Sivri Ada (Tazıların Hikayesi)
Gönderilme zamanı: 05 May 2010 21:46
YÜZYIL ÖNCEKİ İSTANBUL SOKAKLARININ TAPULU SAHİPLERİ : KÖPEKLER
İstanbul"da geçen yüzyıllarda sokak köpekleri kentin simgelerinden biri olarak belirgin bir üne sahiptiler. İstanbul"u gezen yabancı yazarların neredeyse hepsi, kenti anlatan eserlerinde, inanılmaz sayılara ulaşan sokak köpeklerini ve bu köpeklerle büyük bir uyum içinde yaşayan kent halkını şaşkınlıkla anlatırlar.
Örneğin İstanbul"u 1655"te gezen Jean de Thevenot, daha o dönemlerde bile İstanbul"daki sokak köpeklerinin inanılmaz çokluğuna ve halkın onlara sevecen yaklaşımına şaşırarak tanık olur. Thevenot, bazı zenginlerin kurdukları vakıflar aracılığıyla ölümlerinden sonra bile köpeklere vakıflarının nizamnamelerine koydukları kayıtlarla yardıma devam ettiğini de hayretle ifade eder. Aynı şaşkınlığı İstanbul"u 1701"de gezen ünlü botanikçi Joseph Pitton de Tournefort"un gezi izlenimlerinde de görürüz.
Ancak sokak köpeklerinin İstanbul"u tam istilası XIX. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu yüzyılda İstanbul"u ziyaret eden yazarlar Gerard de Nerval, René Chateaubriand, Alphonse de Lamantine, Julia Pardoe,Theophile Gautier, Edmondo de Amicis ve Pierre Loti; İstanbul" u anlatırken sokak köpeklerinin çokluğundan ve şehir sakinleriyle olan iyi ilişkilerinden muhakkak söz ederler.
Yapılan çeşitli tahminlere göre XIX. yüzyılda İstanbul"da 40-50.000 sokak köpeği vardı. İşin ilginç yanı köpeklerin örgütlü yaşamalarıydı.
Uzun yıllar İstanbul"da yaşamış ve İstanbul Fransız Ticaret Odası ile Union Française"in yöneticiliğiri yapmış Ernest Giraud, Fransız Ticaret Odası"nın yayın organı olan aylık "Bulletin" dergisinin 1896 yılı Nisan sayısında İstanbul köpeklerinin bu niteliğini şöyle anlatıyor:
"Gözlemlerimize göre İstanbul köpekleri, gruplar halinde sanki bir lonca imişler gibi yaşarlar.Bu korkunç hayvanların kurdukları her grup bir mahallenin mülkiyetini ele geçirip orada tekel konumuna gelir. Komşu bir bölgeye girmek isteyen şanssız bir köpek, mahallenin yerli sakini olan köpekler tarafından feci hırpalanır. Çeşitli mahalleleri ayıran ideal sınırlara saygı gösterilmesi dişi köpeklere de zorla kabul ettirilir. Sokak köpeklerininin kendi haklarını hiçbir zâfiyet göstermeden savunmalarına tanıklık etmek çok ilginçtir."
Giraud aslında İstanbul sokak köpeklerini hiç sevmez, onların ortadan kaldırılmaları gerektiğini düşünür ve kendi uygar (!) düşüncesine göre İstanbul halkının onlara sevecen davranışı anlaşılmaz bir tutumdur. Mesela kentin en ünlü caddesi olan bugünkü İstiklal Caddesi"nin bulunduğu Cadde-i Kebir"in kaldırımları üzerinde yatıp uyuyan bir köpeği uyandırmamak için kent sakinlerinin kaldırımdan inip arabaların geçtiği yoldan yürüyüp kendilerini tehlikeye atmalarını anlayamaz. Onun gözlemlerine göre köpek sevgisi Müslüman veya Hıristiyan bütün İstanbullularda vardır. Onları severler , beslerler ve birlikte yaşarlar.
Yazarımız köpeklerle ilgili başından geçen bir olayı da anlatır. Önce İstanbulluların köpeklere davranışını betimler:
"Mesela Cadde-i Kebir denilen Büyük Pera Caddesi"nden Taksim"e doğru giderken, bütün yüksek sosyete mensuplarının veya kendisine öyle diyenlerin akşam üstleri sıkışık bir şekilde gidip geldikleri sol taraftaki kaldırımların üzerinde korkunç sokak köpekleri yatarlar ve sakin sakin uyurlar.Yoldan geçenler bu dörtayaklıların istirahatlerini bozmamak için yanlarından bir tur atıp yola inerler. Bir akşam üstü uyuyan on köpeği rahatsız etmemek için binlerce kişinin birçok kez yollarını değiştirmelerini hatta bazan yoldaki arabaların altına düşmekten zor kurtulmalarını seyretmek çok enteresandır. Bu iyi yürekli insanlar, kendileri kadar sabırlı olmayan bir Avrupalının köpeğin kafasına bastonuyla vurup hayvanı uyandırmasına içgüdüsel olarak çok şaşarlar."
Sonra kendi öyküsünü anlatır. Tepebaşı"nda ki yazlık bahçenin yanındaki sokaktan Fransız kültür ve yardım kurumu olan Union Française"e gitmek zorundadır; işi aceledir ama kaldırıma kocaman bir köpek kıvrılıp yatmıştır, Elindeki bastonu hızla hayvana indirir ve kendine yol açmak ister, hayvancağız inleyerek ayağa kalkar ama o anda önce kaldırımda kestane satan Müslüman satıcı, arkasından da yoldan geçen bir İstanbullu madam hışımla Ernest Giraud"nun üstüne yürürler. İstanbullu madam onun Fransız olduğunu anlamıştır ve Fransızca avazı çıktığı kadar bağırmaktadır:
-Bu hayvanı hangi hakla dövüyorsunuz? Onlar size ne yaptı? Onları siz mi besliyorsunuz?
Ernest Giraud bu tepkiyi hiç rasyonel bulmaz ama daha ileriye de gitmeyi gözü yemez, hakaretler arasında oradan uzaklaşmayı yeğler.
Bu arada İstanbul sokak köpeklerinin şehirde güvenlik, sağlık ve kent temizliği ile ilgili olumlu katkılarını da belirtmek gerekir. Mahallesine sahiplenen ve mahalle sakinlerini iyi tanıyan sokak köpekleri geceleri, kendi mahallelerine gelen yabancılara ve şüpheli kimselere saldırarak bir çeşit zabıta görevini üstleniyorlardı. Ayrıca gündüzleri kendilerine evlerin kapı ve pencerelerinden atılan tüm yemek artıklarını da yuyerek şehrin bir ölçüde kirlenmesini önlüyorlardı. Temizlik işlerinin ve çöp toplamanın çok ilkel vcasıtalarla yapıldığı kentte bu hiç de küçümsenmeyecek olumlu bir katkıydı..
Osmanlı dönemi yöneticileri çeşitli dönemlerde kenti bu sokak köpeklerinden temizleme girişimlerinde bulunmuşlardır. Bunun ilk örneği II.Mahmut dönemine rastlar; II. Mahmud ,yeniçerileri ortadan kaldırdıktan sonra sokak köpeklerini de ortadan kaldırmayı düşünmüş ve bir tekneye doldurulan köpekler Sivriada"ya sürülmek istenmiştir ama çıkan ani bir fırtınadan dolayı tekne Sivriada"ya yanaşamadığı gibi , gerisin geri geldiği İstanbul kıyılarına geri dönmek zorunda kalmış ve köpekler sürülmekten kurtulmuştur.
İkinci kez Sivriada ile içinde insan yaşamayan diğer adalara köpeklerin sürülmesi Abdülaziz dönemine yani 1870"li yıllara rastlar. Bu kez köpekler adalara nakledilmiş, aç susuz orada perişan olmuşlar, bu yürek paralayıcı durum içinde insan yaşamayan ve köpeklere mezar olan adalara halk arasında "Hayırsız Adalar" denmesine neden olmuştur. Köpeklerin adalara sürülmesinden biraz sonra kentte arka arkaya büyük yangınlar çıkması köpeklerine bağlı İstanbulluların olayı ilahi bir cezalandırma olarak değerlendirmesine yol açmış ve bir süre sonra köpekler gerisin geri kente getirilmiştir.
II.Abdülhamid, 1889"da Alman İmparatoru II.Wilhelm"in İstanbul"u ziyaret etmesinden önce kenti köpeklerden temizlemeyi düşünmüş ve yine köpek sürgünü gündeme gelmiş ancak köpeklerine pek düşkün İstanbullular, Padişah"a sayısız dilekçeler sunarak bu girişimi önlemişlerdir.
II. Meşrutiyet"in ilanından sonra 1910"da daha önce Roma Büyükelçisi olan ve Avrupa hayranlığıyla tanınan İbrahim Hakkı Paşa"nın sadrazamlığı sırasında İstanbul sokak köpekleri asıl darbeyi yemişlerdir. İşsiz güçsüz Çingenelere köpek başına para vererek sokak köpekleri toplatılmış ve yine Sivriada"ya sürülmüşlerdir. Zavallı hayvanların aç kalıp birbirilerine saldırmaları ve İstanbul semalarını inleten havlamaları köpeksever İstanbulluları perişan etmiş ; günün gazete ve mizah dergilerinde olay uzun süre yer almıştır.
İğrenç bir gelişme ise Sivriada"da ölen binlerce köpeğin cesetlerine bir Fransız sanayicinin talip olması ve bu cesetlerden elde ettiği deri, kemik tozu, gübre malzemesi , yağ gibi maddeleri Marsilya"ya ihraç etmesidir.
Bu sürgün sırasında birçok İstanbullu binlerce sokak köpeğini evinde bahçesinde saklamış ve katliamdan kurtarmıştı. Birkaç yıl içinde bunlar yine sokakların efendisi oldular. 1912"de Babiâli Baskını"ndan sonra sadrazam olan Mahmut Şevket Paşa"nın İstanbul Belediye Başkanı olarak atadığı ünlü operatör Cemil Topuzlu anılarında, bu köpekleri halkın tepkisini çeken ilkel yöntemlerle değil diğer ince (!) usullerle "yavaş yavaş imha ettirdiğini" iftiharla anlatır. Artık İstanbul"un sokak köpeklerinin saltanatı noktalanmıştır.
Daha Önceden Eski Forumumuzdada Paylaşmıştım...
İstanbul"da geçen yüzyıllarda sokak köpekleri kentin simgelerinden biri olarak belirgin bir üne sahiptiler. İstanbul"u gezen yabancı yazarların neredeyse hepsi, kenti anlatan eserlerinde, inanılmaz sayılara ulaşan sokak köpeklerini ve bu köpeklerle büyük bir uyum içinde yaşayan kent halkını şaşkınlıkla anlatırlar.
Örneğin İstanbul"u 1655"te gezen Jean de Thevenot, daha o dönemlerde bile İstanbul"daki sokak köpeklerinin inanılmaz çokluğuna ve halkın onlara sevecen yaklaşımına şaşırarak tanık olur. Thevenot, bazı zenginlerin kurdukları vakıflar aracılığıyla ölümlerinden sonra bile köpeklere vakıflarının nizamnamelerine koydukları kayıtlarla yardıma devam ettiğini de hayretle ifade eder. Aynı şaşkınlığı İstanbul"u 1701"de gezen ünlü botanikçi Joseph Pitton de Tournefort"un gezi izlenimlerinde de görürüz.
Ancak sokak köpeklerinin İstanbul"u tam istilası XIX. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu yüzyılda İstanbul"u ziyaret eden yazarlar Gerard de Nerval, René Chateaubriand, Alphonse de Lamantine, Julia Pardoe,Theophile Gautier, Edmondo de Amicis ve Pierre Loti; İstanbul" u anlatırken sokak köpeklerinin çokluğundan ve şehir sakinleriyle olan iyi ilişkilerinden muhakkak söz ederler.
Yapılan çeşitli tahminlere göre XIX. yüzyılda İstanbul"da 40-50.000 sokak köpeği vardı. İşin ilginç yanı köpeklerin örgütlü yaşamalarıydı.
Uzun yıllar İstanbul"da yaşamış ve İstanbul Fransız Ticaret Odası ile Union Française"in yöneticiliğiri yapmış Ernest Giraud, Fransız Ticaret Odası"nın yayın organı olan aylık "Bulletin" dergisinin 1896 yılı Nisan sayısında İstanbul köpeklerinin bu niteliğini şöyle anlatıyor:
"Gözlemlerimize göre İstanbul köpekleri, gruplar halinde sanki bir lonca imişler gibi yaşarlar.Bu korkunç hayvanların kurdukları her grup bir mahallenin mülkiyetini ele geçirip orada tekel konumuna gelir. Komşu bir bölgeye girmek isteyen şanssız bir köpek, mahallenin yerli sakini olan köpekler tarafından feci hırpalanır. Çeşitli mahalleleri ayıran ideal sınırlara saygı gösterilmesi dişi köpeklere de zorla kabul ettirilir. Sokak köpeklerininin kendi haklarını hiçbir zâfiyet göstermeden savunmalarına tanıklık etmek çok ilginçtir."
Giraud aslında İstanbul sokak köpeklerini hiç sevmez, onların ortadan kaldırılmaları gerektiğini düşünür ve kendi uygar (!) düşüncesine göre İstanbul halkının onlara sevecen davranışı anlaşılmaz bir tutumdur. Mesela kentin en ünlü caddesi olan bugünkü İstiklal Caddesi"nin bulunduğu Cadde-i Kebir"in kaldırımları üzerinde yatıp uyuyan bir köpeği uyandırmamak için kent sakinlerinin kaldırımdan inip arabaların geçtiği yoldan yürüyüp kendilerini tehlikeye atmalarını anlayamaz. Onun gözlemlerine göre köpek sevgisi Müslüman veya Hıristiyan bütün İstanbullularda vardır. Onları severler , beslerler ve birlikte yaşarlar.
Yazarımız köpeklerle ilgili başından geçen bir olayı da anlatır. Önce İstanbulluların köpeklere davranışını betimler:
"Mesela Cadde-i Kebir denilen Büyük Pera Caddesi"nden Taksim"e doğru giderken, bütün yüksek sosyete mensuplarının veya kendisine öyle diyenlerin akşam üstleri sıkışık bir şekilde gidip geldikleri sol taraftaki kaldırımların üzerinde korkunç sokak köpekleri yatarlar ve sakin sakin uyurlar.Yoldan geçenler bu dörtayaklıların istirahatlerini bozmamak için yanlarından bir tur atıp yola inerler. Bir akşam üstü uyuyan on köpeği rahatsız etmemek için binlerce kişinin birçok kez yollarını değiştirmelerini hatta bazan yoldaki arabaların altına düşmekten zor kurtulmalarını seyretmek çok enteresandır. Bu iyi yürekli insanlar, kendileri kadar sabırlı olmayan bir Avrupalının köpeğin kafasına bastonuyla vurup hayvanı uyandırmasına içgüdüsel olarak çok şaşarlar."
Sonra kendi öyküsünü anlatır. Tepebaşı"nda ki yazlık bahçenin yanındaki sokaktan Fransız kültür ve yardım kurumu olan Union Française"e gitmek zorundadır; işi aceledir ama kaldırıma kocaman bir köpek kıvrılıp yatmıştır, Elindeki bastonu hızla hayvana indirir ve kendine yol açmak ister, hayvancağız inleyerek ayağa kalkar ama o anda önce kaldırımda kestane satan Müslüman satıcı, arkasından da yoldan geçen bir İstanbullu madam hışımla Ernest Giraud"nun üstüne yürürler. İstanbullu madam onun Fransız olduğunu anlamıştır ve Fransızca avazı çıktığı kadar bağırmaktadır:
-Bu hayvanı hangi hakla dövüyorsunuz? Onlar size ne yaptı? Onları siz mi besliyorsunuz?
Ernest Giraud bu tepkiyi hiç rasyonel bulmaz ama daha ileriye de gitmeyi gözü yemez, hakaretler arasında oradan uzaklaşmayı yeğler.
Bu arada İstanbul sokak köpeklerinin şehirde güvenlik, sağlık ve kent temizliği ile ilgili olumlu katkılarını da belirtmek gerekir. Mahallesine sahiplenen ve mahalle sakinlerini iyi tanıyan sokak köpekleri geceleri, kendi mahallelerine gelen yabancılara ve şüpheli kimselere saldırarak bir çeşit zabıta görevini üstleniyorlardı. Ayrıca gündüzleri kendilerine evlerin kapı ve pencerelerinden atılan tüm yemek artıklarını da yuyerek şehrin bir ölçüde kirlenmesini önlüyorlardı. Temizlik işlerinin ve çöp toplamanın çok ilkel vcasıtalarla yapıldığı kentte bu hiç de küçümsenmeyecek olumlu bir katkıydı..
Osmanlı dönemi yöneticileri çeşitli dönemlerde kenti bu sokak köpeklerinden temizleme girişimlerinde bulunmuşlardır. Bunun ilk örneği II.Mahmut dönemine rastlar; II. Mahmud ,yeniçerileri ortadan kaldırdıktan sonra sokak köpeklerini de ortadan kaldırmayı düşünmüş ve bir tekneye doldurulan köpekler Sivriada"ya sürülmek istenmiştir ama çıkan ani bir fırtınadan dolayı tekne Sivriada"ya yanaşamadığı gibi , gerisin geri geldiği İstanbul kıyılarına geri dönmek zorunda kalmış ve köpekler sürülmekten kurtulmuştur.
İkinci kez Sivriada ile içinde insan yaşamayan diğer adalara köpeklerin sürülmesi Abdülaziz dönemine yani 1870"li yıllara rastlar. Bu kez köpekler adalara nakledilmiş, aç susuz orada perişan olmuşlar, bu yürek paralayıcı durum içinde insan yaşamayan ve köpeklere mezar olan adalara halk arasında "Hayırsız Adalar" denmesine neden olmuştur. Köpeklerin adalara sürülmesinden biraz sonra kentte arka arkaya büyük yangınlar çıkması köpeklerine bağlı İstanbulluların olayı ilahi bir cezalandırma olarak değerlendirmesine yol açmış ve bir süre sonra köpekler gerisin geri kente getirilmiştir.
II.Abdülhamid, 1889"da Alman İmparatoru II.Wilhelm"in İstanbul"u ziyaret etmesinden önce kenti köpeklerden temizlemeyi düşünmüş ve yine köpek sürgünü gündeme gelmiş ancak köpeklerine pek düşkün İstanbullular, Padişah"a sayısız dilekçeler sunarak bu girişimi önlemişlerdir.
II. Meşrutiyet"in ilanından sonra 1910"da daha önce Roma Büyükelçisi olan ve Avrupa hayranlığıyla tanınan İbrahim Hakkı Paşa"nın sadrazamlığı sırasında İstanbul sokak köpekleri asıl darbeyi yemişlerdir. İşsiz güçsüz Çingenelere köpek başına para vererek sokak köpekleri toplatılmış ve yine Sivriada"ya sürülmüşlerdir. Zavallı hayvanların aç kalıp birbirilerine saldırmaları ve İstanbul semalarını inleten havlamaları köpeksever İstanbulluları perişan etmiş ; günün gazete ve mizah dergilerinde olay uzun süre yer almıştır.
İğrenç bir gelişme ise Sivriada"da ölen binlerce köpeğin cesetlerine bir Fransız sanayicinin talip olması ve bu cesetlerden elde ettiği deri, kemik tozu, gübre malzemesi , yağ gibi maddeleri Marsilya"ya ihraç etmesidir.
Bu sürgün sırasında birçok İstanbullu binlerce sokak köpeğini evinde bahçesinde saklamış ve katliamdan kurtarmıştı. Birkaç yıl içinde bunlar yine sokakların efendisi oldular. 1912"de Babiâli Baskını"ndan sonra sadrazam olan Mahmut Şevket Paşa"nın İstanbul Belediye Başkanı olarak atadığı ünlü operatör Cemil Topuzlu anılarında, bu köpekleri halkın tepkisini çeken ilkel yöntemlerle değil diğer ince (!) usullerle "yavaş yavaş imha ettirdiğini" iftiharla anlatır. Artık İstanbul"un sokak köpeklerinin saltanatı noktalanmıştır.
Daha Önceden Eski Forumumuzdada Paylaşmıştım...