşitli suikast girişimlerine maruz kaldı. İlki 1894’te İskenderiye’de gerçekleşti. Sık sık İstanbul'a gelip giden Abbas Hilmi Paşa'nın 1914'te İstanbul'da bulunduğu sırada da bir suikasta uğradı ve yaralandı.
1914’te İstanbul’da bulunduğu sırada Osmanlı Devleti Almanya'nın safında I. Dünya Savaşı savaşına girmişti. Bu gelişme üzerine İngiltere, Osmanlıların Mısır üstündeki haklarını artık tanımadığını ilan edince Abbas Hilmi Paşa'nın hidivliği fiilen sona erdi; yerine amcası Hüseyin Kamil İngilizler tarafından "sultan" ünvanıyla Mısır hükümdarlığına getirildi. Osmanlı hükümeti ise Abbas Hilmi Paşa'yı Sevr Antlaşması'nı imzaladığı 10 Ağustos 1920'ye değin Mısır hidivi olarak tanımaya devam etti. 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile hidivliği resmen sona erdi.
1914’ten sonra tekrar Mısır’a dönemeyen Abbas Hilmi Paşa, 1922’de Hüseyin Kamil'in yerine I. Fuad'ın kral olması ile hidivlik haklarını tamamen kaybetti. 1931’de Mısır’a girmesi yasaklandı. Son günlerini geçirdiği Cenevre'de 20 Aralık 1944’te hayatını kaybetti. Kahire'deki Afifi Türbesi'ne defnedildi.


[right]Arif YAMAN[/right]