Simon Bolivar
Simón José Antonio de la Santísima Trinidad Bolívar Palacios Ponte y Blanco (24 Temmuz 1783 - 17 Aralık 1830), Güney Amerikalı devrimci önder.
1783'de aristokrat bir ailenin çocuğu olarak doğdu; ancak çocuk yaşta ailesini kaybetti. Ailesinden kalan mirasla devam ettiği askeri eğitimini İspanya'da tamamladı. 1810'da Venezuela'ya döndü ve sömürge yanlısı güçler ile Karakas'ta savaştı ve Venezuela'nın bağımsızlığını ilan etti. Sonra İngiltere'ye gidip tarafsızlık sözü aldı, döndü ve Karakas'ı Napolyon'un kardeşi Joseph'in komutasındaki İspanyol ordusunun elinden aldı. İspanyollar tarafından yakalanıp Kolombiya'ya sürgün edildi. Burada Kolombiya ordusunun başına geçip, Kolombiya'nın başkenti Bogota'yı ele geçirdi (1814).
İmkânsızlıklar nedeniyle Kolombiya'da ağır yenilgiler aldı ve Jamaika'ya gitmek zorunda kaldi. Haiti'de yeni güçler topladı ve Venezuela'ya tekrar saldırdı. Ciudad Bolivar şehrini ele geçirdi ve tek başına yönetmeye başladı.
Uzun yıllar boyunca bu bölgeden İspanyollar'a karşı mücadele etti ve 1821 yılında içinde Venezuela, Ekvador, Kolombiya, Panama ve Peru'nun bulunduğu, o zamanlar Büyük Kolombiya olarak adlandırılan bölgeyi İspanyol sömürgesinden kurtardı ve ilk başkanı oldu.
Kurduğu bu bölgede Peru'nun kuzeyi, Bolivya olarak ayrıldı. Bolivya'nın anayasası bizzat Bolivar tarafından yazılmasına ve yüzyılın en önemli siyasal belgelerinden biri olmasına rağmen hiç uygulanamadı. Generaller arasındaki kişisel çatışmalar iç savaşa dönüştü ve Büyük Kolombiya bölünmeye başladı (1827).
Tüberküloz hastalığına ve hayalinin bölünüp yok olmasına dayanamayan Bolivar 1830'da hayata veda etti.
***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Gelincik
Gelincik (Gaidropsarus mediterraneus), Gadidae familyasına ait bir balık türü. Mezgit ve Bakalyaro ile yakın akrabadır.
Ortalama 20-40 cm uzunluğunda olan ve çok kaygan bir derisi olan gelincik balığı, sıcak ve ılıman suların taşlık diplerinde sahile yakın yaşar. Çevik, yırtıcı ve saldırgandır. Üreme zamanı sonbahardadır. Lezzetli etinden dolayı ekonomik değeri olan bir balıktır.
Gelincik (Papaver rhoeas), gelincikgiller (Papaveraceae) familyasından Dünya'da çok geniş bir yayılma alanına sahip bir yıllık bir bitki türü. 25-60 cm arasında değişen yüksekliklere ulaşabilir. Yaprakları mavimsi yeşildir. Dip yapraklar uzun saplı, gövde yaprakları sapsız ve gövdeye bitişiktir.
Çiçeklerin genel rengi koyu kırmızıdır. Ancak beyaza kadar giden sarı, turuncu gibi değişik renkleri vardır.
Gelincik Temmuz ile Ağustos aylarında sabah saat beş buçuk ile on saatleri arasında tohum tozlarını (polen) yayar. Aynı saatlerde arılar ve diğer böcekler çiçeklere gelerek bu tozlara bulanırlar. Böylece, böceklerin beslenme saatleri ile bitkilerin tohum tozlarını yayma saatleri aynı zaman dilimine rastlamaktadır. Gelincik hafif bir yatıştırıcıdır. Özellikle taç yapraklarında rhoeadic ve papaveric asitler vardır. Tüm parçalar "rhoeadine" alkoloidi içerir.
Gelincik çiçeğinin yeşil aksamından, tohumlarından, ve kırmızı taç yapraklarından, petallerinden yararlanılır. Taç yapraklarından geleneksel olarak gelincik şerbeti yapılır. Bozcaada gelincik ve gelincikten elde edilen gelincik şerbeti ile ünlüdür.
Gelincik, Mustelidae familyasından Mustela cinsinden bazı küçük yapılı etçil türlerinin ortak adı. Türkiye'nin hemen hemen her bölgesinde görülebilen gelinciklerin, sırtları kızıl kahverengi, karın bölgeleri ise beyaza yakın açık renkli tüylere sahiptirler.
Gelincik (Gaidropsarus mediterraneus), Gadidae familyasına ait bir balık türü. Mezgit ve Bakalyaro ile yakın akrabadır.
Ortalama 20-40 cm uzunluğunda olan ve çok kaygan bir derisi olan gelincik balığı, sıcak ve ılıman suların taşlık diplerinde sahile yakın yaşar. Çevik, yırtıcı ve saldırgandır. Üreme zamanı sonbahardadır. Lezzetli etinden dolayı ekonomik değeri olan bir balıktır.
Gelincik (Papaver rhoeas), gelincikgiller (Papaveraceae) familyasından Dünya'da çok geniş bir yayılma alanına sahip bir yıllık bir bitki türü. 25-60 cm arasında değişen yüksekliklere ulaşabilir. Yaprakları mavimsi yeşildir. Dip yapraklar uzun saplı, gövde yaprakları sapsız ve gövdeye bitişiktir.
Çiçeklerin genel rengi koyu kırmızıdır. Ancak beyaza kadar giden sarı, turuncu gibi değişik renkleri vardır.
Gelincik Temmuz ile Ağustos aylarında sabah saat beş buçuk ile on saatleri arasında tohum tozlarını (polen) yayar. Aynı saatlerde arılar ve diğer böcekler çiçeklere gelerek bu tozlara bulanırlar. Böylece, böceklerin beslenme saatleri ile bitkilerin tohum tozlarını yayma saatleri aynı zaman dilimine rastlamaktadır. Gelincik hafif bir yatıştırıcıdır. Özellikle taç yapraklarında rhoeadic ve papaveric asitler vardır. Tüm parçalar "rhoeadine" alkoloidi içerir.
Gelincik çiçeğinin yeşil aksamından, tohumlarından, ve kırmızı taç yapraklarından, petallerinden yararlanılır. Taç yapraklarından geleneksel olarak gelincik şerbeti yapılır. Bozcaada gelincik ve gelincikten elde edilen gelincik şerbeti ile ünlüdür.
Gelincik, Mustelidae familyasından Mustela cinsinden bazı küçük yapılı etçil türlerinin ortak adı. Türkiye'nin hemen hemen her bölgesinde görülebilen gelinciklerin, sırtları kızıl kahverengi, karın bölgeleri ise beyaza yakın açık renkli tüylere sahiptirler.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
18 ARALIK 2014 - TARİHTE BUGÜN
Olaylar
1271 - Kubilay Han, imparatorluğunun adını "Yuan" (元 yuán), olarak değiştirdi. Çin'de Yuan Hanedanı'nın hükümranlığı resmen başlamış oldu.
1482 - Gedik Ahmet Paşa, II. Bayezid tarafından idam ettirildi.
1865 - ABD'de kölelik kaldırıldı.
1892 - Pyotr İlyiç Çaykovski'nin The Nutcracker adlı balesi St. Petersburg'da ilk kez sahnelendi.
1894 - Avustralya'da kadınlar seçme ve seçilme hakkını elde ettiler.
1946 - Uluslararası Para Fonu, (IMF) faaliyete geçti. 27 Aralık 1945'de kurulan IMF, 32 üye ülkenin para birimlerinin altın ve Amerikan doları karşılığını ifade eden bir anlaşma ilan etti.
1954 - Kıbrıs'ta Türkiye, İngiltere ve ABD karşıtı gösteri yapan topluluğa İngiliz askerleri ateş açtı; 2 kişi vuruldu, 42 kişi tutuklandı. Gösteriyi Yunanistan'la birleşmek isteyen Kıbrıslılar düzenlemişti.
1956 - Japonya, Birleşmiş Milletlere kabul edildi.
1969 - İngiltere parlamentosu cinayet suçlarında idam cezasını kaldırıldı.
1997 - Dünya İnternet Konsorsiyumu (World Wide Web Consortium - W3C) HTML 4.0'ı duyurdu.
Doğumlar
1878 - Josef Stalin, Sovyetler Birliği'nin lideri (ö. 1953)
1913 - Willy Brandt, Alman politikacı, Nobel Barış Ödülü sahibi (ö. 1992)
1946 - Steven Spielberg, Oscar ödüllü ABD'li film yönetmeni
1963 - Brad Pitt, ABD'li oyuncu
1980 - Christina Aguilera, ABD'li şarkıcı
Ölümler
1848 - Bernhard Bolzano, İtalyan asıllı Çek filozof ve matematikçi (d. 1781)
1919 - John Alcock, Atlas Okyanusu'nu ilk kez geçen İngiliz havacı (d. 1892)
1932 - Eduard Bernstein, Alman siyasetçi (d. 1850)
1971 - Bobby Jones, ABD'li golfçü (d. 1902)
2002 - Necip Hablemitoğlu, Türk akademisyen (d. 1954)
Olaylar
1271 - Kubilay Han, imparatorluğunun adını "Yuan" (元 yuán), olarak değiştirdi. Çin'de Yuan Hanedanı'nın hükümranlığı resmen başlamış oldu.
1482 - Gedik Ahmet Paşa, II. Bayezid tarafından idam ettirildi.
1865 - ABD'de kölelik kaldırıldı.
1892 - Pyotr İlyiç Çaykovski'nin The Nutcracker adlı balesi St. Petersburg'da ilk kez sahnelendi.
1894 - Avustralya'da kadınlar seçme ve seçilme hakkını elde ettiler.
1946 - Uluslararası Para Fonu, (IMF) faaliyete geçti. 27 Aralık 1945'de kurulan IMF, 32 üye ülkenin para birimlerinin altın ve Amerikan doları karşılığını ifade eden bir anlaşma ilan etti.
1954 - Kıbrıs'ta Türkiye, İngiltere ve ABD karşıtı gösteri yapan topluluğa İngiliz askerleri ateş açtı; 2 kişi vuruldu, 42 kişi tutuklandı. Gösteriyi Yunanistan'la birleşmek isteyen Kıbrıslılar düzenlemişti.
1956 - Japonya, Birleşmiş Milletlere kabul edildi.
1969 - İngiltere parlamentosu cinayet suçlarında idam cezasını kaldırıldı.
1997 - Dünya İnternet Konsorsiyumu (World Wide Web Consortium - W3C) HTML 4.0'ı duyurdu.
Doğumlar
1878 - Josef Stalin, Sovyetler Birliği'nin lideri (ö. 1953)
1913 - Willy Brandt, Alman politikacı, Nobel Barış Ödülü sahibi (ö. 1992)
1946 - Steven Spielberg, Oscar ödüllü ABD'li film yönetmeni
1963 - Brad Pitt, ABD'li oyuncu
1980 - Christina Aguilera, ABD'li şarkıcı
Ölümler
1848 - Bernhard Bolzano, İtalyan asıllı Çek filozof ve matematikçi (d. 1781)
1919 - John Alcock, Atlas Okyanusu'nu ilk kez geçen İngiliz havacı (d. 1892)
1932 - Eduard Bernstein, Alman siyasetçi (d. 1850)
1971 - Bobby Jones, ABD'li golfçü (d. 1902)
2002 - Necip Hablemitoğlu, Türk akademisyen (d. 1954)


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Kubilay Han
Kubilay Han (d. 1215 - ö. 1294) Moğol İmparatorluğunun kağanı, aynı zamanda Çin'deki Yuan Hanedanlığı'nın kurucusu ve ilk imparatorudur.
Toluy ve Sorghaghtani Beki'nin ikinci oğlu; Cengiz Han'ın torunudur. Moğol hanı Mengü'nün kardeşi; İran'daki Moğol İlhanlılar devletinin kurucusu Hülagü'nün ağabeyidir.
Kubilay gençlik yıllarında Çince öğrenmişti ve Çin kültürüne büyük merak duymaktaydı. 1251'de Moğol hükümdarlığına seçilmiş olan kardeşi Mengü, Kubilay’ı Doğu ülkelerini, Hulagü’yü de Batıdaki ülkeleri almaya göndermişti. Güney bölgelerinde (Çin) valilik yaptığı sırada adil yönetimi ile dikkatleri topladı.
Kubilay önce büyük bir ordu ile Xi'an’ı aldı. Zorlu savaşlarla büyük Çin eyaletlerini hükümdarlığına kattı. 1258'de Yunnan ve Sichuan bölgelerine sefere çıktı. 1259’da seferde iken Mengü'nün öldüğü haberini aldı. Ancak Kubilay geri dönmeden Wuhan'daki kuşatmasına devam etti. Bu arada kardeşi Arık Böke'nin yönetimi ele geçirmeye çalıştığını öğrenince Song Hanedanlığı ile barış imzalayıp ordusunu Moğolistan'a çevirdi. 1260 yılında Kubilay ve kardeşi kendilerini Han ilan ettiler. İki kardeşin 3 yıl süren mücadelesi Kubilay'ın üstünlüğü ile sona erdi. Ancak bu iç karışıklıklardan yararlanan Yizhou valisi Li Moğol egemenliğine karşı isyan etti. Kubilay bu isyanı kolayca bastırdı, ancak bu onda Han Çinlilerine karşı derin bir güvensizlik yarattı. İmparator olduktan sonra yönetimde Han Çinlilerine yer vermedi, buna karşılık danışmanları arasında pek çok azınlık temsilcisi ve yabancılar bulunmaktaydı.
Kubilay Han, Çin’de Yuan Hanedanlığı'nı kurarak 1271 ile 1294 yılları arasında hükümdarlık yaptı. Hanedanlığın başkenti Pekin idi. 1279 yılında Song Hanedanlığı'na kesin olarak son vererek Çin’i tekrar birleştirdi. Kubilay’ın devletinin hudutları, Çin dışında Kıpçak, Çağatay, Almalık, İran ve kuzeyde Polonya hudutlarına kadar yayılıyordu. Kubilay Han, Japonya’ya ve Vietnam’a yaptığı akınlarda başarılı olamadı. Burma’da büyük bir zafer kazandı. Kubilay Han 1293'te de Endonezya'ya bir sefer yaptı ve Cava'yı ele geçirdi.
Kubilay Han Çin'de Büyük Kanal inşaatına devam etti; birçok kamu binasını tamir ettirdi. Çin'de ilk defa kâğıt para kullanımını başlattı. Çin sanatının gelişmesini destekledi. Ancak kimi yönlerden Moğol yaşam tarzını Çin'de uygulamaya diretmesi, buradaki kültürel ve sosyal yaşamda bir takım çatışmalara yol açtı.
Kubilay döneminde Çin'in pek çok Avrupalı ziyaret etti. Bunların arasında en ünlüsü Marko Polo'dur. Marko Polo, bu büyük imparatorun sarayı, oradaki hayat, eğlenceler ve vergi sistemi hakkında ilgi çekici bilgiler vermektedir.
Kubilay Han, 1294'te 78 yaşında iken öldü.
Kubilay Han (d. 1215 - ö. 1294) Moğol İmparatorluğunun kağanı, aynı zamanda Çin'deki Yuan Hanedanlığı'nın kurucusu ve ilk imparatorudur.
Toluy ve Sorghaghtani Beki'nin ikinci oğlu; Cengiz Han'ın torunudur. Moğol hanı Mengü'nün kardeşi; İran'daki Moğol İlhanlılar devletinin kurucusu Hülagü'nün ağabeyidir.
Kubilay gençlik yıllarında Çince öğrenmişti ve Çin kültürüne büyük merak duymaktaydı. 1251'de Moğol hükümdarlığına seçilmiş olan kardeşi Mengü, Kubilay’ı Doğu ülkelerini, Hulagü’yü de Batıdaki ülkeleri almaya göndermişti. Güney bölgelerinde (Çin) valilik yaptığı sırada adil yönetimi ile dikkatleri topladı.
Kubilay önce büyük bir ordu ile Xi'an’ı aldı. Zorlu savaşlarla büyük Çin eyaletlerini hükümdarlığına kattı. 1258'de Yunnan ve Sichuan bölgelerine sefere çıktı. 1259’da seferde iken Mengü'nün öldüğü haberini aldı. Ancak Kubilay geri dönmeden Wuhan'daki kuşatmasına devam etti. Bu arada kardeşi Arık Böke'nin yönetimi ele geçirmeye çalıştığını öğrenince Song Hanedanlığı ile barış imzalayıp ordusunu Moğolistan'a çevirdi. 1260 yılında Kubilay ve kardeşi kendilerini Han ilan ettiler. İki kardeşin 3 yıl süren mücadelesi Kubilay'ın üstünlüğü ile sona erdi. Ancak bu iç karışıklıklardan yararlanan Yizhou valisi Li Moğol egemenliğine karşı isyan etti. Kubilay bu isyanı kolayca bastırdı, ancak bu onda Han Çinlilerine karşı derin bir güvensizlik yarattı. İmparator olduktan sonra yönetimde Han Çinlilerine yer vermedi, buna karşılık danışmanları arasında pek çok azınlık temsilcisi ve yabancılar bulunmaktaydı.
Kubilay Han, Çin’de Yuan Hanedanlığı'nı kurarak 1271 ile 1294 yılları arasında hükümdarlık yaptı. Hanedanlığın başkenti Pekin idi. 1279 yılında Song Hanedanlığı'na kesin olarak son vererek Çin’i tekrar birleştirdi. Kubilay’ın devletinin hudutları, Çin dışında Kıpçak, Çağatay, Almalık, İran ve kuzeyde Polonya hudutlarına kadar yayılıyordu. Kubilay Han, Japonya’ya ve Vietnam’a yaptığı akınlarda başarılı olamadı. Burma’da büyük bir zafer kazandı. Kubilay Han 1293'te de Endonezya'ya bir sefer yaptı ve Cava'yı ele geçirdi.
Kubilay Han Çin'de Büyük Kanal inşaatına devam etti; birçok kamu binasını tamir ettirdi. Çin'de ilk defa kâğıt para kullanımını başlattı. Çin sanatının gelişmesini destekledi. Ancak kimi yönlerden Moğol yaşam tarzını Çin'de uygulamaya diretmesi, buradaki kültürel ve sosyal yaşamda bir takım çatışmalara yol açtı.
Kubilay döneminde Çin'in pek çok Avrupalı ziyaret etti. Bunların arasında en ünlüsü Marko Polo'dur. Marko Polo, bu büyük imparatorun sarayı, oradaki hayat, eğlenceler ve vergi sistemi hakkında ilgi çekici bilgiler vermektedir.
Kubilay Han, 1294'te 78 yaşında iken öldü.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Yuan Hanedanı
Yuan Hanedanı ya da Kubilay Hanlığı, (Çince: 元朝; Pinyin: Yuáncháo; Moğolca: Dai Ön Yeke Mongghul Ulus) 1280-1368 yılları arasında Çin'i egemenliği altına alan Moğollar tarafından kurulmuş hanedan.
Kurucusu Cengiz Han'ın torunu, Tuluy (Moğolca: Толуй)'un oğlu Kubilay Han'dır. Togon Temür döneminde 1368'de başkenti Tadu (Çince: 大都 pinyin: Dàdū, Farsça: خان باليق Khān Bālīq, Türkçe: Hanbalık)'yu terk ederek kuzeye kaçmak zorunda kalmış ve hanedan Kuzey Yuan (北元) olarak adlandırılmıştı.
Aslında Doğu Avrupa ve Rusya'dan Orta Doğu'ya, Çin ve Kore'ye kadar uzanan Moğol İmparatorluğu'nun bir parçasıdır. Ancak Moğollar, İmparatorluğun içinde yalnız Çin ile ilgilenmiş, Moğol Kağanı unvanının yerine Çin İmparatoru unvanını kullanmayı yeğlemişlerdir.
Moğol yönetiminin Han Çinlilerine yaptığı dayanılmaz sömürü ve baskı, Hanların ayaklanmasına neden oldu. 1333 yılına gelindiğinde dini örgütler ve başka gizli örgütler tarafından başlatılan ayaklanmalar tüm ülkeye yayıldı. Bu dönemdeki büyük ayaklanma, Sarı Irmak’ta yapılan ıslah çalışmalarına katılan köylülerin başlattığı “Kırmızı Başörtülü Ordu”nun ortaya çıkmasıydı. “Kırmızı Başörtülü Ordu”nun Haozhou bölgesindeki birlikleri, Zhu Yuanzhang’ın liderliğinde “Moğolları kovarak Çin’i yeniden kurmak” sloganıyla geniş destek kazandı. Zhu Yuanzhang, ordusuyla birlikte 1368 yılında Dadu’yu ele geçirerek Yuan Hanedanını devirdikten sonra Ming Hanedanını kurdu.
Yuan Hanedanı ya da Kubilay Hanlığı, (Çince: 元朝; Pinyin: Yuáncháo; Moğolca: Dai Ön Yeke Mongghul Ulus) 1280-1368 yılları arasında Çin'i egemenliği altına alan Moğollar tarafından kurulmuş hanedan.
Kurucusu Cengiz Han'ın torunu, Tuluy (Moğolca: Толуй)'un oğlu Kubilay Han'dır. Togon Temür döneminde 1368'de başkenti Tadu (Çince: 大都 pinyin: Dàdū, Farsça: خان باليق Khān Bālīq, Türkçe: Hanbalık)'yu terk ederek kuzeye kaçmak zorunda kalmış ve hanedan Kuzey Yuan (北元) olarak adlandırılmıştı.
Aslında Doğu Avrupa ve Rusya'dan Orta Doğu'ya, Çin ve Kore'ye kadar uzanan Moğol İmparatorluğu'nun bir parçasıdır. Ancak Moğollar, İmparatorluğun içinde yalnız Çin ile ilgilenmiş, Moğol Kağanı unvanının yerine Çin İmparatoru unvanını kullanmayı yeğlemişlerdir.
Moğol yönetiminin Han Çinlilerine yaptığı dayanılmaz sömürü ve baskı, Hanların ayaklanmasına neden oldu. 1333 yılına gelindiğinde dini örgütler ve başka gizli örgütler tarafından başlatılan ayaklanmalar tüm ülkeye yayıldı. Bu dönemdeki büyük ayaklanma, Sarı Irmak’ta yapılan ıslah çalışmalarına katılan köylülerin başlattığı “Kırmızı Başörtülü Ordu”nun ortaya çıkmasıydı. “Kırmızı Başörtülü Ordu”nun Haozhou bölgesindeki birlikleri, Zhu Yuanzhang’ın liderliğinde “Moğolları kovarak Çin’i yeniden kurmak” sloganıyla geniş destek kazandı. Zhu Yuanzhang, ordusuyla birlikte 1368 yılında Dadu’yu ele geçirerek Yuan Hanedanını devirdikten sonra Ming Hanedanını kurdu.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Gedik Ahmet Paşa
Gedik Ahmet Paşa (d. ? - ö. 18 Kasım 1482 Edirne), Fatih Sultan Mehmet saltanatında 1474-1476 yılları arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.
Bilindiği kadarıyla Arnavutluk'un Avlonya şehrinde doğmuştur. II. Murat döneminde iç oğlanı olarak saraya girmiş olması devşirme kökenli olduğunu akla getirmekle birlikte, devşirme olmaması da pekala mümkündür. Arnavut kökenli olduğu savı özellikle, bir keresinde Arnavutluk seferine çıkmak istememiş olmasına dayandırılmaktadır. Ancak bu tutumunun ırkdaşlarına karşı cenk etmek istememenin dışında gerekçeleri de olabilir.
II. Mehmed zamanında kısa bir süre Rumeli Beylerbeyliği yaptıktan sonra 1461'de İshak Paşa'nın yerine Anadolu Beylerbeyliği'ne getirilmiştir. İlk olarak 1461'de Koyulhisar'ın fethiyle kendisini gösterdi. 1469'da Karamanoğulları'ndan Konya Ereğlisi ve Aksaray'ı ele geçirdi; II. Mehmed'in oğlu Şehzade Mustafa'yı Karaman valisi olarak Konya'ya yerleştirdi. Ertesi yıl Eğriboz'un fethiyle sonuçlanan sefere katıldı. Ardından vezirliğe yükseltildi. 1471'de Alâiye'yi (Alanya), ertesi yıl Silifke, Mokan ve Gorios kalelerini aldı. Akkoyunlu Devleti'nin askeri yardımıyla topraklarını geri almaya çalışan Karamanoğlu Pir Ahmet ve kardeşi Karamanoğlu Kasım Bey'i yenilgiye uğrattı. Osmanlılar ile Akkoyunlular arasındaki Otlukbeli Savaşının (1473) zaferle sonuçlanmasında önemli rol oynadı.
1474'de idam edilen Veli Mahmut Paşa'nın yerine veziriazam oldu. Yine Karamanoğulları'ndan Ermenek ve Manyan hisarlarını aldı.
1475'de Kırım'daki Ceneviz kolonilerinin fethiyle görevlendirildi. Haziran 1475'de Kefe, Sudak ve Azak'ı aldı. Kefe'de Cenevizliler tarafından hapse atılmış olan Kırım Hanı Mengli Giray'ı zindandan çıkardı ve onunla bir anlaşma yaptı. Buna göre, Mengli Giray Kırım Hanı olarak Osmanlı himayesini kabul etti. Başarıları dolayısıyla kendisini üstün görmeye başlayan Gedik Ahmet Paşa, 1476'de görevlendirildiği İşkodra seferine çıkmaktan kaçınması üzerine veziriazamlıktan azledilerek Rumelihisarı'na hapsedildi. 1478'de serbest bırakıldı ve Kaptanıderyalığa getirildi. 1479'da Kefalonya, Zanta ve Ayamavra adalarını fethetti.
1480'de İtalya sahillerine çıkarak Napoli Krallığı'nın elinde bulunan Otranto'yu fethetti. Ertesi yıl Otranto'dan hareketle yeni fetihlere hazırlanırken Fatih Sultan Mehmet'in ölümü üzerine geri çağırıldı.
Haziran 1481'de II. Beyazıt ile Cem Sultan arasında Yenişehir'de yapılan savaşa son anda katılan ve savaşın II. Beyazıt'ın kazanmasında rol oynayan Gedik Ahmet Paşa, buna rağmen Cem taraftarı olduğuna dâir şüpheleri yok edemedi ve hapse atıldı.
Gedik Ahmet Paşa'nın hapsedilmesi kapıkullarının ayaklanmasına yol açtı. Bunun üzerine serbest bırakılan Gedik Ahmet Paşa, Karamanoğlu Kasım Bey'in isyanını bastırmak için Karaman'da bulunan Şehzade Abdullah'a yardıma gönderildi. Kasım bey kış sebebiyle Suriye'ye kaçınca, Gedik Ahmet Paşa isyanın bastırılmasında beklenen başarıyı sağlayamadı.
18 Kasım 1482 gecesinde Edirne'deki Yeni Saray'da padişahca verilen ziyafetin sonunda orada bulunanlara hil'atler giydirilip ikram olunurken Gedik Ahmed Paşa' ya siyah kaftan giydirilip boğdurularak öldürülmüştür.
Gedik Ahmet Paşa'nın katli üzerine yeniçeriler Edirne Subaşısı'nı öldürdülerse de isyan bastırıldı. Gedik Ahmed Paşa Edirne'de defnedilmiştir.
Eserleri
Gedik Ahmed Paşa Afyonkarahisar'da bir külliye, Ladik'te bir mescit ve bir köprü, Kütahya'da bir mektep ve bir arasta yaptırmıştır. İstanbul'daki eserlerinden sadece bulunduğu Gedikpaşa semtine adını veren hamamı günümüze ulaşmıştır.
Fatih Sultan Mehmet tarafından kendisine tevdi edilen adını taşıyan vakıf günümüze kadar gelmiştir. Fatih'in fermanı ile vakfın yönetimi, 15. yüzyıldan Cumhuriyet'e kadar Gedik Ahmet Paşa'nın evladı Kebir'leri tarafından yönetilmiştir. 1924 yılında çıkarılan Vakıflar kanunu ile yönetim Gedik Ahmet Paşa ahvadı adına Vakıflar tarafından idare edilmektedir. Vakıf kayıtlarında 15.yüzyıldan günümüze kadar bütün evladı kebirleri kayıtlıdır.
Gedik Ahmet Paşa (d. ? - ö. 18 Kasım 1482 Edirne), Fatih Sultan Mehmet saltanatında 1474-1476 yılları arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.
Bilindiği kadarıyla Arnavutluk'un Avlonya şehrinde doğmuştur. II. Murat döneminde iç oğlanı olarak saraya girmiş olması devşirme kökenli olduğunu akla getirmekle birlikte, devşirme olmaması da pekala mümkündür. Arnavut kökenli olduğu savı özellikle, bir keresinde Arnavutluk seferine çıkmak istememiş olmasına dayandırılmaktadır. Ancak bu tutumunun ırkdaşlarına karşı cenk etmek istememenin dışında gerekçeleri de olabilir.
II. Mehmed zamanında kısa bir süre Rumeli Beylerbeyliği yaptıktan sonra 1461'de İshak Paşa'nın yerine Anadolu Beylerbeyliği'ne getirilmiştir. İlk olarak 1461'de Koyulhisar'ın fethiyle kendisini gösterdi. 1469'da Karamanoğulları'ndan Konya Ereğlisi ve Aksaray'ı ele geçirdi; II. Mehmed'in oğlu Şehzade Mustafa'yı Karaman valisi olarak Konya'ya yerleştirdi. Ertesi yıl Eğriboz'un fethiyle sonuçlanan sefere katıldı. Ardından vezirliğe yükseltildi. 1471'de Alâiye'yi (Alanya), ertesi yıl Silifke, Mokan ve Gorios kalelerini aldı. Akkoyunlu Devleti'nin askeri yardımıyla topraklarını geri almaya çalışan Karamanoğlu Pir Ahmet ve kardeşi Karamanoğlu Kasım Bey'i yenilgiye uğrattı. Osmanlılar ile Akkoyunlular arasındaki Otlukbeli Savaşının (1473) zaferle sonuçlanmasında önemli rol oynadı.
1474'de idam edilen Veli Mahmut Paşa'nın yerine veziriazam oldu. Yine Karamanoğulları'ndan Ermenek ve Manyan hisarlarını aldı.
1475'de Kırım'daki Ceneviz kolonilerinin fethiyle görevlendirildi. Haziran 1475'de Kefe, Sudak ve Azak'ı aldı. Kefe'de Cenevizliler tarafından hapse atılmış olan Kırım Hanı Mengli Giray'ı zindandan çıkardı ve onunla bir anlaşma yaptı. Buna göre, Mengli Giray Kırım Hanı olarak Osmanlı himayesini kabul etti. Başarıları dolayısıyla kendisini üstün görmeye başlayan Gedik Ahmet Paşa, 1476'de görevlendirildiği İşkodra seferine çıkmaktan kaçınması üzerine veziriazamlıktan azledilerek Rumelihisarı'na hapsedildi. 1478'de serbest bırakıldı ve Kaptanıderyalığa getirildi. 1479'da Kefalonya, Zanta ve Ayamavra adalarını fethetti.
1480'de İtalya sahillerine çıkarak Napoli Krallığı'nın elinde bulunan Otranto'yu fethetti. Ertesi yıl Otranto'dan hareketle yeni fetihlere hazırlanırken Fatih Sultan Mehmet'in ölümü üzerine geri çağırıldı.
Haziran 1481'de II. Beyazıt ile Cem Sultan arasında Yenişehir'de yapılan savaşa son anda katılan ve savaşın II. Beyazıt'ın kazanmasında rol oynayan Gedik Ahmet Paşa, buna rağmen Cem taraftarı olduğuna dâir şüpheleri yok edemedi ve hapse atıldı.
Gedik Ahmet Paşa'nın hapsedilmesi kapıkullarının ayaklanmasına yol açtı. Bunun üzerine serbest bırakılan Gedik Ahmet Paşa, Karamanoğlu Kasım Bey'in isyanını bastırmak için Karaman'da bulunan Şehzade Abdullah'a yardıma gönderildi. Kasım bey kış sebebiyle Suriye'ye kaçınca, Gedik Ahmet Paşa isyanın bastırılmasında beklenen başarıyı sağlayamadı.
18 Kasım 1482 gecesinde Edirne'deki Yeni Saray'da padişahca verilen ziyafetin sonunda orada bulunanlara hil'atler giydirilip ikram olunurken Gedik Ahmed Paşa' ya siyah kaftan giydirilip boğdurularak öldürülmüştür.
Gedik Ahmet Paşa'nın katli üzerine yeniçeriler Edirne Subaşısı'nı öldürdülerse de isyan bastırıldı. Gedik Ahmed Paşa Edirne'de defnedilmiştir.
Eserleri
Gedik Ahmed Paşa Afyonkarahisar'da bir külliye, Ladik'te bir mescit ve bir köprü, Kütahya'da bir mektep ve bir arasta yaptırmıştır. İstanbul'daki eserlerinden sadece bulunduğu Gedikpaşa semtine adını veren hamamı günümüze ulaşmıştır.
Fatih Sultan Mehmet tarafından kendisine tevdi edilen adını taşıyan vakıf günümüze kadar gelmiştir. Fatih'in fermanı ile vakfın yönetimi, 15. yüzyıldan Cumhuriyet'e kadar Gedik Ahmet Paşa'nın evladı Kebir'leri tarafından yönetilmiştir. 1924 yılında çıkarılan Vakıflar kanunu ile yönetim Gedik Ahmet Paşa ahvadı adına Vakıflar tarafından idare edilmektedir. Vakıf kayıtlarında 15.yüzyıldan günümüze kadar bütün evladı kebirleri kayıtlıdır.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
II. Bayezid
II. Bâyezîd, II. Beyazıt veya Bâyezîd-i Velî, Sofu Bâyezîd (Osmanlı Türkçesi: بايزيد ثاني, Bāyezīd-i Sānī) (Divan Edebiyatı'ndaki müstear adı
(3 Aralık 1447 – 26 Mayıs 1512) sekizinci Osmanlı padişahıdır. Babası Fatih Sultan Mehmed annesi Sitti Mükrime Hatunya da Emîne Gül-Bahar Vâlide Hatûn'dur. Yavuz Sultan Selim'in de babasıdır. Tahta geçtiğinde 511.000 km²'si Asya'da, 1.703.000 km²'si Avrupa'da olmak üzere toplam 2.214.000 km² olan imparatorluk toprakları, ölümünde yaklaşık 2.375.000 km² idi.
II. Bayezid'in ismi Latin harfli Türkçe metinlerde Beyazıt, Beyazıd, Bayezit, Bayezıd gibi değişik imlâlar ile yazılsa da sultanın adı; bütün Osmanlıca kaynaklarda ve metinlerde Bâyezid (بايزيد) olarak geçmektedir. Türk Dil Kurumu, günümüzde Beyazıt, Bayezit şeklindeki yazımları benimsemiştir. Modon fetihnamesinde, Emîru'l-Mü'minîn Sultânu'l-Guzât ve'l-Mücâhidîn Nâsiru's-Seriat ve'l-Milleti ve'd-Dîn Giyâsu'l-İslâm ve Mu'înu'l-Müslimîn Sultân Bâyezîd diye anılmıştır.
II. Bayezid bazı kaynaklara göre 1447'de bazı kaynaklara göre de 1448'de 3 Aralık'ta bugün Yunanistan sınırları içerisinde kalan, Osmanlılar zamanında ise Edirne'ye bağlı bir kaza merkezi olan Dimetoka'daki Dimetoka Sarayı'nda dünyaya geldi. Babası Fatih Sultan Mehmet ilme karşı büyük bir sevgi beslediği için, oğlu Bayezid'e her şeyden evvel kuvvetli bir tahsil verdirmeyi düşündü. İstanbul'un fethi'nden sonra, 7 yaşlarındayken Hadım Ali Paşa danışmanlığında Amasya valisi olan Bayezid, burada o dönemin en ünlü âlimlerinden dersler aldı ve padişah olacak şekilde yetiştirildi. O günlerde Amasya kenti bir eğitim ve kültür merkeziydi . Devrin meşhur âlimlerinden dersler aldı, İslami ilimlerin pek çoğunu öğrendi. İslam ilmi alanında ders aldığı hocalarından birisi de Şeyh Yavsi - Hünkar Şeyhi olarak bilinen Bayrami tarikat şeyhi de olan Muhyiddîn Mehmed-i İskilibî olmuştur. İslami ilmin yanı sıra matematik ve felsefe tahsili de aldı. Ayrıca Şeyh Hamdullah'tan da hat dersleri aldı. Arapça ve Farsça'nın yanı sıra; Çağatay lehçesi ve Uygur alfabesini de öğrendi. Dinine bağlılığından dolayı kendisine Bayezid-i Veli de denilirdi. Bayezid-i Veli, şairleri saraya toplar onlarla sohbet ederdi. Hattat ve bestekârdı. Adli mahlasıyla şiirler yazdı. Ulema ve sanatkârlar için ayrıca bir fon ayırmıştı.
1473'te Otlukbeli Savaşı'nda sağ kol kumandanı olarak görev alan Bayezid İran'dan gelen tüccarların mallarının yağmalanması üzerine gönderdiği kuvvetler 1479'da Torul ve çevresini Osmanlı topraklarına kattı.
Tahta çıkışı
Fatih Sultan Mehmed'in 4 Mayıs 1481'de Gebze yakınlarında vefat etmesi üzerine Sadrazam Karamanlı Mehmed Paşa, Bayezid ve Bayezid'in kardeşi Cem Sultan'a ulaklar (haberci) gönderdi. Ancak Cem Sultan, kendisine gönderilen haberci yolda, Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yakalanarak alıkonduğu için babasının ölüm haberini geç öğrendi. Bu arada Bayezid'in tarafını tutan Yeniçeriler İstanbul'da isyan ederek Cem Sultan taraftarı Karamanlı Mehmed Paşa'yı 4 Mayıs 1481'de öldürdüler ve Bayezid'in oğlu Şehzade Korkut'u babasına vekâleten tahta çıkardılar.
Babasının vefatını öğrenen ve devlet büyüklerinin, acele başkente gelmesi hakkında gönderdikleri mektupları alan II. Bayezid maiyetinde 4.000 kişi olduğu halde Amasya'dan yola çıkıp 9 günde Üsküdar'a geldi. Ertesi gün oğlu Şehzade Korkut'tan saltanatı resmen teslim alıp 22 Mayıs 1481'de Osmanlı tahtına çıktı ve devleti idare etmeye başladı. II. Bayezid ilk olarak kapıkullarına üçer bin akçe cülus bahşişi dağıttı. Yeniçerileri ulufelerini 5 akçeye çıkarttı.
21 Ağustos 1511 günü II. Bayezid büyük oğlu Ahmet'i tahta geçirmek üzere İstanbul'a çağırdı. Veliaht Şehzade'nin Maltepe'ye kadar gelmesi üzerine Şehzade Selim'i destekleyen birlikler ayaklandı. Bunun üzerine Şehzade İstanbul'a giremedi ve Maltepe'den geri dönmek zorunda kaldı. Amasya'ya döneceği yerde Konya'ya geçen Şehzade Ahmet burada padişahlığını ilan ederek babasının orduya söz geçiremediğini iddia etti. Şehzade Ahmet'in açıkca müddei sıfatını takınması üzerine ulema yüzünü Ahmed'den çevirdi.
Bu arada Şehzade Korkut'un ansızın İstanbul'a gelmesi işleri iyice karıştırdı. Ağabeyinin bu tavrı üzerine umuda kapılan Korkut babası ve paşalarla görüşmüş ve büyük saygı görmüştü fakat babasının hayatta olması nedeniyle paşalar Korkut'u desteklemediler.
1512 yılının ilk günlerinde Kızılbaşlar Amasya, Tokat bölgesinde tekrar ayaklandılar. Şehzade Ahmet'in orayı bırakması bölgede büyük bir boşluk oluşturmuştu. Bu olay üzerine 6 Mart günü İstanbul'da Kapıkulu Ocakları isyan çıkardı. Bu olaylar üzerine Şehzade Ahmet'i desteklemekten vazgeçen Sultan küçük oğlu Selim lehine bir name yazarak onu İstanbul'a davet etti.
Tahttan feragatı ve vefatı
Şehzade Selim 19 Nisan'da İstanbul'a ulaştı. Bu arada Şehzade Korkut da İstanbul'da idi. Kendisinden üç yaş küçük kardeşinin padişahlığını tanıdı ve tebrik etti. 24 Nisan 1512'de II. Bayezid oğlu Selim namına tahtan feragat ettiğini açıkladı. Böylece babasının vefatından sonra yeniçerilerin desteği ile tahta çıkan II. Bayezid uzun bir saltanatın sonunda yine yeniçerilerin baskısıyla tahttan çekilmiş oldu. II. Bayezid tahtını oğluna bırakırken şu sözleri söyler:
“ Adaletten ayrılma, acizlere ve biçarelere karşı merhametli ol. Kimsesizlere şefkat göster, herkesin sana ram olmasını istiyorsan ulemaya çok saygı göster, zaruret olmadıkça kimseye sert davranma. ”
Yeni Sultan Selim'e Dimetoka'da çekilmek istediğini söyleyen sabık sultan, oğlunun cülusundan 11 gün sonra kalabalık bir maiyet ile İstanbul'dan Dimetoka'ya doğru yola çıktı. Yola çıktığında da çok hasta ve bitkin olan sabık sultan ata binemedi ve ancak tahtırevan ile seyahate devam edebildi. Dimetoka'ya ulaşmaya ömrü vefa etmeyen II. Bayezid, yola çıkışından 32 gün sonra 26 Mayıs 1512'de Edirne'nin güneydoğusundaki Havsa ilçesinin Abalar köyünde vefat etti.
II. Bâyezîd, II. Beyazıt veya Bâyezîd-i Velî, Sofu Bâyezîd (Osmanlı Türkçesi: بايزيد ثاني, Bāyezīd-i Sānī) (Divan Edebiyatı'ndaki müstear adı
II. Bayezid'in ismi Latin harfli Türkçe metinlerde Beyazıt, Beyazıd, Bayezit, Bayezıd gibi değişik imlâlar ile yazılsa da sultanın adı; bütün Osmanlıca kaynaklarda ve metinlerde Bâyezid (بايزيد) olarak geçmektedir. Türk Dil Kurumu, günümüzde Beyazıt, Bayezit şeklindeki yazımları benimsemiştir. Modon fetihnamesinde, Emîru'l-Mü'minîn Sultânu'l-Guzât ve'l-Mücâhidîn Nâsiru's-Seriat ve'l-Milleti ve'd-Dîn Giyâsu'l-İslâm ve Mu'înu'l-Müslimîn Sultân Bâyezîd diye anılmıştır.
II. Bayezid bazı kaynaklara göre 1447'de bazı kaynaklara göre de 1448'de 3 Aralık'ta bugün Yunanistan sınırları içerisinde kalan, Osmanlılar zamanında ise Edirne'ye bağlı bir kaza merkezi olan Dimetoka'daki Dimetoka Sarayı'nda dünyaya geldi. Babası Fatih Sultan Mehmet ilme karşı büyük bir sevgi beslediği için, oğlu Bayezid'e her şeyden evvel kuvvetli bir tahsil verdirmeyi düşündü. İstanbul'un fethi'nden sonra, 7 yaşlarındayken Hadım Ali Paşa danışmanlığında Amasya valisi olan Bayezid, burada o dönemin en ünlü âlimlerinden dersler aldı ve padişah olacak şekilde yetiştirildi. O günlerde Amasya kenti bir eğitim ve kültür merkeziydi . Devrin meşhur âlimlerinden dersler aldı, İslami ilimlerin pek çoğunu öğrendi. İslam ilmi alanında ders aldığı hocalarından birisi de Şeyh Yavsi - Hünkar Şeyhi olarak bilinen Bayrami tarikat şeyhi de olan Muhyiddîn Mehmed-i İskilibî olmuştur. İslami ilmin yanı sıra matematik ve felsefe tahsili de aldı. Ayrıca Şeyh Hamdullah'tan da hat dersleri aldı. Arapça ve Farsça'nın yanı sıra; Çağatay lehçesi ve Uygur alfabesini de öğrendi. Dinine bağlılığından dolayı kendisine Bayezid-i Veli de denilirdi. Bayezid-i Veli, şairleri saraya toplar onlarla sohbet ederdi. Hattat ve bestekârdı. Adli mahlasıyla şiirler yazdı. Ulema ve sanatkârlar için ayrıca bir fon ayırmıştı.
1473'te Otlukbeli Savaşı'nda sağ kol kumandanı olarak görev alan Bayezid İran'dan gelen tüccarların mallarının yağmalanması üzerine gönderdiği kuvvetler 1479'da Torul ve çevresini Osmanlı topraklarına kattı.
Tahta çıkışı
Fatih Sultan Mehmed'in 4 Mayıs 1481'de Gebze yakınlarında vefat etmesi üzerine Sadrazam Karamanlı Mehmed Paşa, Bayezid ve Bayezid'in kardeşi Cem Sultan'a ulaklar (haberci) gönderdi. Ancak Cem Sultan, kendisine gönderilen haberci yolda, Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yakalanarak alıkonduğu için babasının ölüm haberini geç öğrendi. Bu arada Bayezid'in tarafını tutan Yeniçeriler İstanbul'da isyan ederek Cem Sultan taraftarı Karamanlı Mehmed Paşa'yı 4 Mayıs 1481'de öldürdüler ve Bayezid'in oğlu Şehzade Korkut'u babasına vekâleten tahta çıkardılar.
Babasının vefatını öğrenen ve devlet büyüklerinin, acele başkente gelmesi hakkında gönderdikleri mektupları alan II. Bayezid maiyetinde 4.000 kişi olduğu halde Amasya'dan yola çıkıp 9 günde Üsküdar'a geldi. Ertesi gün oğlu Şehzade Korkut'tan saltanatı resmen teslim alıp 22 Mayıs 1481'de Osmanlı tahtına çıktı ve devleti idare etmeye başladı. II. Bayezid ilk olarak kapıkullarına üçer bin akçe cülus bahşişi dağıttı. Yeniçerileri ulufelerini 5 akçeye çıkarttı.
21 Ağustos 1511 günü II. Bayezid büyük oğlu Ahmet'i tahta geçirmek üzere İstanbul'a çağırdı. Veliaht Şehzade'nin Maltepe'ye kadar gelmesi üzerine Şehzade Selim'i destekleyen birlikler ayaklandı. Bunun üzerine Şehzade İstanbul'a giremedi ve Maltepe'den geri dönmek zorunda kaldı. Amasya'ya döneceği yerde Konya'ya geçen Şehzade Ahmet burada padişahlığını ilan ederek babasının orduya söz geçiremediğini iddia etti. Şehzade Ahmet'in açıkca müddei sıfatını takınması üzerine ulema yüzünü Ahmed'den çevirdi.
Bu arada Şehzade Korkut'un ansızın İstanbul'a gelmesi işleri iyice karıştırdı. Ağabeyinin bu tavrı üzerine umuda kapılan Korkut babası ve paşalarla görüşmüş ve büyük saygı görmüştü fakat babasının hayatta olması nedeniyle paşalar Korkut'u desteklemediler.
1512 yılının ilk günlerinde Kızılbaşlar Amasya, Tokat bölgesinde tekrar ayaklandılar. Şehzade Ahmet'in orayı bırakması bölgede büyük bir boşluk oluşturmuştu. Bu olay üzerine 6 Mart günü İstanbul'da Kapıkulu Ocakları isyan çıkardı. Bu olaylar üzerine Şehzade Ahmet'i desteklemekten vazgeçen Sultan küçük oğlu Selim lehine bir name yazarak onu İstanbul'a davet etti.
Tahttan feragatı ve vefatı
Şehzade Selim 19 Nisan'da İstanbul'a ulaştı. Bu arada Şehzade Korkut da İstanbul'da idi. Kendisinden üç yaş küçük kardeşinin padişahlığını tanıdı ve tebrik etti. 24 Nisan 1512'de II. Bayezid oğlu Selim namına tahtan feragat ettiğini açıkladı. Böylece babasının vefatından sonra yeniçerilerin desteği ile tahta çıkan II. Bayezid uzun bir saltanatın sonunda yine yeniçerilerin baskısıyla tahttan çekilmiş oldu. II. Bayezid tahtını oğluna bırakırken şu sözleri söyler:
“ Adaletten ayrılma, acizlere ve biçarelere karşı merhametli ol. Kimsesizlere şefkat göster, herkesin sana ram olmasını istiyorsan ulemaya çok saygı göster, zaruret olmadıkça kimseye sert davranma. ”
Yeni Sultan Selim'e Dimetoka'da çekilmek istediğini söyleyen sabık sultan, oğlunun cülusundan 11 gün sonra kalabalık bir maiyet ile İstanbul'dan Dimetoka'ya doğru yola çıktı. Yola çıktığında da çok hasta ve bitkin olan sabık sultan ata binemedi ve ancak tahtırevan ile seyahate devam edebildi. Dimetoka'ya ulaşmaya ömrü vefa etmeyen II. Bayezid, yola çıkışından 32 gün sonra 26 Mayıs 1512'de Edirne'nin güneydoğusundaki Havsa ilçesinin Abalar köyünde vefat etti.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
kölelik
Kölelik, bir insanın başka birinin malı ve mülkü olması. Başka bir kişinin malı ve mülkü olan kişiye köle, memlûk veya kul; köle sahibine ise efendi veya mevla denir. Bazı durumlarda uşak ve hizmetçi de köle anlamına gelir. Kadın kölelere cariye denir.
Köle olma şartları
Çok eski tarihlerden beri savaşta esir düşenler, ağır suç işleyenler, borcunu ödeyemeyenler, korsanlar tarafından kaçırılanlar köle kabul edilir, köle pazarlarında satılırdı.
Erkek kölelerin çocukları da köle olur. Cariyelerin efendilerinden oğulları Yahudi ve Arap toplumları gibi bazı toplumlarda köle kabul edilmemişlerdir. Ziraat ve ticaretle uğraşan bütün toplumlarda köleliğin çeşitli şekillerine rastlanmaktadır. Mezopotamya’da, eski Mısır’da Yunan’da, Roma’da, İslam öncesi İran, Orta Asya ve Anadolu’da yaşayan kavimlerde kölelik son derece doğal sosyal bir olgu olarak kabul edilirdi.
Köleliğin yasaklanması
İlk kanunlar İngiltere’de ve ABD’de 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1807 yılında çıkarılmış, daha sonra diğer Avrupa devletleri onları izlemişti. Avrupa'da İngiltere'den sonra köleliği ilk kaldıran Osmanlı İmparatorluğu'dur. Osmanlı'da kölelik, Sultan Abdülmecid döneminde 1847’de bir fermanla yasaklanmıştır. 1926’da Milletler Cemiyeti bütün dünyada köleliği yasaklamış, daha sonra Birleşmiş Milletler de bu hükmü teyid etmiştir.
Batı toplumlarında kölelik
Kölelik, Orta Çağ’ın bitimine değin, Batı toplumunun iktisadî ve sosyal açıdan ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Batı dünyasında; feodalizmin tarih sahnesinden çekilerek yerini burjuva ekonomik sistemine bırakmaya başladığı ana kadar kölelik kurumu, emek veriminin düşük ve teknik imkânların son derece kısıtlı olması sebebiyle en önemli üretim aracı olagelmiştir. Son derece ağır şartları haiz olan köle hayatında ancak 19. yüzyıl sonlarından itibaren bir miktar düzelme meydana gelmiştir.
İslam'da kölelik
İslamiyet'ten önce de Arap Yarımadası'nda yüzyıllardır mevcut olan kölelik sisteminin şekli İslamiyet'in var olması ile daha çok askeri ve dini bir boyut kazanmıştır. Kur'an kölelerin hak ve hukuku ile ilgili birçok hususu açıklığa kavuşturup kesin hükümlere bağlamıştır.
İslamiyet köleliği yasaklamamıştır. Bununla beraber köle edinmeyi zorlaştırmış ve kölelerin azad edilmesini teşvik etmiştir. Örneğin kazara bir müslümanı öldüren kimsenin müslüman bir köle azad etmesi emredilmiştir. Yalan yere yemin edenlere on yoksulu yedirip giydirmek veya bir köle azad etmek emredilmiştir. Buna gücü yetmeyenin ise 3 gün oruç tutması gereklidir. Ayrıca Muhammed bir hadisinde şöyle demiştir: "Kim kölesini döverse, onun cezası kölesini âzad etmekle yerine getirilir. Ayrıca Sahibinden çocuğu olan bir köle, sahibinin ölümü ile özgür duruma gelir.
İslam'a göre bir Müslüman sınırsız sayıda cariyeye diğer bir deyişle kadın kölelere sahip olabilir ve Müslüman bir erkeğin bu cariyelerle nikahsız ilişkileri helal sayılır . Cariyelere, hür kadınlara uygulanandan farklı hukuk uygulanmaktadır. Örneğin bir cariyenin fuhuş yapması halinde ceza olarak cariyeye, hür kadınlara uygulanan cezaların yarısı uygulanır.
İslam hukukuna göre bir köle veya cariye, efendisine belli bir özgürlük bedeli ödemek koşuluyla özgür kalabilir. Köle veya cariyenin efendisine ücret ödemesi ile özgür kalmasına mükatebe denir ve Kur'an-ı Kerim'de Nur suresinin 33. ayetinde bu husus kısmen detaylandırılmıştır.
İslam'la birlikte borç veya zaruret nedeniyle birini köleleştirmek ortadan kalkmış, kölelik edinme yöntemleri sadece savaşa indirgenmiştir.
Osmanlı'da kölelik
Osmanlı'da köleliğe kurucusu Osman Bey zamanında da rastlanmakla beraber, kölelik kurumu Orhan Bey zamanında yerleşmiştir. Osmanlı devletinde köle kaynakları genel olarak iki ana başlık altında toplanmaktaydı.Bunlardan birisi savaşlar diğeri de ticaret yoluyla ortaya çıkan kölelikti. Haremin ortaya çıkması ise Fatih Sultan Mehmet döneminde gerçekleşmiştir. Bunda artan fetihler ve genişleyen topraklar önemli bir rol oynamaktaydı. Bu tarihlerden sonra kölelik ve bununla birlikte köle ticareti Osmanlı devletinde yerini alıyor ve köle ticareti devletin de dolaylı olarak destek verdiği bir uygulama oluyordu.Ancak ilerleyen yıllarda kölelerin belirli bir çalışma süresi sonunda azat edilmesi, kölelerin evlenme haklarının sahiplerince karşılanması gibi düzenlemelerle, köle ticaretini kısıtlamaya ve kölelere yapılan kötü muameleleri önlemeye çalıştı. bu amaçlarla birçok ferman yayınladı.[kaynak belirtilmeli] Osmanlı'da kölelik, Sultan Abdülmecid döneminde 1847’de yayınlanan ferman bunların en önemlisidir ve bu fermanla köle ticareti resmi olarak kaldırılmıştır. Ancak uygulamanın önüne ancak imparatorluğun son yılarında geçilebilmiştir. Osmanlıdan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti de köleliğe ilişkin bütün uluslararası antlaşmaların altına imza atmış ve Türkiye Cumhuriyeti'nde kölelik hiçbir zaman olmamıştır.
Kölelik, bir insanın başka birinin malı ve mülkü olması. Başka bir kişinin malı ve mülkü olan kişiye köle, memlûk veya kul; köle sahibine ise efendi veya mevla denir. Bazı durumlarda uşak ve hizmetçi de köle anlamına gelir. Kadın kölelere cariye denir.
Köle olma şartları
Çok eski tarihlerden beri savaşta esir düşenler, ağır suç işleyenler, borcunu ödeyemeyenler, korsanlar tarafından kaçırılanlar köle kabul edilir, köle pazarlarında satılırdı.
Erkek kölelerin çocukları da köle olur. Cariyelerin efendilerinden oğulları Yahudi ve Arap toplumları gibi bazı toplumlarda köle kabul edilmemişlerdir. Ziraat ve ticaretle uğraşan bütün toplumlarda köleliğin çeşitli şekillerine rastlanmaktadır. Mezopotamya’da, eski Mısır’da Yunan’da, Roma’da, İslam öncesi İran, Orta Asya ve Anadolu’da yaşayan kavimlerde kölelik son derece doğal sosyal bir olgu olarak kabul edilirdi.
Köleliğin yasaklanması
İlk kanunlar İngiltere’de ve ABD’de 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1807 yılında çıkarılmış, daha sonra diğer Avrupa devletleri onları izlemişti. Avrupa'da İngiltere'den sonra köleliği ilk kaldıran Osmanlı İmparatorluğu'dur. Osmanlı'da kölelik, Sultan Abdülmecid döneminde 1847’de bir fermanla yasaklanmıştır. 1926’da Milletler Cemiyeti bütün dünyada köleliği yasaklamış, daha sonra Birleşmiş Milletler de bu hükmü teyid etmiştir.
Batı toplumlarında kölelik
Kölelik, Orta Çağ’ın bitimine değin, Batı toplumunun iktisadî ve sosyal açıdan ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Batı dünyasında; feodalizmin tarih sahnesinden çekilerek yerini burjuva ekonomik sistemine bırakmaya başladığı ana kadar kölelik kurumu, emek veriminin düşük ve teknik imkânların son derece kısıtlı olması sebebiyle en önemli üretim aracı olagelmiştir. Son derece ağır şartları haiz olan köle hayatında ancak 19. yüzyıl sonlarından itibaren bir miktar düzelme meydana gelmiştir.
İslam'da kölelik
İslamiyet'ten önce de Arap Yarımadası'nda yüzyıllardır mevcut olan kölelik sisteminin şekli İslamiyet'in var olması ile daha çok askeri ve dini bir boyut kazanmıştır. Kur'an kölelerin hak ve hukuku ile ilgili birçok hususu açıklığa kavuşturup kesin hükümlere bağlamıştır.
İslamiyet köleliği yasaklamamıştır. Bununla beraber köle edinmeyi zorlaştırmış ve kölelerin azad edilmesini teşvik etmiştir. Örneğin kazara bir müslümanı öldüren kimsenin müslüman bir köle azad etmesi emredilmiştir. Yalan yere yemin edenlere on yoksulu yedirip giydirmek veya bir köle azad etmek emredilmiştir. Buna gücü yetmeyenin ise 3 gün oruç tutması gereklidir. Ayrıca Muhammed bir hadisinde şöyle demiştir: "Kim kölesini döverse, onun cezası kölesini âzad etmekle yerine getirilir. Ayrıca Sahibinden çocuğu olan bir köle, sahibinin ölümü ile özgür duruma gelir.
İslam'a göre bir Müslüman sınırsız sayıda cariyeye diğer bir deyişle kadın kölelere sahip olabilir ve Müslüman bir erkeğin bu cariyelerle nikahsız ilişkileri helal sayılır . Cariyelere, hür kadınlara uygulanandan farklı hukuk uygulanmaktadır. Örneğin bir cariyenin fuhuş yapması halinde ceza olarak cariyeye, hür kadınlara uygulanan cezaların yarısı uygulanır.
İslam hukukuna göre bir köle veya cariye, efendisine belli bir özgürlük bedeli ödemek koşuluyla özgür kalabilir. Köle veya cariyenin efendisine ücret ödemesi ile özgür kalmasına mükatebe denir ve Kur'an-ı Kerim'de Nur suresinin 33. ayetinde bu husus kısmen detaylandırılmıştır.
İslam'la birlikte borç veya zaruret nedeniyle birini köleleştirmek ortadan kalkmış, kölelik edinme yöntemleri sadece savaşa indirgenmiştir.
Osmanlı'da kölelik
Osmanlı'da köleliğe kurucusu Osman Bey zamanında da rastlanmakla beraber, kölelik kurumu Orhan Bey zamanında yerleşmiştir. Osmanlı devletinde köle kaynakları genel olarak iki ana başlık altında toplanmaktaydı.Bunlardan birisi savaşlar diğeri de ticaret yoluyla ortaya çıkan kölelikti. Haremin ortaya çıkması ise Fatih Sultan Mehmet döneminde gerçekleşmiştir. Bunda artan fetihler ve genişleyen topraklar önemli bir rol oynamaktaydı. Bu tarihlerden sonra kölelik ve bununla birlikte köle ticareti Osmanlı devletinde yerini alıyor ve köle ticareti devletin de dolaylı olarak destek verdiği bir uygulama oluyordu.Ancak ilerleyen yıllarda kölelerin belirli bir çalışma süresi sonunda azat edilmesi, kölelerin evlenme haklarının sahiplerince karşılanması gibi düzenlemelerle, köle ticaretini kısıtlamaya ve kölelere yapılan kötü muameleleri önlemeye çalıştı. bu amaçlarla birçok ferman yayınladı.[kaynak belirtilmeli] Osmanlı'da kölelik, Sultan Abdülmecid döneminde 1847’de yayınlanan ferman bunların en önemlisidir ve bu fermanla köle ticareti resmi olarak kaldırılmıştır. Ancak uygulamanın önüne ancak imparatorluğun son yılarında geçilebilmiştir. Osmanlıdan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti de köleliğe ilişkin bütün uluslararası antlaşmaların altına imza atmış ve Türkiye Cumhuriyeti'nde kölelik hiçbir zaman olmamıştır.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Pyotr İlyiç Çaykovski
Pyotr İlyiç Çaykovski[a 1] (Rusça: Пётр Ильич Чайкoвский, d. 7 Mayıs 1840; Votkinsk - ö. 6 Kasım 1893; Sankt Petersburg), Romantik Dönem Rus klasik müzik bestecisidir. Senfoni, opera, bale, enstrümental ve oda müziği ile şarkı gibi birçok tarzda eser vermiştir. Günümüz klasik müzik repertuarında yer alan en popüler konser ve gösteri müziklerini yazmıştır. Bunların arasında Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel, Fındıkkıran bale müzikleri, 1812 Uvertürü, ilk Piyano Konçertosu, son üç senfonisi ve Yevgeni Onegin opera müziği sayılabilir.
Çaykovski orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Müziğe karşı erken yaştan itibaren yatkınlık göstermesine rağmen devlet memuru olmak için eğitim almıştır. Ailesinin istememesine rağmen müzik alanında kariyer yapmayı seçerek 1862 yılında Sankt Petersburg Konservatuarı'na girdi ve 1865 yılında buradan mezun oldu. Bu formel, batıya yönelik eğitim Çaykovski'yi döneminin Rus Beşleri olarak bilinen ve genç Rus bestecilerden oluşan ulusalcı akımından ayırmıştır.
Her ne kadar önemli başarılara imzasını atmış olsa da duygusal anlamda kendini hiçbir zaman güvende hissetmemiş ve yaşamı boyunca kişisel krizlerle karşılaşmış ve dönem dönem depresyona girmiştir. Bunun etkenleri arasında bastırılmış eşcinselliği ve bunun açığa çıkma korkusu, kötü evlilik hayatı ve hiçbir zaman yüzünü görmediği,sadece maddi destek aldığı zengin bir dul olan Nadejda von Meck ile 13 yıl süren mektuplaşmasının sona ermesi sayılabilir. Özel hayatındaki hengâmeye rağmen ününü günden güne artırmış, Çar tarafından yaşam boyu maaşa bağlanmış ve dünya çapında konser salonlarında eserleri takdir görmüştür. 53 yaşında ani ölümüne kolera salgınının sebep olduğunu söylense de bazı kaynaklar bunun intihar olduğunu ileri sürmüştür. .
Dünya üzerinde konser izleyicileri arasında çok popüler olmasına rağmen Çaykovski zaman zaman eleştirmenler, müzisyenler ve besteciler tarafından sert eleştirilere maruz kalmıştır. Ancak günümüzde önemli bir besteci olduğu konusunda artık bir şüphe kalmamıştır. 20. yüzyılın başında ve ortalarında batılı eleştirmenler Çaykovski'nin müziğini bayağı bulmuşlar ve gerisinde bir düşüncenin yatmadığını öne sürmüşlerdir. Ancak bu küçümseme zamanla ortadan kaybolmuştur.
Pyotr İlyiç Çaykovski[a 1] (Rusça: Пётр Ильич Чайкoвский, d. 7 Mayıs 1840; Votkinsk - ö. 6 Kasım 1893; Sankt Petersburg), Romantik Dönem Rus klasik müzik bestecisidir. Senfoni, opera, bale, enstrümental ve oda müziği ile şarkı gibi birçok tarzda eser vermiştir. Günümüz klasik müzik repertuarında yer alan en popüler konser ve gösteri müziklerini yazmıştır. Bunların arasında Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel, Fındıkkıran bale müzikleri, 1812 Uvertürü, ilk Piyano Konçertosu, son üç senfonisi ve Yevgeni Onegin opera müziği sayılabilir.
Çaykovski orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Müziğe karşı erken yaştan itibaren yatkınlık göstermesine rağmen devlet memuru olmak için eğitim almıştır. Ailesinin istememesine rağmen müzik alanında kariyer yapmayı seçerek 1862 yılında Sankt Petersburg Konservatuarı'na girdi ve 1865 yılında buradan mezun oldu. Bu formel, batıya yönelik eğitim Çaykovski'yi döneminin Rus Beşleri olarak bilinen ve genç Rus bestecilerden oluşan ulusalcı akımından ayırmıştır.
Her ne kadar önemli başarılara imzasını atmış olsa da duygusal anlamda kendini hiçbir zaman güvende hissetmemiş ve yaşamı boyunca kişisel krizlerle karşılaşmış ve dönem dönem depresyona girmiştir. Bunun etkenleri arasında bastırılmış eşcinselliği ve bunun açığa çıkma korkusu, kötü evlilik hayatı ve hiçbir zaman yüzünü görmediği,sadece maddi destek aldığı zengin bir dul olan Nadejda von Meck ile 13 yıl süren mektuplaşmasının sona ermesi sayılabilir. Özel hayatındaki hengâmeye rağmen ününü günden güne artırmış, Çar tarafından yaşam boyu maaşa bağlanmış ve dünya çapında konser salonlarında eserleri takdir görmüştür. 53 yaşında ani ölümüne kolera salgınının sebep olduğunu söylense de bazı kaynaklar bunun intihar olduğunu ileri sürmüştür. .
Dünya üzerinde konser izleyicileri arasında çok popüler olmasına rağmen Çaykovski zaman zaman eleştirmenler, müzisyenler ve besteciler tarafından sert eleştirilere maruz kalmıştır. Ancak günümüzde önemli bir besteci olduğu konusunda artık bir şüphe kalmamıştır. 20. yüzyılın başında ve ortalarında batılı eleştirmenler Çaykovski'nin müziğini bayağı bulmuşlar ve gerisinde bir düşüncenin yatmadığını öne sürmüşlerdir. Ancak bu küçümseme zamanla ortadan kaybolmuştur.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
bale
Bale, belli figürlere, adım atışlara dayalı dans ve müzikli gösteri türüdür.
Bale dansı, mimik, müzik, duygu ve dekor sanatlarının ileri standartda birleştirilerek kullanan bir tiyatro gösterisi olarak tanımlanabilir. Asıl eleman olarak kullanılan dans aslında İtalyanca "dans" anlamına gelen "ballo" ya da "balletto" sözcüğünden türetilmiştir.
Bale uzun yıllar süren bir eğitimle öğrenilir, çoğunlukla müzikli yapılır. Erkek dansçılara "balet - yalnız bu deyim sadece Türkiye'de kullanılmaktadır. Dünyanın diğer ülkelerinde erkek sanatçılara bale dansçısı denir - ", kadın dansçılara "balerin" denir. Balede tayt, mayo ve "tutu" denilen özel etek ve bunun gibi giysiler kullanılır. Bale terminolojisinde ayakların tam parmak ucunda durmasını sağlayan ayakkabıya "point" ya da "puant" denir. Bale yapılmadan önce esneme hareketleri mutlaka yapılmalıdır; yoksa ısınılmadan hareketler yapıldığı için kaslar yırtılabilir ya da vücudun bir yerini incitebilir.
Bale ilk olarak İtalya'da rönesans döneminden görülmektedir. Mim sanatçılarının ortaçağ ve rönesans tiyatro gösterilerinde ve geleneksel halk gösterilerindeki dans adımları bugünkü balenin temellerini oluşturur. O zamanlarda koreografik bir düzeni olmayan bale Dominic de Piacenza ve Antonio Cornazzo'nun ilk koreografik kompozisyon denemeleri ve adımlara isim vermeleriyle gelişmiş bu noktada Fransızlar çok etkilenmiş ve bunun sonucunda bugünkü balenin ilk tohumları 1581'de Catherine de Medici'nin "Beaujoyeux" adlı Le Ballet Comique de la Reine tarafından sahnelenen gösterisiyle atılmıştır.
Fransa'da IV. Henry tarafından desteklenen bale tüm Avrupa'ya, oradan da 16. ve 17. yüzyılın sonlarında da Danimarka ve İsveç'e kadar yayılmıştır. Balenin altın çağı kendisi de iyi bir dansçı olan XIV. Louis döneminde başlamıştır. Bu döneme kadar halk tarafından dans edilirken bir kez profesyonel dansçılar kostüm maske ve peruklar kullanarak dans etmeye başlamışlardır. 18. yüzyılda bale tamamen kendini opera sanatından soyutlayarak özgür bir sanat formuna kavuşmuştur. Bunun da tohumları George Noverre trafından atılmış ve bugün sahnede gördüğümüz bale sanatı onun koyduğu kurallar üzerine kurulmuştur.
18. yüzyılın ikinci yarısında Rusya'ya ulaşan bale St.Petersburg'da Petipa ve Saint-Leon ile hayat bularak gelişmiş ve bugün hala sahnelenen Uyuyan Güzel Balesi, Fındıkkıran Balesi ve Kuğu Gölü Balesi gibi tanınmış eserler buradan tüm dünyaya yayılmıştır.
Bale, belli figürlere, adım atışlara dayalı dans ve müzikli gösteri türüdür.
Bale dansı, mimik, müzik, duygu ve dekor sanatlarının ileri standartda birleştirilerek kullanan bir tiyatro gösterisi olarak tanımlanabilir. Asıl eleman olarak kullanılan dans aslında İtalyanca "dans" anlamına gelen "ballo" ya da "balletto" sözcüğünden türetilmiştir.
Bale uzun yıllar süren bir eğitimle öğrenilir, çoğunlukla müzikli yapılır. Erkek dansçılara "balet - yalnız bu deyim sadece Türkiye'de kullanılmaktadır. Dünyanın diğer ülkelerinde erkek sanatçılara bale dansçısı denir - ", kadın dansçılara "balerin" denir. Balede tayt, mayo ve "tutu" denilen özel etek ve bunun gibi giysiler kullanılır. Bale terminolojisinde ayakların tam parmak ucunda durmasını sağlayan ayakkabıya "point" ya da "puant" denir. Bale yapılmadan önce esneme hareketleri mutlaka yapılmalıdır; yoksa ısınılmadan hareketler yapıldığı için kaslar yırtılabilir ya da vücudun bir yerini incitebilir.
Bale ilk olarak İtalya'da rönesans döneminden görülmektedir. Mim sanatçılarının ortaçağ ve rönesans tiyatro gösterilerinde ve geleneksel halk gösterilerindeki dans adımları bugünkü balenin temellerini oluşturur. O zamanlarda koreografik bir düzeni olmayan bale Dominic de Piacenza ve Antonio Cornazzo'nun ilk koreografik kompozisyon denemeleri ve adımlara isim vermeleriyle gelişmiş bu noktada Fransızlar çok etkilenmiş ve bunun sonucunda bugünkü balenin ilk tohumları 1581'de Catherine de Medici'nin "Beaujoyeux" adlı Le Ballet Comique de la Reine tarafından sahnelenen gösterisiyle atılmıştır.
Fransa'da IV. Henry tarafından desteklenen bale tüm Avrupa'ya, oradan da 16. ve 17. yüzyılın sonlarında da Danimarka ve İsveç'e kadar yayılmıştır. Balenin altın çağı kendisi de iyi bir dansçı olan XIV. Louis döneminde başlamıştır. Bu döneme kadar halk tarafından dans edilirken bir kez profesyonel dansçılar kostüm maske ve peruklar kullanarak dans etmeye başlamışlardır. 18. yüzyılda bale tamamen kendini opera sanatından soyutlayarak özgür bir sanat formuna kavuşmuştur. Bunun da tohumları George Noverre trafından atılmış ve bugün sahnede gördüğümüz bale sanatı onun koyduğu kurallar üzerine kurulmuştur.
18. yüzyılın ikinci yarısında Rusya'ya ulaşan bale St.Petersburg'da Petipa ve Saint-Leon ile hayat bularak gelişmiş ve bugün hala sahnelenen Uyuyan Güzel Balesi, Fındıkkıran Balesi ve Kuğu Gölü Balesi gibi tanınmış eserler buradan tüm dünyaya yayılmıştır.


[right]Arif YAMAN[/right]