Eyfel Kulesi
Eyfel Kulesi (Fransızca: La tour Eiffel [la tuʀ ɛˈfɛl]), Paris'teki demir kule. Kule, aynı zamanda tüm dünyada Fransa'nın sembolü halini almıştır. İsmini, inşa ettiren firma olan Gustave Eiffel'den alır. En büyük turizm cazibelerinden biri olan Eyfel Kulesi, yılda 6 milyon turist çeker. 2002 yılında toplam ziyaretçi sayısı 200 milyona ulaşmıştır.
Eyfel Kulesi 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel'in firması tarafından, Fransız Devrimi'nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiştir. Aslında kulenin mimarı Gustave Eiffel değil, İsviçreli Maurice Koechlin 'in siparişi üzerine tasarlayan Stephen Sauvestre'dir. Meslektaşı Emile Nouguier ile beraber ilk tasarımları yapmıştır. Kulenin, 7.739.401 Frank 31 Sent tutan inşaat masrafları, Gustave Eiffel'in tahminlerinin 1 milyon frank üstündedir. 1889 yılındaki açılış tarihden önceki 5 ayda 1,9 milyon kişi ziyaret edince, yıl sonuna kadar toplam masrafın 3/4'ü çıkartılmıştır.
3.000 işçi 26 ay boyunca 18.038 adet demir parçayı 2,5 milyon perçinle bir araya getirdi. Hiç ölüm vakası yaşanmamış olması, o günün şartlarında şaşırtıcı bir durumdur.
Ancak kule, onu bir utanç lekesi olarak gören Paris halkının tepkisini de çekmiştir. Bazı sanatçılar devasa bir sokak lambasına benzetirken, bir fabrika bacası gibi Paris'in görsel itibarını zedeleyeceğini ileri sürmüşlerdir. Böylelikle devrin sanatçı ve edebiyatçı çevresinde bir kampanya başlatılmış, bu kampanya süresince ünlü sanatçıların imzaladığı bildiriler dağıtılmıştır. Bugün ise Eyfel Kulesi, Dünya'nın en güzel mimari yapılarından biri olarak kabul edilir. Parisliler onu Demir Bayan olarak adlandırırlar. İlk başlarda Eiffel, Kule'ye sadece 20 yıl için müsaade almıştı. Dolayısıyla, 1909 yılında kulenin sökülmesi gerekiyordu. Ancak kule, iletişim için çok uygun yüksekliğe ulaştığından ve yeni yüzyılda Atlantik ötesi haberleşmeye imkân tanıdığından, kalmasına izin verildi.
Eyfel Kulesi 300 m yüksekliktedir. Zirvesindeki televizyon vericileri 27 m daha yükseklik kazandırır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan çelik yerine demirden inşa edilmiş, özel teknikler sayesinde günümüze kadar sağlam olarak gelmiştir.
200.000 metrekare alanda bulunan Eyfel Kulesi her 7 yılda bir, 60 ton boya ile boyanır. Bu çalışmada 25 boyacı görev yaparken, çalışma 15 ay sürer. Bu işlem sırasında 1.500 fırça, 5.000 zımpara kağıdı ve 1.500 iş tulumu tüketilir. Ayrıca güvenlik maksadıyla toplam 50 km güvenlik halatı, 20.000 metrekare koruyucu ağ kullanılır. Boyama maliyeti yaklaşık 3 milyon avro tutar. Zaman içinde kulenin rengi kırmızımsı kahveden, sarımsı kahveye, daha sonra kestane kahvesinden bugünkü bronz tonuna dönüşmüştür. Kule 3 renk tonunda boyanır. En açık renk zirvede kullanılırken, en koyusu zeminde kullanılır.
Kulede intihar olayları da yaşanmaktadır. Şu ana kadar 400 kişi bunu gerçekleştirmiştir. Zamanla, intiharların önüne geçmek maksadıyla platformların çıkış noktalarına demir parmaklıklar yerleştirilmiştir.
22 Temmuz 2003 tarihinde, kısa devre sonucu, kulenin zirvesinde, hemen en üst ziyaretçi platformunun üstünde yangın çıkmıştır. Yangın bir saat gibi bir sürede kimse yaralanmadan söndürülmüştür.
***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Henri Becquerel
Antoine Henri Becquerel (15 Aralık 1852 – 25 Ağustos 1908), Fransız fizikçi, radyoaktivitenin kaşiflerinden. 1903 Nobel Fizik Ödülü sahibi. SI ölçü sisteminde betivorlyy birimi Bekerel (Becquerel, Bq) onun ismine ithafen verilmiştir.
Babası Alexander Edmond Becquerel Paris Doğal Tarih Müzesinde uygulamalı fizik profesörüydü. Ailesinin bilim geleneğini devam ettirerek 1872 yılında École Polytechnique okuluna başladı ve 1888 yılında fizik üzerine doktorasını verdi. 1878 ile 1892 yılları arası Paris Doğal Tarih Müzesi'nde asistan, sonrasında da profesör olarak görev aldı. 1895 yılında École Polytechnique'te fizik profesörü olarak göreve başladı.
Becquerel yağmurlu havadan dolayı birkaç gün uranyum tuzlarını güneş ışığına maruz bırakamadı. Siyah kağıda sarılı film ve üstüne konmuş uranyum bileşiği birkaç gün çekmecesinde güneşin doğmasını ve 1 Mart günü, belli bir sebebi olmaksızın, çekmecedeki filmi banyo etti, ve uranyum kristalinin güneş ışığına maruz kalmadığı halde filme iz bıraktığını gördü. Becquerel bunun x ışınlarına benzer görünmez bir ışın olarak tanımladı.
Becquerel bulduğu bu sonucu 2 Mart 1896'da kısa bir makale olarak Fransa Bilim Akademisi'ne okudu. Bu olay o tarihten itibaren 1898 yılına kadar Becquerel ışınları olarak adlandırıldı. 1898 de Marie Curie adını daha genel bir isim olan, radyoaktivite ile değiştirdi.
Becquerel radyoaktiviteyi bulmasının ardından, üç ayrı keşfe daha imza attı. 1899 ve 1900 yılları arası beta parçacıklarının elektrik alan ve manyetik alan içerisinde saptığını gözlemleyerek, beta parçacıklarının İngiliz fizikci J. J. Thomson'un yeni keşfettiği elektronlar ile aynı parçacık olduğunu gösterdi. Bunun yanı sıra yeni hazırlanmış uranyumun belli bir süre sonra kısmen yok olduğuna ve radyoaktiflik kazandığına dikkat çekti. Bu gözlem 1990 yılında Ernest Rutherford ve Frederick Soddy tarafından radyoaktif bozunma olarak adlandırılacaktı. Son olarak 1901 yılında cebinde taşıdığı radyumun vücudunda yanma yarattığını bildirerek sağlık fiziğine ve radyum kanser tedavisine katkıda bulunmuş oldu...
Antoine Henri Becquerel (15 Aralık 1852 – 25 Ağustos 1908), Fransız fizikçi, radyoaktivitenin kaşiflerinden. 1903 Nobel Fizik Ödülü sahibi. SI ölçü sisteminde betivorlyy birimi Bekerel (Becquerel, Bq) onun ismine ithafen verilmiştir.
Babası Alexander Edmond Becquerel Paris Doğal Tarih Müzesinde uygulamalı fizik profesörüydü. Ailesinin bilim geleneğini devam ettirerek 1872 yılında École Polytechnique okuluna başladı ve 1888 yılında fizik üzerine doktorasını verdi. 1878 ile 1892 yılları arası Paris Doğal Tarih Müzesi'nde asistan, sonrasında da profesör olarak görev aldı. 1895 yılında École Polytechnique'te fizik profesörü olarak göreve başladı.
Becquerel yağmurlu havadan dolayı birkaç gün uranyum tuzlarını güneş ışığına maruz bırakamadı. Siyah kağıda sarılı film ve üstüne konmuş uranyum bileşiği birkaç gün çekmecesinde güneşin doğmasını ve 1 Mart günü, belli bir sebebi olmaksızın, çekmecedeki filmi banyo etti, ve uranyum kristalinin güneş ışığına maruz kalmadığı halde filme iz bıraktığını gördü. Becquerel bunun x ışınlarına benzer görünmez bir ışın olarak tanımladı.
Becquerel bulduğu bu sonucu 2 Mart 1896'da kısa bir makale olarak Fransa Bilim Akademisi'ne okudu. Bu olay o tarihten itibaren 1898 yılına kadar Becquerel ışınları olarak adlandırıldı. 1898 de Marie Curie adını daha genel bir isim olan, radyoaktivite ile değiştirdi.
Becquerel radyoaktiviteyi bulmasının ardından, üç ayrı keşfe daha imza attı. 1899 ve 1900 yılları arası beta parçacıklarının elektrik alan ve manyetik alan içerisinde saptığını gözlemleyerek, beta parçacıklarının İngiliz fizikci J. J. Thomson'un yeni keşfettiği elektronlar ile aynı parçacık olduğunu gösterdi. Bunun yanı sıra yeni hazırlanmış uranyumun belli bir süre sonra kısmen yok olduğuna ve radyoaktiflik kazandığına dikkat çekti. Bu gözlem 1990 yılında Ernest Rutherford ve Frederick Soddy tarafından radyoaktif bozunma olarak adlandırılacaktı. Son olarak 1901 yılında cebinde taşıdığı radyumun vücudunda yanma yarattığını bildirerek sağlık fiziğine ve radyum kanser tedavisine katkıda bulunmuş oldu...


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Mehmet Aurelio
Mehmet Aurélio (Portekizce: Marco Aurélio Brito Dos Prazeres) (d. 15 Aralık 1977 Rio de Janeiro) Brezilya asıllı Türk milli futbol takımı eski futbolcusu. Türk vatandaşlığı kazandıktan sonra Mehmet adını almıştır.
Futbola 1993 yılında Brezilya'nın Bangu Kulübünün alt yapısında başladı ve 1995 yılına kadar bu takımda forma giydi. 1995 yılında Flamengo takımında profesyonel oldu ve 2001 yılına kadar forma giydi. 2001 yılında kısa bir süre Olaria kulbünde forma giydikten sonra yurt dışı transferi söz konusu oldu ve Türkiye'ye gitti.
Tecrübeli futbolcu, 2001 senesinde Trabzonspor’a transfer oldu. Aurélio, Karadeniz temsilcisinde 2003 yılına kadar oynadı ve görev yaptığı 64 maçta 15 gol attı. 2003 yılında Fenerbahçe’nin transfer teklifini kabul ederek sarı-lacivertli formayı giyen Aurélio, 2008 yılına kadar Fenerbahçe’de oynadı. Fenerbahçe’de 219 kez görev yapan milli futbolcu, toplam 20 gol attı.
2008 yılında Real Betis takımına giden Aurélio, İspanya’da oynadığı 58 maçta 6 gol kaydetti.
A Milli Futbol Takımı’nın ilk yabancı asıllı futbolcusu olan Aurélio, 2006 yılının Temmuz ayında Türk vatandaşlığına kabul edildi. Daha önce Brezilya Milli Takımı’nda oynamadığı için Türk Milli Takımı’nda oynama hakkı bulunan Brezilya asıllı oyuncu, zamanın teknik direktörü Fatih Terim tarafından milli takıma çağırıldı ve Lüksemburg karşısında ilk kez ay-yıldızlı formayı giydi. 38 kere A Milli Takım’da oynayan Aurélio, 3 gol attı.
A Milli takımda ise ilk golünü 12 Eylül 2007 tarihinde oynanan Macaristan karşısında atmıştır.
2008 yılında Avusturya-İsviçre'de yapılan UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası'kadrosuna Fatih Terim tarafından davet edilmiş, Avrupa üçüncüsü olan kadroda yer almıştır.
Mehmet Aurélio (Portekizce: Marco Aurélio Brito Dos Prazeres) (d. 15 Aralık 1977 Rio de Janeiro) Brezilya asıllı Türk milli futbol takımı eski futbolcusu. Türk vatandaşlığı kazandıktan sonra Mehmet adını almıştır.
Futbola 1993 yılında Brezilya'nın Bangu Kulübünün alt yapısında başladı ve 1995 yılına kadar bu takımda forma giydi. 1995 yılında Flamengo takımında profesyonel oldu ve 2001 yılına kadar forma giydi. 2001 yılında kısa bir süre Olaria kulbünde forma giydikten sonra yurt dışı transferi söz konusu oldu ve Türkiye'ye gitti.
Tecrübeli futbolcu, 2001 senesinde Trabzonspor’a transfer oldu. Aurélio, Karadeniz temsilcisinde 2003 yılına kadar oynadı ve görev yaptığı 64 maçta 15 gol attı. 2003 yılında Fenerbahçe’nin transfer teklifini kabul ederek sarı-lacivertli formayı giyen Aurélio, 2008 yılına kadar Fenerbahçe’de oynadı. Fenerbahçe’de 219 kez görev yapan milli futbolcu, toplam 20 gol attı.
2008 yılında Real Betis takımına giden Aurélio, İspanya’da oynadığı 58 maçta 6 gol kaydetti.
A Milli Futbol Takımı’nın ilk yabancı asıllı futbolcusu olan Aurélio, 2006 yılının Temmuz ayında Türk vatandaşlığına kabul edildi. Daha önce Brezilya Milli Takımı’nda oynamadığı için Türk Milli Takımı’nda oynama hakkı bulunan Brezilya asıllı oyuncu, zamanın teknik direktörü Fatih Terim tarafından milli takıma çağırıldı ve Lüksemburg karşısında ilk kez ay-yıldızlı formayı giydi. 38 kere A Milli Takım’da oynayan Aurélio, 3 gol attı.
A Milli takımda ise ilk golünü 12 Eylül 2007 tarihinde oynanan Macaristan karşısında atmıştır.
2008 yılında Avusturya-İsviçre'de yapılan UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası'kadrosuna Fatih Terim tarafından davet edilmiş, Avrupa üçüncüsü olan kadroda yer almıştır.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Alp Arslan
Alp Arslan (1029 - 15 Aralık, 1072) (ʿAdud ad-Daula Abu Shudschaʿ Muhammed bin Davud Çağrı), Büyük Selçuklu Devleti'nin ikinci hükümdarı olan Türk devlet adamı. Alp Arslan, Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya gelişlerini ve mücadelesini yöneten askerî komutan ve hükümdardır. Gerçek adı Muhammed olup, daha çok unvanı olan Alp Arslan adıyla tanınmaktadır.
Büyük Selçuklu Devleti'nin kurucularından Horasan Valisi Çağrı Beyin oğlu ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey´in yeğeni olan Alp Arslan, bu devletin kuruluş dönemindeki güç koşullarda yetişti. Doğum tarihini çeşitli kaynaklar 1029 ile 1032 yılları arasında gösterir. Tarih yazarlarının çok yiğit bir savaşcı olarak tanımladıkları hükümdar çok küçük yaşta ata binip ok atmayı öğrendi. İlk gençlik yıllarında arkadaşlarından oluşan kendi birliğiyle katıldığı Dandanakan vb. savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti ve babasının ölümünden sonra Horasan valiliğini üstlendi.
Tuğrul Bey 1063´de ölünce Selçuklu ülkesinde taht kavgaları başladı. Oğlu olmayan Tuğrul Bey, vasiyetinde Çağrı Bey'in oğullarından Süleymanın tahta geçmesini vasiyet etmişti. Selçuklu veziri Amid ül-Mülk bu vasiyeti yerine getirdi ve Rey kentinde Süleyman'ı sultan olarak tahta çıkardı. Ancak Çağrı Bey'in öteki oğlu Alp Arslan ve Arslan Yabgunun oğlu Kutalmış ile bazı emir ve şehzadeler Süleyman'ın sultanlığını tanımadılar. Kazvin şehrinde Alp Arslan adına hutbe okundu. Kutalmış'ın Rey önüne gelerek şehri kuşatması üzerine, vezir Amid-ül Mülk, Alp Arslan'dan yardım istediği gibi, hutbeyi de onun adına okuttu. Kutalmış ise, Alp Arslan ile yaptığı Dameğan yakınlarındaki savaşta hayatını kaybetti. Alp Arslan Rey şehrinde Selçuklu Devleti tahtına çıktı. Daha sonra Amid ül-Mülk'ü azlederek, yerine Nizamülmülk'ü tayin etti.
İlk seferini Gürcistan ve Doğu Anadolu'ya yaptı. Bu seferde oğlu Melikşah ve veziri Nizamülmülk de bulunuyordu. Bizans'ın elinde bulunan Kars ve Ani bölgesine kadar ilerleyerek buraları ele geçirdi. Bu fethi neticesinde Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrillah, Sultan'a "Ebu'-Feth" (Fetihlerin babası) lakabını vermiştir (1064).
1065 yılı sonlarında Üst-yurd ve Mangışlak taraflarına bir sefer düzenledi. Bölgedeki Kıpçaklarla Türkmenleri idaresi altına aldı. Dedesi Selçuk Bey'in Cend kentindeki mezarını ziyaret edip,Merv kentine döndü Mayıs 1066. 1067 yılında Kirman meliki olan kardeşi Kavurd'un isyanı sebebiyle Kirman üzerine yürüdü. Melik Kavurd öncü kuvvetleri mağlup olduğu zaman,kalesine çekildi ve bir elçi göndererek affedilmesini istedi. Sultan bu isteği kabul ederek. Hatasına rağmen Kavurd'u affetmiştir ve Kirman Meliki olarak kalmasına izin vermiştir. 1068 yılında tekrar isyan eden Kavurd'un üzerine sefer düzenlese de ordudaki askerler arasında Kavurd yandaşlarının olabileceği sezgisiyle geri çekilmiştir.
Anadolu'da ise Tuğrul Bey tarafından yöneltilen Türkmen akınları devam etmekteydi
. Emir Afşin 1067 yılında Kayseri'yi ele geçirdi ve yağmaladı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes Türkleri Anadolu'dan çıkartmak için 1068 yılında sefer çıktı ve Haleb'e kadar ilerledi. Ancak bu hareket Türkler'in akınlarının ilerlemesinde engel olmadı, hatta Amorium kenti ele geçirildi. İmparator Romanos ikinci bir sefere çıktı ve bu sefer Fırat nehri kenarına kadar ilerledi. Selçuklu akıncıları başka kollardan akınlara devam ederek Malatya'ya hücum ettiler ve Konya'yı tahrip ettiler.
Sultan Alp Arslan 1067 yılında ikinci defa Gürcistan seferine çıkmak zorunda kaldı. Gürcü kralı IV. Bagrat; Alanlar ile birleşerek müslüman devleti olan Şeddadiler arazisine girmiş Erran'ı istila ve yağma edip,Gence'ye kadar ilerlemişlerdi. Sultan Alp Arslan 1067 yılında Erran'a geldi Şeddâdî emiri Fazl ile Şîrvân emiri Ebu'l-Esvâr itaatlerini bildirdikten sonra Gürcistan'a girdi, Şekki bölgesini aldı. IV. Bagrat ise,Selçuklular ile savaşa cesaret edemeyerek kaçtı. Sultan, Gürcistan'ın her tarafına akıncılar gönderip Tiflis'i feth etti. Sonuç olarak Bagrat aman dileyerek Alp Arslan'a tâbi oldu.
Mekke Şerifi Muhammed b. Ebî Hâşim 1070 yılında Alp Arslan'ın huzuruna gelerek, Mekke'de hutbenin Abbasi Halifesi ve Selçuklu Sultanı adına okunduğunu bildirdi.
Sultan Alp Arslan, Fatımi devleti veziri Nâsır ed-Devle b. Hamdân'dan aldığı bir davet üzerine adı geçen devleti ortadan kaldırmak ve Mısır'ı ele geçirmek maksadıyla bir sefer düzenledi ve önce Bizans topraklarına girdi. Sultan ilk olarak Malazgirt ve Erciş'i ele geçirdi, Diyarbakır bölgesinde Süveyda(Siverek) ve Tulhum başta olmak üzere birçok kaleleri ele geçirdi. Daha sonra 1071 yılında Bizans hakimiyetindeki Urfa'yı kuşattıysa da başarılı olamadı. Urfa'dan Haleb'e hareket eden Sultan burayı kuşatarak Mirdasoğullarından Mahmûd tarafından şehrin anahtarlarını teslim aldı ve onu affederek makamını bağışladı. Şam'a yönelen Sultan; Bizans imparatoru IV. Romanos Diogenes'un büyük bir ordu toplayarak müslüman topraklarına sefere çıktığını haber aldı ve süratle geri döndü. İki ordu Malazgirt ovasında karşılaştı. Sultan Alp Arslan komutasındaki Selçuklu ordusu kendinden sayıca üstün olan Bizans ordusunu Hilal taktiğiyle mağlup etti ve Bizans imparatoru IV. Romanos Diogenes'i esir aldı.
Sultan Alp Arslan batıda olduğu kadar doğuda da topraklarını genişletmeye çalışmıştı. Nitekim o zaman anlaşmazlığa düştüğü Karahanlılar üzerine bir sefer düzenledi ve Ceyhun nehrini geçti. Ancak onun ölümü ile bu sefer yarıda kaldı. Yusuf El Harezmi adlı bir kale kumandanı Sultan'ı hançerleyerek ölümüne sebep oldu.
1068'te Bizans İmparatorluğu'na karşı savaş ilan ettikten sonra,kazandıkları savaşlar Türkler'i Ortadoğu'ya doğru geri çevirmiş; bu başarılar Bizanslılar'ı, Türkleri'i çıkarmak için Malazgirt'e kadar getirmiştir. Alp Arslan 1071 yılında, Türk tarihinin en önemli zaferlerinden biri olan Malazgirt Savaşı'nı kazanmıştır.
Bu dönemde Bizans bir nevi fetret devri yaşamıştır. Alparslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen'in canını bağışlamış, onu sadece yıllık vergiye bağlayıp bir süre esir tutmuştur. Fidyesi ödenen Romen Diyojen ülkesine döndüğünde, tahtından indirilmiş ve VII. Mikhail'in yeni bir Bizans imparatoru olarak tahta çıkmış olduğunu görmüştür. Tahtını geri almak için yaptığı savaşlarda mağlup düşmüş; kaçtığı Kilikya'da bir küçük kalede yakalanarak gözlerine mil çekilmiş; İstanbul'a getirilmiş ve Proti adasında (Kınalıada'da) sürgün edilmiştir. Gözlerinin kör edilmesinden dolayı oluşan yaranın enfeksiyonu sonucu ölmüştür. Bu nedenle Malazgirt Savaşı sonunda esir Romen Diyojen'in imzaladığı vergi ödeme vaadi geçersiz kalmıştır.
Alparslan, esir aldığı bir Karahanlı kale komutanı ve sevdiği kız Hankonun babası Yusuf Harzemi tarafından 1072 yılında şehit edilmiştir. Bazı kitaplara göre gene Alparslan'ın savaşta esir aldığı Yusuf Harzemi tarafından öldürüldüğü söylenmektedir.
Türkmen takviminde 2002 yılından Temmuz 2008'e kadar Ağustos ayı Alp Arslan olarak adlandırılmıştır.
2005 yılından bu yana Yusuf Halaçoğlu başkanlığında yapılan kazı ve çalışmalarda mezarının Merv şehrinde olduğu tespit edilmiştir
Alp Arslan (1029 - 15 Aralık, 1072) (ʿAdud ad-Daula Abu Shudschaʿ Muhammed bin Davud Çağrı), Büyük Selçuklu Devleti'nin ikinci hükümdarı olan Türk devlet adamı. Alp Arslan, Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya gelişlerini ve mücadelesini yöneten askerî komutan ve hükümdardır. Gerçek adı Muhammed olup, daha çok unvanı olan Alp Arslan adıyla tanınmaktadır.
Büyük Selçuklu Devleti'nin kurucularından Horasan Valisi Çağrı Beyin oğlu ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey´in yeğeni olan Alp Arslan, bu devletin kuruluş dönemindeki güç koşullarda yetişti. Doğum tarihini çeşitli kaynaklar 1029 ile 1032 yılları arasında gösterir. Tarih yazarlarının çok yiğit bir savaşcı olarak tanımladıkları hükümdar çok küçük yaşta ata binip ok atmayı öğrendi. İlk gençlik yıllarında arkadaşlarından oluşan kendi birliğiyle katıldığı Dandanakan vb. savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti ve babasının ölümünden sonra Horasan valiliğini üstlendi.
Tuğrul Bey 1063´de ölünce Selçuklu ülkesinde taht kavgaları başladı. Oğlu olmayan Tuğrul Bey, vasiyetinde Çağrı Bey'in oğullarından Süleymanın tahta geçmesini vasiyet etmişti. Selçuklu veziri Amid ül-Mülk bu vasiyeti yerine getirdi ve Rey kentinde Süleyman'ı sultan olarak tahta çıkardı. Ancak Çağrı Bey'in öteki oğlu Alp Arslan ve Arslan Yabgunun oğlu Kutalmış ile bazı emir ve şehzadeler Süleyman'ın sultanlığını tanımadılar. Kazvin şehrinde Alp Arslan adına hutbe okundu. Kutalmış'ın Rey önüne gelerek şehri kuşatması üzerine, vezir Amid-ül Mülk, Alp Arslan'dan yardım istediği gibi, hutbeyi de onun adına okuttu. Kutalmış ise, Alp Arslan ile yaptığı Dameğan yakınlarındaki savaşta hayatını kaybetti. Alp Arslan Rey şehrinde Selçuklu Devleti tahtına çıktı. Daha sonra Amid ül-Mülk'ü azlederek, yerine Nizamülmülk'ü tayin etti.
İlk seferini Gürcistan ve Doğu Anadolu'ya yaptı. Bu seferde oğlu Melikşah ve veziri Nizamülmülk de bulunuyordu. Bizans'ın elinde bulunan Kars ve Ani bölgesine kadar ilerleyerek buraları ele geçirdi. Bu fethi neticesinde Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrillah, Sultan'a "Ebu'-Feth" (Fetihlerin babası) lakabını vermiştir (1064).
1065 yılı sonlarında Üst-yurd ve Mangışlak taraflarına bir sefer düzenledi. Bölgedeki Kıpçaklarla Türkmenleri idaresi altına aldı. Dedesi Selçuk Bey'in Cend kentindeki mezarını ziyaret edip,Merv kentine döndü Mayıs 1066. 1067 yılında Kirman meliki olan kardeşi Kavurd'un isyanı sebebiyle Kirman üzerine yürüdü. Melik Kavurd öncü kuvvetleri mağlup olduğu zaman,kalesine çekildi ve bir elçi göndererek affedilmesini istedi. Sultan bu isteği kabul ederek. Hatasına rağmen Kavurd'u affetmiştir ve Kirman Meliki olarak kalmasına izin vermiştir. 1068 yılında tekrar isyan eden Kavurd'un üzerine sefer düzenlese de ordudaki askerler arasında Kavurd yandaşlarının olabileceği sezgisiyle geri çekilmiştir.
Anadolu'da ise Tuğrul Bey tarafından yöneltilen Türkmen akınları devam etmekteydi
. Emir Afşin 1067 yılında Kayseri'yi ele geçirdi ve yağmaladı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes Türkleri Anadolu'dan çıkartmak için 1068 yılında sefer çıktı ve Haleb'e kadar ilerledi. Ancak bu hareket Türkler'in akınlarının ilerlemesinde engel olmadı, hatta Amorium kenti ele geçirildi. İmparator Romanos ikinci bir sefere çıktı ve bu sefer Fırat nehri kenarına kadar ilerledi. Selçuklu akıncıları başka kollardan akınlara devam ederek Malatya'ya hücum ettiler ve Konya'yı tahrip ettiler.
Sultan Alp Arslan 1067 yılında ikinci defa Gürcistan seferine çıkmak zorunda kaldı. Gürcü kralı IV. Bagrat; Alanlar ile birleşerek müslüman devleti olan Şeddadiler arazisine girmiş Erran'ı istila ve yağma edip,Gence'ye kadar ilerlemişlerdi. Sultan Alp Arslan 1067 yılında Erran'a geldi Şeddâdî emiri Fazl ile Şîrvân emiri Ebu'l-Esvâr itaatlerini bildirdikten sonra Gürcistan'a girdi, Şekki bölgesini aldı. IV. Bagrat ise,Selçuklular ile savaşa cesaret edemeyerek kaçtı. Sultan, Gürcistan'ın her tarafına akıncılar gönderip Tiflis'i feth etti. Sonuç olarak Bagrat aman dileyerek Alp Arslan'a tâbi oldu.
Mekke Şerifi Muhammed b. Ebî Hâşim 1070 yılında Alp Arslan'ın huzuruna gelerek, Mekke'de hutbenin Abbasi Halifesi ve Selçuklu Sultanı adına okunduğunu bildirdi.
Sultan Alp Arslan, Fatımi devleti veziri Nâsır ed-Devle b. Hamdân'dan aldığı bir davet üzerine adı geçen devleti ortadan kaldırmak ve Mısır'ı ele geçirmek maksadıyla bir sefer düzenledi ve önce Bizans topraklarına girdi. Sultan ilk olarak Malazgirt ve Erciş'i ele geçirdi, Diyarbakır bölgesinde Süveyda(Siverek) ve Tulhum başta olmak üzere birçok kaleleri ele geçirdi. Daha sonra 1071 yılında Bizans hakimiyetindeki Urfa'yı kuşattıysa da başarılı olamadı. Urfa'dan Haleb'e hareket eden Sultan burayı kuşatarak Mirdasoğullarından Mahmûd tarafından şehrin anahtarlarını teslim aldı ve onu affederek makamını bağışladı. Şam'a yönelen Sultan; Bizans imparatoru IV. Romanos Diogenes'un büyük bir ordu toplayarak müslüman topraklarına sefere çıktığını haber aldı ve süratle geri döndü. İki ordu Malazgirt ovasında karşılaştı. Sultan Alp Arslan komutasındaki Selçuklu ordusu kendinden sayıca üstün olan Bizans ordusunu Hilal taktiğiyle mağlup etti ve Bizans imparatoru IV. Romanos Diogenes'i esir aldı.
Sultan Alp Arslan batıda olduğu kadar doğuda da topraklarını genişletmeye çalışmıştı. Nitekim o zaman anlaşmazlığa düştüğü Karahanlılar üzerine bir sefer düzenledi ve Ceyhun nehrini geçti. Ancak onun ölümü ile bu sefer yarıda kaldı. Yusuf El Harezmi adlı bir kale kumandanı Sultan'ı hançerleyerek ölümüne sebep oldu.
1068'te Bizans İmparatorluğu'na karşı savaş ilan ettikten sonra,kazandıkları savaşlar Türkler'i Ortadoğu'ya doğru geri çevirmiş; bu başarılar Bizanslılar'ı, Türkleri'i çıkarmak için Malazgirt'e kadar getirmiştir. Alp Arslan 1071 yılında, Türk tarihinin en önemli zaferlerinden biri olan Malazgirt Savaşı'nı kazanmıştır.
Bu dönemde Bizans bir nevi fetret devri yaşamıştır. Alparslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen'in canını bağışlamış, onu sadece yıllık vergiye bağlayıp bir süre esir tutmuştur. Fidyesi ödenen Romen Diyojen ülkesine döndüğünde, tahtından indirilmiş ve VII. Mikhail'in yeni bir Bizans imparatoru olarak tahta çıkmış olduğunu görmüştür. Tahtını geri almak için yaptığı savaşlarda mağlup düşmüş; kaçtığı Kilikya'da bir küçük kalede yakalanarak gözlerine mil çekilmiş; İstanbul'a getirilmiş ve Proti adasında (Kınalıada'da) sürgün edilmiştir. Gözlerinin kör edilmesinden dolayı oluşan yaranın enfeksiyonu sonucu ölmüştür. Bu nedenle Malazgirt Savaşı sonunda esir Romen Diyojen'in imzaladığı vergi ödeme vaadi geçersiz kalmıştır.
Alparslan, esir aldığı bir Karahanlı kale komutanı ve sevdiği kız Hankonun babası Yusuf Harzemi tarafından 1072 yılında şehit edilmiştir. Bazı kitaplara göre gene Alparslan'ın savaşta esir aldığı Yusuf Harzemi tarafından öldürüldüğü söylenmektedir.
Türkmen takviminde 2002 yılından Temmuz 2008'e kadar Ağustos ayı Alp Arslan olarak adlandırılmıştır.
2005 yılından bu yana Yusuf Halaçoğlu başkanlığında yapılan kazı ve çalışmalarda mezarının Merv şehrinde olduğu tespit edilmiştir


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
II. Selim
II. Selim (Osmanlı Türkçesi: سليم ثانى Selīm-i sānī), Sarı Selim olarak anılır (28 Mayıs 1524, İstanbul - 15 Aralık 1574, İstanbul), 11. Osmanlı padişahı ve 90. İslam halifesidir. Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın oğludur. Kardeşi Bayezid'e karşı Konya'da yapılan savaşı kazanarak, babasının desteğini aldı. Babasının ölümü üzerine, onun tek oğlu olarak 1566 tarihinde on birinci padişah olarak tahta geçti. Padişah olur olmaz ilk seferini Batı’ya yaptı. Ülke sınırlarını Orta Avrupa’ya kadar genişletti. Kıbrıs, Tunus kayıtsız şartsız teslim olanlar arasındaydı. Ülkesinin denizlerde de egemenliğini genişleterek, deniz egemenliğine önem verdi.
Turgut Reis gibi kaptanlar onun zamanında yetişti. Sokollu Mehmed Paşa gibi çok güçlü bir vezire sahipti, devlet işlerinde en önemli yardımcısı idi. Onun zamanında İstanbul ve ülkenin çok değişik alanlarında birçok mimari eseri yapıldığı gibi, önemli onarım faaliyetlerini de gerçekleştirdi. Devrinin usta mimarı, Mimar Sinan’a Edirne’de Selimiye Camii'ni yaptırdı. Babasından 14.892.000 km2 olarak devraldığı imparatorluk topraklarını, 15.192.000 km2 olarak bırakmıştır. 15 Aralık 1574 günü vefat etmiş, Ayasofya'daki türbesine gömülmüştür. Ölümüne kadar padişahlığını sürdürmüştür.
Şehzade Selim'in çocukluğu İstanbul'da Eski Saray'da geçmiştir. 27 Haziran 1530'da kardeşleri Şehzade Mustafa ve Mehmed ile birlikte At Meydanı'nda bir hafta boyunca süren eşsiz bir eğlence ve törenle sünnet edildi. 16 yaşına kadar sarayda kalıp derin bir saray eğitiminden geçirildi. 1542'de 16 yaşında iken Konya Sancak beyi olarak atandı. 1544'de Manisa Sancak beyi olarak tayin edildi ve Manisa Sancak beyi olarak 1558'e kadar görev yaptı. Manisa'da zamanını eğlence ve av partileri ile geçirdiği bildirilir. 1558'de tekrar Konya Sancak beyliği'ne ve 1562'ye kadar orada kaldı.
Şehzade Selim babası Kanuni Sultan Süleyman hayatta iken, özellikle 1553'den sonra, babasına varis olabilecek diğer şehzadelerle taht mücadelesine girişti. Kanuni'nin şehzadelerinden Mustafa, Mahmud, Murad, Mehmed, Abdullah ve Cihangir, babaları sağken ölmüşlerdi. Kanuni'nin çok bağlı olduğu karısı Hürrem Sultan kendi oğullarından Selim veya Beyazid'in taht varisi olmasını istemekteydi. Ağustos 1553'de Kanuni Nahcivan Seferi'nde iken Konya Ereğlisi'nde o sefere katılan Şehzade Mustafa, Hürrem Sultan'ın yakın adamı olan Sadrazam Rüstem Paşa'nın tavsiyesine uyan, babası Kanuni tarafından idam ettirildi. Tahta varis olarak Hürrem Sultan'in iki oğlu Şehzade Beyazıd ve Selim kaldı. 1558'de Hürrem Sultan ölünce bu iki kardeş birbirleriyle açık mücadeleye giriştiler. Amasya Sancak beyi olan Şehzade Beyazıd daha atak ve isyancıydı. Sabırlı ve sağduyulu davranışlı görünen Şahzade Selim babasının desteğini kazandı. 29 Mayis 1559da iki şehzade taraftarları ve kendi sancak orduları ile birlikte Konya yakınlarında bir muharebeye giriştiler. Babasının desteğini almış olan Şehzade Selim bu çarpışmadan galip çıktı. Selim kaçan Beyazid'ı Hınıs'a kadar kovalayıp Konya'ya geri döndü. Beyazıd, oğulları ile birlikte, önce Amasya'ya ve sonra babasının kendi üzerine gelmek üzere Üsküdar'da ordugaha geçtiği haberini alınca, 2.000 kişilik ordusuyla İran'a Safavi devletine sığındı. Kanuni, Şah Tahmasp ile yapılan yazışmalarla isyankar oğlunun geri verilmesini istedi. 25 Eylül 1561'de Şah Tahmasp elinde bulunan şehzadeleri Kazvin'de boğdurtup naaşlarını geri gönderdi ve bu cenazeler Sivas'a getirilip gömüldüler. Boylece 1561'de, Konya Sancak beyi olarak bulunan Şehzade Selim, Kanuni'nin rakipsiz tek veliahtı olarak kaldı. Bu nedenle 1562de devlet başkentine daha yakın olan Kütahya Sancak beyliğine atandı.
Şehzade Selim babasının son seferi olan 1566 son Avusturya Seferi'ne katılmadı. Selim Kütahya yakınlarında Sıçanlı sahrasında avda iken, babası'nın Zigetvar Kuşatması sırasında 7 Eylül'de öldüğünü, bu ölümü herkesden gizleyen Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa'nin güya fetihname olarak gönderdiği, gizli mektubundan öğrendi. Hemen lalaları Hüseyin Paşa, Hoca Attaullah ve muhasibi Celal Bey ile birlikte bir alayla İstanbul'a hareket etti. 30 Eylül'de Üskudar'a vardı. Herkes babasının ölümünden habersizdi. Üskudar İskelesi'ne saltanat kayığı ile gelen Bostancıbası Davut Ağa Sultan Selim'in padişahlığını ilk tanıyanlardan biri olarak, onu saltanat kayığı ile Topkapı'ya geçirdi. O sırada Tersane ve Tophane'den saltanat topları atılıp yeni sultanın tahta geçtiği halka ilan edildi. Sultan Selim Köşk İskelesinden şehir kapısına kadar özel murassa giyimle at üzerinde alayla geçti ve yolda etraftan gelen halka paralar saçıldı. Saraya gelen Selim tahta oturtuldu ve İstanbul'da bulunan devlet ricali (İstanbul Muhafızı İskender Paşa, Şeyhülislam Ebussuud Efendi vb) tarafından egemenliği tanındı. Bu sırada yapılan harcamaları karşılamak için, özel tören isteyen devlet hazinesi açılması yapılmadı ve ablası Mihrimah Sultan tarafından borç verilen 50.000 altın kullanıldı.
Sultan Selim hemen iki gün sonra orduyu ve babasının cenazesini karşılamak üzere İstanbul'dan ayrıldı. Edirne, Filibe, Sofya üzerinden (genellikle 30 gün çeken yolu) çok hızla geçerek 15 günde Belgrad'a ulaştı. Kanuni'nin ölümü seferden geri dönmekte olan orduya Belgrad'a dört menzil kala açıklandı ve Sultan Selim üzüntüden perişan orduyu Belgrad'da karşıladı. Belgrad'da kılınan cenaze namazından sonra Kanuni'nin naaşı acele İstanbul'a gönderildi. Belgrad'da kalan Sultan Selim orada yeniden bir cülus (tahta çıkma töreni) yapılmasını reddetti. Askere dağıttığı cülus bahşişi de kapıkulu askeri tarafından az görülüp kızgınlıkla karşılandı. Sultan Selim Kasım ayında Edirne'ye vardı ve orada bekledikten ve yollarda kapıkullarının yaptıkları isyankar hareketler altında Aralık'ta İstanbul'a gelebildi.
II. Selim (Osmanlı Türkçesi: سليم ثانى Selīm-i sānī), Sarı Selim olarak anılır (28 Mayıs 1524, İstanbul - 15 Aralık 1574, İstanbul), 11. Osmanlı padişahı ve 90. İslam halifesidir. Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın oğludur. Kardeşi Bayezid'e karşı Konya'da yapılan savaşı kazanarak, babasının desteğini aldı. Babasının ölümü üzerine, onun tek oğlu olarak 1566 tarihinde on birinci padişah olarak tahta geçti. Padişah olur olmaz ilk seferini Batı’ya yaptı. Ülke sınırlarını Orta Avrupa’ya kadar genişletti. Kıbrıs, Tunus kayıtsız şartsız teslim olanlar arasındaydı. Ülkesinin denizlerde de egemenliğini genişleterek, deniz egemenliğine önem verdi.
Turgut Reis gibi kaptanlar onun zamanında yetişti. Sokollu Mehmed Paşa gibi çok güçlü bir vezire sahipti, devlet işlerinde en önemli yardımcısı idi. Onun zamanında İstanbul ve ülkenin çok değişik alanlarında birçok mimari eseri yapıldığı gibi, önemli onarım faaliyetlerini de gerçekleştirdi. Devrinin usta mimarı, Mimar Sinan’a Edirne’de Selimiye Camii'ni yaptırdı. Babasından 14.892.000 km2 olarak devraldığı imparatorluk topraklarını, 15.192.000 km2 olarak bırakmıştır. 15 Aralık 1574 günü vefat etmiş, Ayasofya'daki türbesine gömülmüştür. Ölümüne kadar padişahlığını sürdürmüştür.
Şehzade Selim'in çocukluğu İstanbul'da Eski Saray'da geçmiştir. 27 Haziran 1530'da kardeşleri Şehzade Mustafa ve Mehmed ile birlikte At Meydanı'nda bir hafta boyunca süren eşsiz bir eğlence ve törenle sünnet edildi. 16 yaşına kadar sarayda kalıp derin bir saray eğitiminden geçirildi. 1542'de 16 yaşında iken Konya Sancak beyi olarak atandı. 1544'de Manisa Sancak beyi olarak tayin edildi ve Manisa Sancak beyi olarak 1558'e kadar görev yaptı. Manisa'da zamanını eğlence ve av partileri ile geçirdiği bildirilir. 1558'de tekrar Konya Sancak beyliği'ne ve 1562'ye kadar orada kaldı.
Şehzade Selim babası Kanuni Sultan Süleyman hayatta iken, özellikle 1553'den sonra, babasına varis olabilecek diğer şehzadelerle taht mücadelesine girişti. Kanuni'nin şehzadelerinden Mustafa, Mahmud, Murad, Mehmed, Abdullah ve Cihangir, babaları sağken ölmüşlerdi. Kanuni'nin çok bağlı olduğu karısı Hürrem Sultan kendi oğullarından Selim veya Beyazid'in taht varisi olmasını istemekteydi. Ağustos 1553'de Kanuni Nahcivan Seferi'nde iken Konya Ereğlisi'nde o sefere katılan Şehzade Mustafa, Hürrem Sultan'ın yakın adamı olan Sadrazam Rüstem Paşa'nın tavsiyesine uyan, babası Kanuni tarafından idam ettirildi. Tahta varis olarak Hürrem Sultan'in iki oğlu Şehzade Beyazıd ve Selim kaldı. 1558'de Hürrem Sultan ölünce bu iki kardeş birbirleriyle açık mücadeleye giriştiler. Amasya Sancak beyi olan Şehzade Beyazıd daha atak ve isyancıydı. Sabırlı ve sağduyulu davranışlı görünen Şahzade Selim babasının desteğini kazandı. 29 Mayis 1559da iki şehzade taraftarları ve kendi sancak orduları ile birlikte Konya yakınlarında bir muharebeye giriştiler. Babasının desteğini almış olan Şehzade Selim bu çarpışmadan galip çıktı. Selim kaçan Beyazid'ı Hınıs'a kadar kovalayıp Konya'ya geri döndü. Beyazıd, oğulları ile birlikte, önce Amasya'ya ve sonra babasının kendi üzerine gelmek üzere Üsküdar'da ordugaha geçtiği haberini alınca, 2.000 kişilik ordusuyla İran'a Safavi devletine sığındı. Kanuni, Şah Tahmasp ile yapılan yazışmalarla isyankar oğlunun geri verilmesini istedi. 25 Eylül 1561'de Şah Tahmasp elinde bulunan şehzadeleri Kazvin'de boğdurtup naaşlarını geri gönderdi ve bu cenazeler Sivas'a getirilip gömüldüler. Boylece 1561'de, Konya Sancak beyi olarak bulunan Şehzade Selim, Kanuni'nin rakipsiz tek veliahtı olarak kaldı. Bu nedenle 1562de devlet başkentine daha yakın olan Kütahya Sancak beyliğine atandı.
Şehzade Selim babasının son seferi olan 1566 son Avusturya Seferi'ne katılmadı. Selim Kütahya yakınlarında Sıçanlı sahrasında avda iken, babası'nın Zigetvar Kuşatması sırasında 7 Eylül'de öldüğünü, bu ölümü herkesden gizleyen Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa'nin güya fetihname olarak gönderdiği, gizli mektubundan öğrendi. Hemen lalaları Hüseyin Paşa, Hoca Attaullah ve muhasibi Celal Bey ile birlikte bir alayla İstanbul'a hareket etti. 30 Eylül'de Üskudar'a vardı. Herkes babasının ölümünden habersizdi. Üskudar İskelesi'ne saltanat kayığı ile gelen Bostancıbası Davut Ağa Sultan Selim'in padişahlığını ilk tanıyanlardan biri olarak, onu saltanat kayığı ile Topkapı'ya geçirdi. O sırada Tersane ve Tophane'den saltanat topları atılıp yeni sultanın tahta geçtiği halka ilan edildi. Sultan Selim Köşk İskelesinden şehir kapısına kadar özel murassa giyimle at üzerinde alayla geçti ve yolda etraftan gelen halka paralar saçıldı. Saraya gelen Selim tahta oturtuldu ve İstanbul'da bulunan devlet ricali (İstanbul Muhafızı İskender Paşa, Şeyhülislam Ebussuud Efendi vb) tarafından egemenliği tanındı. Bu sırada yapılan harcamaları karşılamak için, özel tören isteyen devlet hazinesi açılması yapılmadı ve ablası Mihrimah Sultan tarafından borç verilen 50.000 altın kullanıldı.
Sultan Selim hemen iki gün sonra orduyu ve babasının cenazesini karşılamak üzere İstanbul'dan ayrıldı. Edirne, Filibe, Sofya üzerinden (genellikle 30 gün çeken yolu) çok hızla geçerek 15 günde Belgrad'a ulaştı. Kanuni'nin ölümü seferden geri dönmekte olan orduya Belgrad'a dört menzil kala açıklandı ve Sultan Selim üzüntüden perişan orduyu Belgrad'da karşıladı. Belgrad'da kılınan cenaze namazından sonra Kanuni'nin naaşı acele İstanbul'a gönderildi. Belgrad'da kalan Sultan Selim orada yeniden bir cülus (tahta çıkma töreni) yapılmasını reddetti. Askere dağıttığı cülus bahşişi de kapıkulu askeri tarafından az görülüp kızgınlıkla karşılandı. Sultan Selim Kasım ayında Edirne'ye vardı ve orada bekledikten ve yollarda kapıkullarının yaptıkları isyankar hareketler altında Aralık'ta İstanbul'a gelebildi.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Wolfgang Pauli
Wolfang Pauli 25 Mayıs 1900’de doğup 15 Aralık 1958 yılında hayata veda etmiş Avusturyalı bir teorik fizikçi ve kuantum fiziğinin kurucularından biridir.
1945 yılında, Albert Einstein tarafından aday gösterildikten sonra, “dışlama ilkesi veya Pauli ilkesi olarak bilinen doğaya yönelik yeni bir yasanın keşfine çok önemli bir katkı” sayılabilecek ilkesiyle Nobel Fizik ödülünü aldı.Onun keşfi maddenin yapısını ile ilgili teoriler için temel oluşturan dönme teorisini de içerir.
Pauli bir kimyacı olan Wolfgang Joseph Pauli (1869-1955) ve eşi Bertha Camilla Schütz’ün çoçuğu olarak Viyana’da dünyaya geldi.Onun ikinci adı fizikçi olan büyükbabası Ernst Mach’ın onuruna verildi.Pauli’nin baba tarafından büyükbabası Prag’ın ünlü Yahudi ailelerinden geliyordu ve büyük-büyük babası Yahuda yayıncı Wolf Pasheles. Pauli’nin babası 1899 yılında evliliğinden kısa bir süre önce Musevilikten Katolikliğe geçti.Pauli’nin annesi, Bertha Schütz, annesinin Katolik görüşleri altında büyüdü ve babası da Yahudi yazar Friedrich Schütz idi.Sonunda o ve büyükleri kiliseden ayrılmasına rağmen Pauli bir Katolik olarak büyüdü.Pauli’nin bir deist ve gizemci olduğu düşünülür.
Pauli Viyana’da Döblinger Lisesi’ne yazıldı ve 1918 yılında bir ayrıcalıkla mezun oldu.Mezuniyetinden sadece iki ay sonra, genç deha Albert Einstein’in genel görelilik teorisi üzerine olan ilk makalesini yayınladı. Münih’te Ludwig-Macimilians Üniversitesi’ne yazıldı ve Arnold Sommerfeld ile çalıştı.Buradayken iyonlaşmış moleküler hidrojen üstüne olan tezi ile 1921 yılının Temmuz ayında doktorasını aldı.
Sommerfeld Pauli’den görecelik teorisini “Matematiksel Bilimler Ansiklepodisi” için değerlendirmesini istedi.Doktorasını aldıktan iki ay sonra, Pauli 237 sayfaya ulaşan makalesini tamamladı.Bu çalışması Einstein tarafından bir monografi olarak yayınlanarak övgüyle karşılandı ve bu o günlere dair bir kaynak olarak kaldı.
Pauli Göttingen Üniversitesi’nde Max Born’un asistanı olarak bir yıl geçirdi ve sonraki yıllarda da 1956 yılında Niels Bohr Enstitüsü olan Kopenhag’daki Teorik Fizik Enstitüsünde bulundu.1923 yılından 1928 yılına kadar Hamburg Üniversitesi’nde hoca olarak görev yaptı.Bu süre içinde, Pauli kuantum mekaniğinin modern teorisinin geliştirilmesine katkılar yaptı.Özellikle, dışlama ilkesini ve göreceli olmayan dönme teorisini formülleştirdi.
1928 yılında, İsviçre Federal Teknoloji Üniversitesi’ne Teorik Fizik profesörü olarak atandı ve önemli bilimsel çalışmalar yaptı.1931 yılında Michigan Üniversitesi’nde 1935 yılında Princeton İleri Çalışmalar Enstitüsü’nde kürsü aldı.1931 yılında Lorent ödülü ile ödüllendirildi.
1930lu yılların sonunda, nötrino varsayımından kısa bir süre sonra Kasım ayında eşinden ayrıldı ve Pauli birçok hayal kırıklığı yaşadı.Bir psikiyatrist ve psikoterapist olan Zürih yakınlarında yaşayan Carl Jung’a başvurdu.Jung hemen Pauli’nin derin hayallerini yorumlamaya başladı ve Pauli derinlik psikoloklarının en iyi öğrencilerinden biri oldu.Pauli ardından Jung’un bilgi kuramı teorisini bilimsel olarak eleştirmeye başladı ve bu durum özellikle eş zamanlılık olmak üzere sonraki düşüncelerine kesin bir açıklı getirdi. Bu tartışmaların bir çoğu bugün “Atom ve İlk Örnek” olarak yayınlanan Pauli Jung mektuplaşmaları olarak belgelendi.Pauli’nin hayallerinin 400’den fazlası Jung’un derin analizleriyle “Psikoloji ve Simya” olarak belgelendi.
1938 yılından Avusturya’nın Alman ilhakı Pauli’yi 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sonra onun için sorun yaratacak olan Alman vatandaşı yaptı.1940 yılında, ona ETH’de kalmasını sağlayacak başarısız bir İsviçre vatandaşlığı elde etme girişiminde bulundu.
Pauli 1940 yılında İleri Çalışmalar Enstitüsü’nde teorik fizik profesörlüğünü aldığı yer olan Birleşik Devletlere taşındı.1946 yılında, savaştan sonra, Birleşik Devletler vatandaşı oldu ardından yaşamının geri kalanın uzun bölümünü geçirdiği Zürih’e döndü.1949 yılında İsviçre vatandaşlığına kabul edildi.
1958 yılında, Max Planck ödülüyle ödüllendirildi.Aynı yıl, pankreas kanserine yakalandı.Son asistanı Charles Enz onu Zürih’teki Rorkreuz hastenesinde ziyaret ettiğinde Pauli ona “Oda numarısını gördün mü?” diye sordu.Oda numarası 137’ydi.Pauli yaşamı boyunca boyutsuz temel bir sabit olan ince yapı saibitinin neden yaklaşık olarak 1/137’ye eşit olduğu sorusuna kafa yordu.Pauli bu odada 15 Aralık 1958 yılında yaşama veda etti.
Wolfang Pauli 25 Mayıs 1900’de doğup 15 Aralık 1958 yılında hayata veda etmiş Avusturyalı bir teorik fizikçi ve kuantum fiziğinin kurucularından biridir.
1945 yılında, Albert Einstein tarafından aday gösterildikten sonra, “dışlama ilkesi veya Pauli ilkesi olarak bilinen doğaya yönelik yeni bir yasanın keşfine çok önemli bir katkı” sayılabilecek ilkesiyle Nobel Fizik ödülünü aldı.Onun keşfi maddenin yapısını ile ilgili teoriler için temel oluşturan dönme teorisini de içerir.
Pauli bir kimyacı olan Wolfgang Joseph Pauli (1869-1955) ve eşi Bertha Camilla Schütz’ün çoçuğu olarak Viyana’da dünyaya geldi.Onun ikinci adı fizikçi olan büyükbabası Ernst Mach’ın onuruna verildi.Pauli’nin baba tarafından büyükbabası Prag’ın ünlü Yahudi ailelerinden geliyordu ve büyük-büyük babası Yahuda yayıncı Wolf Pasheles. Pauli’nin babası 1899 yılında evliliğinden kısa bir süre önce Musevilikten Katolikliğe geçti.Pauli’nin annesi, Bertha Schütz, annesinin Katolik görüşleri altında büyüdü ve babası da Yahudi yazar Friedrich Schütz idi.Sonunda o ve büyükleri kiliseden ayrılmasına rağmen Pauli bir Katolik olarak büyüdü.Pauli’nin bir deist ve gizemci olduğu düşünülür.
Pauli Viyana’da Döblinger Lisesi’ne yazıldı ve 1918 yılında bir ayrıcalıkla mezun oldu.Mezuniyetinden sadece iki ay sonra, genç deha Albert Einstein’in genel görelilik teorisi üzerine olan ilk makalesini yayınladı. Münih’te Ludwig-Macimilians Üniversitesi’ne yazıldı ve Arnold Sommerfeld ile çalıştı.Buradayken iyonlaşmış moleküler hidrojen üstüne olan tezi ile 1921 yılının Temmuz ayında doktorasını aldı.
Sommerfeld Pauli’den görecelik teorisini “Matematiksel Bilimler Ansiklepodisi” için değerlendirmesini istedi.Doktorasını aldıktan iki ay sonra, Pauli 237 sayfaya ulaşan makalesini tamamladı.Bu çalışması Einstein tarafından bir monografi olarak yayınlanarak övgüyle karşılandı ve bu o günlere dair bir kaynak olarak kaldı.
Pauli Göttingen Üniversitesi’nde Max Born’un asistanı olarak bir yıl geçirdi ve sonraki yıllarda da 1956 yılında Niels Bohr Enstitüsü olan Kopenhag’daki Teorik Fizik Enstitüsünde bulundu.1923 yılından 1928 yılına kadar Hamburg Üniversitesi’nde hoca olarak görev yaptı.Bu süre içinde, Pauli kuantum mekaniğinin modern teorisinin geliştirilmesine katkılar yaptı.Özellikle, dışlama ilkesini ve göreceli olmayan dönme teorisini formülleştirdi.
1928 yılında, İsviçre Federal Teknoloji Üniversitesi’ne Teorik Fizik profesörü olarak atandı ve önemli bilimsel çalışmalar yaptı.1931 yılında Michigan Üniversitesi’nde 1935 yılında Princeton İleri Çalışmalar Enstitüsü’nde kürsü aldı.1931 yılında Lorent ödülü ile ödüllendirildi.
1930lu yılların sonunda, nötrino varsayımından kısa bir süre sonra Kasım ayında eşinden ayrıldı ve Pauli birçok hayal kırıklığı yaşadı.Bir psikiyatrist ve psikoterapist olan Zürih yakınlarında yaşayan Carl Jung’a başvurdu.Jung hemen Pauli’nin derin hayallerini yorumlamaya başladı ve Pauli derinlik psikoloklarının en iyi öğrencilerinden biri oldu.Pauli ardından Jung’un bilgi kuramı teorisini bilimsel olarak eleştirmeye başladı ve bu durum özellikle eş zamanlılık olmak üzere sonraki düşüncelerine kesin bir açıklı getirdi. Bu tartışmaların bir çoğu bugün “Atom ve İlk Örnek” olarak yayınlanan Pauli Jung mektuplaşmaları olarak belgelendi.Pauli’nin hayallerinin 400’den fazlası Jung’un derin analizleriyle “Psikoloji ve Simya” olarak belgelendi.
1938 yılından Avusturya’nın Alman ilhakı Pauli’yi 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sonra onun için sorun yaratacak olan Alman vatandaşı yaptı.1940 yılında, ona ETH’de kalmasını sağlayacak başarısız bir İsviçre vatandaşlığı elde etme girişiminde bulundu.
Pauli 1940 yılında İleri Çalışmalar Enstitüsü’nde teorik fizik profesörlüğünü aldığı yer olan Birleşik Devletlere taşındı.1946 yılında, savaştan sonra, Birleşik Devletler vatandaşı oldu ardından yaşamının geri kalanın uzun bölümünü geçirdiği Zürih’e döndü.1949 yılında İsviçre vatandaşlığına kabul edildi.
1958 yılında, Max Planck ödülüyle ödüllendirildi.Aynı yıl, pankreas kanserine yakalandı.Son asistanı Charles Enz onu Zürih’teki Rorkreuz hastenesinde ziyaret ettiğinde Pauli ona “Oda numarısını gördün mü?” diye sordu.Oda numarası 137’ydi.Pauli yaşamı boyunca boyutsuz temel bir sabit olan ince yapı saibitinin neden yaklaşık olarak 1/137’ye eşit olduğu sorusuna kafa yordu.Pauli bu odada 15 Aralık 1958 yılında yaşama veda etti.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Walt Disney
Walter Ellas "Walt" Disney (d. 5 Aralık 1901, Illinois; ö. 15 Aralık 1966, Kaliforniya), ABD'li yapımcı, yönetmen, senarist, seslendirmen ve animatör.
Flora Disney ve Elias Disney'in oğludur. Üç erkek, bir kız kardeşi vardır. Kardeşi Roy O. Disney ile Walt Disney Productions'ı kurdu ve şirketi dünyanın en ünlü film yapımcılarından biri oldu. Kurduğu şirket Walt Disney Şirketi, şu an yıllık 30 milyar dolar geliri olan bir medya devi haline geldi.
Walt Disney genelde bir diyabetsiyen, ayrıca animasyon ve tema park (bir şeyle ilgili lunapark) tasarımlarıyla Oscar'a aday olamadı ama 59 adaylıktan 22 tanesini alarak en çok Oscar kazanan şahsiyet olarak tarihe geçti, 7 kez de Emmy Ödülleri'a aday oldu. Halen de en fazla Oscar'a aday olan şahıstır. Diane ve Sharon isimli iki kızı vardı. Walt Disney ve çalışanları; Dünya'nın en ünlü prodüksiyonlarını üretti. Disney'in iç kişiliği olarak görülen; farelerden korkmasına rağmen Mickey Mouse da başta olmak üzere Bugün Disney İsmiyle Özdeşleşen Pek Çok Karakter, Disneyland ve Walt Disney Resort gibi mekanlar da onun eseriydi.
Walt Disney; Orlando, Florida'daki Walt Disney Dünyası açılmadan birkaç yıl önce gırtlak kanserinden 15 Aralık 1966'da öldü. 17 Aralık1966'da cenazesi yakıldı ve külleri Kaliforniya'daki Forest Lawn Anıt Mezarlığı'na defnedildi.
Walter Ellas "Walt" Disney (d. 5 Aralık 1901, Illinois; ö. 15 Aralık 1966, Kaliforniya), ABD'li yapımcı, yönetmen, senarist, seslendirmen ve animatör.
Flora Disney ve Elias Disney'in oğludur. Üç erkek, bir kız kardeşi vardır. Kardeşi Roy O. Disney ile Walt Disney Productions'ı kurdu ve şirketi dünyanın en ünlü film yapımcılarından biri oldu. Kurduğu şirket Walt Disney Şirketi, şu an yıllık 30 milyar dolar geliri olan bir medya devi haline geldi.
Walt Disney genelde bir diyabetsiyen, ayrıca animasyon ve tema park (bir şeyle ilgili lunapark) tasarımlarıyla Oscar'a aday olamadı ama 59 adaylıktan 22 tanesini alarak en çok Oscar kazanan şahsiyet olarak tarihe geçti, 7 kez de Emmy Ödülleri'a aday oldu. Halen de en fazla Oscar'a aday olan şahıstır. Diane ve Sharon isimli iki kızı vardı. Walt Disney ve çalışanları; Dünya'nın en ünlü prodüksiyonlarını üretti. Disney'in iç kişiliği olarak görülen; farelerden korkmasına rağmen Mickey Mouse da başta olmak üzere Bugün Disney İsmiyle Özdeşleşen Pek Çok Karakter, Disneyland ve Walt Disney Resort gibi mekanlar da onun eseriydi.
Walt Disney; Orlando, Florida'daki Walt Disney Dünyası açılmadan birkaç yıl önce gırtlak kanserinden 15 Aralık 1966'da öldü. 17 Aralık1966'da cenazesi yakıldı ve külleri Kaliforniya'daki Forest Lawn Anıt Mezarlığı'na defnedildi.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Andrey Saharov
Andrey Dmitriyeviç Saharov (Rusça; Андре́й Дми́триевич Са́харов, d. 21 Mayıs 1921 - ö. 15 Aralık 1989), insan haklarının önde gelen savunucularından SSCB'li nükleer fizikçi. SSCB'de reformların yapılmasını ve komünist olmayan ülkelerle iyi ilişkiler kurulmasını desteklemiş, 1975'te Nobel Barış Ödülü'nü kazanmış, ama yönetimin baskısıyla karşılaşarak 1986'ya değin ülke içinde sürgünde yaşamıştır.
Yaşamı
Babası gibi fizik öğrenimi gören Saharov, doktora çalışmasını 1947'de tamamladı ve 32 yaşında SSCB Bilimler Akademisi tam üyeliğine seçildi. Bu dönemde İgor Tamm ile birlikte SSCB'nin ilk hidrojen bombasının yapım çalışmalarını gerçekleştirdi ve denetimli çekirdek kaynaşmasının (füzyon) kuramsal temellerini attı.
Saharov, 1961'de Başbakan Nikita Kruşçev'in 100 megatonluk bir hidrojen bombasının atmosferde denenmesi yolundaki planına, deney sonucu oluşacak radyoaktif serpintinin yaygın hastalıklara yol açabileceği kaygısıyla karşı çıktı. Üç yıl sonra, Stalin dönemi biyologlarından T.D. Lısenko'nun egemen öğretilerine karşı bir muhalefet grubu oluşturmayı başardı. 1968'de batı ülkelerinde yayımlanan İlerleme, Birlikte Yaşama ve Düşünce Özgürlüğü adlı yapıtında nükleer silahların azaltılması gerektiğini savundu ve komünist ve kapitalist sistemlerin sonunda demokratik sosyalizm temelinde birleşeceğini öne sürdü. 1971'de insan hakları savunucularından Yelena G. Bonner ile evlendi.
Saharov'un bu etkinlikleri ve daha sonraki yazıları, Sovyet yönetiminin tepkisini çekti. Yönetimi, ülke içinde çeşitli baskılar uygulamak, ülke dışında da düşmanca bir politika izlemekle suçlaması üzerine resmi sansür kuruluşunun hedefi haline geldi. 1980'de Gorki (bugün Nijni Novgorod) kentine sürüldü. 1984'te Sovyet aleyhtarı etkinliklerde bulunmakla suçlanan karısı da Gorki'ye sürüldü. Sovyet yönetiminin kendisine verdiği nişanları geri almasına karşın Saharov, Bilimler Akademisi üyesi olarak kaldı.
1986'da Mihail Gorbaçov'un sürgün cezasını kaldırması üzerine Moskova'ya döndü. Nisan 1989'da Halk Temsilcileri Meclisi'ne seçilen ve itibarı iade edilen Saharov, yıllarca uğruna mücadele ettiği pek çok amacın Gorbaçov döneminde gerçekleştiğine ve resmi politika haline geldiğine tanık oldu.
Andrey Dmitriyeviç Saharov (Rusça; Андре́й Дми́триевич Са́харов, d. 21 Mayıs 1921 - ö. 15 Aralık 1989), insan haklarının önde gelen savunucularından SSCB'li nükleer fizikçi. SSCB'de reformların yapılmasını ve komünist olmayan ülkelerle iyi ilişkiler kurulmasını desteklemiş, 1975'te Nobel Barış Ödülü'nü kazanmış, ama yönetimin baskısıyla karşılaşarak 1986'ya değin ülke içinde sürgünde yaşamıştır.
Yaşamı
Babası gibi fizik öğrenimi gören Saharov, doktora çalışmasını 1947'de tamamladı ve 32 yaşında SSCB Bilimler Akademisi tam üyeliğine seçildi. Bu dönemde İgor Tamm ile birlikte SSCB'nin ilk hidrojen bombasının yapım çalışmalarını gerçekleştirdi ve denetimli çekirdek kaynaşmasının (füzyon) kuramsal temellerini attı.
Saharov, 1961'de Başbakan Nikita Kruşçev'in 100 megatonluk bir hidrojen bombasının atmosferde denenmesi yolundaki planına, deney sonucu oluşacak radyoaktif serpintinin yaygın hastalıklara yol açabileceği kaygısıyla karşı çıktı. Üç yıl sonra, Stalin dönemi biyologlarından T.D. Lısenko'nun egemen öğretilerine karşı bir muhalefet grubu oluşturmayı başardı. 1968'de batı ülkelerinde yayımlanan İlerleme, Birlikte Yaşama ve Düşünce Özgürlüğü adlı yapıtında nükleer silahların azaltılması gerektiğini savundu ve komünist ve kapitalist sistemlerin sonunda demokratik sosyalizm temelinde birleşeceğini öne sürdü. 1971'de insan hakları savunucularından Yelena G. Bonner ile evlendi.
Saharov'un bu etkinlikleri ve daha sonraki yazıları, Sovyet yönetiminin tepkisini çekti. Yönetimi, ülke içinde çeşitli baskılar uygulamak, ülke dışında da düşmanca bir politika izlemekle suçlaması üzerine resmi sansür kuruluşunun hedefi haline geldi. 1980'de Gorki (bugün Nijni Novgorod) kentine sürüldü. 1984'te Sovyet aleyhtarı etkinliklerde bulunmakla suçlanan karısı da Gorki'ye sürüldü. Sovyet yönetiminin kendisine verdiği nişanları geri almasına karşın Saharov, Bilimler Akademisi üyesi olarak kaldı.
1986'da Mihail Gorbaçov'un sürgün cezasını kaldırması üzerine Moskova'ya döndü. Nisan 1989'da Halk Temsilcileri Meclisi'ne seçilen ve itibarı iade edilen Saharov, yıllarca uğruna mücadele ettiği pek çok amacın Gorbaçov döneminde gerçekleştiğine ve resmi politika haline geldiğine tanık oldu.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
16 ARALIK 2014 - TARİHTE BUGÜN
Olaylar
1773 - Boston Çay Partisi: Amerikan kolonistleri çay vergilerini protesto etmek için Boston limanındaki üç İngiliz gemisine girip 300 den fazla çay sandığını denize döktüler.
1902 - Türkistan'da 6,4 şiddetinde deprem: yaklaşık 4.500 kişi yaşamını yitirdi.
1948 - Kamboçya bağımsızlığını ilan etti. a
1949 - Ahmet Sukarno Endonezya'nın ilk cumhurbaşkanı oldu.
1959 - Vatan gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.
1965 - NASA Pioneer-6 sondasını Delta roketiyle uzaya gönderdi. Sonda ile en son temas 8 Aralık 2000 de oldu.
1969 - İstanbul Boğaz Köprüsü, 303 milyar liraya ihale edildi.
1990 - Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi adlı tablosu rekor fiyatla satıldı: 1 milyar 750 milyon lira.
1996 - Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı yeniden açıldı.
1998 - Amerika Birleşik Devletleri, Irak'a "Çöl Tilkisi" harekatını başlattı. Harekatın nedeninin Irak'ın Birleşmiş Milletler'in ülkede yaptığı kitle imha silahlarını kontrolünü engellemesi olduğu ileri sürüldü.
Doğumlar
1770 - Ludwig van Beethoven, Alman besteci (ö. 1827)
1899 - Noël Coward, İngiliz oyun yazarı, besteci ve aktör (ö. 1973)
1928 - Arthur C. Clarke, 2001: Bir Uzay Destanı ile ünlenen İngiliz bilim kurgu yazarı
1964 - Celal Kadri Kınoğlu, tiyatro ve televizyon oyuncusu
1972 - Željko Kalac, Avustralyalı futbolcu
Ölümler
1474 - Ali Kuşçu, Türk gökbilimci, matematikçi ve dilbilimci (d. 1403)
1956 - Ercüment Ekrem Talû, Mizah yazarı, gazeteci (d. 1886)
1965 - W. Somerset Maugham, İngiliz romancı ve oyun yazarı (d. 1874)
1988 - Hüseyin Kutman, Türk sinema ve tiyatro sanatçısı (d. 1930)
2006 - Stanford Shaw, ABD'li tarihçi (d. 1930)
Olaylar
1773 - Boston Çay Partisi: Amerikan kolonistleri çay vergilerini protesto etmek için Boston limanındaki üç İngiliz gemisine girip 300 den fazla çay sandığını denize döktüler.
1902 - Türkistan'da 6,4 şiddetinde deprem: yaklaşık 4.500 kişi yaşamını yitirdi.
1948 - Kamboçya bağımsızlığını ilan etti. a
1949 - Ahmet Sukarno Endonezya'nın ilk cumhurbaşkanı oldu.
1959 - Vatan gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.
1965 - NASA Pioneer-6 sondasını Delta roketiyle uzaya gönderdi. Sonda ile en son temas 8 Aralık 2000 de oldu.
1969 - İstanbul Boğaz Köprüsü, 303 milyar liraya ihale edildi.
1990 - Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi adlı tablosu rekor fiyatla satıldı: 1 milyar 750 milyon lira.
1996 - Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı yeniden açıldı.
1998 - Amerika Birleşik Devletleri, Irak'a "Çöl Tilkisi" harekatını başlattı. Harekatın nedeninin Irak'ın Birleşmiş Milletler'in ülkede yaptığı kitle imha silahlarını kontrolünü engellemesi olduğu ileri sürüldü.
Doğumlar
1770 - Ludwig van Beethoven, Alman besteci (ö. 1827)
1899 - Noël Coward, İngiliz oyun yazarı, besteci ve aktör (ö. 1973)
1928 - Arthur C. Clarke, 2001: Bir Uzay Destanı ile ünlenen İngiliz bilim kurgu yazarı
1964 - Celal Kadri Kınoğlu, tiyatro ve televizyon oyuncusu
1972 - Željko Kalac, Avustralyalı futbolcu
Ölümler
1474 - Ali Kuşçu, Türk gökbilimci, matematikçi ve dilbilimci (d. 1403)
1956 - Ercüment Ekrem Talû, Mizah yazarı, gazeteci (d. 1886)
1965 - W. Somerset Maugham, İngiliz romancı ve oyun yazarı (d. 1874)
1988 - Hüseyin Kutman, Türk sinema ve tiyatro sanatçısı (d. 1930)
2006 - Stanford Shaw, ABD'li tarihçi (d. 1930)


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Türkistan
Türkistan (Farsça: ترکستان Torkestān; anlam: Türklerin oturduğu yer Arapça: Bilad al-Turk), Orta Asya'da batıda Hazar Denizi ve Aşağı Volga'dan başlamak üzere doğuda Moğolistan'daki Altay Dağlarına, güneyde Kopet - Hindukuş - Kuenlun dağlarına, kuzeyde Aral ve Balkaş göllerinin ötesinde Kırgız bozkırına kadar uzanan yüzölçümü 6 milyon km²'den geniş coğrafi ve tarihi bölge. Nüfusu 2001 yılı itibarıyla 43.210.802.
Bölge Batı ve Doğu Türkistan olarak ikiye ayrılmaktadır.
Batı Türkistan; bugünkü Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan'ın tamamı ile Kazakistan'ın büyük bir bölümü ve Afganistan'ın bir kısmını kapsamaktadır. Batı Türkistan'ın Afganistan'da bulunan bölümü Afgan Türkistanı olarak anılır ve Mezar-ı Şerif ve civarından oluşur.
Bunun dışında Anadolu ile Batı Türkistan arasında kalan İran'ın kuzey bölgesine de İran Türkistanı denmektedir. Aras ırmağının Hazar denizine döküldüğü noktadan başlayarak İran'ın kuzeybatı, kuzey ve kuzeydoğu bölgeleri olan Azerbaycan, Mazenderan, Türkmen sahrası ve Horasan'ı da içine alan bölge yaklaşık 800 bin km² olup 40 milyona yaklaşan Türk nüfus yaşamaktadır.
Kuzeyde Doğu Rusya'dan başlayıp Ural dağlarına, güneyde Aras Irmağı ve Karadeniz sahillerine, batıda Moldova Gagauzeli ve doğuda Ural dağları ile Hazar denizinin sınırlarını oluşturan bölgeye de Türkeli denmektedir. Bazı coğrafyacılar Türk Dünyasını Türkiye ve Türkistan olarak iki ana bölgeye ayırmaktadır. Türkeli olarak anılan bölge ise daha çok Türkiye'nin etki alanı olarak kabul edilmektedir.
Doğu Türkistan
Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti'ne bağlı olan daha çok Uygur Türklerinin yaşadığı Sincan Uygur Özerk Bölgesi topraklarına verilen isimdir.
Etnik gruplar
Nüfusun çoğunluğunu bölgenin asli unsuru olan Türk halkları (Türkmenler, Özbekler, Kazaklar, Uygurlar, Kırgızlar, Karakalpaklar) ve ikinci sırada İran halkları (Tacikler, Afganlar, Farslar) oluşturur. Bunun haricinde uzun süren Rusya İmparatorluğu hakimiyeti boyunca yerleşen Ruslar, Ukraynalılar, Almanlar ve SSCB döneminde sürgün edilerek yerleştirilen Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri gibi pek çok etnik grup yaşamaktadır. Çin tarafından ise Doğu Türkistan'ın kontrolü için çok sayıda Çinli bölgeye yerleştirilmiştir. Bütün istila, işgal, sömürgelere rağmen yine de Türkistan coğrafyasında Türkler nüfus çoğunluğuna sahiptir. Kazakistan'da Türk nüfusu hızlı artış gösterip % 70'i geçmiştir. Özbekistan'da % 90'ı, Kırgızistan'da % 90'i, Türkmenistan'da % 95'i, Tacikistan'da % 25'i, Doğu Türkistan'da % 55'i, Tuva'da % 85'i aşmış durumda bulunan Türk nüfus oranı yer alır.
Türkistan (Farsça: ترکستان Torkestān; anlam: Türklerin oturduğu yer Arapça: Bilad al-Turk), Orta Asya'da batıda Hazar Denizi ve Aşağı Volga'dan başlamak üzere doğuda Moğolistan'daki Altay Dağlarına, güneyde Kopet - Hindukuş - Kuenlun dağlarına, kuzeyde Aral ve Balkaş göllerinin ötesinde Kırgız bozkırına kadar uzanan yüzölçümü 6 milyon km²'den geniş coğrafi ve tarihi bölge. Nüfusu 2001 yılı itibarıyla 43.210.802.
Bölge Batı ve Doğu Türkistan olarak ikiye ayrılmaktadır.
Batı Türkistan; bugünkü Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan'ın tamamı ile Kazakistan'ın büyük bir bölümü ve Afganistan'ın bir kısmını kapsamaktadır. Batı Türkistan'ın Afganistan'da bulunan bölümü Afgan Türkistanı olarak anılır ve Mezar-ı Şerif ve civarından oluşur.
Bunun dışında Anadolu ile Batı Türkistan arasında kalan İran'ın kuzey bölgesine de İran Türkistanı denmektedir. Aras ırmağının Hazar denizine döküldüğü noktadan başlayarak İran'ın kuzeybatı, kuzey ve kuzeydoğu bölgeleri olan Azerbaycan, Mazenderan, Türkmen sahrası ve Horasan'ı da içine alan bölge yaklaşık 800 bin km² olup 40 milyona yaklaşan Türk nüfus yaşamaktadır.
Kuzeyde Doğu Rusya'dan başlayıp Ural dağlarına, güneyde Aras Irmağı ve Karadeniz sahillerine, batıda Moldova Gagauzeli ve doğuda Ural dağları ile Hazar denizinin sınırlarını oluşturan bölgeye de Türkeli denmektedir. Bazı coğrafyacılar Türk Dünyasını Türkiye ve Türkistan olarak iki ana bölgeye ayırmaktadır. Türkeli olarak anılan bölge ise daha çok Türkiye'nin etki alanı olarak kabul edilmektedir.
Doğu Türkistan
Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti'ne bağlı olan daha çok Uygur Türklerinin yaşadığı Sincan Uygur Özerk Bölgesi topraklarına verilen isimdir.
Etnik gruplar
Nüfusun çoğunluğunu bölgenin asli unsuru olan Türk halkları (Türkmenler, Özbekler, Kazaklar, Uygurlar, Kırgızlar, Karakalpaklar) ve ikinci sırada İran halkları (Tacikler, Afganlar, Farslar) oluşturur. Bunun haricinde uzun süren Rusya İmparatorluğu hakimiyeti boyunca yerleşen Ruslar, Ukraynalılar, Almanlar ve SSCB döneminde sürgün edilerek yerleştirilen Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri gibi pek çok etnik grup yaşamaktadır. Çin tarafından ise Doğu Türkistan'ın kontrolü için çok sayıda Çinli bölgeye yerleştirilmiştir. Bütün istila, işgal, sömürgelere rağmen yine de Türkistan coğrafyasında Türkler nüfus çoğunluğuna sahiptir. Kazakistan'da Türk nüfusu hızlı artış gösterip % 70'i geçmiştir. Özbekistan'da % 90'ı, Kırgızistan'da % 90'i, Türkmenistan'da % 95'i, Tacikistan'da % 25'i, Doğu Türkistan'da % 55'i, Tuva'da % 85'i aşmış durumda bulunan Türk nüfus oranı yer alır.


[right]Arif YAMAN[/right]