824. sayfa (Toplam 899 sayfa)

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2014 21:21
gönderen ustax66
İzmir

İzmir (Yunanca: Σμύρνη Smırne, Latince: Smyrna), Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık üçüncü şehri.[2][3] Anadolu Yarımadası'nın batısında, Ege Bölgesi'nin ortasında yer alan ve İzmir Körfezi çevresinde bulunan şehir, her yıl İzmir Enternasyonal Fuarı'nı düzenleyen önemli bir fuar merkezi ve liman kentidir. Yüz ölçümü olarak ülkenin yirmi üçüncü büyük ilidir.[4] Batısında Ege Denizi ve Ege Adaları, güneyinde Aydın, kuzeyinde Balıkesir, doğusunda ise Manisa vardır.

İzmir'in batısında denizi, plajları ve termal merkezleriyle Çeşme Yarımadası uzanır. Antik çağların en ünlü kentleri arasında yer alan Efes, Roma’nın imparatorluk devrinde dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Tüm İyonya kültürünün zenginliklerini bünyesinde barındıran Efes, yoğun sanatsal etkinliklerle de adını duyuruyordu. Bu maksatla da bu şehre "Güzel İzmir", "Eski İzmir" ve "la Perle de l'Ionie" (İyonya'nın İncisi) deniyordu.

İzmir, yatlar ve gemilerle çevrilmiş uzun ve dar bir körfezin başında yer almaktadır. Sahil boyunca palmiye, hurma ağaçları ve geniş caddeler bulunmaktadır. İzmir Limanı, Mersin Limanı'ndan sonra Türkiye'nin en büyük limanıdır. Canlı ve kozmopolit bir şehir olan İzmir, uluslararası sanat festivalleri ve İzmir Enternasyonal Fuarı ile de önemli bir yer tutar.[kaynak belirtilmeli]

2013 TÜİK verilerine göre İzmir'in nüfusu 4.061.074'tür.

İzmir şehrinin adının nereden geldiği konusunda kanıtlanmış bir bilgi yoktur. Ancak, bir dönem Bugünkü İzmir yöresinde yaşamış Erektidler'in Amazonlarla savaşıp galip geldiği; önderleri These'nin de, Amazon kadını Smyrna ile evlenip, yöresine onun adını verdiği ve İzmir'in adının da Smyrna'dan geldiği en çok kabul edilen görüştür.

Ayrıca bölgede uzun yıllar hakimiyet kuran İyonların lehçesinde kentin adı Smurne, Atina lehçesinde ise Smryna diye yazılırdı. Helenler bu kentin adını Smirni biçiminde telaffuz etmekteydiler. Ancak Smyrna sözcüğü Yunanca değil, Ege Bölgesindeki birçok yerleşim adı gibi Anadolu kökenlidir. M.Ö 2000 başlarına ait Kayseri Kültepe yerleşiminde ele geçen bazı tablet metinlerinde Tismurna adına rastlanmaktadır. Tismurna'daki `ti' bir ön ek olup bir kişi ya da bir yer adını belirtir. Bundan da Helenler ya da Bayraklı höyüğünü mesken tutanların bu ön eki atıp kente Smurna demişlerdir. Kentin adı olasılıkla M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1800 yılları arasında da Smurnu olarak anılıyordu.

“İzmir” kelimesi Eski İyon Lehçesi'nde Smyrne, Atina Lehçesi'nde ise Smyrna diye yazılırdı. Bugünkü Hellenler bu kentin adını Zmirni biçiminde telaffuz etmekte, son yıllarda Antik Efes kenti civarında da bu adla anılan bir köy yerleşimi izlerine rastlanmıştır. Olasılıkla İzmir'den Efes'e giden bir kraliçenin adını yerleştikleri köye de koydukları düşünülmektedir ki bununla ilgili bilgilere eski kaynaklarda da rastlanmaktadır.

Eski İzmir kenti (Smyrna), körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir adacık üzerinde kurulmuştu. Son yüzyıllar boyunca Meles Çayı'nın ve bugünkü Yamanlar Dağı'ndan gelen sellerin getirdikleri mil ile bugünkü Bornova ovası oluştu ve yarım adacık, bir tepe hâline dönüştü.

Şimdi Tepekule adını taşıyan bu höyüğün üzerinde TEKEL Müdürlüğü'nün İzmir Şarap ve Bira Fabrikası'na ait numune bağı bulunmaktadır. 1955'ten beri yoğun gecekondu bölgesi olan bu çevrede İzmir'deki ilk yerleşim yeri olarak tespit edilen İzmir Höyüğü bulunur. Buradaki ilk kazılarda Türk Tarih Kurumu ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü"nün katkıları büyük olmuştur.

Batı Anadolu kıyılarındaki ilk yerleşimler -ki bunlar Troya Savaşlarından sonra kurulan Aiol, İyon ve Dor kökenlidir- genelde küçük yarımadalar üzerinde kurulmuştur. Bunlar, Pitanes (Çandarlı), Phokaia (Foça), Smyrna (İzmir), Klazomenai (Kilizman), Milet ve İasos gibi yerleşimlerdir. Böylece yarımada yerleşikleri hem iki limana sahiptiler, hem de karadenizden gelecek saldırılara karşı güvence içindeydiler. Elverişsiz havalarda limanlardan biri uygun olmadığı takdirde gemiciler diğer limanı kullanma şansına sahiplerdi. Bayraklı Höyüğü, körfezin kuzeydoğu köşesinde, kuzeyine sarp kayalı Yamanlar Dağı'nı da alarak karadan gelecek saldırılara karşı rahat bir konumdaydı. Güneyi imbata açıktı. Eski İzmir yerleşimi yaklaşık 3000 yıl boyunca bu yarımada üzerinde ver aldı. MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısında büyük nüfus artışı yüzünden bugünkü Kadifekale (Pagos) eteklerine taşındı.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2014 21:26
gönderen ustax66
Portekiz

Portekiz ya da resmî adıyla Portekiz Cumhuriyeti (Portekizce: República Portuguesa) Avrupa’nın güneybatısında İber Yarımadası üzerinde yer alan, Avrupa Kıtası'nın en batısındaki ülkedir. Portekiz kuzeyden ve doğudan İspanya ile, güneyden ve batıdan da Atlas Okyanusu ile çevrilidir. Atlas Okyanusu’nun kuzey yarımküredeki bölümünde bulunan Azorlar ve Madeira takımadaları özerk yönetimleriyle birlikte Portekiz’in birer parçasıdır.

Geçen 3.100 yıl boyunca Portekiz toprakları, ülkenin kültürünü, tarihini, dilini ve etnik yapısını etkileyen ve içlerinde Fenikeliler, Yunanlar, Romalılar, Cermenler, ve Endülüs Emevileri’nin de bulunduğu çeşitli medeniyetlerin geçişine tanık olmuştur. 5. yüzyılda Portekiz ülkesi Douro Nehri’nin ağzındaki Portu (günümüzdeki Porto şehri) ile Cale (günümüzdeki Vila Nova de Gaia) şehirlerine istinaden Latince Terra Portucalis diye anılıyordu. 1093 yılında Kastilya ve Leon kralı VI. Alfonso, krallığının güneybatısındaki toprakları Henrique de Borgonha’ya vererek Portus Cale Kontluğu ‘nu kurdu. Comes Portucalensis denen bu kontluk sonraki yıllarda bağımsız bir krallığın doğuşuna sahne olmuştur. 15. ve 16. yüzyıllarda Brezilya’dan Filipinler’e uzanan Portekiz İmparatorluğu dünyanın önde gelen ekonomik, politik ve kültürel güçlerinden biriydi. 20. yüzyılda imparatorluğun sona ermesiyle birlikte Portekiz Avrupa’ya dönmüştür ve günümüzde dengeli demokratik yapısıyla Avrupa Birliği’nin bir parçasını oluşturmaktadır.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2014 21:31
gönderen ustax66
İspanya

İspanya (İspanyolca: Bu ses hakkında España (yardım·bilgi), /esˈpaɲa/) ya da resmî adıyla İspanya Krallığı (İspanyolca: Reino de España) Avrupa'nın güneybatısında, İber Yarımadası'nda yer alan bir Akdeniz ülkesidir. Güneyde ve doğuda Akdeniz'e, kuzeyde ise Atlantik Okyanusu'na kıyısı vardır. Batıda Portekiz, kuzeyde Fransa, Andorra ve güneyde Birleşik Krallık'a bağlı Cebelitarık ile komşudur. İspanya toprakları ayrıca Akdeniz'de Balear Adaları, Atlantik Okyanusu'nda Kanarya Adaları'nı ve Kuzey Afrika'da Ceuta ve Melilla adlı iki özerk şehri kapsar. 504.712 km2'lik alanıyla İspanya, Fransa'dan sonra Batı Avrupa'daki ikinci büyük ülkedir. 650 metrelik ortalama yüksekliği ile de İsviçre'den sonra Avrupa'daki ikinci yüksek ülkedir.

İspanya parlamenter demokrasi şeklinde örgütlenmiş bir anayasal monarşi rejimi ile yönetilir. 1986'dan beri Avrupa Birliği'nin 1982'den beri NATO'nun bir üyesidir.

MÖ 1100 yıllarında Fenikeliler, İspanya topraklarında ilk yerleşim merkezlerini kurmaya başladılar. Onları Keltler ve Yunanlar takip etti. İspanya daha sonra Kartacalıların egemenliğine girdi. MÖ 202 yılında Romalılar Kartacalıları İberik Yarımadası'ndan attılar. Roma İmparatorluğu bu tarihten itibaren İspanya'da birliği sağladı ve zamanla Hıristiyanlığı burada kabul ettirdi.

Milattan Sonra 5. yüzyılda İspanya, Germen kabilelerinin saldırılarına hedef oldu. Sırayla Alanlar, Suevler ve Vandalların ardından Vizigotlar İspanya'ya hâkim oldu. Vizigotların hâkimiyeti uzun sürdü ve Hıristiyanlığı kabul eden Vizigotlar, İspanya'da Hıristiyanlığın yayılmasını sağladı.

711'de Afrika'dan gelen Müslümanlar, 8. asırdan 10. asra kadar kuzeydeki birkaç bölge dışında İspanya'ya hâkim oldular ve burada Endülüs medeniyetini kurdular. On birinci yüzyılda bu ülkenin iç karışıklıklarından faydalanan Hıristiyanlar kuzeyden başlayarak yarımadayı tekrar ele geçirmeye başladı. 1276 yılında Müslümanların elinde yalnızca güneydeki Granada kalmıştı. 1469'da Aragon ve Kastilya Krallıkları tek bir krallık altında birleşerek güçlü bir devlet kurdular.

1492'de Müslümanların son kalesi Granada Krallığı yıkıldı. Aynı yıl Kristof Kolomb İspanyol hükümdarının maddi desteğiyle Amerika'yı keşfettiği ünlü gezisine çıktı. Bu yolculuk, İspanya'nın dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmasına yol açtı.İspanyol askerler, onları hediyelerle karşılayan yerlilere köleleştirme, işkence, soykırım yaşattılar. Kristof Kolomb'un yakın bir arkadaşının çocuğu olan ve yerlilere yapılan zulümlere tanık olan Bartolome de Las Casas, 1542 tarihli Kızılderililer Nasıl Yok edildi? isimli kitabında şunları yazmaktadır : "Amerika yerlilerinin Hristiyanlara karşı giriştikleri savaşta haklı olduklarına yüzde yüz eminim.Öte yandan Hıristiyanlar onlarla tek bir haklı savaş yapmadı.Tam tersine savaşları dünyadaki hiçbir zorbanın olamadığı kadar şeytansı ve haksızdı."

1588 yılında İspanyol Armada'nın İngiliz donanmasına yenilmesini takip eden taht ve din kavgaları sonunda İspanya zayıflayarak çökmeye başladı. 1640'ta Portekiz'i, 1714'te ise Avrupa'daki bazı topraklarını ve Cebelitarık'ı kaybetti. On dokuzuncu yüzyılın başlarında İspanyolların Amerika'daki bütün sömürgeleri bağımsızlıklarını kazandı.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2014 21:36
gönderen ustax66
Dünyanın ilk sinema salonu

Bundan 106 yıl önce, 1 Aralık günü, Paris'teki Montmartre Bulvarı üzerinde, sadece film gösterimleri için kullanılmak üzere dünyanın ilk sinema salonu açıldı. Omnia Pathe adındaki sinemada ilk film olarak da Louis J. Gasnier'in yönettiği Le Pendu gösterildi. Peki daha önce film gösterimleri için açılan sinema salonları yok muydu derseniz; vardı elbet. Ama onlar, başka amaçlarla kullanılırken, sinemanın gittikçe ilgi görmesi üzerine sinema salonuna çevrilen mekanlardı. Zaten mekanların sinema salonu olarak inşa edilmesinin yaygınlaşması da 1910'lardan sonra başlıyor. Omnia Pathe gibi yerinde yeller esen, adını sadece kitaplarda okuduğumuz, birkaç fotoğrafına ulaşılabilen binlerce sinema, tarihin tozlu sayfaları arasında yer aldı. Kimi ülkelerse eski sinemaları kültürel varlık olarak kabul edip koruyup kolluyor.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2014 21:38
gönderen ustax66
Paris

Paris, Fransa'nın başkenti ve Île-de-France bölgesinin merkezidir. Sen Nehri'nin üzerine, Paris Havzası'nın ortasına kurulmuştur. Paris'te ikamet edenlere Parisien(ne) diye hitap edilir. Tüm dünyada anıtları, sanatsal ve kültürel yaşamı ile bilinen Paris, aynı zamanda dünya tarihinde önemli bir şehir olmakla birlikte, başlıca ekonomik ve politik merkezler arasında yer almakta ve uluslararası taşımacılığın geçiş noktalarından birini oluşturmaktadır. Moda ve lüksün dünya başkenti olan Paris, "Işık Şehir" (Ville Lumière) diye de anılmaktadır.

Paris şehrinin özlü sözü Latince "Fluctuat nec mergitur" yani "Sallanır ama batmaz" (Fransızca: « Il est battu par les flots sans être submergé »). Şehrin armasındaki "Scilicet" yani gemiyi anlatmak için kullanılır. Bu gemi Ortaçağ'da şehri yöneten güçlü "Gemiciler" (Nautes) ya da "Su tüccarları"nın kurduğu birliği sembolize eder. Şehrin koruyucusu, 5. yüzyılda Attila'yı şehri yıkmaması için ikna ettiğine inanılan Azize Geneviève'dir.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2014 21:40
gönderen ustax66
Ford Motor Company

Paris, Fransa'nın başkenti ve Île-de-France bölgesinin merkezidir. Sen Nehri'nin üzerine, Paris Havzası'nın ortasına kurulmuştur. Paris'te ikamet edenlere Parisien(ne) diye hitap edilir. Tüm dünyada anıtları, sanatsal ve kültürel yaşamı ile bilinen Paris, aynı zamanda dünya tarihinde önemli bir şehir olmakla birlikte, başlıca ekonomik ve politik merkezler arasında yer almakta ve uluslararası taşımacılığın geçiş noktalarından birini oluşturmaktadır. Moda ve lüksün dünya başkenti olan Paris, "Işık Şehir" (Ville Lumière) diye de anılmaktadır.

Paris şehrinin özlü sözü Latince "Fluctuat nec mergitur" yani "Sallanır ama batmaz" (Fransızca: « Il est battu par les flots sans être submergé »). Şehrin armasındaki "Scilicet" yani gemiyi anlatmak için kullanılır. Bu gemi Ortaçağ'da şehri yöneten güçlü "Gemiciler" (Nautes) ya da "Su tüccarları"nın kurduğu birliği sembolize eder. Şehrin koruyucusu, 5. yüzyılda Attila'yı şehri yıkmaması için ikna ettiğine inanılan Azize Geneviève'dir.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2014 21:50
gönderen ustax66
Ford Motor Company

Ford Motor Company, Henry Ford tarafından Highland Park, Michigan, ABD'de 16 Haziran 1903 tarihinde kuruldu. Şu anda merkezi Dearborn, Michigan'dadır.

Michigan'da dünyada ilk otomobil üretimine adım atan, otomotiv sektörü liderlerinden Ford Motor Company, 6 kıtada, 200 pazarda araç üretip, dağıtmaktadır. Dünya genelinde yaklaşık 246.000 çalışanı ve 110 fabrikası vardır. 2007 yılı cirosu 172,455 Milyar dolardır Ford Motor Company’nin ana ve bağlı otomotiv markaları Aston Martin, Ford, Lincoln ve Mercury’dir. Otomotivle ilgili hizmet kuruluşları Ford Motor Credit Company ve Hertz’i de kapsamaktadır. Ford Jaguar ve Land Rover'i 2008 yılında bir Hint şirketi olan Tata'ya, Volvo'yu ise 2009 yılında bir Çin şirketi olan Geeley'e satmıştır.

Ford oldukça yüksek sayıda üretime geçerken; endüstrinin de genel anlamda gelişmesinde büyük rol oynadı. Ford, Eli Whitney'nin düşüncelerini kullanarak değişebilir parçaları kullanıyordu. Böylelikle, arabalar daha düşük masraflarda üretilebiliyor ve yenilenebiliyordu.

12 kişinin 28.000 dolar yatırım yaparak kurduğu Ford günümüzde en fazla otomobil satan markalardan biri konumundadir. Henry Ford'un şirket ve fabrika çalışanlarına da otomobil sahibi olabilme olanağı sunarak geliştirdiği Ford Model T 1908 yılında piyasaya sunulmuştur. Henry Ford'un seri üretim metodunu bulmasının üretim hızını arttırması ve maliyetleri düşürmesiyle beraber 1913 yılında 12.5 saat olan şasi üretimi süresi 2 saat 40 dakikaya düşmüştür. Bunun yanı sıra Ford, aynı dönem içerisinde çalışanlarının maaşlarını 2 katına çıkararak günlük 9 saatlik çalışma sürelerini de 8 saate düşürmüştür. Rakip şirketler bunu kapitalizme uygun görmese de yıl sonunda Ford Amerika'daki tüm arabaların %50'sini üretiyordu. 1918 yılında ise, ülkedeki arabaların yarısı Model T olmuştu. Bunun yanı sıra, bu modelin fabrika çıkış renginin siyah olmasının sebebi de siyah boyanın en hızlı kuruyan boya olmasıydı. 1927 yılında Model T yerini Ford Model A'ya bıraktı.

I. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Amerika'daki Büyük Buhran döneminde ise, Amerika'daki tüm şirketlerde olduğu gibi Ford da bir çöküntü yaşadı ve birçok fabrikasını kapatmak zorunda kaldı. II. Dünya Savaşı döneminde tank üreterek şirket ayakta kalmaya çabalarken, savaş sonrasında Ford tekrar eski günlerine dönmeye başladı.

1955 yılında halka açılan Ford, sonraki yıllarda Kanada, Meksika, İngiltere, Almanya, Brezilya, Arjantin, Avustralya, Güney Afrika ve Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede fabrikalar açtı. Türkiye'deki ortaklığı %51 The Ford Motor Company, %49'u Otosan A.Ş olarak başladı. 3 Ekim 1997 tarihinde imzalanan bir anlaşma ile Ford ve Otosan hisselerini eşitledi. Böylece Otosan A.Ş. yeni ismiyle Ford Otomotiv Sanayi A.Ş., yani Ford Otosan ortaya çıkmış oldu.

1997 yılında ortaklık eşitlenmesinden sonra Ford Avrupa'nın, ekonomik bulmadığı için askıya aldığı bir proje, Türkiye'nin üretim kabiliyeti ve ekonomik koşulları nedeniyle Türkiye'ye aktarıldı. Bu projenin gerçekleştirilebilmesi için 150.000 adetlik bir kapasiteye ihtiyaç vardı ve İstanbul fabrikası bunun için uygun değildi. Böylece yeni bir yer arayışına başlandı. Birkaç alternatif yer değerlendirildi, sonunda Gölcük'te deniz yoluna açık bir arsa bulundu.

Ulaşılan bu seviye ile Ford Otosan Kocaeli Fabrikası, Avrupa Ford Fabrikaları arasında denetçiler tarafından 2002, 2003, 2004 ve 2005 yıllarında "Best Plant In The World" olarak adlandırıldı ve en iyi notu elde edip birinci oldu.

Bir dönem Ferrari'yi satın alan Ford, Enzo Ferrari'nin yarış takımını, Ford'un yönetmesini istememesiyle bu anlaşmayı bozdu. Bunun peşinden gelen büyük bir rekabet; Ford'un GT40 modeli ile Ferrari'yi yenmesiyle sona erdi. Bunun ardından bu efsane model hem yarışlardan, hem de üretimden çekildi.

Ford'un merkezi günümüzde Dearborn, Michigan, ABD'de bulunmaktadır. Bünyesinde Mercury, Lincoln'u da bulunduran Ford ayrıca Mazda'ya da ortaktır. Bunun yanı sıra ABD'nin en büyük araba kiralama şirketlerinden biri olan Hertz'in de sahibidir.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2014 21:54
gönderen ustax66
Türk kadını

ATATÜRK DİYOR Kİ!
Türk Kadını ve Hakları
Büyük atalarımız ve onların anaları, tarihin, olayların tanıklığıyla sabittir ki, cidden yüksek faziletler göstermişlerdir. Burada birçok noktalardan sayabileceğimiz o faziletlerin en büyüğü ve en ehemmiyetlisi kıymetli evlâtlar yetiştirmeleriydi. Şunu söylemek istiyorum ki, kadınlarımızın umumî vazifelerde üzerlerine düşen hisselerden başka kendileri için en ehemmiyetli, en hayırlı, en faziletli bir vazifeleri de iyi anne olmaktır. Bugünün anaları için gerekli özellikler taşıyan evlât yetiştirmek, evlâtlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak, pek çok yüksek özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmağa mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, S. 151-52)
Bizce: Türkiye Cumhuriyet anlamınca kadın, bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün de en muhterem mevkide, her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir mevcudiyettir. (Perihan Naci Eldeniz, T.T.K. Belleten, Cilt: XX, Sayı: 80, 1956, S. 740)
Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasının talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şey, erkek ve kadının beraber olarak ilim ve bilgiyi kazanmasıdır. Kadın ve erkek bu ilim ve bilgiyi kazanmasıdır. Kadın ve erkek bu ilim ve bilgiyi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla donanmak mecburiyetindedir. İslâm ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki, bugün kendimizi bir türlü kayıtlarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim ve bilgi yönünden ve diğer hususlarda erkeklerden asla geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir.
1923 (Atatürk'ün S.D. II, S. 86)
Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır siklette değil; ahlâkta, fazilette ağır, ağırbaşlı bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk'ü zihniyetiyle, bazusiyle, azmiyle koruma ve müdafaaya gücü yeter nesiller yetiştirmektir. Milletin kaynağı, sosyal hayatın esası olan kadın, ancak faziletli olursa vazifesini yapabilir. Herhalde kadın çok yüksek olmalıdır. 1925 (Atatürk'ün S.D. II, S. 231)
Türkiye Cumhuriyetinin esas düşüncesi, kadınları değil, erkekleri dahi, savaş meydanına götürmemektir. Fakat Türk Milleti'nin yüksek varlığına, herhangi taraftan olursa olsun, ilişildiği zaman, işte o vakit Türk kadınları Türk erkeklerinin bulunduğu yerde hazır ve gözleyici ve faal olacaklardır. Bu, insanlığın yüksek huzuru, sükûnu ve dünya insanlığı için lâzım bir ödev olduğundandır ki, Türk kadını bunu yapacaktır ve yapagelmektedir ve yapar. (Perihan Naci Eldeniz, T.T.K. Belleten, Cilt: XX, Sayı: 80, 1956, S. 742)
Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik kusurdan doğmaktadır. İnsanlar dünyaya alnında yazılı olduğu kadar yaşamak için gelmişlerdir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bu sebeple bir toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer organı işlemezse o toplum felcolmuştur. Bir toplumun hayat çalışması ve muvaffak olması için çalışmanın ve muvaffak olabilmenin bağlı olduğu bütün sebep ve şartları benimsemesi gerekir. Bundan ötürü bizim toplumumuz için ilim ve teknik gerekli ise bunları aynı derecede hem erkek, hem de kadınlarımızın edinmeleri lâzımdır. Malûmdur ki, her safhada olduğu gibi sosyal hayatta dahi iş bölümü vardır. Bu umumî iş bölümü arasında kadınlar kendilerine ait olan vazifeleri yapacakları gibi aynı zamanda sosyal topluluğun refahı, saadeti için gerekli gündelik çalışmaya dahil olacaklardır.
Kadının en büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yerin, ana kucağı olduğu düşünülürse bu vazifenin ehemmiyeti lâyıkiyle anlaşılır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya karar vermiştir. Bugünün gereçlerinden biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir. Bu sebeple kadınlarımız da âlim ve teknik bilgi sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün tahsil derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı ve koruyucusu olacaklardır. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, S. 85-86)
Arkadaşlar, Türk milleti çok büyük vak'alarla ispat etti ki, yenilik sever ve inkılâpçı bir millettir. Son senelerden önce de milletimiz yenileşme yolları üzerinde yürümeğe, sosyal inkılâba teşebbüs etmemiş değildir. Fakat hakikî neticeler görülemedi. Bunun sebebini araştırdınız mı? Bence sebep işe esasından, temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu hususta açık söyleyeceğim: Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Kaabil midir ki bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerine müsamaha edelim de kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki bir topluluğun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok yükselme adımları, dediğim gibi, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol alınmak gerektir. Böyle olursa inkılâp muvaffak olur. 1925 (Atatürk'ün B.N., S. 95)
Ey kahraman Türk kadını, sen omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın.
Anaların bugünkü evlâtlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlât yetiştirmek, evlâtlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa.
İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin. Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?
Dünyada hiçbir milletin kadını, "Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim" diyemez.
Kadınlarımız haddizatında içtimaî hayatta erkeklerimizle her vakit yanyana yaşadılar. Bugün değil, eskiden beri, uzun zamandan beri kadınlarımız erkeklerle başabaş mücadele hayatında, ziraat hayatında, geçim temininde erkeklerimizden yarım adım geri kalmayarak yürüdüler.
Belki erkeklerimiz memleketi istilâ eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüs germekle düşman karışsında buldular. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun zayıf kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Memleketin var olması imkânını hazırlayan kadınlarımız olmuştur ve kadınlarımız olmaktadır.
Kimse inkâr edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin hayat kabiliyetini tutan hep kadınlarımızdır.
Çift süren, tarlayı eken, ormandan odun ve keresteyi getiren, mahsulleri pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısı ile kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ilâhi Anadolu kadınları olmuştur.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2014 21:58
gönderen ustax66
Papua Yeni Gine

Papua Yeni Gine, Avustralya kıtasında bulunan bağımsız bir devlettir. Yeni Gine adasının doğu kısmını ve civar adaların bir kısmını kapsar. Yeni Gine adasının batı kısmı ise Endonezya'ya bağlıdır.

Papua Yeni Gine, Güneybatı Pasifik’te, Avustralya kıtasının kuzeyinde ve ekvatorun güneyinde, 0°-10° güney enlemleri ve 130°-150° doğu boylamları arasında, Yeni Gine Adasının doğu yarısı, Bismarck Adaları ve birçok bitişik ada gruplarını içine alan bağımsız bir ülkedir. Batısında Endonezya, güneyinde Avustralya bulunur.

Bölgede yaşayan ilk insanların kimler olduğu hakkında bilgiler kesin değildir. Bu adalar topluluğunda hayâtın 10.000 yıl evvel başladığı kabul edilir. Arkeologların çalışmalarına ve elde edilen târihî kayıtlara göre bölgenin bilinen ilk insanları kuzeyden gelen Malenezyalılar ile Papua yerli dilini kullanan ada yerlileridir. Daha sonra Asya ve Endonezya’dan göçler yapılmıştır.

Bölgeye Avrupalıların ilk gelişleri 15. yüzyıla rastlar. 1526 yılında Portekizli Jorge de Meneses Yeni Gine Adasına gelen ilk Avrupalıdır. Meneses Adanın kuzey kıyılarına Malay dilinde “kıvırcık saçlı” anlamına gelen “Ilhas dos Popuas” adını verdi. 1545 yılında bölgenin insanlarının, Afrika Gine’si Kıyısı insanlarına çok benzediğini görerek, adanın ismini Yeni Gine olarak değiştirdi. Bundan sonra bölgeye sırasıyla, İspanyollar, İskoçlar, İngilizler ve Fransızlar geldi.

1884 yılında İngilizler adanın güney yarısını ve Almanlar kuzey kıyılarını işgal etti. Daha sonra bu bölgeler Birinci Dünyâ Harbinin tesiriyle, Avustralya’ya bırakılmak zorunda kaldı. 1920 yılında Milletler Cemiyeti adayı manda altına soktu. İkinci Dünyâ Harbi esnâsında kuzey kıyıları Japonya işgali altına girdi. Yeni Gine seferi (1942-1945) İkinci Dünya Savaşı'nın en önemli askeri seferlerinden biriydi. Yaklaşık 216,000 Japon, Avustralya ve ABD askeri, denizcileri ve havacıları, Yeni Gine seferi sırasında öldü. Japonların yenilmesinden sonra bölge, 1949’da Milletler Cemiyeti tarafından Avustralya idâresine verildi. Daha sonra 1973’te kendi kendini yönetme hakkını elde etti. Papua Yeni Gine nihâyet 1975’te bağımsız oldu. Michael T.Somare ülkenin ilk başkanı olarak 1988’e kadar görevde kaldı. 1988 seçimlerini kazanan Rabbie Namalin, 1992’ye kadar başbakanlık vazifesine devam etti. 1992 seçimlerini kazanan Paias Wingti yeni hükûmeti kurdu.

Papua Yeni Gine, Yeni Gine Adasının doğu kısmı, Bismarck Takımadaları ve diğer birçok alçak mercan adalarından ibârettir. Yüzölçümü yaklaşık olarak 462.840 km2dir. Ülkenin büyük bir bölümü İrian Jaya’ya kadar uzanan dağ silsilesiyle örtülüdür. Bölgede Vitiaz Boğazı boyunca Bismarck Takımadasına kadar volkanik bir dağ grubu vardır. Bunlardan güneydoğuda kalan Lamington Dağı 1951’de çok şiddetli bir püskürme ve patlama göstermiştir. En yüksek bölge 4509 m’lik Wilhelm Dağıdır. Ülkenin başlıca nehirleri; Fly, Kikori, Purari, Sepik, Ramu ve Murkham’dır. Papua Yeni Gine’yi meydana getiren belli başlı volkanik olmayan adalar ise şöyle: D’Entrecasteaux Grubu, Louisrade Takımadası, Trobriand Adaları ve Woodlark’tır. Bunlardan başka Yeni İrlanda, Yeni İngiltere, Manu ve Bougahville volkanik olan adalarıdır. Diğer küçük adalar umûmiyetle mercan resiflerinden (kayalık, döküntü) ve mercan adalarından (atol) meydana gelmiştir.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 01 Ara 2014 22:06
gönderen ustax66
Dünya Sağlık Örgütü

Dünya Sağlık Örgütü (İngilizce: World Health Organization - WHO), Birleşmiş Milletler'e bağlı olan ve toplum sağlığıyla ilgili uluslararası çalışmalar yapan örgüt.

1945 yılında ABD’nin San Francisco kentinde toplanan Birleşmiş Milletler Konferansı, bu dönemde bütün halkların sağlığının, dünyada barış ve güvenliğin sağlanması açısından temel önem arz ettiğini kabul ederek Çin ve Brezilya’lı delegelerin bir "Uluslararası Sağlık Örgütü" kurulması amacıyla toplantı düzenlenmesi oybirliğiyle kabul edilmiştir.

Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik ve Sosyal Konseyi, söz konusu toplantının hazırlanması için Belçika’lı Prof.Dr. Rene Sard başkanlığında 15 kişilik bir teknik komite oluşturmuştur. Teknik komite kısa bir süre içinde toplantının gündemini saptamış, kurulacak uluslararası sağlık örgütü için Anayasa taslağını hazırlamış ve alınması gereken kararları belirlemiştir.

19-22 Temmuz 1946 tarihlerinde New York’da düzenlenen Uluslararası Sağlık Konferansı’nda BM’e üye 51 ülkenin temsilcisi ile Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), OIHP (Merkezi Paris’te bulunan Uluslararası Halk Sağlığı Bürosu), PAHO, Kızılhaç, Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu ve Rockefeller Vakfı temsilcileri Dünya Sağlık Örgütü anayasasını oluşturmuşlardır.

DSÖ Anayasası 22 Temmuz 1946 tarihinde 61 ülkenin temsilcisi tarafından imzalanmıştır. DSÖ Anayasası en az 26 üye ülke tarafından resmen kabulu ile yürürlüğe girecektir. Bu süre içerisinde DSÖ işlevlerini yerine getirecek bir Ara Komisyon seçilmiştir. Bu Ara Komisyon iki yıl süreyle DSÖ’nün görevlerini yürütmüştür.Yugoslav Prof. Dr. Andrija Stampar başkanlığındaki Ara Komisyon tüm çalışmalarını tamamlamış ve 26 üye ülkenin onayı 7 Nisan 1948’de gerçekleşmiştir.

DSÖ Anayasası’nın yürürlüğe girdiği 7 Nisan her yıl "Dünya Sağlık Günü" olarak kutlanmaya başlanmıştır.

Prof. Stampar başkanlığındaki Ara Komisyon DSÖ Genel Kurulu’nun 24 Haziran 1948 tarihinde toplanması için tüm hazırlıklarını tamamladı ve Genel Kurul bir aylık çalışması için İsviçre’nin Cenevre kentinde BM Sarayında 48 ülkenin temsilcileri ile toplandı. Genel Kurul (Asamble) bir aylık çalışmasını tamamladığında üye sayısı 55’e çıkmıştır. Asamble sırasında DSÖ Genel Direktörlüğüne Kanada’lı Dr. Brock Chisholm seçilmiş, DSÖ’nün yıllık programı, personeli ve bütçesi onaylanmış, İcrâ (Yönetim) Kurulu’nu oluşturan 18 üye belirlenmiştir.

İlk Asamble’de ayrıca, bölgesel örgütlenme de tartışılmış ve oluşturulan Komisyonun yaptığı çalışma sonucu Bölge Ofisi kurulması kararlaştırılmıştır.
Bölge Ofis’lerinin başlıca amaçlarından biri de DSÖ ile Ulusal Hükümetler arasında etkin bir ilişkinin sağlanmasıdır.
DSÖ’ne, Mayıs 2000 itibariyle 191 ülke üyedir ve 2 ülke de ortak üye durumundadır.

Örgütün amaçları vardır ve bu amaçları yerine getirmek için uygulanan görevler bunlardır,
Sağlık alanında uluslararası nitelik taşıyan çalışmalarda yönetici ve koordinatör makam sıfatıyla hareket etmek.
BM, İhtisas Kuruluşları, sağlık idareleri, meslek grupları ve keza uygun görülecek diğer örgütlerle fiili bir işbirliği kurmak ve sürdürmek.
Hükümetlere, istek üzerine, sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi için yardım yapmak.
Uygun teknik yardım yapmak ve acil durumlarda, hükümetlerin istekleri ya da kabulleri ile gereken yardımı yapmak.
BM’in isteği üzerine, manda altındaki ülkeler halkı gibi özelliği olan topluluklara sağlık hizmetleri götürmek ve acil yardımlar yapmak ya da bunların sağlanmasına yardım etmek.
Epidemiyoloji ve istatistik hizmetleri de dahil olmak üzere gerekli görülecek idari ve teknik hizmetleri kurmak ve sürdürmek.
Epidemik, andemik vb. hastalıkların ortadan kaldırılması yolundaki çalışmaları teşvik etmek ve geliştirmek.
Gerektiğinde diğer İhtisas Kuruluşları ile işbirliği yaparak kazalardan doğan zararları önleyebilecek önlemlerin alınmasını teşvik etmek.
Gerektiğinde diğer İhtisas Kuruluşları ile işbirliği yaparak, beslenme, mesken, eğlence, ekonomik ve çalışma koşullarının ve çevre sağlığı ile ilgili diğer bütün unsurların iyileştirilmesini kolaylaştırmak.
Sağlığın geliştirilmesine katkıda bulunan bilim ve meslek grupları arasında işbirliğini kolaylaştırmak.
Uluslararası sağlık sorunlarına ilişkin sözleşmeler, anlaşmalar ve tüzükler teklif etmek, tavsiyelerde bulunmak ve bunlardan dolayı Örgüt’e düşebilecek ve amacına uygun görevleri yerine getirmek.
Ana ve çocuk sağlığı ve refahı lehindeki hareketleri geliştirmek, ana ve çocuğun tam bir değişme halinde bulunan bir çevre ile uyumlu halde yaşamaya olan kaabiliyetlerini arttırmak.
Ruh sağlığı alanında özellikle insanlar arasında uyumlu ilişkilerin kurulmasına ilişkin her türlü faaliyetleri kolaylaştırmak.
Sağlık alanında araştırmaları teşvik ve rehberlik etmek.
Sağlık, tıp ve yardımcı personelin öğretim ve yetiştirilme normlarının iyileştirilmesini kolaylaştırmak.
Gerekirse diğer ihtisas kuruluşları ile işbirliği yaparak kamu sağlığı, hastane hizmetleriyle sosyal güvenlik de dahil koruyucu ve tedavi edici tıbbi bakıma ilişkin idari ve sosyal teknikleri incelemek ve tanıtmak.
Sağlık alanında her türlü bilgi sağlamak, tavsiyelerde bulunmak ve yardımlar yapmak.
Sağlık bakımından aydınlatılmış bir kamuoyu oluşumuna yardım etmek.
Hastalıkların, ölüm nedenlerinin kamu sağlığı uygulama metotlarının uluslararası nomanklatürlerini tayin etmek ve ihtiyaca göre yeniden gözden geçirmek.
Teşhis yöntemlerini gerektiği kadar standart hale getirmek.
Yiyeceklere, biyolojik, farmasötik ve benzeri ürünlere ilişkin uluslararası normlar geliştirmek, kurmak ve bunların kabülünü teşvik etmek.
Genel olarak Örgüt’ün amacına ulaşmak için gereken her önlemi almak.