İKV tarihinden bir kesit........
Gönderilme zamanı: 26 Oca 2011 14:32
Lodos Klanı kurucularından Binbaşı Yavuz' un İstanbula yolculuk hikayesidir.
Kendisini bir Lodos olarak saygıyla anıyorum.
-Komutanım, uyandırdım kusuruma bakmayın.
-Uyumuyordum Hasan sadece gözlerimi kapatmıştım.
-Keşif için önden gönderdiğimiz Hüseyin döndü.
-Gelsin
-Emredersiniz.
Hasan disiplinli bir askerdi Binbaşı Yavuzu çok severdi, Bu bir grup askeri o cehennemden kurtaran yürekli bir komutandı.Her zaman temkinli idi, düşünmeden adım atmazdı. Manisadan yola çıktıklarından beri gerek saklanarak gerekirse ani saldırılar yaparak istanbula doğru ilerliyorlardı. Şuan İzmit civarlarındaydılar, henüz insan olarak biriyle karşılaşmamışlardı. Ankaramı yoksa İstanbulmu diye bir çelişki yaşasalarda Binbaşı Yavuz İstanbula gitmeleri gerektiğini söylemişti.
-Gel Hüseyin, neler gördün?
-Komutanım, 3km kadar ötede yolun kenarında bir insan cesedi ile karşılaştım. Fazla çürümemişti.
Binbaşı Yavuzun yüzünde bir tebessüm belirdi, nihayet insan ırkının yaşadığına dair bir ipucu elde etmişlerdi. Dikkatli olmaları gerektiğini biran kafasından geçirdi sahilden gitmek pek akıllıca olmasa gerekti. Ortada bir ceset varsa onun katilleride var demekti. Emrindeki bu askerleri tehlikeye atmadan hedefe ulaşılmalıydı ama yapılacak bir iş vardı.
-Tamam Hüseyin iyi bir haber getirdin, şimdi yanına iki arkadaşınıda alıp cesedi buraya getirin. Bu talihsiz arkadaşı gömmeliyiz. Bende kendimize daha güvenli bir yol seçmek için düşüneyim.
-Emredersiniz Komutanım
Sahilden ayrılıp dağlara doğru yola koyuldular, yolu uzatmışlardı ama nasıl bir güçle karşı karşıya olduklarını bilmediklerinden bu gerekli idi. İstanbul işgal altında olabilirdi. Bu karşılaştıkları cesette bir klavuz olabilirdi yardım istemek için yola çıkmıştı besbelli. Zavallı adam diye geçirdi içinden. Epey yol almışlar hava kararmaya başlamıştı.
-Astsubayım.
-Buyrun komutanım.
-Arkadaşlara söyle, beş saat kadar dinlenip gece yarısı tekrar yola koyulacağız Şile'ye biran önce ulaşmak istiyorum.
-Şilemi komutanım?
-Evet Hasan oradan bir tekne bulacağımızı ümit ediyorum, tekne ile Sarıyer taraflarından kıyıya çıkarız.
Binbaşı Yavuz İstanbullu olmasa bile İstanbulu iyi bilirdi. Üç gün sonra herhangi bir problemle karşılaşmadan Şileye ulaştılar. Ufak çapta bir keşiften sonra bu İstanbulun şirin ilçesinde herhangi bir hayat belirtisine rastlamadılar. Nasıl bir felaketti bu Allahım her tarafı yakıp yıkmıştı. Tekrardan hüzünlendi, içi burkuldu.
Astsubay Çavuş Hasan yanına iki asker alarak kullanabilecekleri sağlam bir tekne aramaya başladılar. Nihayet bir balıkçı teknesinin onları Sarıyere götürebileceğine kanaat getirdikten sonra havanın kararmasını beklediler.
-Hasan
-Emredin komutanım
-Düşündümde Boğaz bizim için tehlikeki olabilir oyüzden Sarıyer değilde Ağaçlı tarafından karaya çıksak daha iyi olur.
-Bende aynı kanaatteyim Komutanım.
-Tamam o zaman hava karardı yola koyulalım.
Gecenin karanlığında balıkçı teknesi ile bu 8 asker bilinmeyene doğru ilerliyordu. Nasıl bir tehlikenin içine gidiyorlardı.
Karadeniz kıyıları tehlikeliydi o yüzden sahile yanaşmak için sabahın ilk ışıklarını beklediler. Ağaçlı sahili Dalyan denilen deniz içersindeki kum tepecikleri ile doluydu inişli çıkışlı bir denizi vardı, bu yüzden burada denize giripte birden boşluğa düşenler olduğundan boğularak ölen çok olurdu. Balıkçı teknesi büyük bir dikkatle sahile yanaştı hepsi biran önce karaya ulaşmanın verdiği güvenle sevinç çığlıkları attılar.
Binbaşı Yavuz bu sevinç çığlıklarına herhangi bir tepki vermemişti oda biliyorduki askerleri teknede bir gerginlik içinde idi bu rahatlamanın verdiği dışa dönük bir etki idi. Hedefe az kalmıştı biraz dinlenip hemen yola koyuldular. Kemerburgaza geldiklerinde köyün talan edildiğini gördüler.
-Hasan, bu talan burada hayat belirtisi olduğunun işaretidir. Artık daha dikkatli davranmalıyız.
-Haklısınız komutanım.
-Mevlüt
-Emredin komutanım
-Sen ve Saffet önden gidin. Buralarda bir askeri bir birlik olması lazımdı. Onu gördüğünüz an sen haber vermek için geri gelirsin Saffet keşfi sürdürsün.
-Emredersiniz.
Bir müddet sonra Mevlüt nefes nefese geri gelir
-Komutanım, askeri birliği bulduk fakat hayat belirtisi yoktu ama dikkatimizi çeken yerdeki bir ölü idi İnsana benzer bir fare idi sanki, çürümüştü tam çıkartamadık.
Binbaşı yavuz biran ne diyeceğini bilemedi. Nasıl bir cehenneme gelmişlerdi. Yaratıkları biliyordu onlarla 14 sene savaşmış bir çok silah arkadaşı gözlerinin önünde ölmüştü ama Fare-insan karışımı yaratık? Nasıl birşeydi bu. Görmek için acele ile yola koyuldu. Sonra biran durdu arkasına dönerek.
-Toparlanın, acele edin yola çıkıyoruz.
Hasan ilk defa komutanının bu kadar acele davranmasına anlam veremedi. Oda emri tekrar etti ve yola çıktılar.
Fare-insan karışımı bu çürümüş yaratığın yanına geldikleri zaman incelemeye başlayarak anlamaya çalıştılar. Bu mutasyon olamazdı. Kim nasıl bu şekilde bir yaratık üretebilirdi. Kafalarında sorularla bir sonraki yerleşim birimi olan Alibeyköye doğru yola çıktılar. Alibeyköy dört tarafı tepelerle çevrili Haliçin sonundaki bir köydü. İçinden bir dere geçerdi bu irili ufaklı bir çok dere gibi haliçe dökülürdü. İstanbul merkeze git gide yaklaşıyorlardı ama hava kararmak üzere idi sabahı beklemeye karar verdiler. Sabah olunca Alibeyköy içinde bir hareket tespit ettiler birkaç gölge sağa sola gidiyordu. Biraz daha yaklaşıp ne olduklarını anlamaya çalıştılar. Bunlar İnsan-fare karışımı yaratıklardı. 3 taneydiler. Daha fazla olup olmadıklarını anlamak için biraz bekleyip plan yaptılar.
-Hasan
-Buyrun komutanım
-Ne olduğunu anlamamız için bunlardan birini canlı ele geçirmeliyiz. Konuşup konuşmadıklarını bilmiyoruz ama incelemeliyiz.
-Evet komutanım zaten 3 taneler. Etkisiz hale getirebiliriz.
-2 tanesinin elinde hançer var, bir tanesi silahsız. Sanırım liderleri o, onu canlı ele geçirmeye bakalım.
Dikkatlice yaklaşıp saldırıya geçtiler, insan-fare karışımı yaratıklar ne olduğunu anlamadan silahlı olan 2 tanesini öldürüp silahsız olanı yakaladılar. Binbaşı Yavuz bu garip yaratığa doğru yaklaşarak,
-Dilimizi anlıyormusun?
-.....
-Hasan şuna biraz dokun bakalım nasıl bir ses çıkarıyor.
-Durun tamam. Anlıyor ve konuşabiliyorum. Ne öğrenmek istiyorsunuz.
-Adın nedir?
-Bana Girdap derler, Gizit klanına mensubum. Yarın klanımda olmak zorundayım eğer olmazsam beni aramaya çıkarlar.
-Peki bu hale nasıl geldiniz. İnsan-fare karışımı. Mutasyonamı uğradınız?
-Sen yabancısın belli bilmediğine göre. Bizler büyü ile oluşturulduk.
-İnsanlar tarafındanmı?
-Evet. Mansur Bey ve Kuklacı tarafından.
-İnsanlar nerede yaşıyor peki?
-Eminönü ve çevresinde. Sorularınızı cevapladım beni bırakın artık.
-Hasan şunu sıkıca bağlayıp bir yere tıkın. Gelip bulurlar nasıl olsa.
-Emredersiniz komutanım.
Binbaşı Yavuz ve askerleri Halici takip ederek Eyüp, Balat, Unkapanı semtlerini dikkatli bir şekilde geçerek Eminönüne doğru yaklaştılar. Eminönü sınırında askerleri görünce yüzlerinde bir gülümseme belirdi. Çok uzun zamandır yollarda idiler.
Manısadan yola çıktıkları zaman 48 kişi idiler. Şimdi bir insan yüzü gördüklerinde 8 kişi kalmışlardı. Üzerlerine zamanın verdiği bir yorgunluk düştü. Oldukları yerde çöktüler. İçlerinden bazılarının gözü yaşlandı. Kendilerini çabuk toplayıp
Askerlere doğru koşmaya başladılar. Allahım ne büyük bir mutluluktu.
Kendisini bir Lodos olarak saygıyla anıyorum.
-Komutanım, uyandırdım kusuruma bakmayın.
-Uyumuyordum Hasan sadece gözlerimi kapatmıştım.
-Keşif için önden gönderdiğimiz Hüseyin döndü.
-Gelsin
-Emredersiniz.
Hasan disiplinli bir askerdi Binbaşı Yavuzu çok severdi, Bu bir grup askeri o cehennemden kurtaran yürekli bir komutandı.Her zaman temkinli idi, düşünmeden adım atmazdı. Manisadan yola çıktıklarından beri gerek saklanarak gerekirse ani saldırılar yaparak istanbula doğru ilerliyorlardı. Şuan İzmit civarlarındaydılar, henüz insan olarak biriyle karşılaşmamışlardı. Ankaramı yoksa İstanbulmu diye bir çelişki yaşasalarda Binbaşı Yavuz İstanbula gitmeleri gerektiğini söylemişti.
-Gel Hüseyin, neler gördün?
-Komutanım, 3km kadar ötede yolun kenarında bir insan cesedi ile karşılaştım. Fazla çürümemişti.
Binbaşı Yavuzun yüzünde bir tebessüm belirdi, nihayet insan ırkının yaşadığına dair bir ipucu elde etmişlerdi. Dikkatli olmaları gerektiğini biran kafasından geçirdi sahilden gitmek pek akıllıca olmasa gerekti. Ortada bir ceset varsa onun katilleride var demekti. Emrindeki bu askerleri tehlikeye atmadan hedefe ulaşılmalıydı ama yapılacak bir iş vardı.
-Tamam Hüseyin iyi bir haber getirdin, şimdi yanına iki arkadaşınıda alıp cesedi buraya getirin. Bu talihsiz arkadaşı gömmeliyiz. Bende kendimize daha güvenli bir yol seçmek için düşüneyim.
-Emredersiniz Komutanım
Sahilden ayrılıp dağlara doğru yola koyuldular, yolu uzatmışlardı ama nasıl bir güçle karşı karşıya olduklarını bilmediklerinden bu gerekli idi. İstanbul işgal altında olabilirdi. Bu karşılaştıkları cesette bir klavuz olabilirdi yardım istemek için yola çıkmıştı besbelli. Zavallı adam diye geçirdi içinden. Epey yol almışlar hava kararmaya başlamıştı.
-Astsubayım.
-Buyrun komutanım.
-Arkadaşlara söyle, beş saat kadar dinlenip gece yarısı tekrar yola koyulacağız Şile'ye biran önce ulaşmak istiyorum.
-Şilemi komutanım?
-Evet Hasan oradan bir tekne bulacağımızı ümit ediyorum, tekne ile Sarıyer taraflarından kıyıya çıkarız.
Binbaşı Yavuz İstanbullu olmasa bile İstanbulu iyi bilirdi. Üç gün sonra herhangi bir problemle karşılaşmadan Şileye ulaştılar. Ufak çapta bir keşiften sonra bu İstanbulun şirin ilçesinde herhangi bir hayat belirtisine rastlamadılar. Nasıl bir felaketti bu Allahım her tarafı yakıp yıkmıştı. Tekrardan hüzünlendi, içi burkuldu.
Astsubay Çavuş Hasan yanına iki asker alarak kullanabilecekleri sağlam bir tekne aramaya başladılar. Nihayet bir balıkçı teknesinin onları Sarıyere götürebileceğine kanaat getirdikten sonra havanın kararmasını beklediler.
-Hasan
-Emredin komutanım
-Düşündümde Boğaz bizim için tehlikeki olabilir oyüzden Sarıyer değilde Ağaçlı tarafından karaya çıksak daha iyi olur.
-Bende aynı kanaatteyim Komutanım.
-Tamam o zaman hava karardı yola koyulalım.
Gecenin karanlığında balıkçı teknesi ile bu 8 asker bilinmeyene doğru ilerliyordu. Nasıl bir tehlikenin içine gidiyorlardı.
Karadeniz kıyıları tehlikeliydi o yüzden sahile yanaşmak için sabahın ilk ışıklarını beklediler. Ağaçlı sahili Dalyan denilen deniz içersindeki kum tepecikleri ile doluydu inişli çıkışlı bir denizi vardı, bu yüzden burada denize giripte birden boşluğa düşenler olduğundan boğularak ölen çok olurdu. Balıkçı teknesi büyük bir dikkatle sahile yanaştı hepsi biran önce karaya ulaşmanın verdiği güvenle sevinç çığlıkları attılar.
Binbaşı Yavuz bu sevinç çığlıklarına herhangi bir tepki vermemişti oda biliyorduki askerleri teknede bir gerginlik içinde idi bu rahatlamanın verdiği dışa dönük bir etki idi. Hedefe az kalmıştı biraz dinlenip hemen yola koyuldular. Kemerburgaza geldiklerinde köyün talan edildiğini gördüler.
-Hasan, bu talan burada hayat belirtisi olduğunun işaretidir. Artık daha dikkatli davranmalıyız.
-Haklısınız komutanım.
-Mevlüt
-Emredin komutanım
-Sen ve Saffet önden gidin. Buralarda bir askeri bir birlik olması lazımdı. Onu gördüğünüz an sen haber vermek için geri gelirsin Saffet keşfi sürdürsün.
-Emredersiniz.
Bir müddet sonra Mevlüt nefes nefese geri gelir
-Komutanım, askeri birliği bulduk fakat hayat belirtisi yoktu ama dikkatimizi çeken yerdeki bir ölü idi İnsana benzer bir fare idi sanki, çürümüştü tam çıkartamadık.
Binbaşı yavuz biran ne diyeceğini bilemedi. Nasıl bir cehenneme gelmişlerdi. Yaratıkları biliyordu onlarla 14 sene savaşmış bir çok silah arkadaşı gözlerinin önünde ölmüştü ama Fare-insan karışımı yaratık? Nasıl birşeydi bu. Görmek için acele ile yola koyuldu. Sonra biran durdu arkasına dönerek.
-Toparlanın, acele edin yola çıkıyoruz.
Hasan ilk defa komutanının bu kadar acele davranmasına anlam veremedi. Oda emri tekrar etti ve yola çıktılar.
Fare-insan karışımı bu çürümüş yaratığın yanına geldikleri zaman incelemeye başlayarak anlamaya çalıştılar. Bu mutasyon olamazdı. Kim nasıl bu şekilde bir yaratık üretebilirdi. Kafalarında sorularla bir sonraki yerleşim birimi olan Alibeyköye doğru yola çıktılar. Alibeyköy dört tarafı tepelerle çevrili Haliçin sonundaki bir köydü. İçinden bir dere geçerdi bu irili ufaklı bir çok dere gibi haliçe dökülürdü. İstanbul merkeze git gide yaklaşıyorlardı ama hava kararmak üzere idi sabahı beklemeye karar verdiler. Sabah olunca Alibeyköy içinde bir hareket tespit ettiler birkaç gölge sağa sola gidiyordu. Biraz daha yaklaşıp ne olduklarını anlamaya çalıştılar. Bunlar İnsan-fare karışımı yaratıklardı. 3 taneydiler. Daha fazla olup olmadıklarını anlamak için biraz bekleyip plan yaptılar.
-Hasan
-Buyrun komutanım
-Ne olduğunu anlamamız için bunlardan birini canlı ele geçirmeliyiz. Konuşup konuşmadıklarını bilmiyoruz ama incelemeliyiz.
-Evet komutanım zaten 3 taneler. Etkisiz hale getirebiliriz.
-2 tanesinin elinde hançer var, bir tanesi silahsız. Sanırım liderleri o, onu canlı ele geçirmeye bakalım.
Dikkatlice yaklaşıp saldırıya geçtiler, insan-fare karışımı yaratıklar ne olduğunu anlamadan silahlı olan 2 tanesini öldürüp silahsız olanı yakaladılar. Binbaşı Yavuz bu garip yaratığa doğru yaklaşarak,
-Dilimizi anlıyormusun?
-.....
-Hasan şuna biraz dokun bakalım nasıl bir ses çıkarıyor.
-Durun tamam. Anlıyor ve konuşabiliyorum. Ne öğrenmek istiyorsunuz.
-Adın nedir?
-Bana Girdap derler, Gizit klanına mensubum. Yarın klanımda olmak zorundayım eğer olmazsam beni aramaya çıkarlar.
-Peki bu hale nasıl geldiniz. İnsan-fare karışımı. Mutasyonamı uğradınız?
-Sen yabancısın belli bilmediğine göre. Bizler büyü ile oluşturulduk.
-İnsanlar tarafındanmı?
-Evet. Mansur Bey ve Kuklacı tarafından.
-İnsanlar nerede yaşıyor peki?
-Eminönü ve çevresinde. Sorularınızı cevapladım beni bırakın artık.
-Hasan şunu sıkıca bağlayıp bir yere tıkın. Gelip bulurlar nasıl olsa.
-Emredersiniz komutanım.
Binbaşı Yavuz ve askerleri Halici takip ederek Eyüp, Balat, Unkapanı semtlerini dikkatli bir şekilde geçerek Eminönüne doğru yaklaştılar. Eminönü sınırında askerleri görünce yüzlerinde bir gülümseme belirdi. Çok uzun zamandır yollarda idiler.
Manısadan yola çıktıkları zaman 48 kişi idiler. Şimdi bir insan yüzü gördüklerinde 8 kişi kalmışlardı. Üzerlerine zamanın verdiği bir yorgunluk düştü. Oldukları yerde çöktüler. İçlerinden bazılarının gözü yaşlandı. Kendilerini çabuk toplayıp
Askerlere doğru koşmaya başladılar. Allahım ne büyük bir mutluluktu.