21. Daginiklik
Gönderilme zamanı: 03 May 2011 11:04
Efsun’nun odasındaydım. Yarından sonra kıyafetleri bu dolapta olacaktı. Hala kafamdaki saçmalıklardan kurtulamadım. Kurtulmak istemiyordum. Daha doğrusu Efsun’nun bu odayı terk ettiğini ve dönmeyeceğini kabullenmek istemiyorum. Efsun’nun geri gelmesini istiyordum. Bu odada, benim yakınımda olsun istiyordum. Ona yapılan silah da bu odada. Hala ismini bilmiyorum. Öğrenmeye gitmeyecektim. Efsun geldiğinde kendisi söyler. Efsun’nun gelmeyeceğinide biliyordum, silahın adını öğrenmeyeceğimide biliyordum. Ama bu günlerde bilinçsiz olmak dahada iyi bir şey idi. Onca şey öğrendik, ama ne oldu? ‘Ağlama. Geçecek şimdi’, diye bir ses duydum. Hemen etrafıma baktım. Kimse yok. Dışarıya çıktım. Kimse yok.
-‘Orada birileri var mı’, diye var gücümle bağırdım.
-‘Ben varım.’
Arkamı döndüm: Efsun! Hemen kapıyı kapattım.
-‘Ne işin var burada’, dedim.
-‘Bir kaç eşyam kalmış olabilir diye geldim eski odama.’
-‘Oda boş’, dedim.
-‘O zaman eşyalarım nerede?’
-‘Yıkmadın mı?’
-‘Bir kaç eşya kalmış olmalı ama!’
Efsun içeriye girmeye çalışıyordu ama ben onu durdurdum.
-‘Orası benim odam artık’, dedim. ‘Senin eşyaların zaten yoktu.’
-‘Salih öyle demedi ama’, diyerek içeriye girdi.
-‘Her yer... tamir edilmiş’, dedi şaşkınlıkla. ‘Herşeyi sen mi yaptın?’
-‘Efsun dışarı çıkalım.’
-‘Benim odam, değil mi? Ben istediğimde çıkarım.’
Efsun’nun kolundan tuttup dışarıya çıkartmak istedim ama bana yine mani oldu.
-‘Bana hep ne yapıp yapmamam gerektiğini söyleyip duruyorsun! Bırak artık!’
-‘Dışarı çık!’
-‘Kolumu acıtıyorsun Rüzgar! Bırak!’
-‘Burası artık sana ait değil!’
-‘Ben bir yere...!’
-‘Gittin! Terk edip gittin. Hiç haber vermeden gittin. Başkalarına söyleyipte gittin. Sen gittin diye herkez kopmaya başladı.’
-‘Ben...’, diye başladı Efsun cümlesine ama bitiremedi.
Çekmeceden günlüğünü alıp Efsun’a verdim.
-‘Bu odada sana ait olan tek şey bu. Diğer şeylerin hepsi bana ait.’
-‘Neden tamir ettin ki odamı?’
-‘Benim odam artık.’
-‘Bu yüzden mi benim perdelerimin aynısını, çarşaflarımın aynısını... herşey eskisi gibi!’
-‘Eskisi gibi değil. Eskisi gibi olsa sen gitmemiş olurdun. Ama yoksun.’
-‘Gitmeyi ben seçmedim! Gönderildim! Hem başka ne yapabilirdim! Başka seçeneğim yoktu!’
-‘Herzaman bir seçeneğin vardı! Ben seni herşeyden korurdum!’
-‘Koruduğun için durmadan yaralandım değil mi? Sen beni arkada tutuyorsun! Sen olmadığında yaralanamayacağımı öğrendim ben!’
Bunları duyduktan sonra artık tüm düşüncelerim durdu. Demek ben Efsun’a... Dolaba doğru yürüdüm ve silahı çıkardım.
-‘Bu senin’, dedim ve odadan çıktım. Şifa Yurdu’na doğru koştum.
-‘Salih! Kesin kararınız mı’, dedim soluk soluğa.
-‘Abi dur! Ne oldu’, dedi Salih.
-‘Diğerlerini bulup söylemem gerek! Geliyormusun? Geliyormusunuz?’
-‘Tabi ki geliyoruz’, dedi Nur.
-‘O zaman hazırlanın. Bu gece gidiyoruz! Yarın değil, yarından sonra hiç değil!’
-‘Rüzgar dur’, diye bağırdı Alper arkamdan ama diğerlerini bulup aynı haberi verdim. Herkez geleceğini söyledi. Sonra Efe geldi. Yanlız.
-‘Ata’, dedi bana.
-‘Vaktimiz yok. Hemen hazırlanmalıyız.’
-‘Ata, sana... hepinize birşeyler söylemem gerek.’
-‘Bu akşam...’
-‘Ata, dinle beni’, dedi bana. ‘Hiçbir şey zannettiğin gibi değil!’
Orada olmayan tüm arkadaşlarımızı topladık ve yarım saat içinde bir araya geldik. Efsun yoktu.
-‘Arkadaşlar? Yüzünüzdeki bu ifade ne’, dedi Yağmur.
-‘İsterseniz önce ben anlatayım’, dedim. ‘Bu gece Çetecilere gidiyorum. Şifacı arkadaşlarımızda benimle geliyor. Gelmek isteyen başka varsa gelsin. Gelmek istemeyene gönül koymam. Bu aptallık fazla sürdü.’
-‘Ata, dur biraz. Fevri davranma. Arkadaşlar, Teşkilat’ın bizden gizlediği şeyler var’, dedi Efe.
-‘Ne gibi şeyler’, dedi Feriha.
-‘Gizli, çirkin şeyler. Aslında tarih ile ilgili çoğu ama şunu söyleyebilirim ki Şifa Yurdu eskiden Teşkilat’a bağlı değildi. Yeni Bab-ı Ali’de Teşkilat’ın bir parçası değildi’, dedi Efe.
-‘Buradaki sorunu göremiyorum’, dedi Süleyman.
-‘Bana güvenin’, dedi Efe. ‘Teşkilat’dan uzak durmamız gerek.’
-‘Şifa Yurdu onların yada değil, farketmez’, dedi Feriha. ‘Yeni Bab-ı Ali Teşkilat ile ilgili barış ve dayanışma imazsınıda bizim Teşkilat’a katıldığımızdan sonra imzalandı.’
-‘O imza bana bir şey ifade etmiyor artık’, dedi Efe. ‘Teşkilat’ın kirli planlara karıştığını biliyorum!’
-‘Efe’, dedi Ahmet. ‘Şuanda nerede bulunduğunu unutma. Tamam, Meclis bize kazık attı ama Teşkilat kirli planlara karıştığını öyle yüksek ses ile söyleyemezsin. Bununda cezası vardır.’
-‘Siz hissetmiyormusunuz! Allah aşkına söyleyin! Hissetmiyormusunuz’, dedi Efe. ‘Bakın, Şifa Yurdu bağımsız iken finansmanlığını Teşkilat yapmıyordu ama şimdi yapıyorlar! Şehir Meclisi’nin parası ile!’
-‘Eee’, dedi Fatma.
-‘Şehir Meclisi üyeleri İstanbul’un eski kıyıcıları! Beyaz Köşk mensupları!’
-‘Beyaz Köşk mü’, dedi Sezgi. ‘Ama onlar eskide kaldı. Azat bey artık yaşamıyor ki.’
-‘Azat bey kim’, dedi Işıl.
‘Katilin teki’, dedi Akın. ‘Beyaz Köşk dönemi vardı önceleri. İstanbul’u yönetiyorlardı. Yıkım ve baskı ile amaçlarına ulaşıyorlardı. Başlarında önce Mansur bey, sonra Kuklacı ve en sonunda Azat bey vardı. Herkez onun öldüğünü söylüyor. Öldürüldüğünün şahitleride var.’
-‘Evet’, dedi Efe. ‘Ama o dönemlerde isyan çıkmıştı. İçlerinden birisinin adı Kenan. Beyaz Büyücülerden. Azat’ı hayatta o tutmuş.’
-‘Tamam ama Azat’a sırt çevirmiş adam niye onu ölümden kurtarsın ki’, dedi Akın.
-‘Arkadaşlar’, dedi Salih. ‘Yavaş yavaş ve anladığımız dilden anlatın.’
-‘Teşkilat Meclisi’nin üyelerini biliyoruz: Agah, Ziya, Nihat ve Mehmet. Şehir Meclisi ise... Celal Hakkı, Gaffar ve Mustafa bey.’
-‘Tamam’, dedim. ‘Sadede gel.’
-‘Az önce Beyaz Köşk dediğimiz şey bir zamanlarda İstanbul’da kontrolden çıkmış bir güç idi’, dedi Efe. ‘Onlara boyun eğmeyeni öldürdüler yada hapise attılar. Şehir meclisi’nden katılanların bazıları bu kuruma dahil idiler. Gaffar bey’in babası, Gaffar bey, ve Mustafa bey.’
-‘Sorun nerede peki’, dedi Nur.
-‘Sorun Şehir meclisi bir zamanlar İstanbul’u korumak için kurulmuş olması’, dedi Feriha. ‘Teşkilat bir zamanlar o meclisi kapatmak için kan dökme emrini verenleri aynı meclisi sokmuş olması. Ama neden?’
-‘Dostluk gösterisi yapmak için’, dedi Akın. ‘Yeni Bab-ı Ali ile aynı durum. Bunların hepsini Işık mı anlattı sana?’
-‘Evet’, dedi Efe.
-‘Ve sen onun lafına inandın’, dedi Süleyman. ‘Ispatladı mı peki?’
-‘Bir saniye. Gaffar bey’in babası Gaffar kim’, dedi Halit.
-‘Şuanda meclisde yer alan Gaffar bey, eskilerin Beyaz Köşk büyücüsü olan Gaffar bey’i. Babası şuan nerede bilmiyorum. Ama oğlu babasına benzetilmekten ve hatırlatmaktan hoşlanmıyormuş. Bu yüzden kıyımlarla ilgisi yok ve Beyaz Köşk’ün oğlu olduğuna dair utanıyor.’
-‘Peki Mustafa’, dedim.
-‘O’nun hakkında bildiklerim yok. İnan bana öğrenmek bile istemiyorum. Bunca yıkıma kıyıma izin verilmiş, karşı konulmuş sonrada altına dostluk imzası altılmış. Ayrıntılı anlatmıyorum arkadaşlar! Çetecileri yok etmek için Ata’ya söz verdim. Gideceğim.’
-‘Efe’, dedim. ‘Biz bu Çetecileri yensekte yenmesekte fark etmez mi diyorsun?’
-‘Bence Efsun’un peşinde daha başka şeylerde olabilir diyorum’, dedi Efe. ‘Öğrenmekten korkuyorum Ata. Bu gece gidelim ve cevap almadan, sonuç göstermeden dönmeyelim. Ama ben Teşkilat’a bağlı değilim artık. Bunuda böyle bilsin herkez.’
-‘Bu kararda olan başkalarıda var mı’, diye sordum. Herkez elini kaldırdı.
-‘Bizi biliyorsunuz’, dedi Salih. ‘Şifa Yurdu’nun ayakta durması için Teşkilat’a tahammül ederiz. Başka bir para kaynağımızda yok.’
-‘Peki Genç Bilgililer nasıl’, diye sordu Süleyman. ‘Onlar Teşkilat’dan bağımsızmıydı hep?’
-‘Evet’, dedi Efe. ‘Onlar sadece bilimadamlarıymış. Işık o konuda beni biraz kandırdı sanırım. Yada gerçeklere karşı hazırladı. Genç Bilgililer şuan Eminönü’nde dağılmış durumda yaşıyorlar. Gaffar bey onları Köşkte ağırlayıp projelerinde yardım etti. Gaffar bey büyücü idi ama aynı zamanda bilimadamıydı. Azat ile fikir uyuşması yaşadı Fare adamlar konusunda.’
-‘Madem kötü bir insan değil’, dedi Ahmet, ‘neden meclisdeki oğlu ondan utanıyor?’
-‘Galiba babası yıkım ve diktatörlüğün tarafında yer aldığı için’, dedim. ‘Beyaz Köşk duyduklarımıza göre İstanbul’da yıkımdan başka birşey sağlamamış. Yazık.’
-‘Efsuna anlatacakmıyız’, dedi Alper.
-‘Hayır’, dedim. ‘O bir yere gelmiyor.’
-‘Ata, o bizden değil. Teşkilat’dan ayrıldı. Hem bende ayrılma...’, dedi Efe.
-‘Konu Teşkilat değil! Efsun beni... yani bizi bıraktı! Biz onun için çırpınırken o gitmeyi tercih etti. Onu planlarımıza dahil etmek istemiyorum. Zaten bu saldırıdan sonra hemen Agah bey’e gidiyoruz. Bazı sorularım var ve bunlara artık cevap istiyorum.’
-‘Çocuk bugün geldi ve sorular sordu’, dedi Mebrure hanım.
-‘Ne bilmek istiyor’, dedi Komutan.
-‘Şifa Yurdu’nun nasıl ayakta durabildiğini. Para yok, bunu herkez biliyor ama nedense bir kaç kişi rahat durmadı ve çocuğun aklını bulandırdı.’
-‘Kim sence?’
-‘Arzuhalci?’
-‘O neden böyle bir şey yapsın ki? Sadece ruh taşları ile ilgileniyor zannediyordum. Teşkilat’a karşı ne garezi olabilir? Zaten Teşkilat’ın askerlerini kullanıyor arada bir. Nankörlük edeceğini zannetmiyorum.’
-‘Aklıma başka kimse gelmiyor.’
-‘Neden?’
-‘İstanbul’da Teşkilat’dan olmayan ve aynı zamanda zeka seviyesi ortalamadan daha yüksek olan sadece bir o olduğu için.’
Komutan güldü.
-‘İyi tespit. Araştırmamı istermisin?’
-‘Hayır’, dedi Mebrure hanım. ‘Biraz oluruna bırakalım. Bakalım neler biliyor ve neler öğrenecek. Hamleleri ne olacak? Agah efendi bunları duyunca neler yapacak?’
-‘Çocuk Yeni Bab-ı Ali’ye sadece bunu sormak için mi geldi?’
-‘Yanlız geldi yanıma. Yanında kimse görmedim. Galiba diğerlerinin henüz haberi yok.’
-‘O zaman dediğin gibi yapalım: oluruna bırakalım’, dedi Komutan.
-‘Otur’, dedi Agah efendi. Aydemir bey oturdu.
-‘Sana kararımı açıklamak için gelmedim’, dedi Aydemir bey.
-‘Açıklamanı istemiyorum zaten. Gerek yok. Sebeplerini biliyorum ve anlıyorum. Kendine göre sende haklısın.’
-‘Münevver’in ölümünden sonra herşeye pes ettim. Çocuklarımın normal bir yaşam sürdürmeleri için elimden geleni yaptım.’
-‘Başardın mı?’
-‘Sevgi şuan Yeni Bab-ı Ali’de. Oktay ise... Başarmadım be Agah! Tüm çabalarıma rağmen hiçbir şey yoluna girmedi.’
-‘Bu konuyu çok düşündüm: bir çocuğun böyle bir dünyada güvenli ve normal bir çocukluğu nasıl geçirebilir? Bu maalesef imkansız.’
-‘Korkuyorum Agah. Korkuyorum insan ırkının sonuna geldiğini düşünmeye.’
-‘Böyle bir şey söz konusu değil.’
-‘Öyle deme! Önce ‘saklı türler’ sonra ise insan insana saldırmaya başladı. 25 aralık...’
-‘Acını anlıyorum. Paylaşıyorumda. Ama bir umut var hala!’
-‘Kimmiş o umut’, dedi Aydemir bey pencereden dışarıya bakarak. Bir çocuk gördü dışarıda. Uçurtma uçurtmaya çalışırken uçurtması düştü hep. Yanına biri geldi ve ona yardım etti uçurtmasında. Aydemir bey’in yüzünde küçük bir tebessüm oluştu.
-‘Her zaman umut düşünürsün sen zaten’, dedi Aydemir bey. ‘Hiç pes etmedin.’
-‘İstanbul dışında hayat var mı bilmiyoruz. Araştırmaları başlatacağız. Belki...’
-‘Teşkilat senide yutacak Agah. Güç dengeleri eskisi gibi değil.’
-‘Ne zaman güç dengeleri iyi oldu ki? Beyaz Köşk döneminde mi? Klanların kuruluşunda mı? İstanbul bölündüğünde mi? İstanbul tek parça halinde kalacak! Türkiye’nin diğer bölgelerinden haberimiz yok ama burası bir bütün olarak kalacak.’
-‘O kadın İstanbul’da yaşadığı sürece bu böyle olmayacak. O şifacı çok güçlü. Hemde şifacı! Tüm yaratıklar peşine düşecek ve ona giden yol Eminönü’nden geçiyor. Bunu onlarda biliyor.’
-‘O şifacı’nın neler yapabildiğini sende biliyorsun. Onu kaybetmek ile yanlış yaptığımızı düşünüyorum. Teşkilat’a sırt çevirmesi neyse ki bize silah çekmesi anlamına gelmiyor. Ama Şifa Yurdu’nda onu görmek isterdim.’
-‘O kadın beladan başka hiçbir şey getirmeyecek İstanbul’a. Savaşçı olsa anlardım azıcık. Silahı, zırhı, iksirleri... onu güçlü kılan kuvvetli bir bileği var derdim’, dedi Aydemir. ‘Kimin nesi haberiniz var mı?’
-‘Evet. Annesi ve babası eskiden Adalar’da yaşıyorlardı. Şifa Yurdu’na hiç katılmamışlar. Ada’dan kovulduktan sonra buraya yerleşmişler.’
-‘Neden kovulmuşlar?’
-‘Adasakinleri şifacılardan korkuyorlardı.’
-‘Erg Adalarda bile...’
-‘Evet. Adalarda ilk şifacılar onlardı galiba. Onlar bu haber çok fazla yayılmadan kaçmışlar buraya gelmişler. Keşke onları anlatan ve güçlerini gösteren bir belge olsa. Efsun’u bu kadar güçlü yapan Erg olduğunu zannetmiyorum.’
-‘İlginç’, dedi Aydemir bey. ‘Galiba başka bir şey yüzünden kaçmışlardır.’
-‘Bilmiyorum. Tarihde olan tarihde kalmış ve bırakalım orada kalsın. Bizim işimiz bir sonraki saldırıya hazırlanmak. Şifacı ile işimiz kalmadı. O artık Teşkilat’a dahil değil.’
-‘Bu seni üzüyor biliyorum ama biz böyle seçtik. Hepberaber.’
-‘Kararın için özür dilemeye çalışma. Meclis’i ben topladım. Kararımızın arkasında duruyorum’, dedi Agah efendi ve öksürmeye başladı.
-‘Bir şey soracağım: Mustafa görüşünü açıklarken neden şaşkınlığını ifade ettin? Seni şaşırtan ne idi?’
Agah efendi güldü.
-‘Bir zamanlar Mustafa bey’in kalması ve gitmesi hakkında da oylama yapmıştık. Kalmasına izin verdiğimizde çok sevinmişti, hatırladın mı? Hemde Beyaz Köşk eski mensubu olmasına rağmen.’
Aydemir bey gözlerini kapattı.
-‘Biliyorum’, dedi Agah efendi. ‘Meclislerde yer almamanın nedeni eski Beyaz Köşk katılımcıları.’
-‘İstanbul gün geçtikce kötüye gidiyor. Ve sen hala bir şey yapmıyorsun.’
-‘Yapıyorum! Şifa Yurdu’nu tekrar faaliyete geçiriyorum!’
-‘Şehir Meclisi’nin parası ile’, dedi Aydemir bey.
-‘Onlar bu projeye dahil olup yardım etmek istiyorlar. Bir tür halk ve ilişkiler adına atılan bir adım. Eğer onları bağırımıza basarsak İstanbul’da bunu yapacaktır. Düşmanlık değil, dostluk gerekli Teşkilat’ın ve İstanbul’un içinde.’
-‘Dostluk ve barış dışında problemlerimiz yok mu sence Agah?’
-‘Neyden bahsediyorsun?’
-‘Derindeki işlerden bahsediyorum. Yer Altı’ndaki Kent’den. Meteor Bölgesi ile barış imzala ama başka yerden yeni bir düşman daha çıkıyor!’
-‘Ne öneriyorsun? O düşmanlar ile başedecek bir Neferimiz vardı ama gönderdik.’
-‘Şifacı! Şifacı! Şifacı! Çok lazım Agah, çok!’
-‘Yer Altı mahlukları Yer Altı’ndan çıkamaz.’
-‘Bunu Kurtadamlar içinde söylüyordun, Agah.’
Agah bey biraz düşündü.
-‘Daha saldırgan olmalıyız. Barış ve dostluk yetmeyecek. Herkezi barıştıramayız. Düşmanlarımızın bazılarının ölmeleri artık şart.’
-‘Orada birileri var mı’, diye var gücümle bağırdım.
-‘Ben varım.’
Arkamı döndüm: Efsun! Hemen kapıyı kapattım.
-‘Ne işin var burada’, dedim.
-‘Bir kaç eşyam kalmış olabilir diye geldim eski odama.’
-‘Oda boş’, dedim.
-‘O zaman eşyalarım nerede?’
-‘Yıkmadın mı?’
-‘Bir kaç eşya kalmış olmalı ama!’
Efsun içeriye girmeye çalışıyordu ama ben onu durdurdum.
-‘Orası benim odam artık’, dedim. ‘Senin eşyaların zaten yoktu.’
-‘Salih öyle demedi ama’, diyerek içeriye girdi.
-‘Her yer... tamir edilmiş’, dedi şaşkınlıkla. ‘Herşeyi sen mi yaptın?’
-‘Efsun dışarı çıkalım.’
-‘Benim odam, değil mi? Ben istediğimde çıkarım.’
Efsun’nun kolundan tuttup dışarıya çıkartmak istedim ama bana yine mani oldu.
-‘Bana hep ne yapıp yapmamam gerektiğini söyleyip duruyorsun! Bırak artık!’
-‘Dışarı çık!’
-‘Kolumu acıtıyorsun Rüzgar! Bırak!’
-‘Burası artık sana ait değil!’
-‘Ben bir yere...!’
-‘Gittin! Terk edip gittin. Hiç haber vermeden gittin. Başkalarına söyleyipte gittin. Sen gittin diye herkez kopmaya başladı.’
-‘Ben...’, diye başladı Efsun cümlesine ama bitiremedi.
Çekmeceden günlüğünü alıp Efsun’a verdim.
-‘Bu odada sana ait olan tek şey bu. Diğer şeylerin hepsi bana ait.’
-‘Neden tamir ettin ki odamı?’
-‘Benim odam artık.’
-‘Bu yüzden mi benim perdelerimin aynısını, çarşaflarımın aynısını... herşey eskisi gibi!’
-‘Eskisi gibi değil. Eskisi gibi olsa sen gitmemiş olurdun. Ama yoksun.’
-‘Gitmeyi ben seçmedim! Gönderildim! Hem başka ne yapabilirdim! Başka seçeneğim yoktu!’
-‘Herzaman bir seçeneğin vardı! Ben seni herşeyden korurdum!’
-‘Koruduğun için durmadan yaralandım değil mi? Sen beni arkada tutuyorsun! Sen olmadığında yaralanamayacağımı öğrendim ben!’
Bunları duyduktan sonra artık tüm düşüncelerim durdu. Demek ben Efsun’a... Dolaba doğru yürüdüm ve silahı çıkardım.
-‘Bu senin’, dedim ve odadan çıktım. Şifa Yurdu’na doğru koştum.
-‘Salih! Kesin kararınız mı’, dedim soluk soluğa.
-‘Abi dur! Ne oldu’, dedi Salih.
-‘Diğerlerini bulup söylemem gerek! Geliyormusun? Geliyormusunuz?’
-‘Tabi ki geliyoruz’, dedi Nur.
-‘O zaman hazırlanın. Bu gece gidiyoruz! Yarın değil, yarından sonra hiç değil!’
-‘Rüzgar dur’, diye bağırdı Alper arkamdan ama diğerlerini bulup aynı haberi verdim. Herkez geleceğini söyledi. Sonra Efe geldi. Yanlız.
-‘Ata’, dedi bana.
-‘Vaktimiz yok. Hemen hazırlanmalıyız.’
-‘Ata, sana... hepinize birşeyler söylemem gerek.’
-‘Bu akşam...’
-‘Ata, dinle beni’, dedi bana. ‘Hiçbir şey zannettiğin gibi değil!’
Orada olmayan tüm arkadaşlarımızı topladık ve yarım saat içinde bir araya geldik. Efsun yoktu.
-‘Arkadaşlar? Yüzünüzdeki bu ifade ne’, dedi Yağmur.
-‘İsterseniz önce ben anlatayım’, dedim. ‘Bu gece Çetecilere gidiyorum. Şifacı arkadaşlarımızda benimle geliyor. Gelmek isteyen başka varsa gelsin. Gelmek istemeyene gönül koymam. Bu aptallık fazla sürdü.’
-‘Ata, dur biraz. Fevri davranma. Arkadaşlar, Teşkilat’ın bizden gizlediği şeyler var’, dedi Efe.
-‘Ne gibi şeyler’, dedi Feriha.
-‘Gizli, çirkin şeyler. Aslında tarih ile ilgili çoğu ama şunu söyleyebilirim ki Şifa Yurdu eskiden Teşkilat’a bağlı değildi. Yeni Bab-ı Ali’de Teşkilat’ın bir parçası değildi’, dedi Efe.
-‘Buradaki sorunu göremiyorum’, dedi Süleyman.
-‘Bana güvenin’, dedi Efe. ‘Teşkilat’dan uzak durmamız gerek.’
-‘Şifa Yurdu onların yada değil, farketmez’, dedi Feriha. ‘Yeni Bab-ı Ali Teşkilat ile ilgili barış ve dayanışma imazsınıda bizim Teşkilat’a katıldığımızdan sonra imzalandı.’
-‘O imza bana bir şey ifade etmiyor artık’, dedi Efe. ‘Teşkilat’ın kirli planlara karıştığını biliyorum!’
-‘Efe’, dedi Ahmet. ‘Şuanda nerede bulunduğunu unutma. Tamam, Meclis bize kazık attı ama Teşkilat kirli planlara karıştığını öyle yüksek ses ile söyleyemezsin. Bununda cezası vardır.’
-‘Siz hissetmiyormusunuz! Allah aşkına söyleyin! Hissetmiyormusunuz’, dedi Efe. ‘Bakın, Şifa Yurdu bağımsız iken finansmanlığını Teşkilat yapmıyordu ama şimdi yapıyorlar! Şehir Meclisi’nin parası ile!’
-‘Eee’, dedi Fatma.
-‘Şehir Meclisi üyeleri İstanbul’un eski kıyıcıları! Beyaz Köşk mensupları!’
-‘Beyaz Köşk mü’, dedi Sezgi. ‘Ama onlar eskide kaldı. Azat bey artık yaşamıyor ki.’
-‘Azat bey kim’, dedi Işıl.
‘Katilin teki’, dedi Akın. ‘Beyaz Köşk dönemi vardı önceleri. İstanbul’u yönetiyorlardı. Yıkım ve baskı ile amaçlarına ulaşıyorlardı. Başlarında önce Mansur bey, sonra Kuklacı ve en sonunda Azat bey vardı. Herkez onun öldüğünü söylüyor. Öldürüldüğünün şahitleride var.’
-‘Evet’, dedi Efe. ‘Ama o dönemlerde isyan çıkmıştı. İçlerinden birisinin adı Kenan. Beyaz Büyücülerden. Azat’ı hayatta o tutmuş.’
-‘Tamam ama Azat’a sırt çevirmiş adam niye onu ölümden kurtarsın ki’, dedi Akın.
-‘Arkadaşlar’, dedi Salih. ‘Yavaş yavaş ve anladığımız dilden anlatın.’
-‘Teşkilat Meclisi’nin üyelerini biliyoruz: Agah, Ziya, Nihat ve Mehmet. Şehir Meclisi ise... Celal Hakkı, Gaffar ve Mustafa bey.’
-‘Tamam’, dedim. ‘Sadede gel.’
-‘Az önce Beyaz Köşk dediğimiz şey bir zamanlarda İstanbul’da kontrolden çıkmış bir güç idi’, dedi Efe. ‘Onlara boyun eğmeyeni öldürdüler yada hapise attılar. Şehir meclisi’nden katılanların bazıları bu kuruma dahil idiler. Gaffar bey’in babası, Gaffar bey, ve Mustafa bey.’
-‘Sorun nerede peki’, dedi Nur.
-‘Sorun Şehir meclisi bir zamanlar İstanbul’u korumak için kurulmuş olması’, dedi Feriha. ‘Teşkilat bir zamanlar o meclisi kapatmak için kan dökme emrini verenleri aynı meclisi sokmuş olması. Ama neden?’
-‘Dostluk gösterisi yapmak için’, dedi Akın. ‘Yeni Bab-ı Ali ile aynı durum. Bunların hepsini Işık mı anlattı sana?’
-‘Evet’, dedi Efe.
-‘Ve sen onun lafına inandın’, dedi Süleyman. ‘Ispatladı mı peki?’
-‘Bir saniye. Gaffar bey’in babası Gaffar kim’, dedi Halit.
-‘Şuanda meclisde yer alan Gaffar bey, eskilerin Beyaz Köşk büyücüsü olan Gaffar bey’i. Babası şuan nerede bilmiyorum. Ama oğlu babasına benzetilmekten ve hatırlatmaktan hoşlanmıyormuş. Bu yüzden kıyımlarla ilgisi yok ve Beyaz Köşk’ün oğlu olduğuna dair utanıyor.’
-‘Peki Mustafa’, dedim.
-‘O’nun hakkında bildiklerim yok. İnan bana öğrenmek bile istemiyorum. Bunca yıkıma kıyıma izin verilmiş, karşı konulmuş sonrada altına dostluk imzası altılmış. Ayrıntılı anlatmıyorum arkadaşlar! Çetecileri yok etmek için Ata’ya söz verdim. Gideceğim.’
-‘Efe’, dedim. ‘Biz bu Çetecileri yensekte yenmesekte fark etmez mi diyorsun?’
-‘Bence Efsun’un peşinde daha başka şeylerde olabilir diyorum’, dedi Efe. ‘Öğrenmekten korkuyorum Ata. Bu gece gidelim ve cevap almadan, sonuç göstermeden dönmeyelim. Ama ben Teşkilat’a bağlı değilim artık. Bunuda böyle bilsin herkez.’
-‘Bu kararda olan başkalarıda var mı’, diye sordum. Herkez elini kaldırdı.
-‘Bizi biliyorsunuz’, dedi Salih. ‘Şifa Yurdu’nun ayakta durması için Teşkilat’a tahammül ederiz. Başka bir para kaynağımızda yok.’
-‘Peki Genç Bilgililer nasıl’, diye sordu Süleyman. ‘Onlar Teşkilat’dan bağımsızmıydı hep?’
-‘Evet’, dedi Efe. ‘Onlar sadece bilimadamlarıymış. Işık o konuda beni biraz kandırdı sanırım. Yada gerçeklere karşı hazırladı. Genç Bilgililer şuan Eminönü’nde dağılmış durumda yaşıyorlar. Gaffar bey onları Köşkte ağırlayıp projelerinde yardım etti. Gaffar bey büyücü idi ama aynı zamanda bilimadamıydı. Azat ile fikir uyuşması yaşadı Fare adamlar konusunda.’
-‘Madem kötü bir insan değil’, dedi Ahmet, ‘neden meclisdeki oğlu ondan utanıyor?’
-‘Galiba babası yıkım ve diktatörlüğün tarafında yer aldığı için’, dedim. ‘Beyaz Köşk duyduklarımıza göre İstanbul’da yıkımdan başka birşey sağlamamış. Yazık.’
-‘Efsuna anlatacakmıyız’, dedi Alper.
-‘Hayır’, dedim. ‘O bir yere gelmiyor.’
-‘Ata, o bizden değil. Teşkilat’dan ayrıldı. Hem bende ayrılma...’, dedi Efe.
-‘Konu Teşkilat değil! Efsun beni... yani bizi bıraktı! Biz onun için çırpınırken o gitmeyi tercih etti. Onu planlarımıza dahil etmek istemiyorum. Zaten bu saldırıdan sonra hemen Agah bey’e gidiyoruz. Bazı sorularım var ve bunlara artık cevap istiyorum.’
-‘Çocuk bugün geldi ve sorular sordu’, dedi Mebrure hanım.
-‘Ne bilmek istiyor’, dedi Komutan.
-‘Şifa Yurdu’nun nasıl ayakta durabildiğini. Para yok, bunu herkez biliyor ama nedense bir kaç kişi rahat durmadı ve çocuğun aklını bulandırdı.’
-‘Kim sence?’
-‘Arzuhalci?’
-‘O neden böyle bir şey yapsın ki? Sadece ruh taşları ile ilgileniyor zannediyordum. Teşkilat’a karşı ne garezi olabilir? Zaten Teşkilat’ın askerlerini kullanıyor arada bir. Nankörlük edeceğini zannetmiyorum.’
-‘Aklıma başka kimse gelmiyor.’
-‘Neden?’
-‘İstanbul’da Teşkilat’dan olmayan ve aynı zamanda zeka seviyesi ortalamadan daha yüksek olan sadece bir o olduğu için.’
Komutan güldü.
-‘İyi tespit. Araştırmamı istermisin?’
-‘Hayır’, dedi Mebrure hanım. ‘Biraz oluruna bırakalım. Bakalım neler biliyor ve neler öğrenecek. Hamleleri ne olacak? Agah efendi bunları duyunca neler yapacak?’
-‘Çocuk Yeni Bab-ı Ali’ye sadece bunu sormak için mi geldi?’
-‘Yanlız geldi yanıma. Yanında kimse görmedim. Galiba diğerlerinin henüz haberi yok.’
-‘O zaman dediğin gibi yapalım: oluruna bırakalım’, dedi Komutan.
-‘Otur’, dedi Agah efendi. Aydemir bey oturdu.
-‘Sana kararımı açıklamak için gelmedim’, dedi Aydemir bey.
-‘Açıklamanı istemiyorum zaten. Gerek yok. Sebeplerini biliyorum ve anlıyorum. Kendine göre sende haklısın.’
-‘Münevver’in ölümünden sonra herşeye pes ettim. Çocuklarımın normal bir yaşam sürdürmeleri için elimden geleni yaptım.’
-‘Başardın mı?’
-‘Sevgi şuan Yeni Bab-ı Ali’de. Oktay ise... Başarmadım be Agah! Tüm çabalarıma rağmen hiçbir şey yoluna girmedi.’
-‘Bu konuyu çok düşündüm: bir çocuğun böyle bir dünyada güvenli ve normal bir çocukluğu nasıl geçirebilir? Bu maalesef imkansız.’
-‘Korkuyorum Agah. Korkuyorum insan ırkının sonuna geldiğini düşünmeye.’
-‘Böyle bir şey söz konusu değil.’
-‘Öyle deme! Önce ‘saklı türler’ sonra ise insan insana saldırmaya başladı. 25 aralık...’
-‘Acını anlıyorum. Paylaşıyorumda. Ama bir umut var hala!’
-‘Kimmiş o umut’, dedi Aydemir bey pencereden dışarıya bakarak. Bir çocuk gördü dışarıda. Uçurtma uçurtmaya çalışırken uçurtması düştü hep. Yanına biri geldi ve ona yardım etti uçurtmasında. Aydemir bey’in yüzünde küçük bir tebessüm oluştu.
-‘Her zaman umut düşünürsün sen zaten’, dedi Aydemir bey. ‘Hiç pes etmedin.’
-‘İstanbul dışında hayat var mı bilmiyoruz. Araştırmaları başlatacağız. Belki...’
-‘Teşkilat senide yutacak Agah. Güç dengeleri eskisi gibi değil.’
-‘Ne zaman güç dengeleri iyi oldu ki? Beyaz Köşk döneminde mi? Klanların kuruluşunda mı? İstanbul bölündüğünde mi? İstanbul tek parça halinde kalacak! Türkiye’nin diğer bölgelerinden haberimiz yok ama burası bir bütün olarak kalacak.’
-‘O kadın İstanbul’da yaşadığı sürece bu böyle olmayacak. O şifacı çok güçlü. Hemde şifacı! Tüm yaratıklar peşine düşecek ve ona giden yol Eminönü’nden geçiyor. Bunu onlarda biliyor.’
-‘O şifacı’nın neler yapabildiğini sende biliyorsun. Onu kaybetmek ile yanlış yaptığımızı düşünüyorum. Teşkilat’a sırt çevirmesi neyse ki bize silah çekmesi anlamına gelmiyor. Ama Şifa Yurdu’nda onu görmek isterdim.’
-‘O kadın beladan başka hiçbir şey getirmeyecek İstanbul’a. Savaşçı olsa anlardım azıcık. Silahı, zırhı, iksirleri... onu güçlü kılan kuvvetli bir bileği var derdim’, dedi Aydemir. ‘Kimin nesi haberiniz var mı?’
-‘Evet. Annesi ve babası eskiden Adalar’da yaşıyorlardı. Şifa Yurdu’na hiç katılmamışlar. Ada’dan kovulduktan sonra buraya yerleşmişler.’
-‘Neden kovulmuşlar?’
-‘Adasakinleri şifacılardan korkuyorlardı.’
-‘Erg Adalarda bile...’
-‘Evet. Adalarda ilk şifacılar onlardı galiba. Onlar bu haber çok fazla yayılmadan kaçmışlar buraya gelmişler. Keşke onları anlatan ve güçlerini gösteren bir belge olsa. Efsun’u bu kadar güçlü yapan Erg olduğunu zannetmiyorum.’
-‘İlginç’, dedi Aydemir bey. ‘Galiba başka bir şey yüzünden kaçmışlardır.’
-‘Bilmiyorum. Tarihde olan tarihde kalmış ve bırakalım orada kalsın. Bizim işimiz bir sonraki saldırıya hazırlanmak. Şifacı ile işimiz kalmadı. O artık Teşkilat’a dahil değil.’
-‘Bu seni üzüyor biliyorum ama biz böyle seçtik. Hepberaber.’
-‘Kararın için özür dilemeye çalışma. Meclis’i ben topladım. Kararımızın arkasında duruyorum’, dedi Agah efendi ve öksürmeye başladı.
-‘Bir şey soracağım: Mustafa görüşünü açıklarken neden şaşkınlığını ifade ettin? Seni şaşırtan ne idi?’
Agah efendi güldü.
-‘Bir zamanlar Mustafa bey’in kalması ve gitmesi hakkında da oylama yapmıştık. Kalmasına izin verdiğimizde çok sevinmişti, hatırladın mı? Hemde Beyaz Köşk eski mensubu olmasına rağmen.’
Aydemir bey gözlerini kapattı.
-‘Biliyorum’, dedi Agah efendi. ‘Meclislerde yer almamanın nedeni eski Beyaz Köşk katılımcıları.’
-‘İstanbul gün geçtikce kötüye gidiyor. Ve sen hala bir şey yapmıyorsun.’
-‘Yapıyorum! Şifa Yurdu’nu tekrar faaliyete geçiriyorum!’
-‘Şehir Meclisi’nin parası ile’, dedi Aydemir bey.
-‘Onlar bu projeye dahil olup yardım etmek istiyorlar. Bir tür halk ve ilişkiler adına atılan bir adım. Eğer onları bağırımıza basarsak İstanbul’da bunu yapacaktır. Düşmanlık değil, dostluk gerekli Teşkilat’ın ve İstanbul’un içinde.’
-‘Dostluk ve barış dışında problemlerimiz yok mu sence Agah?’
-‘Neyden bahsediyorsun?’
-‘Derindeki işlerden bahsediyorum. Yer Altı’ndaki Kent’den. Meteor Bölgesi ile barış imzala ama başka yerden yeni bir düşman daha çıkıyor!’
-‘Ne öneriyorsun? O düşmanlar ile başedecek bir Neferimiz vardı ama gönderdik.’
-‘Şifacı! Şifacı! Şifacı! Çok lazım Agah, çok!’
-‘Yer Altı mahlukları Yer Altı’ndan çıkamaz.’
-‘Bunu Kurtadamlar içinde söylüyordun, Agah.’
Agah bey biraz düşündü.
-‘Daha saldırgan olmalıyız. Barış ve dostluk yetmeyecek. Herkezi barıştıramayız. Düşmanlarımızın bazılarının ölmeleri artık şart.’