Robert Koch
Heinrich Hermann Robert Koch (d. 11 Aralık 1843 - ö. 27 Mayıs 1910), Alman hekim. Antraks basili (1877), tüberküloz basili (1882 ve kolera basili'nin (1883) keşfi ve Koch postülatlarını geliştirmesiyle ünlenmiştir.
Tüberküloz konusundaki keşifleri nedeniyle 1905 yılında Nobel Tıp veya Fizyoloji Ödülünü almıştır. Bakteriyolojinin kurucularından biri olarak görülür.
Koch Clausthal, Almanya'da doğmuştur. Göttingen Üniversitesi'nde tıp eğitimi almış, 1866 yılında mezun olmuştur. Daha sonra Frank-Prusya Savaşı'nda görev almış ve Wollstein'de önemli bir tıbbi görevli olmuştur. Çok sınırlı kaynaklarla çalışmış olsa da, bakteriyolojinin kurucularından olmuştur.
Casimir Davaine antraks (şarbon) basilinin inekler arasında doğrudan aktarıldığını ortaya çıkardıktan sonra Koch antraksı daha yakından incelemeye başlamıştır. Bulduğu metotlarla kan örneklerinden basili arıtıp saf kültürler büyütmeyi başardı. Bu çalışması sonucu şarbonun bir konakçı canlı olmadan uzun süre dışarıda yaşayamadığını fakat oluşturduğu endosporların uzun süre varlıklarını sürdürdüğünü buldu. Toprağa karışan bu endosporlar açıklanamayan ani şarbon salgınlarının nedeniydi. Koch buluşlarını 1876'da yayımladı ve 1880'de Berlin'deki Emperyal Sağlık Bürosu'nda bir iş ile ödüllendirildi. 1881'de ateş kullanarak cerrahi aletlerin sterilize edilmesini teşvik etti.
Berlin'de daha önce kullandığı metotları geliştirdi. Onun geliştirdiği yöntemler bugün hâlâ kullanılmaktadır. Bu yöntemlerin yardımıyla tüberküloza neden olan bakteriyi (Mycobacterium tuberculosis) 1882'de keşfetmiştir. 19. yüzyılın ortalarında tüberküloz her yedi ölümden birinin sorumlusu olan çok ölümcül ve önemli bir hastalıktı. Bu nedenle Koch'un o dönemde yaptığı keşif cidden çok önemlidir ve onu bakteriyolojik araştırma konusunda ünlü Louis Pasteur ile denk kılmıştır.
1883'te Koch bir Fransız araştırma ekibiyle birlikte İskenderiye, Mısır'da kolera üzerine çalışmıştır. Koch koleraya neden olan vibrio bakteriyi saptamış olsa da deneylerle bunu kanıtlamayı becerememiştir. Bakteri daha önce İtalyan anatomist Filippo Pacini tarafından 1854'te izole edilebilmişti fakat bu çalışma o dönemler miasma teorisinin revaçta olması sebebiyle önemsenmemiştir. Koch Pacini'nin çalışmalarından habersizdir ve bağımsız bir keşif yaptı ve sahip olduğu ün ve önem nedeniyle bu buluş kısa sürede yayılmıştır. Yine de bakteri 1965'te resmen Vibrio cholerae Pacini 1854 olarak yeniden adlandırılmıştır.
1885'te Koch Berlin Üniversitesinde hijyen profesörü olmuş, daha sonra 1891'de yeni kurulmuş olan Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü'nün yöneticisi olmuştur. Bu görevden 1904'te istifa etmiş ve dünyayı dolaşarak, Güney Afrika, Hindistan ve Cava'daki hastalıkları incelemiştir.
Ona Nobel Ödülü kazandıran tüberküloz çalışmaları kadar önemli olan bir buluşu da Koch postülatlarıdır. Bu postülatlar bir organizmanın bir hastalığın nedeni olup olmadığı konusundadır. Postülatlara göre bir organizma bir hastalığın nedeni ise;
Hastalığın bilinen tüm vakalarında bulunur.
Hastalıklı konukçudan organizmayı ayırıp saf kültürünü büyütmek mümkündür.
Sağlıklı bir konukçuya verildiğinde, kültürde büyütülmüş bu organizmalar konukçuda hastalığın oluşmasına neden olmalıdır.
Deneysel olarak hastalığın bulaştırıldığı konukçudan organizma tekrar ayrıştırılıp kültürde büyütülebilmelidir.
Her ne kadar öğrencileri onun metotlarıyla difteri, tifo, pnömoni (zatürre), gonore (belsoğukluğu), serebrospinal menenjit, lepra (cüzzam), tetanoz ve frengi hastalıklarından sorumlu organizmaları bulmuş olsalar da, özellikle de tüberkülozu iyileştireceğini düşündüğü etkisiz "tüberkülin" fiyaskosuyla, Koch'un araştırmalarının kalitesi düşmüştür.
Baden-Baden, Almanya'da 27 Mayıs 1910'da ölmüştür.
***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Max Born
Max Born, (11 Aralık 1882 - 5 Ocak 1970) Alman teorik fizikçi.
Görelilik, atom ve katı-hal fiziği, matris mekaniği, kuantum mekaniği, optik ve akışkanların kinetik teorisi gibi fiziğin birçok dalında önemli çalışmaları olmuştur. Doktorasını 1907 yılında Göttingen Üniversitesi'nden almıştır. Üstün matematik bilgi ve becerisini bu yıllarda asistanlığını yaptığı, büyük matematikçi David Hilbert'ten almıştır. Bu güçlü matematiksel temel, Heisenberg'in geliştirdiği kuantum mekaniğini matrislerle daha kolay bir şekilde ifade etmesini sağlamıştır. 1926 yılında, Schrödinger'in dalga mekaniğini yayımlamasından hemen sonra Born, Schrödinger'in metotlarını atomik dağılıma uyguladı ve Born yakınsama metotlarını geliştirdi. Bu çalışma |psi|^2 'nin olasılık yoğunluğu olarak yorumlamasını sağladı. Bu çalışmadan dolayı biraz geç de olsa, 1954 yılında Nobel Fizik Ödülü'ne layık görüldü.
Almanya'da Naziler'in yönetime geldikleri 1933 yılında Almanya'yı terk etti ve Edinburgh Üniversitesi'ne gitti. Burada yoğun madde istatistikleriyle ilgili çalışmalarda bulunan büyük bir ekibin başına getirildi. Daha sonraki senelerde, (çoğu fizikçinin yaptığı üzere) nükleer silahlara karşı kampanyalarda bulundu ve otobiyografisini yazdı.
Max Born, (11 Aralık 1882 - 5 Ocak 1970) Alman teorik fizikçi.
Görelilik, atom ve katı-hal fiziği, matris mekaniği, kuantum mekaniği, optik ve akışkanların kinetik teorisi gibi fiziğin birçok dalında önemli çalışmaları olmuştur. Doktorasını 1907 yılında Göttingen Üniversitesi'nden almıştır. Üstün matematik bilgi ve becerisini bu yıllarda asistanlığını yaptığı, büyük matematikçi David Hilbert'ten almıştır. Bu güçlü matematiksel temel, Heisenberg'in geliştirdiği kuantum mekaniğini matrislerle daha kolay bir şekilde ifade etmesini sağlamıştır. 1926 yılında, Schrödinger'in dalga mekaniğini yayımlamasından hemen sonra Born, Schrödinger'in metotlarını atomik dağılıma uyguladı ve Born yakınsama metotlarını geliştirdi. Bu çalışma |psi|^2 'nin olasılık yoğunluğu olarak yorumlamasını sağladı. Bu çalışmadan dolayı biraz geç de olsa, 1954 yılında Nobel Fizik Ödülü'ne layık görüldü.
Almanya'da Naziler'in yönetime geldikleri 1933 yılında Almanya'yı terk etti ve Edinburgh Üniversitesi'ne gitti. Burada yoğun madde istatistikleriyle ilgili çalışmalarda bulunan büyük bir ekibin başına getirildi. Daha sonraki senelerde, (çoğu fizikçinin yaptığı üzere) nükleer silahlara karşı kampanyalarda bulundu ve otobiyografisini yazdı.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Aleksandr Soljenitsın
Aleksandr İsayeviç Soljenitsin (11 Aralık 1918; Kislovodsk, Stavropol Krayı - 3 Ağustos 2008, Moskova), 1970 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Rus yazardır.
1942'de üniversite diplomasını aldı. 1939-1945 arasında dört sene Sovyet ordusunda görev aldı. 1942 yılında yüzbaşı rütbesiyle II. Dünya Savaşı'na katıldı. Ancak cephedeyken yazdığı mektuplarda Josef Stalin hakkında eleştirilerini belirtince tutuklandı ve sekiz yıl ceza kampında hapis cezasına çarptırıldı. Sovyetler Birliği'nin Adolf Hitler'le uzlaşma yolu bulmasının savaşı önleyebileceğini, bu yüzden Sovyet halkının savaştan dolayı yaşadığı yıkımdan Stalin'in Hitler'den daha fazla sorumlu olduğunu iddia etti. Savaş bittikten sonra Moskova yakınlarındaki bir hapishaneye konulan Soljenitsin, 1950'de Kazakistan'da bulunan Ekibastus'ta siyasal tutuklular için düzenlenmiş özel bir kampa gönderildi ve üç yıl burada kaldı. Onu izleyen yıllarda istenmeyen kişi (persona non grata) ilan edildiği için sürgüne gönderildi.
Kazakistan'ın Kok Terek köyünde öğretmenlik yapmaya başlayan yazar, bu dönemde kansere yakalandı ve bir süre Taşkent'te tedavi gördü. Yeni parti şefi Nikita Kruşçev tarafından başlatılan Stalin'in etkilerini ortadan kaldırmaya yönelik operasyonlar çerçevesinde hakları geri verildiği için Ryasan'da çalışmasına olanak tanındı. 1962'de "İvan Denisoviç'in Yaşamında Bir Gün" adlı kitabını çıkardı. Bu öyküsünün başarısı üzerine kendini tamamen yazarlığa veren Soljenitsin, zorunlu çalışmayı anlatan Stalin karşıtı bu yapıtıyla Hruşçyov'in takdirini kazandı ve bir yıl sonra Sovyet Yazarlar Birliği'ne kabul edildi. Ancak "Matryonin dvor" ve "Dlya polzı dela" adlı öyküleriyle tekrar partinin hedef tahtası haline geldi. 1966'da yazara ülke dışına çıkma yasağı konuldu ve üç yıl sonra Yazarlar Birliği'nden çıkartıldı.
Yaşadığı dönem boyunca çeşitli cezalara çarptırılan Soljenitsin'ın çalışma kampları hakkındaki kitabı Gulag Takımadaları, kapitalist ülkelerde yayına girdi ve anti-Sovyet propagandanın öğelerinden biri oldu. Yazar kendisine verilen 1970 Nobel Edebiyat Ödülü'nü dört yıl sonra alabildi. Bu ödülün kendisine politik nedenlerle verildiği iddia edildi. 1974'te Sovyet hükümeti Soljenitsin'in vatandaşlığını iptal etti ve onu sınırdışı etti. İki sene İsviçre'de kaldıktan sonra 1976'da Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti. Bu dönemde Soljenitsin Vietnam'a Amerikan müdahalesini deslekledi, Vietnemda Amerikalı tutsakların köleştirildiğini iddia etti. 1974 Portekiz Devrimi'ne karşı Amerika'nın müdahale etmesi gerektiğini savundu. ABD ve Sovyetler Birliği barışı hakkında yazan Amerikalı yazarları eleştirdi. 1989'da yeniden Yazarlar Birliği'ne alındı. O dönem iktidarda bulunan Mihail Gorbaçov, yazarın yurttaşlık haklarının geri verilmesi doğrultusunda çalışmalar başlattı ve sürgünüyle ilgili kararı 1991 yılında resmen kaldırttı. 1994'te Rusya'ya dönen yazar parlamento önünde yaptığı konuşmada Rusya'nın kendisine göre hatalarla dolu demokrasiye geçiş şeklini eleştirdi. Komünizm dönemi Rusyasını anlattığı Gulag Takım adaları birçok otoriteye göre Komünizmin sonunu getiren eserdir.
3 Ağustos 2008 tarihinde, babasının Moskova'daki evinde, kalp yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi.
Eserleri
İvan Denisoviç'in Yaşamında Bir Gün (1962)
Nedenin İyiliği İçin (1962)
Kanser Koğuşu (1968)
İlk Çember (1968)
Aşk Kızı ve Masum (1969)
Ağustos 1914 (1971)
Gulag Archipelago, 3 cilt (1973-1978)
Prusya Geceleri (1974)
Aleksandr İsaevich Soljenitsin, Sovyet Liderlerine Bir Mektup, Collins: Harvill Press (1974)
Meşe ve Dana (1975)
Lenin Zürih'te (1975)
Ölümcül Tehlike: Sovyet Rusya ve Amerika'ya Tehditler Konusundaki Yanlış Kavramlar (1980)
Kasım 1916 (1983)
Zafer Kutlamaları (1983)
Mahkumlar (1983)
Rusya'nın Yeniden İnşa Etmek (1990)
Mart 1917 (1995)
Nisan 1917 (1995)
Rus Sorunu (1995)
Görünmez Müttefikler (1997)
200 Yıl Hepberaber: 1772'den İtibaren Rus-Yahudi İlişkileri Üzerine (2003)
Aleksandr İsayeviç Soljenitsin (11 Aralık 1918; Kislovodsk, Stavropol Krayı - 3 Ağustos 2008, Moskova), 1970 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Rus yazardır.
1942'de üniversite diplomasını aldı. 1939-1945 arasında dört sene Sovyet ordusunda görev aldı. 1942 yılında yüzbaşı rütbesiyle II. Dünya Savaşı'na katıldı. Ancak cephedeyken yazdığı mektuplarda Josef Stalin hakkında eleştirilerini belirtince tutuklandı ve sekiz yıl ceza kampında hapis cezasına çarptırıldı. Sovyetler Birliği'nin Adolf Hitler'le uzlaşma yolu bulmasının savaşı önleyebileceğini, bu yüzden Sovyet halkının savaştan dolayı yaşadığı yıkımdan Stalin'in Hitler'den daha fazla sorumlu olduğunu iddia etti. Savaş bittikten sonra Moskova yakınlarındaki bir hapishaneye konulan Soljenitsin, 1950'de Kazakistan'da bulunan Ekibastus'ta siyasal tutuklular için düzenlenmiş özel bir kampa gönderildi ve üç yıl burada kaldı. Onu izleyen yıllarda istenmeyen kişi (persona non grata) ilan edildiği için sürgüne gönderildi.
Kazakistan'ın Kok Terek köyünde öğretmenlik yapmaya başlayan yazar, bu dönemde kansere yakalandı ve bir süre Taşkent'te tedavi gördü. Yeni parti şefi Nikita Kruşçev tarafından başlatılan Stalin'in etkilerini ortadan kaldırmaya yönelik operasyonlar çerçevesinde hakları geri verildiği için Ryasan'da çalışmasına olanak tanındı. 1962'de "İvan Denisoviç'in Yaşamında Bir Gün" adlı kitabını çıkardı. Bu öyküsünün başarısı üzerine kendini tamamen yazarlığa veren Soljenitsin, zorunlu çalışmayı anlatan Stalin karşıtı bu yapıtıyla Hruşçyov'in takdirini kazandı ve bir yıl sonra Sovyet Yazarlar Birliği'ne kabul edildi. Ancak "Matryonin dvor" ve "Dlya polzı dela" adlı öyküleriyle tekrar partinin hedef tahtası haline geldi. 1966'da yazara ülke dışına çıkma yasağı konuldu ve üç yıl sonra Yazarlar Birliği'nden çıkartıldı.
Yaşadığı dönem boyunca çeşitli cezalara çarptırılan Soljenitsin'ın çalışma kampları hakkındaki kitabı Gulag Takımadaları, kapitalist ülkelerde yayına girdi ve anti-Sovyet propagandanın öğelerinden biri oldu. Yazar kendisine verilen 1970 Nobel Edebiyat Ödülü'nü dört yıl sonra alabildi. Bu ödülün kendisine politik nedenlerle verildiği iddia edildi. 1974'te Sovyet hükümeti Soljenitsin'in vatandaşlığını iptal etti ve onu sınırdışı etti. İki sene İsviçre'de kaldıktan sonra 1976'da Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti. Bu dönemde Soljenitsin Vietnam'a Amerikan müdahalesini deslekledi, Vietnemda Amerikalı tutsakların köleştirildiğini iddia etti. 1974 Portekiz Devrimi'ne karşı Amerika'nın müdahale etmesi gerektiğini savundu. ABD ve Sovyetler Birliği barışı hakkında yazan Amerikalı yazarları eleştirdi. 1989'da yeniden Yazarlar Birliği'ne alındı. O dönem iktidarda bulunan Mihail Gorbaçov, yazarın yurttaşlık haklarının geri verilmesi doğrultusunda çalışmalar başlattı ve sürgünüyle ilgili kararı 1991 yılında resmen kaldırttı. 1994'te Rusya'ya dönen yazar parlamento önünde yaptığı konuşmada Rusya'nın kendisine göre hatalarla dolu demokrasiye geçiş şeklini eleştirdi. Komünizm dönemi Rusyasını anlattığı Gulag Takım adaları birçok otoriteye göre Komünizmin sonunu getiren eserdir.
3 Ağustos 2008 tarihinde, babasının Moskova'daki evinde, kalp yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi.
Eserleri
İvan Denisoviç'in Yaşamında Bir Gün (1962)
Nedenin İyiliği İçin (1962)
Kanser Koğuşu (1968)
İlk Çember (1968)
Aşk Kızı ve Masum (1969)
Ağustos 1914 (1971)
Gulag Archipelago, 3 cilt (1973-1978)
Prusya Geceleri (1974)
Aleksandr İsaevich Soljenitsin, Sovyet Liderlerine Bir Mektup, Collins: Harvill Press (1974)
Meşe ve Dana (1975)
Lenin Zürih'te (1975)
Ölümcül Tehlike: Sovyet Rusya ve Amerika'ya Tehditler Konusundaki Yanlış Kavramlar (1980)
Kasım 1916 (1983)
Zafer Kutlamaları (1983)
Mahkumlar (1983)
Rusya'nın Yeniden İnşa Etmek (1990)
Mart 1917 (1995)
Nisan 1917 (1995)
Rus Sorunu (1995)
Görünmez Müttefikler (1997)
200 Yıl Hepberaber: 1772'den İtibaren Rus-Yahudi İlişkileri Üzerine (2003)


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Adile Naşit
Adile Özcan İnce (17 Haziran 1930 - 11 Aralık 1987),[2] Türk oyuncu.
Yaşamı
Tiyatrocu bir aileden gelen Adile Naşit'in babası komedyen Komik-i Şehir Naşit, annesi de Türkiye Ermenisi tiyatro oyuncusu Amelya Hanım'dır. Ağabeyi Selim Naşit ve 1950'de evlendiği eşi Ziya Keskiner de tiyatro sanatçısıdır. Adile Naşit eşi Ziya Keskiner'in Temmuz 1982'deki ölümünden sonra 16 Eylül 1983 tarihinde Cemal İnce ile gizlice evlendi. Sinema dünyasında, Rıfat Ilgaz'ın ünlü eseri Hababam Sınıfı'ndan uyarlanan filmlerdeki müstahdem Hafize Ana rolü ile olduğu kadar, Münir Özkul ile karşılıklı oynadığı filmlerdeki "Anne" rolleriyle de ünlenen Adile Naşit 11 Aralık 1987'de doğduğu şehir olan İstanbul'da 57 yaşındayken bağırsak kanseri sonucu yaşamını yitirmiştir. Cenaze töreni 13 Aralık 1987 tarihinde Şişli Camii'nde düzenlendi. Öğleyin kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığına defnedilmiştir. İstanbul Karacaahmet mezarlığında ilk eşi Ziya Keskiner ve oğlu Ahmet Keskiner (1951-1966) ile birlikte yatmaktadır.
Oyunlarında ve sinema filmlerindeki anne tiplemesi, kendine has üslûbu ve kahkahası onu Türk Sinemasının unutulmaz isimleri arasına yerleştirmiştir. Adile Naşit canlandırdığı anne karakterleri nedeniyle 1985 yılında Yılın Annesi seçilmiştir.
Tiyatroya başlayışı
Babası öldükten sonra okulunu bırakan Adile Naşit 14 yaşında İstanbul Şehir Tiyatroları, Çocuk Tiyatrosu'na girdi. Halide Pişkin'in grubunda "Herşeyden Biraz" oyunu ile İstanbul turnesine çıkan Adile Naşit sonradan Muammer Karaca'nın tiyatrosuna girdi. 1948-1951 arasında komedyen Aziz Basmacı ve Vahi Öz ile birlikte kurdukları toplulukta çalıştı. Sonradan 1954'te döndüğü Muammer Karaca tiyatrosunda 1960'a kadar çalıştı. 1961'de eşi Ziya Keskiner ve ağabeyi Selim Naşit Özcan ile birlikte kurdukları Naşit Tiyatrosu dağıldıktan sonra, 1963'ten 1975'e kadar "Gazanfer Özcan - Gönül Ülkü" tiyatrosunda çalıştı. Tiyatro oyunlarının yanı sıra Hisseli Harikalar Kumpanyası, Neşe-i Muhabbet, Şen Sazın Bülbülleri gibi müzikallerde beğeni topladı.
Sinema kariyeri
Sinemaya girişi 1947 yılında Seyfi Havaeri'nin yönettiği Yara filmiyle olmuştur, ancak 1970'lerde filmlerde yoğun olarak rol almaya başlamıştır. 1976'da İşte Hayat adlı filmdeki rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. Hababam Sınıfı film serisindeki rolüyle büyük beğeni kazandı.[kaynak belirtilmeli] 1978'de Uluslararası Sanat Gösterileri'nin tiyatro ve müzikallerinde rol almaya başladı. Daha çok Ertem Eğilmez ve Kartal Tibet'in çektiği güldürü filmlerinde oynamıştır.
Masalcı Teyze
Tek çocuğu Ahmet'i 16 yaşındayken kaybettikten sonra iyice çocuklara yöneldi. Masalcı Teyze;TRT'de 1980 yılında TRT Ankara Televizyonu prodüktörlerinden İlhan Şengün'ün (1946-2003) yapımcısı olduğu Uykudan Önce isimli çocuk programıyla birlikte masalcı teyze diye anılmaya başladı. Masal ve öykü anlattığı bu program tek kanallı televizyon döneminde çocuklar tarafından büyük ilgi görmüştür.
Televizyon Dizileri
Uykudan Önce
Kuruntu Ailesi (1986)
Filmleri
Yara (1947)
Lüküs Hayat (1950)
Kahpe Kurşun (1957) Rebiş
Abbas Yolcu (1959) Madam
Vur Patlasın Çal Oynasın (1970)
Beyoğlu Güzeli (1971) Madam
Sev Kardeşim (1972) Mesude
Oh Olsun (1973) Ferit'in Annesi
Canım Kardeşim (1973) Öğretmen
Salak Milyoner (1974) Mesude
Aç Gözünü Mehmet (1974)
Gariban (1974) Hizmetçi Külyutmaz Mualla
Hasret (1974) Sakat kızın Annesi
Yüz Liraya Evlenilmez (1974) Behice Hala
Mavi Boncuk (1974) Mıstık'ın Annesi
Gece Kuşu Zehra (1975) Hacer
Minik Cadı (1975) Babaanne
Ah Nerede (1975) Huriye
Çapkın Hırsız (1975) Binnaz
Hanzo (1975) Şükriye
İşte Hayat (1975) Makbule
Delisin (1975) Didar
Bitirimler Sınıfı (1975) Zehra Anne
Şehvet Kurbanı Şevket (1975) Mahmure
Plaj Horozu (1975)
Haydi Gençlik Hop Hop (1975)
Pembe Panter (1975) Hafize
Sevgili Halam (1975) Sevgili Hala
Televizyon Çocuğu (1975) Hüsniye
Bizim Aile: Merhaba (1975) Melek
Hababam Sınıfı (1975) Hafize Ana
Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı (1975) Hafize Ana
Süt Kardeşler (1976) Melek
Ne Umduk Ne Bulduk (1976) Fatma
Hababam Sınıfı Uyanıyor (1976) Hafize Ana
İşte Hayat (1976) Makbule
Gel Barışalım (1976) Adile Turşucuoğlu
Ah Dede Vah Dede (1976)
Aile Şerefi (1976) Emine
Tosun Paşa (1976) Adile Hanım
Şabanoğlu Şaban (1977) Hala/Tavuk Teyze
Sakar Şakir (1977) Fatma
Gülen Gözler (1977) Nezaket
Hababam Sınıfı Tatilde (1977) Hafize Ana
Kibar Feyzo (1978) Sakine Ana
Sultan (1978) Ebe Hatice
Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor (1978) Hafize Ana
Neşeli Günler (1978) Saadet
Köşe Kapmaca (1979) Fazilet
Vah Başımıza Gelenler (1979) Fazilet Abla
Doktor (1979) Hatice
Erkek Güzeli Sefil Bilo (1979) Sultan
Ne Olacak Şimdi (1979) Orhan'ın Annesi
İbişo (1980) Ağa
Renkli Dünya (1980) Fatma
Huzurum Kalmadı (1980) Adile
Beş Parasız Adam (1980)
Davaro (1981) Hamo
Gırgıriye (1981) Zekiye
Gırgıriyede Şenlik Var (1981) Zekiye
Şaka Yapma (1981) Adile
Bizim Sokak (1981) Cazgır Naciye
Hababam Sınıfı Güle Güle (1981) Hafize Ana
Şabancık (1981) Adile
Deliler Koğuşu (1981)
Talih Kuşu (1982) Adile Güney
Görgüsüzler (1982) Halime
Buyurun Cümbüşe (1982)
Adile Teyze (1982) Adile Teyze
Şıngırdak Şadiye (1982) Güllü
Şaşkın Ördek (1983) Meryem
Gırgıriyede Büyük Seçim (1984) Zekiye
Şabaniye (1984) Hatice
Namuslu (1984) Anne
Şaban Papuçu Yarım (1985) Adile
Satmışım Anasını (1985) Adile
Ağa Bacı (1986) Ağa Bacı
Kiralık Ev (1986) Hayriye
Hayroş (1986)
Yaygara (1986)
Kuzucuklarım (1986) Adile
Milyarder (1986) Boncuk Sultan
Aile Pansiyonu (1987) Saliha
Oynadığı Bazı Tiyatro Oyunları
Herşeyden Biraz
Lüküs hayat
Adile Özcan İnce (17 Haziran 1930 - 11 Aralık 1987),[2] Türk oyuncu.
Yaşamı
Tiyatrocu bir aileden gelen Adile Naşit'in babası komedyen Komik-i Şehir Naşit, annesi de Türkiye Ermenisi tiyatro oyuncusu Amelya Hanım'dır. Ağabeyi Selim Naşit ve 1950'de evlendiği eşi Ziya Keskiner de tiyatro sanatçısıdır. Adile Naşit eşi Ziya Keskiner'in Temmuz 1982'deki ölümünden sonra 16 Eylül 1983 tarihinde Cemal İnce ile gizlice evlendi. Sinema dünyasında, Rıfat Ilgaz'ın ünlü eseri Hababam Sınıfı'ndan uyarlanan filmlerdeki müstahdem Hafize Ana rolü ile olduğu kadar, Münir Özkul ile karşılıklı oynadığı filmlerdeki "Anne" rolleriyle de ünlenen Adile Naşit 11 Aralık 1987'de doğduğu şehir olan İstanbul'da 57 yaşındayken bağırsak kanseri sonucu yaşamını yitirmiştir. Cenaze töreni 13 Aralık 1987 tarihinde Şişli Camii'nde düzenlendi. Öğleyin kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığına defnedilmiştir. İstanbul Karacaahmet mezarlığında ilk eşi Ziya Keskiner ve oğlu Ahmet Keskiner (1951-1966) ile birlikte yatmaktadır.
Oyunlarında ve sinema filmlerindeki anne tiplemesi, kendine has üslûbu ve kahkahası onu Türk Sinemasının unutulmaz isimleri arasına yerleştirmiştir. Adile Naşit canlandırdığı anne karakterleri nedeniyle 1985 yılında Yılın Annesi seçilmiştir.
Tiyatroya başlayışı
Babası öldükten sonra okulunu bırakan Adile Naşit 14 yaşında İstanbul Şehir Tiyatroları, Çocuk Tiyatrosu'na girdi. Halide Pişkin'in grubunda "Herşeyden Biraz" oyunu ile İstanbul turnesine çıkan Adile Naşit sonradan Muammer Karaca'nın tiyatrosuna girdi. 1948-1951 arasında komedyen Aziz Basmacı ve Vahi Öz ile birlikte kurdukları toplulukta çalıştı. Sonradan 1954'te döndüğü Muammer Karaca tiyatrosunda 1960'a kadar çalıştı. 1961'de eşi Ziya Keskiner ve ağabeyi Selim Naşit Özcan ile birlikte kurdukları Naşit Tiyatrosu dağıldıktan sonra, 1963'ten 1975'e kadar "Gazanfer Özcan - Gönül Ülkü" tiyatrosunda çalıştı. Tiyatro oyunlarının yanı sıra Hisseli Harikalar Kumpanyası, Neşe-i Muhabbet, Şen Sazın Bülbülleri gibi müzikallerde beğeni topladı.
Sinema kariyeri
Sinemaya girişi 1947 yılında Seyfi Havaeri'nin yönettiği Yara filmiyle olmuştur, ancak 1970'lerde filmlerde yoğun olarak rol almaya başlamıştır. 1976'da İşte Hayat adlı filmdeki rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. Hababam Sınıfı film serisindeki rolüyle büyük beğeni kazandı.[kaynak belirtilmeli] 1978'de Uluslararası Sanat Gösterileri'nin tiyatro ve müzikallerinde rol almaya başladı. Daha çok Ertem Eğilmez ve Kartal Tibet'in çektiği güldürü filmlerinde oynamıştır.
Masalcı Teyze
Tek çocuğu Ahmet'i 16 yaşındayken kaybettikten sonra iyice çocuklara yöneldi. Masalcı Teyze;TRT'de 1980 yılında TRT Ankara Televizyonu prodüktörlerinden İlhan Şengün'ün (1946-2003) yapımcısı olduğu Uykudan Önce isimli çocuk programıyla birlikte masalcı teyze diye anılmaya başladı. Masal ve öykü anlattığı bu program tek kanallı televizyon döneminde çocuklar tarafından büyük ilgi görmüştür.
Televizyon Dizileri
Uykudan Önce
Kuruntu Ailesi (1986)
Filmleri
Yara (1947)
Lüküs Hayat (1950)
Kahpe Kurşun (1957) Rebiş
Abbas Yolcu (1959) Madam
Vur Patlasın Çal Oynasın (1970)
Beyoğlu Güzeli (1971) Madam
Sev Kardeşim (1972) Mesude
Oh Olsun (1973) Ferit'in Annesi
Canım Kardeşim (1973) Öğretmen
Salak Milyoner (1974) Mesude
Aç Gözünü Mehmet (1974)
Gariban (1974) Hizmetçi Külyutmaz Mualla
Hasret (1974) Sakat kızın Annesi
Yüz Liraya Evlenilmez (1974) Behice Hala
Mavi Boncuk (1974) Mıstık'ın Annesi
Gece Kuşu Zehra (1975) Hacer
Minik Cadı (1975) Babaanne
Ah Nerede (1975) Huriye
Çapkın Hırsız (1975) Binnaz
Hanzo (1975) Şükriye
İşte Hayat (1975) Makbule
Delisin (1975) Didar
Bitirimler Sınıfı (1975) Zehra Anne
Şehvet Kurbanı Şevket (1975) Mahmure
Plaj Horozu (1975)
Haydi Gençlik Hop Hop (1975)
Pembe Panter (1975) Hafize
Sevgili Halam (1975) Sevgili Hala
Televizyon Çocuğu (1975) Hüsniye
Bizim Aile: Merhaba (1975) Melek
Hababam Sınıfı (1975) Hafize Ana
Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı (1975) Hafize Ana
Süt Kardeşler (1976) Melek
Ne Umduk Ne Bulduk (1976) Fatma
Hababam Sınıfı Uyanıyor (1976) Hafize Ana
İşte Hayat (1976) Makbule
Gel Barışalım (1976) Adile Turşucuoğlu
Ah Dede Vah Dede (1976)
Aile Şerefi (1976) Emine
Tosun Paşa (1976) Adile Hanım
Şabanoğlu Şaban (1977) Hala/Tavuk Teyze
Sakar Şakir (1977) Fatma
Gülen Gözler (1977) Nezaket
Hababam Sınıfı Tatilde (1977) Hafize Ana
Kibar Feyzo (1978) Sakine Ana
Sultan (1978) Ebe Hatice
Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor (1978) Hafize Ana
Neşeli Günler (1978) Saadet
Köşe Kapmaca (1979) Fazilet
Vah Başımıza Gelenler (1979) Fazilet Abla
Doktor (1979) Hatice
Erkek Güzeli Sefil Bilo (1979) Sultan
Ne Olacak Şimdi (1979) Orhan'ın Annesi
İbişo (1980) Ağa
Renkli Dünya (1980) Fatma
Huzurum Kalmadı (1980) Adile
Beş Parasız Adam (1980)
Davaro (1981) Hamo
Gırgıriye (1981) Zekiye
Gırgıriyede Şenlik Var (1981) Zekiye
Şaka Yapma (1981) Adile
Bizim Sokak (1981) Cazgır Naciye
Hababam Sınıfı Güle Güle (1981) Hafize Ana
Şabancık (1981) Adile
Deliler Koğuşu (1981)
Talih Kuşu (1982) Adile Güney
Görgüsüzler (1982) Halime
Buyurun Cümbüşe (1982)
Adile Teyze (1982) Adile Teyze
Şıngırdak Şadiye (1982) Güllü
Şaşkın Ördek (1983) Meryem
Gırgıriyede Büyük Seçim (1984) Zekiye
Şabaniye (1984) Hatice
Namuslu (1984) Anne
Şaban Papuçu Yarım (1985) Adile
Satmışım Anasını (1985) Adile
Ağa Bacı (1986) Ağa Bacı
Kiralık Ev (1986) Hayriye
Hayroş (1986)
Yaygara (1986)
Kuzucuklarım (1986) Adile
Milyarder (1986) Boncuk Sultan
Aile Pansiyonu (1987) Saliha
Oynadığı Bazı Tiyatro Oyunları
Herşeyden Biraz
Lüküs hayat


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Nihal Atsız
Hüseyin Nihal Atsız (Atsız), 12 Ocak 1905’te İstanbul’da Kadıköy’de doğdu. Babası bahriye (deniz) subayı Nail Bey, annesi Fatma Zehra Hanımdır. İlköğrenimini Kadıköy’deki çeşitli okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul sultanilerinde yaptı. Buradan mezun olunca Askeri Terbiye’ye yazıldı. Bu okulun 3.sınıfında iken, Arap asıllı bir subaya selam vermeyi reddettiği için okuldan çıkarıldı. Daha sonra İstanbul Darülfünunu (Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’ne yazıldı. Bu fakülteden 1930 yılında mezun olunca, Türkiyat Enstitüsü’nde, hocası Köprülüzade M.Fuat Beyin asistanı oldu. Ancak diğer hocası Zeki Velidi (Togan) Beyin Türk Dil Kurultayı’nda maruz kaldığı hücumlara tepki olarak çektiği telgraf sebebiyle asistanlıktan çıkarıldı (1933).
Atsız, önce Malatya Ortaokulu’nda Türkçe, daha sonra Edirne Lisesi’nde Edebiyat hocalığına tayin edildi. Edirne’de iken Orhun dergisini yayımladı (1933-1934). Bu dergi, daha önce yine kendisinin yayımladığı Atsız Mecmua’nın (1931-1932) devamı niteliğindeydi. Her iki dergi de Türkçülük ülküsünü güçlendirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla çıkarılmıştı. Ancak dil, edebiyat, tarih, halkbilim, yazım konularındaki yazılar ve şiirler de bu dergilerde yer alıyordu. Orhun’un 9.sayısındaki, resmi tarih tezini eleştiren bir yazı sebebiyle dergi kapatıldı. Atsız da bakanlık emrine alındı.
Ağıt
Gönlümde yazdığım bu son ağıta
Nazire yaparak coşan dalgalar!
Hastası olup da geç vakit hekim
Arayanlar gibi koşan dalgalar!
Sizin de elbette var ki bir sızınız,
Bundan mı geliyor korkunç hızınız?
Beni de beraber alır mısınız
Kederle kabarıp şişen dalgalar?
Sizinle paylaşssak bu korkunç gamı;
Bitmiyor bu sonsuz ecel akyamı.
Bilmem ki bundan mı titriyor gemi
Ey dalgakıranı aşan dalgalar?
Hey Atsız! Çöküyor eski bir direk.
Baksan da dünyaya titremeyerek
Hepimiz beraber haykırsak gerek
Ey bela dehrinde pişen dalgalar!..
Nihal Atsız, bundan sonra dört yıl kadar Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’nda Türkçe öğretmenliği yaptı. 1938’de bu işinden de uzaklaştırıldı. Kendisine resmi hizmet kapısı kapanınca Özel Yuca Ülke ve Boğaziçi liseleri gibi okullarda öğretmenlik yaptı. “Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar” ve “Türk Edebiyatı Tarihi” adlı ilmi kitapların yanı sıra birçok broşür yayımladı. O dönemin sol düşüncesine karşı şiddetli bir fikir mücadelesine girişti. Tanrıdağ, Çınaraltı gibi milliyetçi dergilerde yazılar yazdı. 1943’te Orhun’u yeniden yayımladı. Bu derginin 15-16. sayılarında dönemin başbakanı Şükrü Saracoğlu’na hitaben yayımladığı açık mektuplarda, Milli Eğitim Bakanı Hasah-Ali Yücel’in istifasını istedi.
Atsız’ın Yücel’i eleştirisinin sebebi ise “Milli Eğitim Bakanlığı’nda tek taraflı bir kadrolaşma”dır. Bu yazıların bazılarında muarızlarına sert eleştirilerde bulunan Atsız, sonunda Sabahattin Ali’nin açtığı hakaret davasıyla yargılanmaya başlar. Ve yine bu davayla birlikte Orhun dergisi kapatılır. Atsız-Sabahattin Ali davası büyük yankılar uyandırır. Öğrenci olayları ve gösteriler başgösterir bunun hemen akabinde de Atsız ve 22 arkadaşı hakkında “hükümet darbesine teşebbüs” suçlaması ile yargılandı. Askeri mahkeme, Türkçülerin birçoğunu çeşitli cezalara çarptırdı. Atsız da 6 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ancak, Askeri Yargıtay bu kararları bozdu. Yeniden görülen dava sonucunda bütün Türkçüler ve bu arada Atsız da beraat ettiler. Ancak, Atsız, uzun süre öğretmenlik mesleğine dönemedi. Türkiye Yayınevi’nde çalıştı ve önemli Osmanlı tarihlerinin neşirlerini hazırladı.
Tek parti iktidarının son yıllarında, fakülteden sınıf arkadaşı Prof Dr.Tahsin Banguoğlu’nun Milli Eğitim Bakanlığı zamanında yeniden öğretmenliğe tayin edildi. Fakat, kendisine öğretmenlik hakkı tanınmadı ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde uzman olarak görevlendirildi.
1950-1951 öğretim yılının başında Haydarpaşa Lisesi edebiyat öğretmenliğine getirilen Atsız, burada iki yıl görev yaptı. Bu defa da, 3 Mayıs’ın kutlanması için Ankara’da verdiği bir konferans nedeniyle öğretmenlikten alındı ve Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki görevine iade edildi (1952). Burada 17 yıl çalıştıktan sonra 1969’da emekliye ayrıldı. Atsız, 11 Aralık 1975’te vefat etti.
Romanlar
Dalkavuklar Gecesi, Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt, Z Vitamini, Ruh Adam
Hikayeleri
Dönüş, Şehidlerin Duası, Erkek Kız, Her Çağın Masalı: Bozdoğanla Sarı Yılan
Şiir
Yolların Sonu
Diğer Kitapları
Divan-ı Türk-i Basit, “Şartı başı”na Cevap, Türk Tarihi Üzerine Toplamalar, Komünist Don Kişotu Proleter Burjuva Nazım Hikmetof Yoldaşa, XV’inci Asır Tarihçisi Şükrullah, Müneccimbaşı, Şeyh Ahmet Dede Efendi, 900’üncü Yıl Dönümü (1040-1940) Türk Ülküsü, Osmanlı Tarihine Ait Takvimler, Türk Tarihinde Meseleler, Oruç Beğ Tarihi.
Hüseyin Nihal Atsız (Atsız), 12 Ocak 1905’te İstanbul’da Kadıköy’de doğdu. Babası bahriye (deniz) subayı Nail Bey, annesi Fatma Zehra Hanımdır. İlköğrenimini Kadıköy’deki çeşitli okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul sultanilerinde yaptı. Buradan mezun olunca Askeri Terbiye’ye yazıldı. Bu okulun 3.sınıfında iken, Arap asıllı bir subaya selam vermeyi reddettiği için okuldan çıkarıldı. Daha sonra İstanbul Darülfünunu (Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’ne yazıldı. Bu fakülteden 1930 yılında mezun olunca, Türkiyat Enstitüsü’nde, hocası Köprülüzade M.Fuat Beyin asistanı oldu. Ancak diğer hocası Zeki Velidi (Togan) Beyin Türk Dil Kurultayı’nda maruz kaldığı hücumlara tepki olarak çektiği telgraf sebebiyle asistanlıktan çıkarıldı (1933).
Atsız, önce Malatya Ortaokulu’nda Türkçe, daha sonra Edirne Lisesi’nde Edebiyat hocalığına tayin edildi. Edirne’de iken Orhun dergisini yayımladı (1933-1934). Bu dergi, daha önce yine kendisinin yayımladığı Atsız Mecmua’nın (1931-1932) devamı niteliğindeydi. Her iki dergi de Türkçülük ülküsünü güçlendirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla çıkarılmıştı. Ancak dil, edebiyat, tarih, halkbilim, yazım konularındaki yazılar ve şiirler de bu dergilerde yer alıyordu. Orhun’un 9.sayısındaki, resmi tarih tezini eleştiren bir yazı sebebiyle dergi kapatıldı. Atsız da bakanlık emrine alındı.
Ağıt
Gönlümde yazdığım bu son ağıta
Nazire yaparak coşan dalgalar!
Hastası olup da geç vakit hekim
Arayanlar gibi koşan dalgalar!
Sizin de elbette var ki bir sızınız,
Bundan mı geliyor korkunç hızınız?
Beni de beraber alır mısınız
Kederle kabarıp şişen dalgalar?
Sizinle paylaşssak bu korkunç gamı;
Bitmiyor bu sonsuz ecel akyamı.
Bilmem ki bundan mı titriyor gemi
Ey dalgakıranı aşan dalgalar?
Hey Atsız! Çöküyor eski bir direk.
Baksan da dünyaya titremeyerek
Hepimiz beraber haykırsak gerek
Ey bela dehrinde pişen dalgalar!..
Nihal Atsız, bundan sonra dört yıl kadar Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’nda Türkçe öğretmenliği yaptı. 1938’de bu işinden de uzaklaştırıldı. Kendisine resmi hizmet kapısı kapanınca Özel Yuca Ülke ve Boğaziçi liseleri gibi okullarda öğretmenlik yaptı. “Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar” ve “Türk Edebiyatı Tarihi” adlı ilmi kitapların yanı sıra birçok broşür yayımladı. O dönemin sol düşüncesine karşı şiddetli bir fikir mücadelesine girişti. Tanrıdağ, Çınaraltı gibi milliyetçi dergilerde yazılar yazdı. 1943’te Orhun’u yeniden yayımladı. Bu derginin 15-16. sayılarında dönemin başbakanı Şükrü Saracoğlu’na hitaben yayımladığı açık mektuplarda, Milli Eğitim Bakanı Hasah-Ali Yücel’in istifasını istedi.
Atsız’ın Yücel’i eleştirisinin sebebi ise “Milli Eğitim Bakanlığı’nda tek taraflı bir kadrolaşma”dır. Bu yazıların bazılarında muarızlarına sert eleştirilerde bulunan Atsız, sonunda Sabahattin Ali’nin açtığı hakaret davasıyla yargılanmaya başlar. Ve yine bu davayla birlikte Orhun dergisi kapatılır. Atsız-Sabahattin Ali davası büyük yankılar uyandırır. Öğrenci olayları ve gösteriler başgösterir bunun hemen akabinde de Atsız ve 22 arkadaşı hakkında “hükümet darbesine teşebbüs” suçlaması ile yargılandı. Askeri mahkeme, Türkçülerin birçoğunu çeşitli cezalara çarptırdı. Atsız da 6 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ancak, Askeri Yargıtay bu kararları bozdu. Yeniden görülen dava sonucunda bütün Türkçüler ve bu arada Atsız da beraat ettiler. Ancak, Atsız, uzun süre öğretmenlik mesleğine dönemedi. Türkiye Yayınevi’nde çalıştı ve önemli Osmanlı tarihlerinin neşirlerini hazırladı.
Tek parti iktidarının son yıllarında, fakülteden sınıf arkadaşı Prof Dr.Tahsin Banguoğlu’nun Milli Eğitim Bakanlığı zamanında yeniden öğretmenliğe tayin edildi. Fakat, kendisine öğretmenlik hakkı tanınmadı ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde uzman olarak görevlendirildi.
1950-1951 öğretim yılının başında Haydarpaşa Lisesi edebiyat öğretmenliğine getirilen Atsız, burada iki yıl görev yaptı. Bu defa da, 3 Mayıs’ın kutlanması için Ankara’da verdiği bir konferans nedeniyle öğretmenlikten alındı ve Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki görevine iade edildi (1952). Burada 17 yıl çalıştıktan sonra 1969’da emekliye ayrıldı. Atsız, 11 Aralık 1975’te vefat etti.
Romanlar
Dalkavuklar Gecesi, Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt, Z Vitamini, Ruh Adam
Hikayeleri
Dönüş, Şehidlerin Duası, Erkek Kız, Her Çağın Masalı: Bozdoğanla Sarı Yılan
Şiir
Yolların Sonu
Diğer Kitapları
Divan-ı Türk-i Basit, “Şartı başı”na Cevap, Türk Tarihi Üzerine Toplamalar, Komünist Don Kişotu Proleter Burjuva Nazım Hikmetof Yoldaşa, XV’inci Asır Tarihçisi Şükrullah, Müneccimbaşı, Şeyh Ahmet Dede Efendi, 900’üncü Yıl Dönümü (1040-1940) Türk Ülküsü, Osmanlı Tarihine Ait Takvimler, Türk Tarihinde Meseleler, Oruç Beğ Tarihi.


[right]Arif YAMAN[/right]
- BilgeTonyukuk
- Çınaraltı Müdavimi
- Mesajlar: 808
- Kayıt: 22 Kas 2010 21:43
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Tüm lonca üyelerimizin forum hesaplarındaki bozkurt resmine tıklayarak ulaşabilirler o sayfaya ağabey, onu ayarladım merak etme.ustax66 yazdı:Aleykümselam ihsan, Arttırıcılar hayırlı olsun. Lonca ana sayfada iken 1 sayfaya basınca lonca listesi çıkacak olması çok güzel, ama web sayfasına girmek isteyenin senin üstteki iletiyi bulması çook zor bu gün dahi gerilerde kalacak arayan labirent bulmaca çözer gibi uğraşır. Sen onada kolay bi yer ayarla en iyisi.
Bu akşam düzenlenen sancak savaşından bir kaç kare;



Hepinize kucak dolusu sevgiler, esen kalın.

- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Sancak savaşının sonucu ne oldu yazmamışsın.


[right]Arif YAMAN[/right]
- BilgeTonyukuk
- Çınaraltı Müdavimi
- Mesajlar: 808
- Kayıt: 22 Kas 2010 21:43
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Ebediyete intikal edişinin 39'uncu yılında bilge insan Hüseyin Nihal ATSIZ'ı saygı ile anıyoruz. Lise yıllarında fikirleri ile tanıştığım, şiir ve yazıda üslubuna her zaman hayran olduğum ve gıpta ederek okuduğum, tarih ve edebiyat tahsili görmemde fikirlerinin ve yazılarının büyük katkısı olan, ve İstanbul Kıyamet Vakti'nde soy ismini kendime yıllardır mahlas edindiğim bu insana bir çok şey borçlu olduğumu düşünüyor ve gıyabında kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum. Biraz kendisinden bahsetmemiz gerekiyor sanırım, kimdir H. Nihal ATSIZ? Uzunca ve alıntı yaptığım, bazı yerlerini çıkarıp eklediğim bir yazı ile anlatmaya çalışalım sizlere.
12 Ocak 1905'te Kadıköy'de doğmuştur ve 11 Aralık 1975'te İstanbul'da vefat etmiştir. Yazar, şair, tarihçi ve fikir adamıdır. Nejdet Sançar'ın ağabeyidir. Yağmur Atsız ve Buğra Atsız'ın babasıdır. Cumhuriyet Döneminde Türkçülüğü savunan fikir adamları arasında öne çıkan bir isim olmuştur ve bu konuda çok sayıda makale, şiir ve roman türlerinde eserler vermiştir. Lirik tarzda da eserleri bulunmaktadır.
Ailesi ve menşei:
Babası Gümüşhane'nin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon'un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey'in kızı Fatma Zehra Hanım'dır.
Çiftçioğulları ailesinin tesbit edilen ceddi 19. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen Ahmed Ağa'dır. Ahmet Ağa'nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağa'nın çocukları Midi'den, Yozgat'ın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir. Şakir Ağa'nın evladı olup olmadığı bilinmemektedir.
Ahmet Ağa'nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832 - 1894) ise 1850-1852 şıralarında Deniz eri olarak Istanbul'a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Donanma-yı Hümayun' da kalmış ve makina önyüzbaşlığına Çarkçı Kolağalığı'na terfi etmiştir.
Hüseyin Ağa'nın eşi Emine Hayriye Hanım'dır. İki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmet Nail Bey (1877- 1944). Mehmet Nail Bey de Osmanlı Donanması'na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığı'ndan emekli olmuştur.
Mehmet Nail Bey'in ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884 - 1930)'dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfika Hanım'ın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzon'lu olup ailesi Kadıoğulları namı ile maruftur.
Mehmet Nail Bey'in ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905'de Hüseyin Nihal (Atsız), 1 Mayıs 1910'da Ahmet Nejdet (Sançar) ve Aralık 1912'de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu) dünyaya geldi.
1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmed Nail Bey, 1931 yılında yeniden evlenmiştir. İkinci eşinin adı da Fatma Zehra'dır. İkinci eşinden 1932 yılında Necla (Çiftçioğlu) adlı bir kızı olan Mehmed Nail Bey ikinci eşiyle geçinememiş ve iki yıl sonra ayrılmıştır.
Eğitim, iş hayatının başlangıcı ve fikirlerinin oluşması:
İlköğrenimini Kadıköy’deki çeşitli okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul Sultanilerinde (İstanbul Lisesi) yaptı. Buradan mezun olunca Askerî Tıbbiye’ye yazıldı.
Atsız, yükseköğrenim çağına gelip Askerî Tıbbiye'ye kaydolduğu çağlarda Türkçülük fikrinin etkisi altına girmeye başladı. Ziya Gökalp'in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük fikrine karşı öğrencilerle kavga ettiği ve daha sonrasında ise aralarında bir takım problemler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir mülazım (teğmen)'a selam vermediği gerekçesi ile 4 Mart 1925 tarihinde 3. sınıf talebesiyken Askeri Tıbbiye'den çıkarılmıştır.
Bu olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Erkek Lisesi'nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları'nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak çalışmış ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında birkaç sefer yapmıştır.
Üniversite yılları ve fikirleri:
1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu'nun Edebiyat Fakültesinin "Edebiyat Bölümü"ne ve İstanbul Dârülfünûnu'nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi'ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyerek askerliğini 9 ay olarak 28 Ekim 1926 - 28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul'da Taşkışla'da 5. piyade alayında er olarak yapmıştır.
Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı 'Anadolu'da Türklere Ait Yer İsimleri' adlı makalenin Türkiyat Mecmuası nın ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan Mehmet Fuad Köprülü' nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmî'nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmıştır ('Divân-ı Türkî-i Basit, Gramer ve Lügati', 1930, 111 s. Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82). Aynı yıl Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuştur.
Atsız'ın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nâilî Boratav, Nihad Sâmi Banarlı gibi isimler yeralıyordu.
Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti’nde Atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Muallim Mektebi'ni öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve 25 Ocak 1931'de Atsız'ı kendisine asistan olarak almıştır.
Atsız, yine 1931 yılında Dârülfünûnun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, ancak 1935 yılında ayrılmıştır.
Atsız, 15 Mayıs 1931'den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)'yı çıkarmaya başladı. Mehmet Fuad Köprülü, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu Türkçü ve Köycü dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, âdetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur.
Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H. Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (Y.D.) imzasıyla, bu dergide yayınlamaya başlamıştır. 1932 Temmuzunda Ankara'da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'a Dr. Reşid Galib'in yaptığı eleştiriler üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye Atsız ile Pertev Nâilî Boratav' ın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr. Reşid Galib'e "Zeki Velîdî'nin talebesi olmakla iftihar ederiz" diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de Reşid Galib'in tepkisini üzerine çekmiştir.
19 Eylül 1932'de Reşid Galib, Maarif Vekili olmuştu. Kısa bir süre sonra da Mehmet Fuad Köprülü'nün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığı'na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asâleten tâyin edilmiştir.Reşid Galib, Atsız Mecmuanın 17. sayısındaki 'Dârülfünûn'un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi' adlı makalesi nedeniyle Edebiyat Fakültesi Dekanı'na baskı yaparak, 13 Mart 1933 tarihinde Atsız'ın üniversite asistanlığına son vermiştir.
Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesi'nin Dekanı'nı Tokatlıyan Otelin'deki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsız'a bu hadise için hiçbir şekilde tepki gösterilmemiştir.
Mahkeme sonrası fikirlerini yayması:
Nisan 1947'den Temmuz 1949'a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevi'nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan "Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir" adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahsın adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır.
Atsız'ın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanı olunca, Atsız'ı 25 Temmuz 1949'da Süleymaniye Kütüphânesi'ne "uzman" olarak tayin etmiştir.
Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra 21 Eylül 1950'de Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliği'ne tayin olmuştur.
4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi' nde vermiş olduğu "Türkiye'nin Kurtuluşu" konulu bir konferans üzerine Cumhuriyet Gazetesi, Atsız'ın aleyhine haberler yayımlamıştır. Hakkında bakanlık tarafından soruşturma açılan Atsız'ın konuşmasının bilimsel olduğu tespit edilmiştir. Fakat Atsız 13 Mayıs 1952 tarihinde Haydarpaşa Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliği görevinden "muvakkat" kaydı ile alınarak yine Süleymaniye Kütüphânesi' ndeki görevine tayin edilmiştir.
31 Mayıs 1952 tarihinden itibaren emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphânesi'nde çalışan Atsız'ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphânedeki memuriyet olmuştur.
Atsız, 1950-1952 yıllarında yayımlanan haftalık Orkun dergisinin başyazarlığını yaptı. 1962'de kurulan Türkçüler Derneği’ nin genel başkanlığını üstlendi. 1964'ten vefatına kadar Ötüken dergisini yayımladı.
Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Gaziantep' e giderken bir işçinin kendisine "idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar" sözlerine karşılık, "Türk topraklarında yaşayan herkes Türk’tür." demiş; Atsız bunun üzerine, Ötüken in Nisan 1967'de yayınlanan 40, sayısından itibaren "Konuşmalar, 1" (Sayı 40), "Konuşmalar, II" (Sayı 41), "Konuşmalar, III" (Sayı 43), "Bağımsız Kürt Devleti Propagandası" (Sayı 43), "Doğu mitinglerinde perde arkası" (Sayı 47) ve "Satılmışlar-Moskof uşakları" (Sayı 48) adlarıyla yayınladığı seri makalelerinde, Marksistlerin Doğu bölgelerinde gizli çalışmalarda bulunduklarını iddia etmişti. Bu makaleler hakkında savcılıkça soruşturma açılmış fakat Atsız'a hiçbir suçlamada bulunulmamıştır.
Ancak bu yazılar üzerine, Ankara sokaklarında Atsız aleyhine hazırlanmış, ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler dağıtılmış[kaynak belirtilmeli] ve aynı günlerde Adalet Partisi Diyarbakır senatörlerinden biri, Senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır.
Hasan Dinçer'in Adalet Bakanı olduğu dönemde, bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart (1971) muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir.
Uzun duruşmalardan sonra mahkeme, Ötükenin sahibi Atsız'ı ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kayabek'i 15'er ay hapse mahkûm etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1'lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuştur. Fakat aynı mahkeme 2-1'lik kararda ısrar edince, Yargıtay kararı onaylamıştır. Atsız ve Mustafa Kayabek "Tashih-i karar" isteğinde bulunmuşlar ancak bu istekleri mahkemece kabul edilmemiştir. Böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir.
Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne yatan Atsız'a, Haydarpaşa Numune Hastanesi tarafından "Cezaevine konulamayacağı" kaydı bulunan rapor verilmiştir. Ancak 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve "reviri olan cezaevinde kalabilir" şeklinde değiştirilmiştir.
Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsız'ı evinden aldırarak Toptaşı Cezaevi'ne sevk etmiştir. 40 kişilik adi suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevi'ne nakledilmiştir.
Atsız, kesinleşen 1,5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, üniversite hocaları ve öğrencilerinden oluşan bir grup Cumhurbaşkanı'na başvurup Atsız'ın affını istemiştir.
Atsız, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, kendi yetkisini kullanarak Atsız'ın cezasını affetmiştir.
22 Ocak 1974'te Bayrampaşa Cezaevi'nden tahliye edilen Atsız, 1,5 yıllık cezasının 2,5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir.
İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın tarifi ile "Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan"[kaynak belirtilmeli] Atsız, ateşli ve keskin bir üslûba sahip idi.
Vefatı:
Atsız, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır. 10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamamıştır. Ertesi akşam Atsız yeni bir kriz geçirmiş, 11 Aralık 1975 Perşembe günü vefat etmiştir.
13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramı'nın ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii'nde Kılınan ikindi namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Eserleri:
Eserlerinden bir kaç örnek:
Gökte ay bu donanma gecesinin parlaklığını bile geride bırakacak kadar olgun ışıldıyor, ortalığı gün ortasında olduğu gibi apaydın seçilecek bir hale getiriyordu. Ana caddeye açılan dar sokaklardan birisi üzerinde bulunan bu öğrenci pansiyonu tatil yüzünden çok tenha idi. Sokağa bakan seddin üzerindeki tahta sıralarda altı yedi genç ciddi yüzlerle oturuyor, herkesin gülüp eğlendiği, hiç değilse aile ocağında bulunduğu bu mutlu anda uzak yurt köşelerindeki evlerinde bulunmamanın verdiği keder, dalgın bakışlardan okunuyordu. Yemekten yeni dönmüşler, gelişi güzel sıralara ilişmişlerdi. İçlerinden bir tanesi güzel yüzlü, kumral, ince bir kızdı. Yumuşak ve sessiz duruşunda bir şiir ahengi sezilmesine rağmen fen talebesiydi. Belki de bu sebeple çok az konuşuyor, zaten tükenmiş gibi duran konuşmayı canlandırmaya teşebbüs etmiyordu. Hepsinden biraz ayrı oturan uzunca boylu, oldukça iri bir genç arkadaşlarından bir şey, biraz canlılık, biraz konuşma bekler gibi bir müddet sessiz oturup da onların konuşmadıklarını görünce ceketinin
cebinde ikiye katlanmış ve elde taşınmaktan yıpranmış bir kitap çıkararak tâ gözlerinin içine kadar sokup okumağa başladı. Bu hareketi, o andaki durumla o kadar yakışıksız düşmüştü ki gençler istemeksizin gülüştüler. İçlerinden en ufak tefek görünen ve sesi de bir tuhaf çıkanı bağırdı:
- İşte tam bir edebiyatçıya yaraşan poz! Yahu! Şu güzel tabiatı seyretmek, hiç değilse seyreder görünmek dururken insan gözlerini ziyan etmek pahasına kitap mı okur?
Edebiyatçı olduğu söylenen genç önce cevap vermeğe niyetli görünmedi. Fakat sonra umumi bir neşenin doğmak üzere olduğunu görünce bunu körüklemek isteğine kapılmış olacak ki:
- Ya sen, dedi, şu güzel tabiatı seyreder görünürken acaba kafanda neler kuruyorsun? Kim bilir kaçıncı defadır ki ihtiyar dünyayı seyretmek için göğün en yüksek noktasına kurulan aydedenin en şairane manzaralarla beraber nice biftek gibi
kanlı meydan savaşları gördüğünü, nice süngülerin kendi ışığı sayesinde nice çelik yüreklileri acımadan delişini seyrettiğini ve buna rağmen hâlâ o canlı gülümseyişini nasıl koruyabildiğinin hikmetini mi, arziyatçı beğimiz?
Tabiyeci genç hemen cevabını bastırdı:
- Bu benim değil, romancıların konusudur azizim. Ben bu en muhteşem gecede bile göğe bakarken ayın yalnız kendisini düşünürüm. Yoksa onun kocamış, buruşuk yüzündeki gülümseyişini değil. Hattâ, bir edebiyatçı muhayyelesiyle konuşayım, bu gülümseme günün birinde bir kahkahaya dönse bile beni yine ilgilendirmez. Aynı pansiyonda yaşıyan bütün öğrencilerin, en eski Türk tarihçisini kastederek hep birden “Tonyukuk” diye adlandırdıkları bir diğeri, bir tarih talebesi heyecanla atıldı: - Ya günün birinde ayın gök yüzünde üç yerde birden gözüktüğünü görürsen yine ilgilenmez misin?
Ufak yapılı genç yavaşça bu konuşana dönerek:
- “Sen akşamki pilavı fazlaca kaçırmış değilsen muhakkak ki tarihçiliği bırakıp da roman konuları kurmağa başladın. Yoksa bu saçma suali sormazdın” dedi.
Tonyukuk gülümsedi:
- Tarihçiliği bırakmadım. Ama sen de maddeciliğine rağmen kehanetler savurmağa başladın. Çünkü hakikaten bir roman yazmak üzereyim. Hem de öyle bir roman ki hayatın bizzat kendisini aksettirecek. İçinde hem romantizme, hem de realizme yer olmakla beraber bizzat hayatın akışından ayrılmayacağım ve buna olduğu kadar tarihe de sadık kalacağım. Bir roman ki size 1300 yıl öncesini yaşatacak ve birbiri ardınca sahneye çıkan kahramanlar günümüze kadar gelecek. Bir roman ki içinde yalnız bir tek kahraman bulunmayacak. Đçindeki her şahıs, tıpkı hayatta olduğu gibi başlı başına bir kahraman olacak. Romantiklerin de, realistlerin de eserlerinde daima bir tek iskelet var: Romanın kadın ve erkek iki kahramanı arasındaki aşk macerası, halbuki benim kitabımda yüzyılların akışı bulunacağı için bir tek maceraya, hele on binlerce romanda tekrar edile edile artık pek bayağılaşan, müptezel olan aşk hikâyelerine saplanıp kalmama imkân yok. Bu, yepyeni bir tip roman olacak. Başarabilirsem sana, ey aydede mütehassısı, koca bir teleskop hediye edeceğim.
O zaman kadar sessizce konuşmayı takip etmiş olan genç kız karıştı:
- İyi ya. Bu anlattıklarına göre senin romanın tamamiyle realist bir eser olacak.
Müstakbel muharrir bu sefer ona döndü:
- Hayır! Benim kitabım, realitedir diye insanların fizyolojik bütün hareketlerini en ince teferruatına kadar îmâdan, hattâ teşhirden çekinmeyen eserlerden olmayacak. Maddî hayattan ayrılmayacağım. Ama son günlerin bazı telif eserlerinde moda olduğu üzere en basit ve tabiî, fakat nezih olmayan konuları kitabıma yüklemieyeceğim. Bir psikolog
nasıl her meselenin hangi ruhî âmille işlendiğini düşünür, bir hekim nasıl bir hastalığın hangi sebeple başladığını bulmağa çalışırsa, ben de tarihle çok uğraştığım için olacak milletlerin hareket hatlarının neye dayandığını aramakla çok vakit geçirdim. Şu muhakkak ki bir milletin münevverleri de, halk tabakası da işlenmeğe çok elverişli. Bunun için de en iyi şey, yani en iyi araç eserler olabiliyor. Bir aralık Almanya’da intihar edenlerin birçoğunun cebinde Verter’in bulunduğunu bilmiyor musunuz? Bizdeki hamâsetin yüzyıllarca sürüp gitmesine de Köroğlu, Danişmend Gazi, Battal Gazi gibi ilk müellifleri meçhul kahramanlık destanları sebep olmadı mı? Ben üslupçu ve yazıcı olmadığım için bu işin ne dereceye kadar üstesinden geleceğimi bilemem. Nasıl basit bir köy hekimin sessiz çalışmaları, kimse farkına varmadan, sağlık istatistiklerinde bir yekûn tutarsa, nasıl bir piyade bölüğünün savaşı kesin sonucu hazırlayan sebepler
arasında yer alırsa, ben de eserimle milli terbiyemiz için kendimce faydalı saydığım bir hamle yapacağım. Đşte o kadar…
O zaman, az önce ayın ışığından faydalanarak okumağa çalışan genç atıldı:
- Kaç gündür şu dâhiyane klâsikleri okumaktan ve anlamağa çalışmaktan öyle bir dimağ yorgunluğuna tutuldum ki, eğer eserine başladınsa ve hele hareketli bir başlangıcı varsa, kuzum biraz anlat da kendime geleyim.B
Bu teklif oradakilerin hepsine birden hoş geldi. Halkayı biraz daha daraltarak bu düşünceye iştirak ettiklerini gösterdiler. Aydede bile iyi işitebilmek için biraz daha alçalmıştı. O sırada sanki birdenbire her şey değişti: Öğrenciler pansiyonu olan evin yerinde şimdi 1300 yıllık bir Türk çadırı vardı. Önce yapılı kız gürbüz, sağlam, çekik gözlü bir bozkır kızı olmuştu. Erkeklerin saçları uzayarak omuzlarına dökülmüş, başlarında birer börk peyda olmuştu. Ceketleri kaftan, iskarpinleri çizme haline gelmişti. Edebiyatçının elindeki klâsik eser şimdi bir kopuz, fencinin dolma kalemi bel
kemerine asılı bir bıçaktı. Hepsi çimenlere bağdaş kurmuşlar, kılıç yaralarıyla çentilmiş sert yüzlerine başka bir anlam veren ala ve yeşil gözleriyle Tonyukuk’a bakıyorlardı. Müstakbel romancı da belindeki kılıçla heybetli bir er olmuştu. Hiç nazlanmadı ve ağır bir sesle şöylece anlatmağa başladı:
Yalnızım, ne kadar aranıp dursam
Başucumda seni bulamıyorum.
Güneşten vazgeçip susuz olsam da
Seninle olmadan olamıyorum.
Şu yollar bilmem ki dağ mı, ova mı?
Gitsem bulur muyum kendi yuvamı?
Kuş! Yolun nereye? Bizim eve mi?
Sen gotür, ben haber salamıyorum.
Her gece orda bir yaslanan mı var?
Sessizce kirpiği ıslanan mı var?
Uzaktan bana bir seslenen mi var?
Ne diyor? Sesini alamıyorum.
Acaba yaşlı mı kara gözlerin?
İçimde bir derin yara gözlerin...
Daldı mı uzak bir yere gözlerin?
Görmüyor, bilmiyor, bilemiyorum.
Günleri sayarım, geceler iner;
Beklerim geceyi, yıldızlar söner;
Gizli bir yaram var, durmayıp kanar;
Neresi? Bulup da silemiyorum.
Ulaşsa da sana yolların ucu
Varmağa yetmiyor Atsız’ın gücü.
İçimde dururken bu kadar acı
Hala yaşıyorum, ölemiyorum. [/center]
Kaynakça olarak; http://www.wikipedia.org, yazarın Yolların Sonu ve Bozkurtların Ölümü adlı eserleri, Buğra ve Yağmur ATSIZ'ın demeçleri, röportajları kullanılmıştır, bilginize. Huzur içerisinde yatması dileğiyle, ruhun şad olsun!
Hüseyin Nihal ATSIZ
12 Ocak 1905'te Kadıköy'de doğmuştur ve 11 Aralık 1975'te İstanbul'da vefat etmiştir. Yazar, şair, tarihçi ve fikir adamıdır. Nejdet Sançar'ın ağabeyidir. Yağmur Atsız ve Buğra Atsız'ın babasıdır. Cumhuriyet Döneminde Türkçülüğü savunan fikir adamları arasında öne çıkan bir isim olmuştur ve bu konuda çok sayıda makale, şiir ve roman türlerinde eserler vermiştir. Lirik tarzda da eserleri bulunmaktadır.
Ailesi ve menşei:
Babası Gümüşhane'nin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon'un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey'in kızı Fatma Zehra Hanım'dır.
Çiftçioğulları ailesinin tesbit edilen ceddi 19. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen Ahmed Ağa'dır. Ahmet Ağa'nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağa'nın çocukları Midi'den, Yozgat'ın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir. Şakir Ağa'nın evladı olup olmadığı bilinmemektedir.
Ahmet Ağa'nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832 - 1894) ise 1850-1852 şıralarında Deniz eri olarak Istanbul'a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Donanma-yı Hümayun' da kalmış ve makina önyüzbaşlığına Çarkçı Kolağalığı'na terfi etmiştir.
Hüseyin Ağa'nın eşi Emine Hayriye Hanım'dır. İki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmet Nail Bey (1877- 1944). Mehmet Nail Bey de Osmanlı Donanması'na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığı'ndan emekli olmuştur.
Mehmet Nail Bey'in ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884 - 1930)'dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfika Hanım'ın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzon'lu olup ailesi Kadıoğulları namı ile maruftur.
Mehmet Nail Bey'in ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905'de Hüseyin Nihal (Atsız), 1 Mayıs 1910'da Ahmet Nejdet (Sançar) ve Aralık 1912'de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu) dünyaya geldi.
1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmed Nail Bey, 1931 yılında yeniden evlenmiştir. İkinci eşinin adı da Fatma Zehra'dır. İkinci eşinden 1932 yılında Necla (Çiftçioğlu) adlı bir kızı olan Mehmed Nail Bey ikinci eşiyle geçinememiş ve iki yıl sonra ayrılmıştır.
Eğitim, iş hayatının başlangıcı ve fikirlerinin oluşması:
İlköğrenimini Kadıköy’deki çeşitli okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul Sultanilerinde (İstanbul Lisesi) yaptı. Buradan mezun olunca Askerî Tıbbiye’ye yazıldı.
Atsız, yükseköğrenim çağına gelip Askerî Tıbbiye'ye kaydolduğu çağlarda Türkçülük fikrinin etkisi altına girmeye başladı. Ziya Gökalp'in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük fikrine karşı öğrencilerle kavga ettiği ve daha sonrasında ise aralarında bir takım problemler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir mülazım (teğmen)'a selam vermediği gerekçesi ile 4 Mart 1925 tarihinde 3. sınıf talebesiyken Askeri Tıbbiye'den çıkarılmıştır.
Bu olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Erkek Lisesi'nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları'nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak çalışmış ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında birkaç sefer yapmıştır.
Üniversite yılları ve fikirleri:
1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu'nun Edebiyat Fakültesinin "Edebiyat Bölümü"ne ve İstanbul Dârülfünûnu'nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi'ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyerek askerliğini 9 ay olarak 28 Ekim 1926 - 28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul'da Taşkışla'da 5. piyade alayında er olarak yapmıştır.
Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı 'Anadolu'da Türklere Ait Yer İsimleri' adlı makalenin Türkiyat Mecmuası nın ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan Mehmet Fuad Köprülü' nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmî'nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmıştır ('Divân-ı Türkî-i Basit, Gramer ve Lügati', 1930, 111 s. Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82). Aynı yıl Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuştur.
Atsız'ın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nâilî Boratav, Nihad Sâmi Banarlı gibi isimler yeralıyordu.
Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti’nde Atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Muallim Mektebi'ni öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve 25 Ocak 1931'de Atsız'ı kendisine asistan olarak almıştır.
Atsız, yine 1931 yılında Dârülfünûnun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, ancak 1935 yılında ayrılmıştır.
Atsız, 15 Mayıs 1931'den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)'yı çıkarmaya başladı. Mehmet Fuad Köprülü, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu Türkçü ve Köycü dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, âdetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur.
Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H. Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (Y.D.) imzasıyla, bu dergide yayınlamaya başlamıştır. 1932 Temmuzunda Ankara'da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'a Dr. Reşid Galib'in yaptığı eleştiriler üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye Atsız ile Pertev Nâilî Boratav' ın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr. Reşid Galib'e "Zeki Velîdî'nin talebesi olmakla iftihar ederiz" diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de Reşid Galib'in tepkisini üzerine çekmiştir.
19 Eylül 1932'de Reşid Galib, Maarif Vekili olmuştu. Kısa bir süre sonra da Mehmet Fuad Köprülü'nün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığı'na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asâleten tâyin edilmiştir.Reşid Galib, Atsız Mecmuanın 17. sayısındaki 'Dârülfünûn'un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi' adlı makalesi nedeniyle Edebiyat Fakültesi Dekanı'na baskı yaparak, 13 Mart 1933 tarihinde Atsız'ın üniversite asistanlığına son vermiştir.
Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesi'nin Dekanı'nı Tokatlıyan Otelin'deki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsız'a bu hadise için hiçbir şekilde tepki gösterilmemiştir.
Mahkeme sonrası fikirlerini yayması:
Nisan 1947'den Temmuz 1949'a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevi'nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan "Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir" adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahsın adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır.
Atsız'ın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu Millî Eğitim Bakanı olunca, Atsız'ı 25 Temmuz 1949'da Süleymaniye Kütüphânesi'ne "uzman" olarak tayin etmiştir.
Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra 21 Eylül 1950'de Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliği'ne tayin olmuştur.
4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi' nde vermiş olduğu "Türkiye'nin Kurtuluşu" konulu bir konferans üzerine Cumhuriyet Gazetesi, Atsız'ın aleyhine haberler yayımlamıştır. Hakkında bakanlık tarafından soruşturma açılan Atsız'ın konuşmasının bilimsel olduğu tespit edilmiştir. Fakat Atsız 13 Mayıs 1952 tarihinde Haydarpaşa Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliği görevinden "muvakkat" kaydı ile alınarak yine Süleymaniye Kütüphânesi' ndeki görevine tayin edilmiştir.
31 Mayıs 1952 tarihinden itibaren emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphânesi'nde çalışan Atsız'ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphânedeki memuriyet olmuştur.
Atsız, 1950-1952 yıllarında yayımlanan haftalık Orkun dergisinin başyazarlığını yaptı. 1962'de kurulan Türkçüler Derneği’ nin genel başkanlığını üstlendi. 1964'ten vefatına kadar Ötüken dergisini yayımladı.
Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Gaziantep' e giderken bir işçinin kendisine "idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar" sözlerine karşılık, "Türk topraklarında yaşayan herkes Türk’tür." demiş; Atsız bunun üzerine, Ötüken in Nisan 1967'de yayınlanan 40, sayısından itibaren "Konuşmalar, 1" (Sayı 40), "Konuşmalar, II" (Sayı 41), "Konuşmalar, III" (Sayı 43), "Bağımsız Kürt Devleti Propagandası" (Sayı 43), "Doğu mitinglerinde perde arkası" (Sayı 47) ve "Satılmışlar-Moskof uşakları" (Sayı 48) adlarıyla yayınladığı seri makalelerinde, Marksistlerin Doğu bölgelerinde gizli çalışmalarda bulunduklarını iddia etmişti. Bu makaleler hakkında savcılıkça soruşturma açılmış fakat Atsız'a hiçbir suçlamada bulunulmamıştır.
Ancak bu yazılar üzerine, Ankara sokaklarında Atsız aleyhine hazırlanmış, ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler dağıtılmış[kaynak belirtilmeli] ve aynı günlerde Adalet Partisi Diyarbakır senatörlerinden biri, Senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır.
Hasan Dinçer'in Adalet Bakanı olduğu dönemde, bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart (1971) muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir.
Uzun duruşmalardan sonra mahkeme, Ötükenin sahibi Atsız'ı ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kayabek'i 15'er ay hapse mahkûm etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1'lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuştur. Fakat aynı mahkeme 2-1'lik kararda ısrar edince, Yargıtay kararı onaylamıştır. Atsız ve Mustafa Kayabek "Tashih-i karar" isteğinde bulunmuşlar ancak bu istekleri mahkemece kabul edilmemiştir. Böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir.
Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne yatan Atsız'a, Haydarpaşa Numune Hastanesi tarafından "Cezaevine konulamayacağı" kaydı bulunan rapor verilmiştir. Ancak 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve "reviri olan cezaevinde kalabilir" şeklinde değiştirilmiştir.
Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsız'ı evinden aldırarak Toptaşı Cezaevi'ne sevk etmiştir. 40 kişilik adi suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevi'ne nakledilmiştir.
Atsız, kesinleşen 1,5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, üniversite hocaları ve öğrencilerinden oluşan bir grup Cumhurbaşkanı'na başvurup Atsız'ın affını istemiştir.
Atsız, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, kendi yetkisini kullanarak Atsız'ın cezasını affetmiştir.
22 Ocak 1974'te Bayrampaşa Cezaevi'nden tahliye edilen Atsız, 1,5 yıllık cezasının 2,5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir.
İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın tarifi ile "Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan"[kaynak belirtilmeli] Atsız, ateşli ve keskin bir üslûba sahip idi.
Vefatı:
Atsız, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır. 10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamamıştır. Ertesi akşam Atsız yeni bir kriz geçirmiş, 11 Aralık 1975 Perşembe günü vefat etmiştir.
13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramı'nın ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii'nde Kılınan ikindi namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Eserleri:
Gizlenmiş İçerikGöster
Romanları
- Dalkavuklar Gecesi, İstanbul 1941. ISBN 978-975-437-804-7
- Bozkurtların Ölümü, İstanbul 1946. ISBN 978-975-437-800-9
- Bozkurtlar Diriliyor, İstanbul 1949. ISBN 978-975-437-800-9
- Deli Kurt, İstanbul 1958. ISBN 978-975-437-801-6
- Z Vitamini, İstanbul 1959. ISBN 978-975-437-804-7
- Ruh Adam, İstanbul 1972. ISBN 978-975-437-802-3
- 'Dönüş', Atsız Mecmua, sayı.2 (1931), Orhun, Sayı.10 (1943)
- 'Şehidlerin Duası', Atsız Mecmua, Sayı.3 (1931), Orhun, Sayı.12 (1943)
- 'Erkek Kız', Atsız Mecmua, Sayı.4 (1931)
- 'İki Onbaşı, Galiçiya...1917...', Atsız Mecmua, Sayı.6 (1931), Çınaraltı, Sayı.67 (1942), Ötüken, Sayı.30 (1966)
- 'Her Çağın Masalı: Boz Oğlanla Sarı Yılan', Ötüken, Sayı.28 (1966)
- Yolların Sonu, (Bütün şiirlerinin toplandığı kitap) İstanbul 1946. ISBN 978-975-437-806-1
- Afşın'a Ağıt
- Aşkınla
- Ay Yüzlü Güzel Konçuy
- 'Asker Kardeşlerime', Atsız Mecmua, Sayı.2 (1931), 'Boz kurt' imzasıyla Ergenekon, Sayı.3 (1938)
- 'Ayrılık', Atsız Mecmua, Sayı.17 (1932)
- 'Bahtiyarlık', Kopuz, Sayı.10 (1944)
- 'Bugünün Gençlerine', Atsız Mecmua, Sayı.1 (1931), 'Boz kurt' imzasıyla Ergenekon, Sayı.1 (1938)
- 'Bugünün Gençlerine' (başlıksız), Atsız Mecmua, Sayı.16 (1932)
- Davetiye
- Dosta Sesleniş
- 'Dünden Sesler: Yarın türküsü', Orkun, Sayı.53 (1951)
- 'Dünden Sesler: Koşma', Orkun, Sayı.58 (1951)
- 'Dün Gece', Orhun, Sayı.1 (1933)
- Eski Bir Sonbahar
- Gel Buyruğu
- Geri Gelen Mektup, Orkun, Sayı.44 (1951)
- 'Hatıralar', Çınaraltı, Sayı.2 (1941)
- Kader
- Kağanlığa Doğru
- Kahramanların Ölümü
- Kahramanlık
- Karanlık
- Kardeş Kahraman Macarlar
- Korku
- 'Koşma', Atsız Mecmua, Sayı.2 (1931)
- 'Koşma' (başlıksız), Atsız Mecmua, Sayı.12 (1932)
- 'Kömen', Ötüken, Sayı.2 (1964), Ötüken, Sayı.28 (1966), Ötüken, Sayı.95 (1971)
- 'Macar İhtilâlcileri', Ötüken, Sayı.79 (1970)
- 'Macar İhtilâlcileri', Ötüken, Sayı.82 (1970)
- 'Muallim Arkadaşlarıma', Atsız Mecmua, Sayı.5 (1931)
- Mutlak Seveceksin
- 'Nejdet Sançar'a Ağıt', Ötüken, Sayı.138 (1973)
- 'O Gece', Orhun, Sayı.2 (1933)
- Özleyiş
- Sarı Zeybek
- Selam
- Sona Doğru
- 'Şehit Tayyareci Erkânıharp Yüzbaşı Kâmi'nin Büyük Hatırasına', Atsız Mecmua, Sayı.6 (1931)
- 'Şiir' (başlıksız), Atsız Mecmua, Sayı.8 (1931)
- 'Şiir' (başlıksız), Orhun, Sayı.3 (1934)
- Topal Asker, Atsız Mecmua, Sayı.4 (1931), Kopuz, Sayı.4 (1943)
- 'Toprak-Mazi', Atsız Mecmua, sayı.14 (1932), Kopuz, Sayı.3 (1943)
- Türk Gençliğine
- Türk Kızı, Tanrıdağ, Sayı.4 (1942)
- 'Türkçülük Bayrağı', Ötüken, Sayı.119-120 (1973)
- Türkistan İhtilalcilerinin Türküsü
- 'Türklerin Türküsü', Atsız Mecmua, Sayı.3 (1931), 'Boz kurt' imzasıyla Ergenekon, Sayı.2 (1938)
- Unutma
- 'Varsağı' (başlıksız), Atsız Mecmua, Sayı.9 (1932), Atsız Mecmua, Sayı.10 (1932), Atsız Mecmua, Sayı.17 (1932)
- Yakarış I
- Yakarış II
- Yalnızlık
- 'Yarının Türküsü', Çınaraltı, Sayı.10 (1941)
- Yaşayan Türkçülere Ağıt
- Yolların Sonu, Atsız Mecmua, Sayı.17 (1932)
- Divan-ı Türk-i Basit, Gramer ve Lugati, Mezuniyet Tezi, Türkiyat Enstitüsü, no. 82, 111 s. (İstanbul, 1930)
- "Sart Başı"na Cevap, İstanbul, 1933.
- Çanakkale'ye Yürüyüş, İstanbul, 1933.
- XVIıncı asır şairlerinden Edirneli Nazmî'nin eseri ve bu eserin Türk dili ve kültürü bakımından ehemmiyeti, İstanbul, 1934.
- Komünist Don Kişot'u Proleter Burjuva Nâzım Hikmetof Yoldaşa, İstanbul, 1935.
- Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar, I. Bölüm, İstanbul, 1935.
- XVinci asır tarihçisi Şükrullah, Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi, İstanbul, 1939.
- Müneccimbaşı, Şeyh Ahmed Dede Efendi, Hayatı ve Eserleri", İstanbul, 1940.
- 900. Yıl Dönümü (1040-1940), İstanbul, 1940.
- İçimizdeki Şeytanlar (Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan eserini eliştirmek için yazılmıştı), İstanbul, 1940.
- Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1940.
- En Sinsi Tehlike (Faris Erman'in 'En Büyük Tehlike'ye karşılık vermek için yazılmıştı), İstanbul, 1943.
- Hesap Böyle Verilir (Reha Oğuz Türkkan'a hitaben yazılmıştı), İstanbul, 1943.
- Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir (İ.Süruri Ermete: Üçüncü dereceden harb malûlü piyade subayı imzasıyla yayımlanmılştı), İstanbul, 1943.
- 'Ahmedî, Dâstân ve tevârîh-i mülûk-i Âl-i Osman', Osmanlı Tarihleri I, İstanbul, 1949.
- 'Şükrüllah, Behcetü't tevârîh', Osmanlı Tarihleri I, İstanbul, 1949.
- 'Âşıkpaşaoğlu Ahmed Âşıkî, Tevârîh-i Âl-i Osman', Osmanlı Tarihleri I, İstanbul, 1949.
- Türk Ülküsü, İstanbul 1956.
- Osman (Bayburtlu), Tevârîh-i Cedîd-i Mir'ât-i Cihân, İstanbul, 1961.
- Osmanlı Tarihine Ait Takvimler I, İstanbul, 1961.
- Ordinaryüs'ün Fahiş Yanlışları (Ali Fuat Başgil'e cevap), İstanbul 1961.
- Türk Tarihinde Meseleler, Ankara, 1966.
- Birgili Mehmed Efendi Bibliyografyası, İstanbul, 1966.
- İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebüssuud Bibliyografyası, İstanbul 1967.
- Âlî Bibliyografyası, İstanbul, 1968.
- Âşıkpaşaoğlu Tarihi, İstanbul, 1970.
- Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nden Seçmeler I, İstanbul 1971.
- Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nden Seçmeler II, İstanbul 1972.
- Oruç Beğ Tarihi, İstanbul, 1973.
- (Ahmed Naci ile birlikte) 'Anadolu'da Türklere ait yer isimleri', Türkiyat Mecmuası, Sayı.2 (1928)
- 'Türkler Hangi Irktandır?', Atsız Mecumua, Sayı.1 (1931)
- "İzmirden Sesler" hakkında', Atsız Mecmua, Sayı.4 (1931)
- '"İzmirden Sesler" hakkında', Atsız Mecmua, Sayı.5 (1931)
- 'Hindenburgun Sözleri', Atsız Mecmua, Sayı.8 (1931)
- 'Bugünün Meseleleri: Aynı Tarihî Yanlışlığa Düşüyor Muyuz?', Atsız Mecmua, Sayı.11 (1932)
- 'Bugünün Meseleleri: Aynı Tarihî Yanlışlığa Düşüyor Muyuz?', Atsız Mecmua, Sayı.12 (1932)
- 'Bugünün Meseleleri: Millî Seciye Buhranı', Atsız Mecmua, Sayı.14 (1932)
- 'Türk Vatanını PeşkEş Çekenlere', Atsız Mecmua, Sayı.15 (1932)
- 'Sadri Etem Bey'e Cevap', Atsız Mecmua, Sayı.16 (1932)
- 'Bugünün meseleleri: Askerlik aleyhtarlığı', Astız Mecmua, Sayı.17 (1932)
- 'Darülfünunun Kara -daha doğru bir tabirle- Yüz Kızartacak Listesi, Atsız Mecmua, Sayı.17 (1932)
- 'Vâlâ Nurettin Beyden Bir Sual', Atsız Mecmua, Sayı.17 (1932)
- ('Çiftçi-Oğlu H. Nihâl' imzasıyla) 'Dede Korkut Kitabı hakkında', Azerbaycan Yurt Bilgisi, c.1 (1932)
- 'Kuş Bakışı: Orhun', Orhun, Sayı.1 (1933)
- 'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar I. Türkeli, II. İlk Türkler', Orhun, Sayı.1 (1933)
- 'En Eski Türk müverrihi: Bilge Tonyukuk', Orhun, Sayı.1 (1933)
- 'Kuş bakışı: Türk Dili', Orhun, Sayı.2 (1933)
- 'Türk Tarihi Üzerine Toplamalar III. Yabancıların Türkeline Saldırışı, IV.Milâttan Önceki 5-4üncü Asırlarda Türkeline
- Doğudan Çinlilerin, Batıdan Yunanlıların Saldırışı', Orhun, Sayı.2 (1933)
- 'X meselesi', Orhun, Sayı.3 (1934)
- 'Haddini Bil!', Orhun, Sayı.3 (1934)
- 'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar: V. Milâttan Önce 3-2nci Asırlarda Türkler Arasında Dahilî Savaşlar', Orhun, Sayı.4 (1934)
- 'Edirne Mebusu Şeref Bey'e Cevap', Orhun, Sayı.4 (1934)
- 'Ahmet Muhip Bey'e Cevap', Orhun, Sayı.4 (1934)
- 'Şarkî Türkistan', Orhun, Sayı.4 (1934)
- 'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar: VI. Kun Devletinin Dahilî Teşkilâtı, VII. Kun (Oğuz) Sülâlesi Devrinde Türk Birliği', Orhun, Sayı.4 (1934)
- 'Komünist, Yahudi ve Dalkavuk', Orhun, Sayı.5 (1934)
- 'İkinci Türk Müverrihi: Yulıg Tigin', Orhun, Sayı.5 (1934)
- 'Alaylı Âlimler', Orhun, Sayı.5 (1934)
- 'Edirne Mebusu Şeref ve Hakimiyeti Milliye Muharriri A. Muhip Beylere Açık Mektup', Orhun, Sayı.5 (1934)
- 'Alaylı Âlimlerden Sadri Maksudi Bey'e Bir Ders', Orhun Sayı.6 (1934)
- 'Cihan Tarihinin En Büyük Kahramanı: Kür Şad', Orhun, Sayı.6 (1934)
- 'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar' Orhun, Sayı.6 (1934)
- 'Edirne Mebusu Şeref Bey'e İkinci Mektup', Orhun, Sayı.6 (1934)
- 'Gaza Topraklarının Gazi ve Şehit Çocukları', Orhun, Sayı.7 (1934)
- 'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar', Orhun, Sayı.7 (1934)
- 'Edebiyat Fakültesi Talebe Cemiyetinin Değerli Bir İşi', Sayı.7 (1934)
- 'Baş Makarnacının Sırtı Kaşınıyor' (Benito Mussolini'ye hitaben yazılmıştı), Orhun, Sayı.7 (1934)
- 'İnkilâp Enstitüsü Dersleri', Orhun, Sayı.7 (1934)
- 'Musa'nın Necip (!) Evlâtları Bilsinler Ki:' (Yahudilere kasten yazılmıştı), Orhun, Sayı.7 (1934)
- 'Tavzih', Orhun, Sayı.7 (1934)
- Yirminci Asırda Türk Meselesi I. Türk Birliği', Orhun, Sayı.8 (1934)
- 'Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar', Orhun, Sayı.8 (1934)
- 'Kanun Ahmet Muhip Efendiyi Çarptı', Orhun, Sayı.8 (1934)
- 'Moyunçur Kağan Âbidesi, Orhun, Sayı.8 (1934)
- 'İstanbulun Fethi Yılına Ait Bir Mezar Taşı', Orhun, Sayı.8 (1934)
- 'Yirminci Asırda Türk Meselesi II. Türk Irkı = Türk Milleti', Orhun, Sayı.9 (1934)
- 'Türk Tarihi Üzerine Toplamalar', Orhun, Sayı.9 (1934)
- '16ncı Asır Şâirlarinden Edirneli Nazmî ve Bu Eserin Türk Dili ve Kültürü Bakımından Ehemmiyeti', Orhun, Sayı.9 (1934)
- (Nâmık Kemâl Hakkındaki Fikirleri), 'Namik Kemal', Millî Türk Talebe Birliği, Sayı.3 (1936)
- On Beşinci AsIra Ait Bir Türkü, Halk Bilgisi Haberleri, Yıl.7, Sayı.84 (1938)
- 'Dede Korkut', Yücel, C.VIII, Sayı.84 (1939)
- 'Cihan Tarihinin En Büyük Kahramanı: Kürşad', Kopuz, Sayı.3 (1939)
- ('Çiftçi-oğlu' imzasıyla) 'Atalarımızdan Kalan Eserleri Yıkmak Vatana İhanettir', Kopuz, Sayı.5 (1939)
- 'Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır?', Çınaraltı, Sayı.1 (1941)
- 'Koca Ragıp Paşa, Haşmet ve Fıtnat Hanım Arasında Şakalar', Çınaraltı, Sayı.3 (1941)
- 'Dilimizi Türkçeleştirmek İçin Amelî Yollar', Çınaraltı, Sayı.5 (1941)
- 'Türk Ahlâkı', Çınaraltı, Sayı.7 (1941)
- '10 İlkteşrin 1444 Varna meydan savaşı', Çınaraltı, Sayı.15 (1941)
- 'Büyük Günler', Çınaraltı, Sayı.16 (1941)
- 'İki Mühim Eser', Çınaraltı, Sayı.17 (1941)
- 'En Eski Zamana Ait Türk Destanı. Alp Er Tunga Destanı', Çınaraltı, Sayı.19 (1941)
- 'Namık Kemal', Çınaraltı, Sayı.22 (1942)
- 'Mühim Bir Dergi', Çınaraltı, Sayı.27 (1942)
- 'Millî Şuur Uyanıklığı', Çınaraltı, Sayı.33 (1942)
- 'Türk Gençliği Nasıl Yetişmeli?', Çınaraltı, Sayı.35 (1942)
- 'İran Türkleri', Çınaraltı, Sayı.36 (1942)
- 'Dil Meselesi', Çınaraltı, Sayı.38 (1942)
- 'Rıza Nur', Çınaraltı, Sayı.42 (1942)
- 'Yeni Bir Selçukname', Çınaraltı, Sayı.52 (1942)
- 'Günümüzün Baş Müverrihi ve Büyük Bir Eseri', Çınaraltı, Sayı.58 (1942)
- 'Osmanlı Padişahları', Tanrıdağ, C.1, Sayı.10 (1942)
- 'Osmanlı Padişahları II', Tanrıdağ, C.1, Sayı.11 (1942)
- 'Yeni Eserler: "Adana Fethinin Destanı"', Çınaraltı, Sayı.82 (1942)
- 'Türk Milletinin Şeref Şehrahı', Kopuz, Sayı.1 (1942)
- 'Fatih Sultan Mehmet', Çınaraltı, Sayı.88 (1942)
- 'Azizim Tevetoğlu', Kopuz, Sayı.7 (1942)
- 'Türk Sazı', Türk Sazı, Sayı.1 (1942)
- 'Türkiyenin Millî Futbol Maçları', Türk Sazı, Sayı.1 (1942)
- 'Türkçülük', Orhun, Sayı.10 (1942)
- 'Türkçülere Birinci Teklif', Orhun, Sayı.10 (1942)
- 'İki Büyük Yıl Dönümü', Orhun, Sayı.10 (1942)
- (İmzasız) 'Türk Gençlerine Düşündürücü Levhalar: 1', Orhun, Sayı.10 (1942)
- ('T. Bayındırlı' imzasıyla) 'Türkiye'nin Millî Futbol Maçları', Orhun, Sayı.10 (1942)
- 'Büyük Bir Yıl Dönümü', Orhun, Sayı.10 (1942)
- 'Türkçülere İkinci Teklif', Orhun, Sayı.11 (1942)
- (İmzasız) 'Türk Gençlerine Düşündürücü Levhalar: 2. 1915 Çanakkale savaşların'ın Bilançosu', Orhun, Sayı.11 (1942)
- 'Türkiyenin Millî Atletizm Maçları', Orhun, Sayı.11 (1942)
- 'Savaş Aleyhtarlığı', Orhun, Sayı.12 (1942)
- 'İki Şanlı Yıl Dönümü', Orhun, Sayı.12 (1942)
- 'Türkçülere Üçüncü Teklif', Orhun
- (İmzasız) 'Türk Gençlerine Düşündürücü Levhalar: 3', Orhun, Sayı.12 (1942)
- ('T. Bayındırlı' imzasıyla), 'Türkiyenin Millî Kılıç Maçları', Orhun, Sayı.12 (1942)
- 'Şanlı Bir Yıl Dönümü', Orhun, Sayı.13 (1944)
- ('T. Bayındırlı' imzasıyla) 'Türkiyenin Balkanlararası Millî Güreş Maçları', Orhun, Sayı.13 (1944)
- 'Türk Kızları Nasıl Yetiştirilmeli', Orhun, Sayı.13 (1944)
- 'Türk Gençlerine Düşündürücü Levhalar: 4', Orhun, Sayı.13 (1944)
- 'Türkçülere Dördüncü Teklif', Orhun, Sayı.13 (1944)
- 'Türkçülere Beçinci Teklif', Orhun, Sayı.14 (1944)
- 'Yabancı Bayraklar Altında Ölenlere Ağıt' (Stalingrad Muharebesinde şehit düşen Türk asıllı Kızıl Ordu askerleri için yazılmıştı), Orhun, Sayı.14 (1944)
- 'Ülküler Taarruzîdir', Orhun, Sayı.14 (1944)
- 'Varsağı', Orhun, Sayı.14 (1944)
- 'Başvekil Saracoğlu Şükrü'ye Açık Mektup (20 Şubat 1944 Pazar)', Orhun, Sayı.15 (1944)
- 'Başvekil Saracoğlu Şükrü'ye İkinci Açık Mektup (21 Mart 1944, Maltepe)', Orhun, Sayı.16 (1944)[/i][/color]
Bozkurtların Ölümü: (Yazarın kaleminden önsöz kısmı)
Gökte ay bu donanma gecesinin parlaklığını bile geride bırakacak kadar olgun ışıldıyor, ortalığı gün ortasında olduğu gibi apaydın seçilecek bir hale getiriyordu. Ana caddeye açılan dar sokaklardan birisi üzerinde bulunan bu öğrenci pansiyonu tatil yüzünden çok tenha idi. Sokağa bakan seddin üzerindeki tahta sıralarda altı yedi genç ciddi yüzlerle oturuyor, herkesin gülüp eğlendiği, hiç değilse aile ocağında bulunduğu bu mutlu anda uzak yurt köşelerindeki evlerinde bulunmamanın verdiği keder, dalgın bakışlardan okunuyordu. Yemekten yeni dönmüşler, gelişi güzel sıralara ilişmişlerdi. İçlerinden bir tanesi güzel yüzlü, kumral, ince bir kızdı. Yumuşak ve sessiz duruşunda bir şiir ahengi sezilmesine rağmen fen talebesiydi. Belki de bu sebeple çok az konuşuyor, zaten tükenmiş gibi duran konuşmayı canlandırmaya teşebbüs etmiyordu. Hepsinden biraz ayrı oturan uzunca boylu, oldukça iri bir genç arkadaşlarından bir şey, biraz canlılık, biraz konuşma bekler gibi bir müddet sessiz oturup da onların konuşmadıklarını görünce ceketinin
cebinde ikiye katlanmış ve elde taşınmaktan yıpranmış bir kitap çıkararak tâ gözlerinin içine kadar sokup okumağa başladı. Bu hareketi, o andaki durumla o kadar yakışıksız düşmüştü ki gençler istemeksizin gülüştüler. İçlerinden en ufak tefek görünen ve sesi de bir tuhaf çıkanı bağırdı:
- İşte tam bir edebiyatçıya yaraşan poz! Yahu! Şu güzel tabiatı seyretmek, hiç değilse seyreder görünmek dururken insan gözlerini ziyan etmek pahasına kitap mı okur?
Edebiyatçı olduğu söylenen genç önce cevap vermeğe niyetli görünmedi. Fakat sonra umumi bir neşenin doğmak üzere olduğunu görünce bunu körüklemek isteğine kapılmış olacak ki:
- Ya sen, dedi, şu güzel tabiatı seyreder görünürken acaba kafanda neler kuruyorsun? Kim bilir kaçıncı defadır ki ihtiyar dünyayı seyretmek için göğün en yüksek noktasına kurulan aydedenin en şairane manzaralarla beraber nice biftek gibi
kanlı meydan savaşları gördüğünü, nice süngülerin kendi ışığı sayesinde nice çelik yüreklileri acımadan delişini seyrettiğini ve buna rağmen hâlâ o canlı gülümseyişini nasıl koruyabildiğinin hikmetini mi, arziyatçı beğimiz?
Tabiyeci genç hemen cevabını bastırdı:
- Bu benim değil, romancıların konusudur azizim. Ben bu en muhteşem gecede bile göğe bakarken ayın yalnız kendisini düşünürüm. Yoksa onun kocamış, buruşuk yüzündeki gülümseyişini değil. Hattâ, bir edebiyatçı muhayyelesiyle konuşayım, bu gülümseme günün birinde bir kahkahaya dönse bile beni yine ilgilendirmez. Aynı pansiyonda yaşıyan bütün öğrencilerin, en eski Türk tarihçisini kastederek hep birden “Tonyukuk” diye adlandırdıkları bir diğeri, bir tarih talebesi heyecanla atıldı: - Ya günün birinde ayın gök yüzünde üç yerde birden gözüktüğünü görürsen yine ilgilenmez misin?
Ufak yapılı genç yavaşça bu konuşana dönerek:
- “Sen akşamki pilavı fazlaca kaçırmış değilsen muhakkak ki tarihçiliği bırakıp da roman konuları kurmağa başladın. Yoksa bu saçma suali sormazdın” dedi.
Tonyukuk gülümsedi:
- Tarihçiliği bırakmadım. Ama sen de maddeciliğine rağmen kehanetler savurmağa başladın. Çünkü hakikaten bir roman yazmak üzereyim. Hem de öyle bir roman ki hayatın bizzat kendisini aksettirecek. İçinde hem romantizme, hem de realizme yer olmakla beraber bizzat hayatın akışından ayrılmayacağım ve buna olduğu kadar tarihe de sadık kalacağım. Bir roman ki size 1300 yıl öncesini yaşatacak ve birbiri ardınca sahneye çıkan kahramanlar günümüze kadar gelecek. Bir roman ki içinde yalnız bir tek kahraman bulunmayacak. Đçindeki her şahıs, tıpkı hayatta olduğu gibi başlı başına bir kahraman olacak. Romantiklerin de, realistlerin de eserlerinde daima bir tek iskelet var: Romanın kadın ve erkek iki kahramanı arasındaki aşk macerası, halbuki benim kitabımda yüzyılların akışı bulunacağı için bir tek maceraya, hele on binlerce romanda tekrar edile edile artık pek bayağılaşan, müptezel olan aşk hikâyelerine saplanıp kalmama imkân yok. Bu, yepyeni bir tip roman olacak. Başarabilirsem sana, ey aydede mütehassısı, koca bir teleskop hediye edeceğim.
O zaman kadar sessizce konuşmayı takip etmiş olan genç kız karıştı:
- İyi ya. Bu anlattıklarına göre senin romanın tamamiyle realist bir eser olacak.
Müstakbel muharrir bu sefer ona döndü:
- Hayır! Benim kitabım, realitedir diye insanların fizyolojik bütün hareketlerini en ince teferruatına kadar îmâdan, hattâ teşhirden çekinmeyen eserlerden olmayacak. Maddî hayattan ayrılmayacağım. Ama son günlerin bazı telif eserlerinde moda olduğu üzere en basit ve tabiî, fakat nezih olmayan konuları kitabıma yüklemieyeceğim. Bir psikolog
nasıl her meselenin hangi ruhî âmille işlendiğini düşünür, bir hekim nasıl bir hastalığın hangi sebeple başladığını bulmağa çalışırsa, ben de tarihle çok uğraştığım için olacak milletlerin hareket hatlarının neye dayandığını aramakla çok vakit geçirdim. Şu muhakkak ki bir milletin münevverleri de, halk tabakası da işlenmeğe çok elverişli. Bunun için de en iyi şey, yani en iyi araç eserler olabiliyor. Bir aralık Almanya’da intihar edenlerin birçoğunun cebinde Verter’in bulunduğunu bilmiyor musunuz? Bizdeki hamâsetin yüzyıllarca sürüp gitmesine de Köroğlu, Danişmend Gazi, Battal Gazi gibi ilk müellifleri meçhul kahramanlık destanları sebep olmadı mı? Ben üslupçu ve yazıcı olmadığım için bu işin ne dereceye kadar üstesinden geleceğimi bilemem. Nasıl basit bir köy hekimin sessiz çalışmaları, kimse farkına varmadan, sağlık istatistiklerinde bir yekûn tutarsa, nasıl bir piyade bölüğünün savaşı kesin sonucu hazırlayan sebepler
arasında yer alırsa, ben de eserimle milli terbiyemiz için kendimce faydalı saydığım bir hamle yapacağım. Đşte o kadar…
O zaman, az önce ayın ışığından faydalanarak okumağa çalışan genç atıldı:
- Kaç gündür şu dâhiyane klâsikleri okumaktan ve anlamağa çalışmaktan öyle bir dimağ yorgunluğuna tutuldum ki, eğer eserine başladınsa ve hele hareketli bir başlangıcı varsa, kuzum biraz anlat da kendime geleyim.B
Bu teklif oradakilerin hepsine birden hoş geldi. Halkayı biraz daha daraltarak bu düşünceye iştirak ettiklerini gösterdiler. Aydede bile iyi işitebilmek için biraz daha alçalmıştı. O sırada sanki birdenbire her şey değişti: Öğrenciler pansiyonu olan evin yerinde şimdi 1300 yıllık bir Türk çadırı vardı. Önce yapılı kız gürbüz, sağlam, çekik gözlü bir bozkır kızı olmuştu. Erkeklerin saçları uzayarak omuzlarına dökülmüş, başlarında birer börk peyda olmuştu. Ceketleri kaftan, iskarpinleri çizme haline gelmişti. Edebiyatçının elindeki klâsik eser şimdi bir kopuz, fencinin dolma kalemi bel
kemerine asılı bir bıçaktı. Hepsi çimenlere bağdaş kurmuşlar, kılıç yaralarıyla çentilmiş sert yüzlerine başka bir anlam veren ala ve yeşil gözleriyle Tonyukuk’a bakıyorlardı. Müstakbel romancı da belindeki kılıçla heybetli bir er olmuştu. Hiç nazlanmadı ve ağır bir sesle şöylece anlatmağa başladı:
Sesleniş: (Şiir)
Yalnızım, ne kadar aranıp dursam
Başucumda seni bulamıyorum.
Güneşten vazgeçip susuz olsam da
Seninle olmadan olamıyorum.
Şu yollar bilmem ki dağ mı, ova mı?
Gitsem bulur muyum kendi yuvamı?
Kuş! Yolun nereye? Bizim eve mi?
Sen gotür, ben haber salamıyorum.
Her gece orda bir yaslanan mı var?
Sessizce kirpiği ıslanan mı var?
Uzaktan bana bir seslenen mi var?
Ne diyor? Sesini alamıyorum.
Acaba yaşlı mı kara gözlerin?
İçimde bir derin yara gözlerin...
Daldı mı uzak bir yere gözlerin?
Görmüyor, bilmiyor, bilemiyorum.
Günleri sayarım, geceler iner;
Beklerim geceyi, yıldızlar söner;
Gizli bir yaram var, durmayıp kanar;
Neresi? Bulup da silemiyorum.
Ulaşsa da sana yolların ucu
Varmağa yetmiyor Atsız’ın gücü.
İçimde dururken bu kadar acı
Hala yaşıyorum, ölemiyorum. [/center]
Kaynakça olarak; http://www.wikipedia.org, yazarın Yolların Sonu ve Bozkurtların Ölümü adlı eserleri, Buğra ve Yağmur ATSIZ'ın demeçleri, röportajları kullanılmıştır, bilginize. Huzur içerisinde yatması dileğiyle, ruhun şad olsun!

- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Teşekkürler ihsan, ellerine sağlık. Ruhu şad olsun inşaallah.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
12 ARALIK 2014 - TARİHTE BUGÜN
Olaylar
1870 - Güney Carolina'lı Joseph H. Rainey, ABD kongresine seçilen ilk siyahi oldu.
1901 - İtalyan mucit Guglielmo Marconi, telsiz-telgraf sistemini geliştirdi ve İngiltere'den Atlantik aşırı ilk mesajını gönderdi.
1911 - Hindistan'ın başkenti Kalküta yerine Delhi oldu.
1936 - İngiltere Kralı VIII. Edward ABD'li Wallis Warferd Simpson ile evlenebilmek için tahttan çekildi ve böylece kendi isteğiyle tahtı bırakan ilk İngiliz hükümdarı oldu.
1941 - II. Dünya Savaşı: İngiltere Bulgaristan'a; Macaristan ve Romanya ABD'ye; Hindistan da Japonya'ya savaş ilan etti.
1956 - Japonya, Birleşmiş Milletler'e üye oldu
1963 - Kenya, İngiltere'den bağımsızlığını ilan etti.
1979 - Rodezya'nın adı Zimbabwe olarak değişti.
2000 - ABD Anayasa Mahkemesi, Florida'da oyların yeniden sayımı işlemini durdurdu ve seçimleri Cumhuriyetçi aday George W. Bush'un kazandığını açıkladı.
2000 - Etiyopya ile Eritre arasında 2 yıl süren savaşa son veren barış anlaşması Cezayir'de imzalandı.
Doğumlar
1799 - Karl Briullov, Rus ressam (ö. 1852)
1821 - Gustave Flaubert, Fransız romancı
1863 - Edvard Munch, Norveçli ressam
1915 - Frank Sinatra, ABD'li aktör ve şarkıcı
1928 - Cengiz Aytmatov, Kırgız yazar
Ölümler
1574 - II. Selim, Osmanlı padişahı (d. 1524)
1939 - Douglas Fairbanks, ABD'li aktör (d. 1883)
1963 - Yasujirō Ozu, Japon film yönetmeni (d. 1903)
2003 - Haydar Aliyev, Azeri devlet adamı (d. 1923)
2008 - Tasos Papadopulos, eski Kıbrıs Cumhuriyeti devlet başkanı ve siyasetçi (d. 1934)
Olaylar
1870 - Güney Carolina'lı Joseph H. Rainey, ABD kongresine seçilen ilk siyahi oldu.
1901 - İtalyan mucit Guglielmo Marconi, telsiz-telgraf sistemini geliştirdi ve İngiltere'den Atlantik aşırı ilk mesajını gönderdi.
1911 - Hindistan'ın başkenti Kalküta yerine Delhi oldu.
1936 - İngiltere Kralı VIII. Edward ABD'li Wallis Warferd Simpson ile evlenebilmek için tahttan çekildi ve böylece kendi isteğiyle tahtı bırakan ilk İngiliz hükümdarı oldu.
1941 - II. Dünya Savaşı: İngiltere Bulgaristan'a; Macaristan ve Romanya ABD'ye; Hindistan da Japonya'ya savaş ilan etti.
1956 - Japonya, Birleşmiş Milletler'e üye oldu
1963 - Kenya, İngiltere'den bağımsızlığını ilan etti.
1979 - Rodezya'nın adı Zimbabwe olarak değişti.
2000 - ABD Anayasa Mahkemesi, Florida'da oyların yeniden sayımı işlemini durdurdu ve seçimleri Cumhuriyetçi aday George W. Bush'un kazandığını açıkladı.
2000 - Etiyopya ile Eritre arasında 2 yıl süren savaşa son veren barış anlaşması Cezayir'de imzalandı.
Doğumlar
1799 - Karl Briullov, Rus ressam (ö. 1852)
1821 - Gustave Flaubert, Fransız romancı
1863 - Edvard Munch, Norveçli ressam
1915 - Frank Sinatra, ABD'li aktör ve şarkıcı
1928 - Cengiz Aytmatov, Kırgız yazar
Ölümler
1574 - II. Selim, Osmanlı padişahı (d. 1524)
1939 - Douglas Fairbanks, ABD'li aktör (d. 1883)
1963 - Yasujirō Ozu, Japon film yönetmeni (d. 1903)
2003 - Haydar Aliyev, Azeri devlet adamı (d. 1923)
2008 - Tasos Papadopulos, eski Kıbrıs Cumhuriyeti devlet başkanı ve siyasetçi (d. 1934)


[right]Arif YAMAN[/right]