***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Tılsım sunucusuna ait Loncaların iletişim, bilgilendirme ve paylaşım alanı
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Meclis-i Mebusan

Meclis-i Mebusan (Parlamenterler Meclisi), Osmanlı İmparatorluğu'nda, 23 Aralık 1876 tarihli Anayasa'ya (Kanuni Esasi) göre kurulmuş ve I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet dönemlerinde görev yapmış yasama organıdır. Seçilmiş parlamenterlerden oluşmakta ve padişah tarafından atanan (daha az sayıdaki) üst kamara üyelerinin oluşturduğu Soylular Meclisi (Ayan Meclisi) ile birlikte, Genel Parlamentoyu (Meclis-i Umumî) oluşturmaktaydı.

31 Mart 1877’de çalışmalarına başlayan 1. Meclis-i Mebusan üyeleri, geçici bir talimatla il, liva ve kazaların yönetim meclisi üyeleri arasından seçilmiş, İstanbul için ayrı bir seçim yapılmıştı. Bu parlamentoda 115 parlamenter vardı. 28 Haziran 1877’de çalışmalarını tamamlayarak dağıldı.

Aynı seçim yöntemiyle oluşturulan 2. Meclis-i Mebusan ilk kez 13 Aralık 1877’de toplandı. 93 Savaşı'nın getirdiği sorunlar nedeniyle 14 Şubat 1878’de kapatıldı.

II. Abdülhamid döneminin sonunda, 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyetin ilanıyla aynı yılın Kasım ve Aralık aylarında parlamenter seçimi yapıldı. Ahrar Fırkası (Özgürlükçüler Partisi) ve İttihat ve Terakki Cemiyeti (Birlik ve İlerleme Partisi)'nin katıldığı seçimlerde, İttihat ve Terakki Cemiyeti çoğunluğu sağladı ve 4 Aralık 1908’de 3. Meclis-i Mebusan açıldı. Bu parlamento, 31 Mart Olayı ve Abdülhamit II'nin tahttan indirilmesi sonrasında Mayıs 1909’da Anayasa üzerinde değişiklikler yaparak padişahın ve Soylular Meclisi'nin yetkilerini daralttı, kendi yetkilerini arttırdı. 1911’de tek bir parlamenteri ilgilendiren, ancak politik yankıları yüksek olan bir ara seçim gerçekleştirildi.

18 Ocak 1912’de padişah parlamentoyu dağıttı ve yapılan seçimlerden sonra, 18 Nisan 1912’de 4. Meclis-i Mebusan toplandı. Bu parlamento, 5 Ağustos 1912’de Gazi Ahmet Muhtar Bey'in önerisi ile feshedildi. Balkan Savaşı nedeniyle seçime gidilemedi ve sıkıyönetim ilan edildi. İttihat ve Terakki, 23 Ocak 1913’teki Bâb-ı Âli Baskını ile iktidarı ele geçirdi.

Bu şartlarda tek parti düzeninde 1914’te seçime gidildi ve 5. Meclis-i Mebusan üyeliklerinin tamamını İttihat ve Terakki elde etti. Bu parlamento I. Dünya Savaşı boyunca bu haliyle faaliyetlerde bulundu.

Mondros anlaşmasından sonrasında 21 Aralık 1918’de Padişah Vahdettin tarafından, yeni seçimler yapılmak üzere parlamento feshedildi. Yapılan seçimler sonunda Son Meclis-i Mebusan ilk toplantısını 12 Ocak 1920'de yaptı. 16 Mart 1920'de İstanbul’un işgali üzerine, parlamento, işgal güçlerinin baskısıyla, 11 Nisan 1920'de resmen kapatıldı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da Büyük Millet Meclisi faaliyetlerine başladı.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Mersin

Mersin, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık onuncu şehri. 2013 itibarıyla 1.705.774 nüfusa sahiptir. Büyükşehir belediyesi statüsü bulunmaktadır. Türkiye'nin güneyinde bulunan bir liman kentidir. Mersin Limanı Türkiye'nin en büyük limanıdır.

Kentin kuzeyindeki Yumuktepe höyüğünde yapılan kazılarda birçok katman ortaya çıkarılmıştır. Bunların en eskisi, MÖ 6300'lere, en yenisi ise Selçuklu dönemine tarihleniyor. Kazılardan çıkarılan eserler, Adana Arkeoloji Müzesi ve Mersin Müzesi'nde sergileniyor. Mersin'in tarih sahnesine çıkışı 19. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Bu dönemde henüz bir köy olan bölge, konar göçer bir Türkmen aşiretine ev sahipliği yapmış ve adını da bu aşiretten almıştır. Ayrıca Kapadokya bölgesinden gelen Rumlar kent nüfusuna hakim hale gelmişler ve 1850'de kentte 5.250 Ortodoks Rum'a karşılık 1.600 Müslüman yaşamaktaydı. Kentin kaderi özellikle Amerikan İç Savaşı sırasında dünyadaki pamuk kıtlığını gidermek amacıyla Çukurova'da gelişen pamuk üretimi ve bölgenin 1866'da demiryolu ağına bağlanması ile değişmiştir. Bu dönemde Mersin hızla, Çukurova'nın tarım ürünlerinin ihraç edildiği bir liman ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Şehrin bugünkü durumuna gelmesinde, şu anda azınlık olsalar da Hıristiyan Levantenlerin önemi yadsınamaz. Şehirde halen Levantenlere ait iki katedral bulunmaktadır, Latin-İtalyan Katedrali ve Arap-Ortodoks Katedrali. Ayrıca şehrin kuzeyine Rumlar için bir kilise yapılması da gündemdedir.

Mersin yöresinin bilinen en eski ismi Kizzuvatna olup bu ad Hitit devrinde Kue, klasik devirde de Kilikya olmuştur. Bu bölgede yapılan kazı ve araştırmalar, ilk yerleşim izlerinin Cilalı Taş Devri ve Bakır Çağında görüldüğünü ortaya koymuştur. Gözlükule Höyüğü ve Yumuktepe'deki kazı araştırmaları ayrıca yörenin tarihte çok önemli bir merkez olduğunu göstermiştir. Nitekim, Gözlükule İslam uygarlıklarından Yeni Taş Çağına kadar 33 katmanda oluşmaktadır. Çiftçi ve çoban toplumunun yaşadığı ilk katmanlarda toprak sıvalı mekan zeminlerinin ortaya çıkışı ve daha üst katmanlarda ele geçirilen çeşitli tarımsal aletler ve çanak çömlekler, üretim ekonomisinin ve toplumsal bilincin gelişimini göstermektedir. MÖ 6. yüzyıla kadar yörenin yazılı tarihi Hurri, Luvi, Arzava, Kizzuvatna gibi yerel krallıklar ve bunların kültürleriyle, buraya daha sonraları egemen olan Hitit, Asur ve Babil krallıklarının tarihleri iç içedir.

III. katmanda bulunan Alacahöyük tipindeki bronz hançer ve Hitit yapı kalıntıları, yöredeki Hitit varlığının önemli belgeleridir. Belli bir dönem Hitit egemenliğinde kalan bölge daha sonra Asur Kralı III. Selomossa'nın, MÖ 528 yılında ise Perslerin eline geçmiştir. MÖ 527'de Yunanlar yöreyi ve Kıbrıs'ı, MÖ 334'te ise Mersin'i Makedonlar ise ele geçirmiştir.

Antik Yunan döneminde, şehrin adını Zephyrion (Yunanca: Ζεφύριον) taşıyordu ve birçok antik yazarlar tarafından dile getirilmiştir. Antik kaynaklara göre şehirde ticaret yapiliyordu ve hatta kendi adına para bastırmıştı. Sonra Kilikya, Roma eyaletinin bir parçası haline geldi. Roma İmparatoru Hadrianus dan adını aldı ve Hadrianopolis oldu. Romali devlet adami ve ünlü felsefeci Marcus Tullius Cicero 620/621 MÖ, ilin valisi oldu. Kilikya ve Mersin, erken 7. yüzyılda Araplar tarafından fethedildi. Ardından Mısırli Tolunoğulları, Bizanslılar, Ermeni Krallığı, Memlûkler ve 1473 yılında Ramazanoğulları Beyliği tarafından fethedildi. Bundan sonra da 1517 yılında Osmanlı İmparatorluğuna kaydedilmiş. Amerika İç Savaşı sırasında, bölgenin sıkıntısı nedeniyle yüksek talebi karşılamak için pamuk önemli bir ticaret malı haline geldi. Demiryolu ile getirilen pamuk deniz yoluyla ihraç edildi. 1866 yılında Mersin genişletildi ve şehir önemli bir ticaret merkezi haline geliştirildi. 1918 yılında, Sevr Antlaşması ile uyum içinde Fransız ve İngiliz askerleri tarafından işgal edildi. 1920 yılında Mustafa Kemal Atatürk ordusu tarafından kurtarıldı. 1924 yılında Mersin il yapıldı ve 1933 yılında İçel (büyük Mersin) ilini oluşturmak için İçel iline katıldı ve ilin merkezi Mersin oldu.

İlde inanç turizmi açısından önemli olan iki merkez vardır. Birincisi İsa'nın Havarilerinden St. Paul'un Tarsus'ta bulunan Evi ve Kuyusu Vatikan tarafından Hac Yeri ilan edilmiştir. Diğeri Müslüman ve Hıristiyan alemince önemli olan ve Silifke/Taşucu'nda yer alan erken Hıristiyan devrinde Hac Yeri olarak kabul edilen Azize Aya Tekla (Meryemlik)(Meryem'inde kabrinin Mersinde olduğu ancak hiçbir zaman bulunamayacağı İncilde acıkca yazılmıstır(kilikya mektupları paftası)) önemli dini ziyaret merkezleridir. Ayrıca dini açıdan önemli ziyaret yerlerinden olan Tarsus Ashab-ı Kehf Mağarası da il sınırları içerisinde bulunmaktadır.

Toroslar merkez ilçe sınırlarında yer alan Yumuktepe Höyüğü'nde yapılan kazılarda bulgular MÖ 6300'lere kadar gitmektedir.

Tarihi ve turistik açıdan görülmesi gereken başlıca yerler; Alahan Manastırı (Mut), Kravga Köprüsü, Kızkalesi, Yumuktepe, Kanlıdivane (Neapolis), Anamuryum Harabeleri, Viranşehir ( Soli), Tarsus - Aziz St. Paul Kilisesi, Silifke-Uzuncaburç, Karaduvar, Ayaş, Çamlıyayla Namrun Kalesi (Lampron) ve Sinap Kalesi, Alahan (Alacahan) Manastırı, Narlıkuyu, Zeus (Jupiter) tapınağı, Cennet Cehennem mağaraları, Çukurpınar Mağarası, Korikos Kalesi, Mamure Kalesi, Aslanköy Kaya Mezarları, Adam Kayalar, Tarsus-Ulu Cami, Tarsus-Eski Cami, Büyükeceli Kaya mezarları sayılabilir.

Tabiplerin piri Lokman Hekim Tarsus'ta yaşamıştır. Aynı zamanda yılanların padişahı Şahmeran ile ilgili rivayet de şöyledir: Şahmeran yörenin kralının kızına aşık olur, cadının bir tanesi prensesin hamama geleceğini ve görmek isterse onu hamamda bir odaya gizlice alacağını söyler. Şahmeran her ne kadar biraz şüphelense de aşk gözünü karartır ve gider. Orada katledilir. Tarsus'Ta halen ayakta olan eski hamamın göbek taşındaki kızıllığın şahmeranın kanı olduğuna inanılır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Tarsus

Tarsus (Hititçe Tarsa, Yunanca: Ταρσός, okunuşu: Tarsos; Ermenice: Տարսոն, okunuşu: Darson ya da Tarson), Mersin.

İlçe Berdan ovasından (Tarsus ovası) kuzeye dogru engebeli arazi boyunca son yıllarda hızla gelişmektedir. Çok zengin bir tarihi olup, bazı dini inançlar yönünden önemli bir kenttir. Kuran'ın Kehf Suresinde geçen Ashab-ı Kehf (Yedi Uyurlar)ın kaldığı mağaranın Tarsus'ta olduğuna inanılır. İncil (Yeni Ahit)'in yazarlarından biri olan Pavlus da Tarsus doğumludur. Bu sebeple Hristiyanlarca da hac yeri olarak kabul edilmektedir. Kudüs'teki Kıyamet Kilisesinden sonraki en kutsal kilise olan St. Paul kilisesi ve St. Paul kuyusu Tarsus'ta bulunmaktadır. Bunların yanı sıra dünyanın ilk kanalizasyonlu Tarihi Roma Yolu, Roma hamamı'da Tarsus'tadır. Kleopatra Kapısı da şehrin en eski kalıntıları arasındadır. Şelalesi ve özellikle Tarsus Barajı gezip görülesi yerlerden olup turizm açısından mükemmel bir tarihe ve de doğal güzelliklere sahiptir.

Kuruluşu yaklaşık 8.000 yıl öncesine, Yeni Taş Çağı'na dayanan Tarsus'un, adını Kent Tanrısı Sandon'dan (Baal Tarz) aldığı bilinmektedir. Tarsus'un ismi ve kuruluşu hakkında, mitolojilerde ve eski yazarların anlatımlarında çeşitli bilgiler vardır. Bunların hemen hepsi Roma İmparatorluğu çağlarında, özellikle Augustos döneminde ortaya çıkmıştır ve hiçbiri tarihi bir gerçek olarak kabul edilemez. Mitolojiye göre, Antik Çağlar'da Tarsus Çayı'na, Kilikya'nın yenli halkı Cydnos adını vermiştir. Cydnos, mitolojide nehir tanrısına verilen isimdir. Azra Erhat, Cydnos için şöyle yazar:

"Kilikya'da bugün Tarsus Çayı diye bilinen ırmağın tanrısı. Ana tarafından lapetos'un torunu sayılır. Cydnos'un Parthenios adlı bir oğlu olduğu ve Cydnos Irmağı' nın denize döküldüğü yerde bir kent kurup ona Parthenia demiştir. Burası da bugünkü Tarsus'dur."

Mitolojideki Pegasus (kanatlı uçan at) ya da Bellerofontes, Kilikya ovasında yolunu şaşırmış ve Tarsus'un bulunduğu yerde ayağı sakatlanmış olduğundan kente Latince ayak tabanı anlamına gelen Tarsos adı verilmiştir. Diğer bir efsaneye göre kentin kurucusu eski Kilikya Tanrısı Sandon ile bir tuttukları Herakles'dir. Herakles'in resimleri MÖ 4. yüzyıla ait Tarsus sikkeleri üzerinde bulunmaktadır. Antik gezgin ve coğrafyacı Strabon, "Coğrafya" kitabında kentin kuruluşuyla ilgili olarak:

"Tarsos'a gelince o, bir ovada uzanır, İo'yu araştırmak üzere Triptolemosla birlikte dolaşan Argoslular tarafından kurulmuştur." şeklinde bir bilgi verir. Bir efsaneye göre, bu kentin kurucusu Perseus'dur. Mitolojinin kahramanlarından biri olan Perseus, Hitit döneminde Andrasos olarak bilinen bir köyün yerinde Tarsus kentini kurmuştur. Diğer bir efsaneye göre Tarsus, Tarım Tanrıçası Demeter'in oğlu Triptolemos tarafından kurulmuştur. Antik Çağ'da Tarsus önemli bir tarım merkeziydi ve bu özelliği antik Tarsus sikkelerinde betimlenmiştir. Tarsus Mozaiği, 3. yüzyılda yapılan mozaikte Orfeus'un müziği ile vahşi hayvanları uslandırmasına ait tasvir. Antakya müzesi. Tarsus adı ve kentin Kilİkya Kralı Syennessis'in yönetim merkezi olduğu, ilk defa MÖ 401 yılında Ksenephon'un "Anabasis" kitabında belirtilmektedir. MÖ 5. yüzyılın ikinci yarısından İtibaren Tarsus'a ait sikkeler üzerinde, kentin ismi gerek Aramice ve gerekse Grekçe yazı ile Tarz ve Terzi şekillerinde görülmektedir. Tarsus'un bu şekilde bilinen adına çok daha önceleri Asur kaynaklarında rastlanılmaktadır. Asur kaynaklarında, önce Kilikya'nın merkezi olarak bildirilen Tarsus, Asur Kralı 3. Salmannassar (MÖ 859-825) ve Sanherib'e (MÖ 704-681) ait belgelerde Tarzi şeklinde anlatılmaktadır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Adana

Adana, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık altıncı şehri. 2013 itibarıyla 2.149.260 nüfusa sahiptir.[1] Şehir merkezi, Akdeniz'den 30 km içeride Seyhan Nehri'nin üzerinde bulunmaktadır.

Doğudan batıya 100 kilometre boyunca uzanan Adana-Mersin Büyükşehir Bölgesi, 3,45 milyon nüfusa sahiptir. Türkiye'deki dördüncü büyük metropolitan alan olup ülkenin önde gelen bir ticaret ve kültür merkezidir.

Maden zengini 4. bölge olan Adana; krom, demir, manganez, kurşun ve çinko yatakları açısından önem taşımaktadır.

Adana'nın merkezi; Mersin, Adana, Osmaniye ve Hatay illerini kapsayan coğrafi, ekonomik ve kültürel bir bölge olan Çukurova'nın merkezinde bulunur. Yaklaşık 5,62 milyon insana ev sahipliği yapan bölgenin büyük bir bölümü, tarıma oldukça elverişli, geniş ve düz bir arazidir.

Adana'nın tarihçesi 3.000 yıl kadar öncesine dayanmaktadır; bölgedeki arkeolojik bulgular Paleolitik Çağ'a değin uzanan insan yerleşkelerini gün yüzüne çıkarmıştır. Arkeologların taş bir duvar ve bir şehir merkezi buldukları Tepebağ Höyüğü Neolitik Çağ'da inşa edilmiştir ve Çukurova bölgesindeki en eski şehir olarak düşünülmektedir. Adana isminde bir yer Sümer destanlarından biri olan Gılgamış Destanı'nda söz edilmektedir; ancak bu çalışmanın coğrafyası sözü geçen yerin konumunu belirlemek için çok muğlaktır.

Hattuşaş (Boğazkale)'de bulunan Hitit Kava yazıtlarına göre Kizzuwatna, MÖ 1335 dolaylarında Hititlilerin koruması altında Adana'yı yöneten ilk krallıktı. Aynı zamanda şehir Uru Adaniya ve sakinleri ise Danuna olarak anılırdı. MÖ 1191-1189'a rastlayan yıllarda Hitit İmparatorluğu'nun çöküşüyle başlayan batı kaynaklı akınlar ovanın denetiminin çok sayıda küçük çaplı krallıklara geçmesine neden olmuştur, akabininde de Asurlular, MÖ 9. yüzyıl; Persler, MÖ 6. yüzyılda MÖ 333'te Büyük İskender; Selevkoslar; Kilikya korsanları; Romalı devletadamı Pompey; ve Kilikya Ermeni Krallığı (Kilikya Krallığı) bölgenin denetiminde söz sahibi olmuşlardır.

Adana'nın tarihçesi özü itibarıyla Tarsus'un tarihçesiyle bir bağlantısı vardır; Seyhan Nehri'ne komşu olan bu iki şehrin konumu nehir tarafından değiştirildiğinden bu şehirler sıklıkla aynı kent olarak anılır ve ismi de asırların seyrine göre değişmiştir. Romalılar döneminde Adana'nın göreceli olarak az bir önem arz etmekteydi ve bu sıralarda bölgenin metropolü konumunda Tarsus bulunmaktaydı. Gnaeus Pompeius Magnus devrinde ise şehir Kilikya korsanları için bir hapishane olarak kullanılmıştır. Birkaç yüzyıl sonra şehirde doğuya giden Roma askeri yolu üzerinde yerel bir istasyon kurulmuştur. MS 395'te Roma İmparatorluğu'nun kesin çöküşünün ardından bölge Bizans İmparatorluğu'nun bir parçası haline gelmiş ve muhtemelen Julianus'un hükümdarlığı zamanında gelişmişti. Büyük köprülerin, yolların, hükümet binalarının, sulama ve fidanlıkların inşasıyla beraber Adana ve Kilikya bölgenin en önemli ve gelişkin ticaret merkezi haline gelmiştir. Özellikle Kilikyalılar devrinde Ayas (bugünkü adıyla Yumurtalık) ve Kozan (eski adıyla Sis) bölgedeki diğer büyük şehir ve yönetim merkezleriydi.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Ceyhan

Ceyhan, Adana ilinin ilçesidir. Adana'ya 47 km uzaklıktadır. Adana'nın merkez ilçeleri dışında en fazla nüfusa sahip ilçesidir

Şehrin bilinen tarihi 9 bin yıl öncesine dayanmaktadır. Ceyhan Ovası Hitit, Asur, Fenike, Mısır, İran, Roma ve Bizans medeniyetlerine evsahipliği yapmıştır.

Boğazköy ve Kültepe tabletlerinde adı geçen üç krallıktan, Luvi Krallığı'nın (MÖ 1900) Ceyhan Nehri'nin doğu kısmında, Arzava Krallığı'nın ise (MÖ 1500-1333) nehrin batı kısmında kurulduğu anlaşılmaktadır. Luviler Asurluların, Arzavalılar ise Hititlerin egemenliği altına girmişlerdir. Kizzuwatna Krallığı ise Seyhan ve Ceyhan nehirleri arasında kurulmuş olup Hitit egemenliğine girmiştir.

MÖ 1200 yılında Hitit Krallığının ortadan kalkması ile Kue Krallığı kurulmuş (MÖ 1190-713), Kral Asistavands Karatepe şehrini kurdurmuştur. Daha sonra bölge Asurlar'ın, Babiller'in, Persler'in, Büyük İskender'in, Selevkoslar'ın, Helenistik Mısır Krallığı'nın, Roma İmparatorluğu'nun, Bizans İmparatorluğu'nun, Emeviler'in, Abbasiler'in, Tolunoğulları'nın, Hamdaniler'in ve tekrar Bizans'ın eline geçti.

1071 Malazgirt Savaşı sonrası, Süleyman Şah (Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu) 1083 yılında Ceyhan Ovası'nı ve Adana'yı tamamen ele geçirdi. 1097 yılında Kilikya Ermeni Krallığına bağlanan Ceyhan 14. yüzyılda Mısır Memlüklülerinin eline geçer ve sonrasında Dulkadir oğlu Beyliği topraklarına katılır. O yıllarda nüfusu 5.000'dir.Ceyhan, 1353-1515 yılları arasında Memlüklere bağlı Ramazanoğulları Beyliği'nın hakimiyeti altında kalmıştır. Bu topraklar için Memlükler ve Osmanlılar 1485-1498 yılları arasında savaştılar. 1515 yılından itibaren Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında Adana toprakları Ceyhan Ovası ile birlikte Osmanlı Devletinin idaresine girdi.

1525 yılına ait Osmanlı Tapu tahrir defterinde adı Yarsuvat olarak geçmektedir. Yarsuvat Kırımca'da nehir kenarı anlamına gelmektedir. Bu dönemde bölgeye yerleştirilen Kınık Türkmenleri, Oğuzların Üçok koluna ait Denizhanoğulları soyundan gelmektedir. Nitekim bugün bölgede kalabalık bir nüfusa sahip olan Sırkıntıoğulları, Karsantıoğulları, Kozanoğulları, Cerit, Yüreğir, Barak, gibi Türkmen obaları Oğuzların Kınık boyuna bağlıdırlar. Konar-göçer Oğuzların Türkmen, Avşar boyları uzun yıllar yörede kışlak olarak yaşamışlardır.

1833-1840 tarihleri arası Ceyhan Ovası el değiştirerek Mısırlı İbrahim Paşa'ya geçmiştir. İbrahim Paşa özellikle Menemencioğulları Türkmenleri başta olmak üzere diğer Türkmen boylarının yardımıyla Konya'ya kadar ilerleyerek Osmanlı yönetiminden çıkmıştır. Mısırlı İbrahim Paşa kendisine destek vermeyip Osmanlıyı destekleyen aşiretlere ise çok acımasız davranmıştır. Örneğin Sırkıntıoğulları ve Karsantıoğulları'nın tüm mallarını yağmaladığı gibi, bu Türkmenleri kılıçtan geçirme kararını bile almıştı. Ancak Menemencioğlu Ahmet Bey'in itirazı nedeniyle bu kararını uygulayamamıştır. Mısır ordusu bölgede Osmanlı yanlısı Türk boylarını sindirmek için özellikle sürgün taktiğini çok kullanmıştır. Özellikle bölgenin en büyük aşireti olan Sırkıntı Türkmenlerini pasifize etmek için Sırkıntıoğlu Murtaza Bey, İbrahim Paşa'nın emriyle Mısır'a sürgün edilmiştir. Ceyhan 1841 yılında tekrar Osmanlı yönetimine geçmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında ise Türkmen boyları tarafından kurulan Kuvay-ı Milliye birlikleri bölgede destan yazmışlardır. Sırkıntılar grup komutanlığı gibi birçok birlikler Ceyhan'ın kurtuluşuna önemli katkıda bulunmuşlardır.

Kırım Savaşı'ndan sonra Osmanlılar buraya Nogay Türklerini ve 93 Harbi'nden sonra da Rumeli Türklerini iskan etmişlerdir. 1896 yılında II. Abdülhamid tarafından Hamidiye adı verilmiş 1908 yılında ise Urfiye olarak değiştirilmiştir.

19 Temmuz 1926'da ilçe yapılmış ve Cebelibereket (Osmaniye) vilayetine bağlanmış ve son olarak 3 Mayıs 1920 yılında çıkarılan yasa ile adı Ceyhan olarak değişmiştir. 1933 yılında Cebelibereket ili'nin ilçe yapılması üzerine bugünkü statüsüne kavuştu.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Soyadı kanunu

Soyadı Kanunu, her Türk vatandaşına bir soyadı taşıma yükümlülüğü getiren 2525 sayılı kanundur. İsviçre'den alınarak düzenlenen kanun[kaynak belirtilmeli], 21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilmiş, 2 Temmuz 1934 günü Resmi Gazete'de yayımlanmış ve 2 Ocak 1935′te yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun kabulünden sonra soyadı, Türkiye’de kişilerin kimliğinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Soyadı Kanunu'nun kabulü, toplumsal alanda yapılan Atatürk Devrimleri'nden birisidir.

Kanuna göre söylerken ve yazarken ön ad önde, soyad sonda kullanılmalıdır. Edebe aykırı ve gülünç soyadlarının, aşiret, yabancı ırk ve millet isimlerinin, rütbe ve memuriyet bildiren isimlerin soyadı olarak alınmasına izin verilmez. Soyadı seçme görevi “koca”ya verilmiştir.

Yasanın amacı, o güne kadar kişilerin öz adlarının yanında bir soyadı yerine dini , sosyal ve ailevi unvanlar taşımalarının yol açtığı ayrımı ortadan kaldırmak ve nüfus işlemleri, askere alma, okul kaydı, tapu işlemleri gibi alanlarda yaşanan karışıklıkları gidermekti. Bu yasayı takiben 26 Kasım’da çıkarılan 2590 sayılı kanunla "ağa", "hacı", "hafız", "hoca", "efendi", "bey", "beyefendi", "hanım", "hanımefendi", "paşa", "hazret" gibi unvan ve lakapların kullanılması yasaklandı.

Soyadı Kanunu'nun çıkmasından 5 ay sonra 24 Kasım 1934 tarihinde TBMM tarafından oy birliği ile kabul edilen 2587 sayılı kanunla cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi. 17 Aralık 1934’te çıkarılan yasa ile bu soyadının diğer kişiler tarafından kullanılması yasaklandı. Kız kardeşi Makbule dahi Atatürk değil, "Atadan" soyadını almıştır.

Kanunun “yabancı ırk ve millet isimleri”nin kullanımını yasaklayan 3. maddesi; anayasanın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı bulunduğu iddiası ile tartışma ve dava konusu olmaktadır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

TBMM

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 23 Nisan 1920'de Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletleri'nce işgali sırasında direniş gösteren Türk Milletinin oluşturduğu irade ile kurulan, (asli kurucu iktidar) ve yine bu iradenin sahibi olan Türk Milletinin anayasa ile verdiği yetki ile yasama görevi yapan Türkiye Cumhuriyeti anayasal devlet organıdır. "Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir" ilkesi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin varoluşunun temel dayanağını oluşturur.

Hali hazırda tali kurucu iktidar olan TBMM, diğer anayasal devlet organlarından üstün değildir. Yasama yetkisi yasa veya kanun yapma yetkisidir. Yasalar anayasaya aykırı olamaz. TBMM'nin anayasada da değişiklik yapma yetkisi bulunsa da bu yetki de Anayasa'nın Başlangıç bölümünde yer alan anlayışla ve anayasal bütünlüğe uygun olarak hareket etme ve ancak bu çerçeve içerisinde Anayasa'da değişiklik yapabilme ile sınırlıdır ve bu çerçevede meşruiyet kazanır. Anayasa’nın 6. maddesinde yer alan “hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisini kullanamaz.” ifadesiyle yasama organı olan TBMM'nin, kendisinin yasal dayanağı olan anayasanın bütününü veya temel ilkelerini reddederek yeni bir anayasa yapma yetkisi yoktur. Anayasaya bağlılık yemini eden milletvekili veya partilerin bu girişimlerde bulunması, yetki aşımı ve yetki gaspı girişimi yönünden suç olan bu durum milletvekilliklerinin meşruiyetini sorgulanır hale getirir ve cebir kullanarak anayasayı değiştirmeye teşebbüsten yargılanma durumu ortaya çıkabilir. Yasa ve anayasa değişikliklerinin halka ait egemenlik haklarını da koruyan bir toplumsal sözleşme olan anayasaya aykırı olup olmadığı Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenir.

Millete ait egemenlik yetkilerinin kuvvetler ayrılığı prensibi ile verilmesinin, kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu anlamına geldiği Anayasanın başlangıç bölümünde belirtilmiştir.

Anayasanın 108'nci Maddesine göre, yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Milletvekili genel seçimleri, dört yılda bir, serbest, eşit, tek dereceli, genel oy esaslarına göre, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır. Seçilen milletvekili adayları, anayasaya bağlı kalacağına dair Türk milleti önünde namusu ve şerefi üzerine yemin ederek 4 yıllığına TBMM üyeliği (milletvekilliği) hakkı kazanırlar. TBMM üyeleri (milletvekilleri), yasama dokunulmazlığına sahiptir.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

UFO

UFO (İngilizce: "Unidentified Flying Object"/tanımlanamayan uçan nesne); bilimsel bir açıklaması olmadığı ve genellikle dünya dışı yaşam taşıdığı iddia edilen gizemli nesne. Türkçede uçan daire kavramı da sıklıkla UFO anlamında kullanılır. UFO fenomenleri bazen sadece gözlemcilerin iddiasından, bazen de çeşitli kayıt cihazlarıyla elde edilen görüntü ve/ya seslerden ibarettir. UFO'larla ilgili kayıt ve iddiaları inceleyen kişilere ufolog, bu uğraşa ise ufoloji adı verilir.

Daha öncesinde de UFO gözlemleri yapılmış olmakla birlikte, gözlem raporları 1950’li yıllardan itibaren, özellikle ABD’de büyük bir artış göstermiştir. Bu yıllardan itibaren günümüze kadar on binlerce UFO iddiası kaydedilmiştir

UFO iddiaları çok eski zamanlardan beri yapılmaktadır. Kimi ufologlara göre, İspanya'daki Altamira Mağarası'ndakiler veya Cougnac'taki (Fransa) Lot (Pech-Merle) Mağarası'ndaki tuhaf tasvirler UFO tasvirleri olabilir. Ayrıca Cezayir’deki Tassili freskler gibi bazı resim ya da heykelcikler ilginç biçimde 20. yüzyıldaki raporlarda betimlenen uzaylı tasvirleriyle benzerlik göstermektedir. Bu durum bazı ufologlar göre, UFO fenomeninin insanoğlu hava araçlarını icat etmeden önce de mevcut olduğunun bir kanıtıdır.

Fakat eski zamanlarda gözlemlenen bu tuhaf fenomenlerin kuyrukluyıldızlar, parlak meteorlar ya da atmosferdeki optik fenomenler olduğu sanılmaktadır. Eski zamanlardaki bu tür olguların incelenmesi retro-ufoloji olarak adlandırılmaktadır. Geçmişteki bu tür gözlemlere şunlar örnek olarak gösterilebilir:

MÖ 1450’ye doğru, firavun III. Tutmosis’in tahtta olduğu döneme ait bir betimlemede, gökte “güneşten daha parlak ateşten halkalar”ın gözlemlendikleri, eni 5 m.’yi bulan bu nesnelerin birkaç gün boyunca belirdikleri ve sonunda gökte yükselerek kayboldukları anlatılır.
Romalı yazar Julius Obsequens MÖ 99 yılında “Tarquinia'da güneşin batışı sırasında küre gibi bir yuvarlak nesne gökte batıdan doğuya doğru yol aldı” diye yazmıştır.

Ortaçağ ve Rönesans'ta
Ünlü okültistlerin yaşadığı bu dönemlerde, dinin etkisiyle göksel fenomenler ilahî mesajlar olarak veya büyücülerin sorumlu tutulduğu uğursuz işaretler olarak yorumlanmıştı.

Japonya'da 24 Eylül 1235'te general Yoritsume ve ordusu Kyoto yakınlarında sabit olmayan hareketlerde bulunan tanımlanamayan "ışık küreleri" gözlemlediler. Danışmanları kendisine “telaşlanmaması gerektiğini, zira bunların yalnızca rüzgarın salladığı yıldızlar olduğunu” açıkladılar.

14 Nisan 1561'de Almanya semalarında sanki bir hava savaşı yapılıyormuşçasına hareketlerde bulunan pek çok nesne gözlemlendi. Bu olay Hans Glaser (1566) tarafından tahta üzerine işlenmiş gravürle tasvir edilmiştir. Silindir biçimli büyük nesnelerden küre ve daire biçimli küçük nesnelerin çıktığı gözlemlenmişti.
Bu fenomenler o dönemde doğaüstü mucizeler, melekler ve gelecek hakkında haber verici alametler olarak yorumlanmıştı. Bu dönemlerde yapılan UFO gözlemlerinin sanat eserlerine de yansımış olması mümkündür. UFO gözlemlerinin yansıtıldığı ileri sürülen sanat eserlerinden bazıları şunlardır:

Kosova’daki Detjani Manastırı (1350) fresklerindeki kozmonot benzeri tasvirler. Fakat bunların dönemin Bizans dinî sanatında görüldüğü gibi Güneş ve Ay tasvirleri de olabileceği ileri sürülür.
Mainardi’nin "Madonna col Bambino e San Giovannimo" adlı tablosu. Tabloda tasvir edildiği ileri sürülen UFO’nun aslında gökleri aşan Cebrâîl’in sembolik temsili olduğu düşünülür.
Paolo Uccello'nun "la Tébaïde" adlı tablosunda olduğu ileri sürülen uçandaire biçimli nesnenin aslında kardinalin şapkası olduğu düşünülür.

1870'de New Hampshire’da gözlemlenen “esrarengiz hava gemisi” (mystery airship) olarak belirtilen UFO’nun fotoğrafı. Silindir ya da puro biçimli UFO’lar, ufologlarca, içinden uçandairelerin çıktığı "ana gemi" olarak nitelendirilmektedir.
UFO ve uçandaire terimlerinin ortaya çıkmasından önce belirli sayıda, tanımlanamayan tuhaf hava fenomenleri raporları tutulmuştu. Bu raporlar 19. yüzyıl ortalarından 1940'lı yılların sonuna kadarki zaman diliminde tutulmuştu.

Bunlardan bazıları şöyle özetlenebilir:
Fenomeni araştıran ilgililere göre, ilk modern raporlu gözlem, 1868 Temmuz'unda Şili’nin Copiapó kentinde gerçekleşti.
25 Ocak 1878'te, ABD'deki Denison adlı günlük gazete John Martin adındaki çiftçinin UFO gözlemini yazdı. Çiftçinin ifadesine göre, bu, müthiş bir hızla havada yer değiştiren küre biçimindeki karanlık, büyük bir nesne idi.
17 Kasım 1882'de Greenwich Kraliyet Gözlemevi'nden astronom E.W. Maunder, raporunda daire ya da elips biçiminde tuhaf bir gök cismine tanık olduğunu belirtti. Maunder birkaç yıl sonra yeni icat edilmiş zeplini gördüğünde, gördüğü tuhaf nesnenin zepline son derece benzediğini açıkladı. söz konusu nesne yalnız onun tarafından değil, Avrupalı birçok astronomca da görülmüştü.

28 Şubat 1904'te Amerikan Donanması'na ait bir levazım gemisinin ekibinden üç kişi San Francisco'nun yaklaşık 500 km batısında bir UFO gözleminde bulundular (Bu üç kişiden Frank Schofield sonradan Pasifik Donanması başkomutanı olmuştur.) Schofield gözlemledikleri üç UFO’nun daire biçimli, oval, parlak kırmızı renkte olduklarını ve kademeli bir tarzda uçtuklarını bildirmiştir. İfadesine göre, UFO’lar bulut tabakasının altından kendilerine yaklaşmışlar, iki üç dakika sonra yön değiştirip, yeryüzünü tümüyle terk etmek üzere bulutların üzerine çıkmışlardı. En büyüğü gökte 6 güneş büyüklüğünde bir yer kaplıyordu.

Fatima Olayı ya da “güneş mucizesi”: Ünlü olay 13 Ekim 1917'de Fátima'da (Portekiz) onbinlerce kişi tarafından gözlemlenmiş olup, kimilerine göre bir UFO olayıdır.
II. Dünya Savaşı sırasında gerek Müttefik Devletler'in gerekse Mihver Devletleri'nin pilotları uçuşlar sırasında sıkça UFO gözlemleri yapmışlardır. Öyle ki, bu gözlemler “foo fighters” (uçakları takip eden ışık küreleri) teriminin doğmasına neden olmuştur.

25 Şubat 1942'de Los Angeles (Kaliforniya) üzerinde kimliği teşhis edilemeyen bir hava taşıtı saptanmıştır. Nesne ABD Hava Savunma bataryaları (uçaksavarlar vs.) ateşi altında tutulmasına rağmen 20 dakika kayıtsızca havada kalmayı başarmıştır. Olay, sonradan Los Angeles Savaşı olarak adlandırılmıştır.

1946'da İskandinav ülkelerinin yanı sıra, Fransa'da, Portekiz'de, İtalya'da ve Yunanistan'da 2.000'i aşkın kimliği teşhis edilememiş hava taşıtı gözlem raporları oluşmuştur: Bunlar önce "Rus dolusu", daha sonra "hayalet füzeler" (İng. ghost rockets) olarak adlandırılmıştır. Böyle adlandırılmalarının nedeni bu esrarengiz nesnelerin Almanlar’dan ele geçirilmiş Rus füzeleri (V1, V2) olduğu inancıydı. Bu inancın yanlış olduğu sonradan anlaşılmışsa da, bu nesnelerin mahiyeti açıklanamamıştır. İsveç askerî kuvvetleri radarlarla saptanan ikiyüzden fazla UFO vakasında söz konusu nesnelerin “gerçek fiziksel nesneler” olduklarını açıklamıştır. Bununla birlikte, bu vakaların belirli bir kısmı da meteor gibi doğal olayların hatalı teşhisine bağlanmaktadır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

psikiyatri

Psikiyatri, insanların duygu, düşünce ve davranışlarındaki sapmaları tanımlayıp çok farklı tekniklerle tedavi ederek insanlara yardım eden bir tıp disiplinidir. Psikiyatristler, öncelikle doktordur. Ruhsal bozuklukların tanısı, tedavisi ve engellenmesi üzerinde çalışır. Bunlar zihinsel, davranışsal, algısal ve sosyal bozuklukları içerir. "Psikiyatri" terimi ilk defa 1808 yılında alman psikiyatrist Johann Christian Reil tarafından kullanılmıştır. Kelime anlamı ise tıbbi ruhsal tedavidir. Psikiyatri alanı ile ilgilenen doktorlara psikiyatrist denir. R.D. Laing ve Thomas Szasz psikiyatriye karşı gelen akımın yaratıcılarıdır.

Psikiyatrik ve psikolojik testler hayal gücünün ve diğer nöropsikiyatrik tekniklerin kullanılmasına olanak sağlamalıdır. Pratikte psikoaktif tedavi ve psikoterapi en fazla kullanılan detavi biçimidir fakat aynı zamanda farklı tedavi modelleri de yaygın olarak kullanılmaktadır. Tedavi hastanede yatan ve ayakta tedavi gören hastalar için hastalığın işlevsel bozuklukları ve hastalığın durumu ile ilgili sorular içerir. Psikiyatri dalının gelişimi alt uzmanlık alanları ve teorik yaklaşımlar araştıran dsiplinler arası yardımlaşmaya bağlıdır. Psikiyatriyi çevreleyen bir tartışma da David Cooper adlı psikiyatristin ortaya attığı anti-psikiyatri terimidir. Bu terimin verdiği mesaj psikiyatrik tedavilerin genel tabloya bakıldığında mutlu etmekten çok hastaya zarar verdiğidir ve tarihe bakıldığında günümüze nazaran çok daha tehlikeli hastalıkların var olmuş olduğudur.

Pratikte Psikiyatri'nin Çalışma Alanları
Psikoloji ve nöroloji arasında yer aldığı düşünülen psikiyatri nörobilim, farmakoloji, biyokimya, psikoloji ve tıp alanıyla iç içedir. Diğer nörolog ve psikologlardan farklı olarak psikiyatristler doktor-hasta ilişkisinde uzmanlaşmış ve psikoterapinin farklı yollarla kullanımı ile diğer tedavi edici iletişim teknikleri üzerine eğitim almışlardır. Psikiyatristler ayrıca psikologlardan aldıkları eğitimle ayrılırlar. Tüm diğer tıp alanları için gerektiği gibi temel tıp eğitimi aldıktan sonra Psikiyatri dalını seçerler. Psikyatristler hastalarını laboratuvar testlerine tabii tutabilirler, ilaç tedavisi uygulayabilirler veya diğer psikiyatrik incelemelerden geçirebilirler.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Sidney

Sidney (İngilizce: Sydney; /ˈsɪdniː/), Avustralya'daki en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Ülkenin ekonomik dahil her açıdan merkezi olmasına rağmen gerçekte başkenti değildir. (Başkent Canberra'dır.) Jackson Limanı'nın kıyılarında kurulmuştur.

Sidney Botany Körfezi ile Pittwater arasında yaşayan Darut kabilesinin anayurdu olarak bilinmektedir. Bu sebeple burada tarih öncesinden kalma çok sayıda yerleşmeler bulunmakta; yer isimlerinin de çoğu bu eski yerleşmelerden gelmektedir.

Sidney'de yaşam 1778 yılında bir sömürge kolonisi olarak başlamıştır ve şehir altmış yıl boyunca İngiliz toplumunun istenmeyen, suçlu kişilerini barındırdı. Bu kötü başlangıca rağmen Sidney şu anda dünyaca ünlü bir kültür ve sanat merkezi haline gelmeyi başarmıştır.

Sidney'in orijinal yerlileri, buraya 18. yüzyılda gelen İngiliz askerleri tarafından zorla yerlerinden edilmişlerdir. Yerli halkın büyük bir kısmı İngiliz birlikleri tarafından katledilmiş, geri kalanların önemli bir kısmı ise genelde kötü çalışma şartlarından kaynaklanan hastalıklar nedeniyle kalabalık topluluklar şeklinde ölmüşlerdir.

1788 yılı Ocak ayında Sidney'e gelen İngiliz donanması komutanı James Cook'un önerisiyle şehre İngiltere'nin aşırı kalabalık hapishanelerinden 759 adet suçlu getirilmiştir. Bu İngiliz donanmasının yerleşmesi sayesinde, körfezin kuzeyinde bugünkü Sidney kenti gelişmiştir.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Cevapla

“Lonca İletişim” sayfasına dön