1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

18. Meclis hakkindaki sir ve ilk kopmalar

Gönderilme zamanı: 21 Nis 2011 14:21
gönderen LadyEowyn
-‘Hadi kalkalım’, dedi Işık. ‘Yasemin’e gitmem gerek.’
-‘Tamam’, dedi Efe.
Beraber Çınar Altı’ndan çıkıp iskeleye, Limanlara doğru yürüyorlardı.
-‘Azat ‘bey’ Beyaz Köşk’ü iki yıl ayakta tutabildi. 1972’den 1974’e kadar. Azat bey Fare adamı üretiminde devam ederken Beyaz Büyücüler teker teker kopmaya başladılar.’
-‘Mustafa bey ne yapıyordu bunlar olurken.’
-‘Onu benden başka kimse bilemez ama sıra sıra. Kuklacı’yı sormuştun, ona ne oldu diye. Onu bir daha kimse görmedi. Meteor Bölgesi’nin ardında ne var kimse bilmiyor, ama geçmeye başarmış olsa bile bence ölmüştür. Zaten ne amaçla gittiğini kimse anlamamıştı.’
-‘Peki Azat bey ne zaman istifa etti?’
-‘Beyaz Köşk yok olduğunda.’
-‘Korkak’, dedi Efe. ‘Güç peşinde idi ve sahip oldu. Elinde tutamadı ve bu yüzden diğerlerine saldırdı. Şimdide onlara katıldı!’
-‘O kadar değil. Başka şeylerde oldu. Sana Aydemir bey’i anlatmadım daha.’
-‘O da...’
-‘Evet. Meclise katılmıştı.’
-‘Onda ne var ki?’
-‘Kısa bir hikaye değil.’
-‘Şimdiye kadar anlattıklarında kısa değildi. Yasemin’nin yanında seni bekleyebilirim. Çok merak ediyorum!’
-‘İşim uzun sürmeyecek. Ama tek bir şartla anlatırım.’
-‘Ne istersen!’
-‘Yarın sabah öğle namazının ezanı okunduktan sonra beraber Meteor Bölgesi’ne ineceğiz.’
-‘Kabul.’

-‘Ellerine sağlık’, dedi Süleyman.
-‘Afiyet olsun’, dedi Efsun.
Hepsi, Rüzgar ve Efe dışında, Efsun’nun evinin bahçesinde yemek yemişlerdi. Etrafda kuşların sesinden başka bir ses yoktu.
-‘Burada hiç korkmuyormusun’, diye sordu Feriha.
-‘Tüm Eminönü ondan korkarken Efsun kimden korksun Allah’dan başka’, dedi Nur gülümseyerek. Efsun gülmüştü. Göremedim ama gülmüştü.
-‘Yaran hala acıyor mu’, sordu Efsun Yağmur’a.
-‘Hiç acımıyor. Yaralandığımı bile unutuyorum bazen. İyileştim merak etme’, dedi Yağmur.
-‘Bu sesi sizde duydunuz mu’, dedi Sezgi. Herkez hareket etmeyi bıraktı. Semih kılıcını çıkarttı ve bahçenin etrafında ses çıkarmadan dolaştı. Aynı sesi bir daha duymuştu!
-‘Fareler’, dedi Semih ve onları kesti.
-‘Yaa’, dedi Sezgi.
-‘Az önce yemek yedik be abi’, dedi Alper. ‘Yapılır mı!’
-‘Zehirli olabilirler. Unutmayın ki fareler üzerlerinde hastalık taşıyorlar’, dedi Semih.
-‘Neyse ki iyileşme uzmanlarımız yanımızda’ dedi Akın. ‘Şifacılar varken bir şey olmaz.’
-‘Efe niye gelmedi’, diye sordu Ahmet.
-‘Işık ile konuşuyorlar’, dedi Fatma. ‘Işık ona bir şeyler anlatıyormuş.’
-‘Hangi konuda’, diye sordu Efsun.
-‘Sen hasta iken başlamıştı bu olay’, dedi Halit. ‘Işık meditasyon sana iyi geleceğini söylemişti ve iyi geldi. Bunun üzerinede Efe ile beraber sık sık görüşürler ve konuşurlar. Hep İstanbul’un tarihi hakkında.’
-‘Işık nerden bilebilir ki Efsun’nun o zamanlar ilacı meditasyon olduğunu’, diye sordu Süleyman.
-‘Kim bilir’, dedi Halit. ‘Ama iyi arkadaş oldular herhalde.’
-‘Evet’, dedi Nur. ‘Efe Işığa tahammül bile edemiyordu.’
-‘Demek ki Işık zannettiğimiz kadar kötü biri değil’, dedi Akın.
-‘İçimizden hiçkimse ona kötü dememişti zaten’ dedi Feriha. ‘Sadece yanımızda değil ama karşımızda da değil.’
-‘Belkide Efe’ye anlatıyordur bunun sebeplerini’, dedi Salih.
Masa toplanmıştı ve arkadaşlar kalkmak üzere gidiyorlardı. Işıl ve Semih Efsun’nun yanında kalacaklardı Efsun’nun güvenliği için. Efsun her ne kadar istemesede arkadaşları onu bu geceden itibaren her gece yanında olacaktı.
-‘Tamam o zaman. Salona bir yatak hazırlıyorum. Semih sen burada yat, Işıl benimle beraber odamda yatar.’
Efsun ve Işıl odaya gittikten sonra Semih’in gözüne uyku girmedi. Büyük Postane’de olanları, Rüzgar’ı ve Efe’yi çok düşündü. Ufak bir ses onu düşüncelerinden uyandırdı ve hemen kılıcını çekti. Küçük bir ses daha duydu ve ışıklar yanmıştı.
-‘Şu kılıcını boğazımdan çekermisin’, dedi Işıl.
-‘Özür dilerim! Bir anda...’
-‘Tamam anlıyorum. Bu günlerde herkez diken üzerinde. Uyku tutmadı mı seni?’
-‘Hayır. Düşünüyordum.’
-‘Neleri düşünüyordun’, dedi Işıl ve mutfağa gitti. Semih peşinden gitti.
-‘Herşeyi. Meclis’in kararı, Efe’nin Işık ile görüşmeleri, Rüzgar’ın siniri...’
-‘Sonuç’, dedi Işıl ve demlikte çay hazırlamaya başladı. ‘Sende içermisin yoksa başka bir şey mi hazırlayayım?’
-‘Çay iyi olur, sağol. Ve sonuç yok. Düşmanı o gün orada gebertebilirdik ama izin vermediler. Vermeseler bile kendimiz gitmemiz gerekirdi. Ama dağıldık! Galiba sonuç dağılmamız. Bu bize iyi gelmedi.’
Işıl mutfaktaki sandalyeye oturdu. Semih içinde bir sandalye çekti.
-‘Eminönü’nde biz ne yapıyoruz şuan’, diye sordu Işıl. ‘Diğer neferler hep görev yerine getiriyor. Bize Teşkilat sadece bir görev verdi. Sadece bir!’
-‘Diğerleri ile bizim farkımız çok. Diğerlere her yer serbest bölge. Biz eski klan üyeleriyiz. Galiba fark bu.’
Işıl’da Semih’de bir süre bir şey demedi.
-‘Sen nasıl Arz’ın çocukları’na katıldın’, dedi Semih.
-‘Bunu gerçekten bilmek mi istiyorsun yoksa sessizlikten mi sıkıldın?’
-‘Anlat. Bilmek istiyorum.’
-‘Yağmur ve ben beraber katılmaya karar verdik. Yağmur’un kız kardeşi var Yeni Bab-ı Ali’de. Benim ailem kalmadı. Lodosları çok... vahşi buluyordum. Halende öyle düşünüyorum. Ben Handan hanımın politikasına inanıyordum. Bence insanlar ve saklı türler gerçekten barış içinde beraber yaşayabilirler. Zaten Eminönü’nde bir ara bir anlaşma vardı Fare adamları ve insanlar arasında. Ama maalesef o anlaşma Galata Köprüsü ile beraber yıkıldı.’
-‘Galata Köprüsü’nün diğer tarafında ne vardır acaba? Orada medeniyet varmıdır?’
-‘Olması gerek bence’, dedi Işıl ve çayı demlemeye başladı. Çay demlendikten sonra bardaklara servis yapacaktı ki demlik eline deydi ve Işıl demliği yere düşürdü. Sıcak su ayaklarını yaktı. Işıl dudaklarını ısırdı bağırmamak için.
-‘Dikkat et’, diyerek Semih yerinden fırladı. ‘Otur şuraya, soğuk birşeyler bulayım.’
-‘Buz’, diye kıvrandı Işıl.
-‘Bu sakarlıkda başına bela olacağı kesin’, dedi Semih.
-‘Ben sakar değilim’, dedi Işıl kızgınlıkla.
-‘Öyle mi? O zaman o ruh taşına değişiklik olsun diye mi dokundun’, dedi Semih.
Işıl ayaklarına buzu tutunca Semih’e olan kızgınlığı acısı ile beraber geçti.
-‘Sahi! Ben sana hiç teşekkür etmedim arkamdan geldiğin için. Onca zaman geçti üzerinden.’
-‘Evet. Ne kadarda görgüsüzsün’, dedi Semih alaylı bir şekilde.
-‘Bakıyorumda senin dilin çok uzadı!’
-‘Şaka yapıyorum işte ne yapayım daha. Etrafda başka kimse yok. Efsun’u uyandırmamı istermisin? Ayaklarına baksın.’
-‘Gerek yok. Ayaklarım iyi.’
-‘Bazende sakar.’
-‘Baka hala...!’
-‘Kızma tamam. Bir daha şaka yapmıcağım. Ben yerleri silerim. Sen otur.’
-‘Sence Efsun döner mi bir daha aramıza’, diye sordu Işıl.
-‘Bizden ayrılmadı ki, Teşkilat’dan ayrıldı. Aslında bende ayrılmayı düşünüyorum.’
-‘Gerçekten mi’, diyerek Işıl ayağa fırladı ama düştü, çünkü yerler su’dan kayganlaşmıştı.
-‘Sakar dediğimde kızana bakın’, dedi Semih ve Işıl’ı mutfaktan dışarıya taşıdı.
-‘Sen burada otur ve kımıldama’, dedi Semih ve mutfağa geri döndü. Yerleri sildikten sonra çayı kendi demledi. Oturma odasına geri döndüğünde Işıl ayaklarını inceliyordu.
-‘Galiba çok büyük oldukları için her yere takılıyorlar’, dedi Işıl üzgün bir ifade ile.
-‘O karanlıkta herkez takılabilirdi. Dert etme’, dedi Semih.
-‘Yok yaa! Önce dalga geç sonrada aynlayışlı davran! İyi be!’
-‘Ya kızma. Gerçekten sadece şaka yapıyordum. Canım çok sıkılıyor herşeye.’
Işıl’ın gönlünü almak için cebinden bir şey çıkardı.
-‘Bak. Bu taşı Kurt mağarasından almıştım.’
-‘Neden aldın ki?’
-‘Arkadaşlığımız orada başlamıştı diye. Hatırlamak için.’
-‘Unuturmusun ki?’
-‘Ananemde’de dedemde’de unutkanlık hastalığı vardı. Annemde ve babamın tarafında hiç yoktu. Bende bir gün o hastalık olur diye böyle şeyler topluyorum. Hatıra olsun diye.’
-‘Peki nerede saklıyorsun bu hatıraları?’
-‘Evim yok. Lodos sancaklarında yaşıyordum hep. Limanlara yakınlarda oturuyorduk eskiden. Orada şimdi fareler ve örümcekler var.’
-‘Başka neyi unutmamak için hatıra yaptın?’
-‘Lodos sembolünü kazıdım koluma. Lodoslar ben ailem idi. Yıkım ve kıyım için katılmadım onlara. Tehlikeli canavarları öldürüp güveni sağlamak için katıldım. Sonra... Arkadaşımın bana verdiği bir bıçak ve annemin fotoğrafı. Başka anı yok. Diğerlerini sancaktaki odamda bıraktım.’
-‘İstersen onları almaya gidebiliriz’ dedi Işıl.
-‘Saçmalama! Onları ya yakmışlardır yada atmışlardır. Öyle olmasa bile ne tür bir tehlikeye atlayacağının farkında değilmisin?’
-‘Atlamam canım. Ayağım takılır ve tehlikenin içine düşüveririm.’
Semih gülmeye başladı.
-‘Yavaş! Efsun’u uyandırma’, dedi Işıl. ‘Gerçekten ama. Samimi söylüyorum. Gidebiliriz. Hangi sancakta eşyaların?’
-‘Çetecilere yakın olan.’
Işıl biraz düşündü.
-‘Meteor Bölgesi’ndekinden daha tehlikeli değilmiş’, dedi gülümseyerek.

-‘Ne işmiş! Çok uzun sürmez demiştin’, dedi Efe. ‘Saat gecenin kaçı olmuş. Korkmuyormusun başına bir şey gelecek diye?’
-‘Neden’, diye sordu Işık.
-‘Etraf hem yaratık hemde pislik dolu. Ya biri saldırsa?’
Işık silahını gösterdi.
-‘Sence bende bu varken korkarmıyım?’
-‘Tamam tamam. Hadi yürüyelim’, dedi Efe. ‘Bu kadar uzun ne sürebilir ki?’
-‘Yasemin ile ilgili bir şey soramazsın tamam mı? Bunu anlaşmamıza ekleyelim. Sen onuna hakkında bir şey sorma bende senin arkadaşların hakkında bir şeyler sormayayım.’
-‘Tamam. Önemli değil. Anlamadığım bir şey var.’
-‘Ne?’
-‘Şehir Meclisi’ndeki üyelerin bazıları Beyaz Köşk’te idiler. Meclisi yıkmak için planlar kuranları içlerine almışlar! Nasıl olurda şimdi Şehir Meclisi’nde yer alabiliyorlar?’
-‘Hiç sormayacaksın sandım’, dedi Işık. ‘Ama şunu unutma. Gaffar bey yıkımlar ile bir ilgisi yok. Mustafa bey biraz daha... başka. İşte asıl hikaye şimdi başlıyor.’

Gözüme uyku girmiyor. Efsun’nun yokluğu beni üzüyor, endişelendiriyor. Onu koruyamadığım için benden uzaklaştı. Agah bey biliyordu onun daha güçlü olduğunu, kendisi anlatmıştı. Sırf demokratik bir durum olsun diye herkezi bu işe karıştırdı. Elinden geleni yapmış olabilir. Oylamalarda bizden yana olduğunu gösterdi. Ama tüm Meclis Efsun’nun gitmesi hakkında hemfikir olur mu?
-‘Rüzgar?’
-‘Efendim.’
-‘Konuşabilirmiyiz’, dedi Yağmur. ‘Kapıyı ve ışığı açık unutmuşsun. Bende sandım ki...’
-‘Uyumuyordum. Dışarıda konuşalım.’
Koridordan dışarıya, sokağa çıktığında ürperdim. Hava çok soğuktu.
-‘Rüzgar ben dayanamıyorum’, dedi Yağmur. ‘Kardeşimi çok özledim. Meteor Bölgesi’ne geri dönmek istiyorum!’
-‘Evet, senin bir kardeşin vardı değil mi’, dedim yavaşca.
-‘Irmak. Onu çok ihmal ettim artık. Bence biz yarından sonra şu büyük darbeyi yerine getirelim ve Çetecilerinde Fare adamlarında işini bitirelim. Benim Eminönü’nde son görevim bu.’
-‘Bunu düşünmemde izin ver. Sana ve diğerlerine yarın sabah haber veririm. Ama sen gitmekte tabi ki serbestsin. Irmak seni çok özlemişti.’
-‘İyi geceler.’
-‘İyi geceler’, dedim ve Efe ve Işığı gördüm.
-‘Hayrola’, dedim.
-‘Işığı evine bırakıp geleceğim’, dedi Efe.
-‘Tamam. Sana anlatmam gereken bir şey var’, dedim.
Efe kafasını salladı ve yollarına devam ettiler.
Efsun’nun odasına geri döndüm. Kıyafet dolabında ona yapılan silaha baktım. Dilek benden sadece şelit istemişti ama yanında onca tungsten verince karşılığında silah hazırladı bana. Efsun için olduğunu nasıl anladılar acaba? Yarın Rüstem’e sormam gerek. Dolabın kapısını kapattıktan sonra yere uzandım. Bir ses kafamda ‘oğlum yere yatma işte! Üşüteceksin’, dedi. Hemen kalkıp etrafıma baktım. Kimse yok. Ses duyduğuma eminim! Etrafda kimse yok iken nasıl bir ses duyarım? Delirmek üzere olduğumu düşündüm ve tekrar yattım yere. Biz, 15 kişi bu işin altından kalkabilirmiyiz? Efsun bizimle gelmeyeceğine göre... Yani öyle tahmin ediyorum.
-‘Ata?’
-‘Ne çabuk döndün’, dedim Efe’ye.
-‘Işık evinin nerede olduğunu görmemi istemeyince yarı yoldan geri döndürttü. Sonrada koşarak geldim buraya. Anlatacağın nedir?’
-‘Yağmur’da bizden ayrılıyor.’
-‘Yaa. Neden?’
-‘Irmak diye bir kızkardeşi var hani.’
-‘Evet! Hatırladım’, dedi Efe. ‘Anladım.’
-‘Bana yarından sonra darbe planlarsan geleceğini ama sonrasında mutlaka Irmağa döneceğini söyledi.’
-‘Ben olsam bende kardeşimi yanlız bırakmazdım Meteor Bölgesi’nde.’
-‘Diğerleri ile konuşmadan seninle konuşmak istedim.’
-‘Eğer bu darbeyi yapacaksak bil ki seninleyim. Ama başarsakta başarmasakta Teşkilat’dan atılırız. Düşmanı yenersek kendi kendimize görev yaptık diye bizi cezalandırırlar, kaybedersek yine atılıp üzerine Meteor Bölgesi’ne mahkum ediliriz. Efsun dahil.’
-‘O artık...’
-‘Teşkilat’dan sayılmayabilir ama onu buradan atarlar. Güven bana.’
-‘Nerden biliyorsun?’
-‘Meclisler sandığın kadar demoktratik değil Ata. Çok güvenme onlara.’

Re: 18. Meclis hakkindaki sir ve ilk kopmalar

Gönderilme zamanı: 21 Nis 2011 14:23
gönderen LadyEowyn