793. sayfa (Toplam 899 sayfa)

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 09 Kas 2014 18:19
gönderen BilgeTonyukuk
Selamun aleyküm ahali;

Kasım - Aralık dönemi artırıcılarımız için aidatlarımız toplanmış, her üyenin tek tek fikri sorularak oy çokluğu ile istenilen ürünler loncamıza yüklenmiştir. Oylama sonucunda
1 Aylık Lokman Şans Artırıcı (%60) ve 1 Aylık Sarraf Şans Artırıcı (%60) ürünlerinin yüklenmesine karar verilmiştir. Ve bu ay alınması zorunlu kılınan 1 Aylık Lonca Puanı ve EXP arttırıcı (%50) ürünü de loncamıza yüklenmiştir. Madenden vazgeçmeyen ve ısrarla maden artırıcı isteyen üyelerimize bol şanslar diliyorum, çantanızın saf madenlerle dolmasını umut ederek, yüklenen 3 ürünü güle güle kullanmanızı diliyorum. Sevgilerimle. :)

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 10 Kas 2014 19:18
gönderen ustax66
BilgeTonyukuk yazdı:Selamun aleyküm ahali;

Kasım - Aralık dönemi artırıcılarımız için aidatlarımız toplanmış, her üyenin tek tek fikri sorularak oy çokluğu ile istenilen ürünler loncamıza yüklenmiştir. Oylama sonucunda
1 Aylık Lokman Şans Artırıcı (%60) ve 1 Aylık Sarraf Şans Artırıcı (%60) ürünlerinin yüklenmesine karar verilmiştir. Ve bu ay alınması zorunlu kılınan 1 Aylık Lonca Puanı ve EXP arttırıcı (%50) ürünü de loncamıza yüklenmiştir. Madenden vazgeçmeyen ve ısrarla maden artırıcı isteyen üyelerimize bol şanslar diliyorum, çantanızın saf madenlerle dolmasını umut ederek, yüklenen 3 ürünü güle güle kullanmanızı diliyorum. Sevgilerimle. :)
Aleykümselam kardeşim İhsan.

Yükselticiler hayırlı olsun. Pekiyi ben usta ile holde takılsam lonca puanına katkım iyi olurmu, örümcekler iyi puan verirmi yada hidrada akrepmi kessem. Hanginin puanı daha yüksek olur?

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 10 Kas 2014 19:20
gönderen ustax66
10KASIM - TARİHTE BUGÜN

Olaylar
1444 - Varna Savaşı
1924 - Halk Fırkası'nın adı Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirildi.
1938 - Kristal Gece: Berlin'de 7 bin Yahudi dükkânı yağmalandı, yüzlerce sinagog ateşe verildi, çok sayıda Yahudi öldürüldü.
1938 - Kurtuluş Savaşı'nın önderi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye saati ile 9:05'te Dolmabahçe Sarayı'nda, 57 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Türkiye'de ulusal yas ilan edildi.
1944 - Müttefikler, Arnavutluk'ta Enver Hoca liderliğindeki hükûmeti tanıdı.
1953 - Atatürk'ün Etnografya Müzesi'nde bulunan naaşı, düzenlenen törenle Anıtkabir'e nakledildi.
1961 - Stalingrad'ın ismi Volgagrad olarak değiştirildi.
1965 - Çin Kültür Devrimi başladı.
1970 - Dünya dışında bir zeminde uzaktan kumanda ile hareket ettirilen ilk robot olan ay aracı Lunokhod 1 Sovyetler Birliği'nce fırlatıldı.
1989 - Bulgaristan devlet başkanı Todor Jivkov istifa etmek zorunda kaldı.

Doğumlar
1483 - Martin Luther, Protestan reformunun lideri (ö. 1546)
1759 - Friedrich von Schiller, Alman yazar (ö. 1805)
1927 - Vedat Ali Dalokay, Türk politikacı, eski Ankara belediye başkanı
1932 - Necmettin Hacıeminoğlu, Türk dil bilimci, yazar (ö.1996)
1949 - Mustafa Denizli, Türk futbol antrenörü

Ölümler
1938 - Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı (d. 1881)
1981 - Abel Gance, Fransız yönetmen, oyuncu, yazar (d. 1889)
1982 - Leonid Brejnev, Sovyetler Birliği lideri (d. 1906)
1984 - Emin Kalafat, eski bakan (d. 1902)
2001 - Ken Kesey, ABD'li yazar (d. 1935)

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 10 Kas 2014 19:25
gönderen ustax66
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi. Atatürk'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.
Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti. 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu., Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.
1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.
Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı. Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir.
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyahatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı.
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.
Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'I işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır:
Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı.
Çukurova, Gaziantep, Kahramanmaraş Şanlıurfa savunmaları (1919- 1921)
I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)
Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922)
Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu.
Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihandabarış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı.
Atatürk Türkiye'yi "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi devrim yaptı.

Bu devrimleri beş başlık altında toplayabiliriz:
1. Siyasal Devrimler:
Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
2. Toplumsal Devrimler
Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934)
Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925)
Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)
Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934)
Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)
Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü (1925-1931)
3. Hukuk Devrimi :
Mecellenin kaldırılması (1924-1937)
Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937)
4. Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler:
Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)
Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)
Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)
Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)
Güzel sanatlarda yenilikler
5. Ekonomi Alanında Devrimler:
Aşârın kaldırılması
Çiftçinin özendirilmesi
Örnek çiftliklerin kurulması
Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması
I. ve II. Kalkınma Planları'nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması
Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi.
Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.
15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.
Atatürk özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı.
1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kızkardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı.Fransızca ve Almanca biliyordu.

ATATÜRK'ÜN SON YILLARI VE ÖLÜMÜ

Atatürk'ün ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı. 1938 yılı başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak hastalandı. Buradaki tedavi olumlu sonuç verdi. Fakat tamamen iyileşmeden Ankara'ya yaptığı yorucu yolculuk, hastalığının artmasına sebep oldu. Bu tarihlerde Hatay sorununun gündemde olması da onu yormaktaydı. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve Adana'ya geziye çıktı. Kızgın güneş altında askerî birliklerimizi teftiş edip tatbikat yaptıran Atatürk, çok yorgun düştü. Ülkü edindiği millî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saydı. Güney seyahati hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs'ta Ankara'ya döndükten sonra tedavi ve istirahat için İstanbul'a gitti. Doktorlar tarafından, siroz hastalığı teşhisi kondu.
Deniz havası iyi geldiği için, Savarona Yatı'nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. 4 Temmuz 1938'de Hatay Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi Atatürk'ü çok sevindirip moralini düzeltti. Temmuz sonlarına kadar Savarona'da kalan Atatürk'ün hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Fakat hastalığı durmadan ilerliyordu. O'nun hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla ilgili haberleri heyecanla takip ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini diliyordu. Hastalığının ciddiyetini kavrayarak 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı. Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu. Fakat, çok arzuladığı hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü törenlerine katılamadı.
29 Ekim 1938'de kahraman Türk Ordusu'na yolladığı mesaj, Başbakan Celâl Bayar tarafından okundu. "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!" sözü ile Türk Ordusu'nun önemini belirtmiştir. Yine aynı mesajda "Türk vatanının ve Türk'lük camiasının şan ve şerefini, dahilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır" diyerek Türk Ordusu'na olan güvenini belirtmiştir.
Atatürk 1 Kasım 1938'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış töreninde de bulunamadı. Hazırladığı açılış nutkunu Başbakan Celâl Bayar okudu. Atatürk bu nutkunda ülkenin imarı, sağlık hizmetleri ve ekonomi konularındaki faaliyetleri açıkladı. Bundan başka eğitim ve kültür konularına da temas edip gençliğin millî şuurlu ve modern kültürlü olarak yetişmesi için İstanbul Üniversitesi'nin geliştirilmesi, Ankara Üniversitesi'nin tamamlanması ve Van Gölü civarında bir üniversitenin kurulması için çalışmaların yapıldığını belirtti. Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarının çalışmalarından duyduğu memnuniyeti açıkladı. Ayrıca Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için Beden Terbiyesi Kanunu'nun uygulamaya konulmasından duyduğu memnuniyeti belirtti. Atatürk, ölümüne kadar memleket meselelerinden bir an olsun uzak kalmamıştı.
Atatürk'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün memleketi tekrar derin bir üzüntü kapladı. Her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak, kurtarılması için gösterilen çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu. Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için değişmez kanun, hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı. Bu kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü. Büyük, küçük bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere temsilciler göndererek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı duydukları derin saygıyı belirten mesajlar gönderdiler. 16 Kasım günü Atatürk'ün tabutu, Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonunda katafalka konuldu.
Üç gün üç gece, gözü yaşlı bir insan seli ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etti. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan tabut, top arabasına konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında Gülhane Parkı'na götürüldü. Buradan bir torpido ile Yavuz zırhlısına nakledildi. Büyük Ada açıklarına kadar, donanmamız ve törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin eşlik ettiği Yavuz zırhlısı cenazeyi İzmit'e getirdi. Burada Yavuz zırhlısından alınan cenaze, özel bir trene kondu. Atalarına son saygı görevlerini yapmak üzere toplanan halkın kalbinde derin bir üzüntü bırakarak Ankara'ya getirilmek üzere hareket edildi.
Atatürk'ün vefatı üzerine cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ile ordu ve devlet ileri gelenleri tarafından karşılanan cenaze, Türkiye Büyük Mîllet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu. Ankara halkı da onun cenazesi önünden saygıyla geçerek son görevini yaptı. 21 Kasım 1938 Pazartesi günü, sivil ve askerî yöneticiler ile yabancı devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on binlerce insanın katıldığı büyük bir tören yapıldı. Daha sonra Atatürk'ün tabutu katafalkta alınarak. Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre kondu. Türk milleti daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan topraklan ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 10 Kas 2014 19:38
gönderen ustax66
VARNA MUHAREBESİ

II. Murat, Papa IV. Eugenius'un ön ayak olmasıyla oluşturulan Haçlı ordusu ile Niş Muharebesi ve sonrasında Izladi' de yapılan savaşların ardından 1444 yılının yaz aylarında Edirne-Segedin Antlaşması'nı imzalamıştı. Bu antlaşma 10 yıl sürelik bir barış dönemini öngörüyordu. Antlaşmanın imzası kısa bir süre sonra şehzade Alaüddin'in av sırasında attan düşerek ölmesi nedeniyle II. Murat tahtı 12 yaşındaki oğlu şehzade Mehmet'e bırakarak Manisa'ya çekilmişti. Ancak Edirne-Segedin Antlaşması'nın koşullarından hoşnut kalmayan Papalık, Kardinal Julian Cesarini vasıtasıyla Macar kralını ikna ve kutsal kitaba el basılarak antlaşmanın bozulması için çalıştı. Müşriklere karşı yapılan yeminin hükmü olmayacağını beyan ile antlaşmayı bozdurdu ve Krallık meclisi Türklerle tekrar muharebeye karar verdi. Sonbaharda harekata başlayan müttefikler Orşova' dan Tuna nehrini geçip Vidin' e geldiler ve şehri yaktıktan sonra Niğbolu' da Eflak voyvodası Vlad II Dracul' un kuvvetleriyle birleşerek Şumnu üzerine hareket ettiler. Şumnu' ya geldikten sonra şehri aldılar ve Pravadı yoluyla Varna önüne geldiler.

Haçlıların sınırı geçtiği haberi alınınca vezir-i azam ve diğer devlet adamlarının tavsiyelerine uyan 12 yaşındaki II.Mehmet babası Murat'a ordunun başına tekrar geçmesi için mektup yazmıştır. Bu mektupta yazan bir kısım şudur."Baba,eğer ki padişah sen isen ordunun başına geç, eğer padişah ben isem sana emrediyorum gel ve ordularının başına geç" yazmıştır. II. Murat önce tahta geri dönmeye isteksizdi. Tahtta oturan 12 yaşındaki II. Mehmed'in yaşından beklenmeyecek bir üslupta babasını ordularının başına geçmeye davet eden mektubu ve Vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa’nın çağrısı üzerine, II. Murat askerleri ile beraber Manisa’dan İstanbul boğazına doğru hareket etti. Oradan, asker başına birer duka altın vererek; Ceneviz gemileriyle Rumeli'ye geçti. Oğlu II. Mehmet ve Vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa'yı, Edirne’de bırakarak Varna’ya doğru Haçlı ordularını karşılamak üzere hareket etti.

Savaşın gelişmesi
Osmanlı ve Haçlı orduları bugünkü Bulgaristan'ın Varna kenti yakınlarında karşılaştılar. Osmanlı ordusunun sağ kolunu Anadolu Beylerbeyi Karaca Paşa ve sol kolunu Rumeli Beylerbeyi Hadım Şehabeddin Paşa kumanda ediyorlardı. II. Murat, kaide üzere merkezde yeniçerilerle beraber yerini almıştı. Ordunun gerisi tahkim edilmediğinden sarılma tehlikesi vardı. Merkezde yeniçerilerin önünde kazıklarla muhafaza edilmiş hendek bulunuyordu. Padişah'ın bulunduğu cephenin önüne Edirne-Segedin Antlaşması'nın metni asılıydı. Haçlılar'ın sol kanadı Varna bataklıklarıyla muhafaza altına alınmış ve sağ kanadı ise açık ovaya ve şehre doğru bakıyor olup, Macar kuvvetleri tamamen sağ kanada toplanmıştı.

Muharebe başlar başlamaz János Hunyadi Osmanlı ordusunun Karaca Paşa kumandasındaki sağ koluna hücum ederek bu kolu geri çekilmeye zorladı. Sol kanada yüklenen Eflak kuvvetleri ise bu kanadı bozdular ve hatta yandan padişahın bulunduğu ordu merkezine doğru yürüdüyseler de püskürtüldüler. Ordunun gerisinin tahkim edilmemesinden dolayı bu kısım tehdit edildi. Sağ ve sol kollar dağılmış olduklarından ordu merkezinde yalnız padişah, mahiyeti ve kapıkulu kuvvetleri kalmıştı.

Osmanlı ordusunun sağ ve sol kollarının bozulduğunu gören Macar kralı, János Hunyadi' nin uyarılarını dinlemeyerek Leh kuvvetleriyle birlikte Ormanlı ordusunun merkezine ve padişahın üzerine hücum ederek sancakların bulunduğu yere kadar geldi. Yeniçeriler şiddetle müdafaada bulundular ve merkezden içeriye giren düşman kuvvetlerini çevirdiler. Bu sırada Timurtaş adlı yeniçeri kralın atının ayağına balta ile vurarak atı ve kralı yere düşürdü. Kralın düştüğünü gören yayabaşı Koca Hızır derhal koşarak kralın başını kesti ve bir mızrak ucuna takarak yüksek sesle bağırmaya başlayınca Leh kuvvetleri bozulup kaçmaya başladılar.

Bu sırada Osmanlıların sol kanadını çevirmekte olan János Hunyadi süratle yetişerek vaziyeti düzeltmeye ve kralın ölüsünü almaya ve "biz kral için değil dinimiz için savaşmaya geldik" diye askeri cesaretlendirmeye çalıştı ve hattâ bir iki hamle daha yaptıysa da kralın katlini duyan Türk kuvvetlerinin dönerek kuvvetin arttığını görmesi üzerine kendi kuvvetini toplamaya muvaffak olamamış ve kralın katli duyularak haçlı ordusunda genel bir panik meydana gelmiştir. Bunun üzerine János Hunyadi'de Leh kuvvetlerinden kurtulanları alarak kaçmış ve Sultan Murat'ın muharebe meydanını terk etmemesi bu büyük başarının elde edilmesine sebep olmuştur.

Savaşta Anadolu Beylerbeyi Karaca Paşa şehit düşmüştür. Haçlı ordusundan ise Kral I. Ulászló ile Edirne-Segedin Antlaşması'nın bozulmasında birinci derecede etkili olan Kardinal Julian Cesarini ölmüştür.

Savaşın sonuçları
Varna Muharebesinin yapıldığı yerde savaşta ölen kral Ulászló'nun onuruna yapılmış anıt
Varna Muharebesinden sonra ismini kurtarmak isteyen János Hunyadi tekrar ordularını toplayarak, kendisine katılmak istemeyen Sırbistan’ı işgal edip Tuna’yı geçecek ve Kosova Meydan Muharebesinde Osmanlı ordusu ile tekrar karşılaşacaktı.

Mora ve Bulgaristan Osmanlı Devleti`ne bağlandı. Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki otoritesi artmaya başladı.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 10 Kas 2014 19:46
gönderen ustax66
HALK FIRKASI

Halk Fırkası’nın Kuruluşu (Cumhuriyet Halk Partisi)
Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanıp büyük bir zafer kazanılması üzerine Büyük Millet Meclisi ilk amacına ulaşmıştı. Ancak Meclisin içinde ve dışında değişik gruplar arasında tartışmalar ve muhalefet sona ermemiş, aksine artma eğilimi göstermiştir. Meclis içinde varolan muhalefet yapısına, İstanbul’da da bazı İttihatçılar ve basında katılmaya başlamıştı.
Mustafa Kemal Paşa’nın parti kurma yolundaki teşebbüsü her şeyden önce, meclis içerisinde giderek artan muhalefeti denetimi altına almak, hatta yapılacak yeni seçimlerle, bir muhalefeti tasviye ederek Meclise hakim olmak isteğinden kaynaklanmaktadır. Gittikçe artan ve Lozan barış görüşmelerinde şiddetlenen muhalefet meclisi iş yapamaz duruma sokmaktaydı. Tıpkı 10 Mayıs 1921’de Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu nasıl kurmuşsa, şimdi de doğrudan doğruya bir siyasi parti kurma yolunu seçiyordu.
Parti kurma düşüncesinin bazı kesimlerce muhalefetle karşılaşması üzerine Mustafa Kemal Paşa 35 gün sürecek olan bir yurt gezisine çıkarak parti kurmanın gerekliliğini halka anlatmak, aynı zamanda nabız yoklamak yolunu seçmiştir.
Mustafa Kemal Paşa yurt gezisini tamamlayıp Ankara’ya dönüşünden bir hafta sonra Meclise 1 Nisan 1923 tarihinde seçimlerin yenilenmesine dair 120 imzalı bir önerge sunulmuş ve teklif aynı gün oybirliği ile kabul edilmişti. Meclisin seçimlerin yenilenmesi yolunda karar almasından sonra harekete geçen Mustafa Kemal Paşa bir yandan “Dokuz Umde”yi içine alan bir seçim beyannamesi yayınlamış, diğer yandan da bütün Anadolu ve Rumeli ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Teşkilatlarına bir genelge göndererek seçimlere hazırlanmasını istemiştir.
Seçim kararının alınmasından sonra, 8 Nisan 1923’te Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi sıfatıyla, Meclisteki Birinci Grup’un yani Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grupu’nun Halk Fırkası’na dönüştürüleceğini açıklayan 9 Umde bildirisini yayınlamıştı.

Dokuz Umde:
Bildirinin giriş kısmında “milletten aldığı mutlak yetkiyle oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi birinci döneminin üstlendiği ödevlerin önemli bir bölümünü yerine getirerek, oy birliği ile yeni seçim kararı verdiği belirtilmekte, önümüzdeki dönemde barış gerçekleşince ekonomik kalkınma yolunda çalışılacağı açıklanmaktadır. Meclis çoğunğluğunu bu amaç çevresinde toplayarak ülkede siyasi örgütlenme yaratmak için, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu halk Fırkasına dönüşecektir. Yeni fırkanın ayrıntılı ve düzenli bir proğramı hazırlanarak üyelerin tartışmasına sunulacaktır. şimdilik İktisat Kongresi’nin sonuçları da göz önüne alınarak şu ilkeler tespit edilmiştir:
1- Millî hâkimiyet esasına bağlılık
2- Saltanatın kaldırılması kararının değişmezliği, Türkiye Büyük Millet Meclisine dayanan Halifeliğin Müslümanlararası yüksek bir makam olduğu,
3- İç güvenlik ve asayişin sağlanması
4- Mahkemelerin hızlı işlemesi. Yeni kanunların çıkartılması.
5- Alınacak ekonomik ve toplumsal önlemler şunlar oalacaktır:
a) Aşarın sakıncalarının düzeltilmesi
b) Tütün tarım ve ticaretinin desteklenmesi
c) Tarım, Endüstri ve Ticaret kredilrinin sağlanması
d) Ziraat Bankası’nın sermayesinin artırılması
e) Tarım makinelerinin geliştirilmesi
f) Endüstrinin teşviki
g) Demiryolları yapımının hızlandırılması
h) İlkokullarda öğretimin birleştirilmesi ve bütün okulların geliştirilmesi
ı) Genel sağlık ve toplumsal yardımlaşmanın sağlanması
i) Orman, madencilik ve hayvancılığın geliştirilmesi
6. Zorunlu askerlik süresinin kısaltılması, okuryazarlığa göre, daha azaltılması. Orduda görevli kişilerin güvenliklerinin sağlanması
7. Yedek subaylara, malul gazilere, emeklilere, dul ve yetimlere yardım yapılması.
8. Bürokrasinin düzeltilmesi, aydınlardan kamu görevlerinde yararlanılması.
9. Bayındırlık işleri için ortaklıklar kurulmasının sağlanması, kişisel girişimlerin kollanması.

İkinci Grup’un aday göstermeyerek seçimlere katılmadığı 1923 seçimlerini ülkenin her yerinde bir iki istisna dışında Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin üyeleri kazanmışlardı.
Mustafa Kemal Paşa, 7 Ağustos’ta partiye mensup milletvekilleriyle bir toplantı yaptı. Bu toplantı “Halk Fırkası” isimli ilk toplantıdır. 9 Eylül’e kadar devam eden toplantıların sonucunda fırka tüzüğü kabul edilerek, fırka reisliği ve idare heyeti seçimleri yapılmıştır.
Mustafa Kemal Paşa Halk Fırkası’nın ilk reisliğine, Kütahya milletvekili Recep (Peker) Bey de “katibi umumiliğe (Genel Sekreter)” seçilmiştir. 9 Eylül’de Halk Fırkası resmen kurulmamakla birlikte işlerlik kazanmıştı. Partinin resmen kuruluşu ise 20 Kasım 1923’de İçişleri Bakanlığına yapılan müracaatla olmuştu. Yine bu tarihte müdafaaği hukuk cemiyetlerine gönderilen bir tamimle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin partiye dönüştüğünü ve bütün cemiyetlerin partiye intisap ettiği belirtilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk siyasi partisi olma özelliğine sahip olan Halk Fırkası, Atatürk’ün Nutuk’ta belirttiği gibi; “partinin adına. daha sonra “cumhuriyet” kelimesi eklenmiş ve “Cumhuriyet Halk Partisi” adı verilmiştir.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 10 Kas 2014 20:05
gönderen ustax66
ENVER HOCA

16.10.1908 yılında Ergir ( Gjirokastër okunuşu: Cirokaster ) ‘de dünyaya gelmiştir. Ailesi hakkında net bir bilgi bulunmasa da; bazı kaynaklara göre bir eczacı, bazılarına göre bir çiftlik sahibinin oğlu, kimi kaynaklara göre ise maliye memurunun oğludur. İçine doğduğu ülke oldukça sancılı günler geçirmektedir. Geçen zaman her şeyi daha kötüye götürmekten başka bir şey yapmıyordu. Enver Hoca ‘da bütün bu olanları görmeye başladığında 16 yaşındaydı. 1924 yılında demokratik harekete katıldı. Bu yıllarda ülkenin başında Ahmet Zogo vardı ve halk memnuniyetsizliğini dile getirmekten çekinmiyordu. Memnuniyetsizliğini dile getirenlerden biri de Enver Hoca ‘ydı. Korça Lisesinde okumakta olan Enver Hoca o tarihte düzenlenen bir mitinge katılmış ve bunun sonucunda tutuklanmıştı. Tutukluluk süresi kısa sürmüş ve Enver Hoca, Korça Lisesinde ki eğitimini 1930 yılında tamamlayarak aldığı bir bursla Fransa ‘ya gitti. Fransa ‘da da mücadelesini sürdürmek adına çeşitli yayın kuruluşlarına yazılar gönderdi. Yazılarının yayınlanması Arnavutluk yönetiminin hoşuna gitmemişti ve dolayısıyla bursunun kesilmesine sebep oldu. Enver Hoca ‘da bunun üzerine Belçika ‘ya giderek eğitimine burada devam etti. Eğitimi sırasında Arnavutluk ‘un Brüksel konsolosluğunda da görev alan Enver Hoca hem okuyup hem de çalışıyordu. Ancak muhalif tavrı nedeniyle burada da uzun süre barınamayan Enver Hoca Arnavutluğa geri dönmek zorunda kaldı. Bir rivayete göre Arnavutluk ‘a döndükten sonra bir tütün dükkanı açtı. Dükkan solcu grupların toplantı noktası haline geldi.

08.11.1941 yılına kadar aktif olarak siyasi ve politik çevrelere karışmayan Enver Hoca; bu tarihe gelindiğinde 4 farklı komünist hücreden oluşan Arnavutluk Komünist Partisinin kurulmasında ön ayak oldu. Ardından partinin başkanlığına geçti. Artık Enver Hoca mücadeleye aktif olarak katılmış ve gerekenleri yapmaya başlamıştı. 1943 yılının temmuzunda Arnavutluk Kurtuluş Hareketinin öncülüğünü de üstlendi. Alman işgal güçleri geri çekildikten sonra 11.01.1945 ‘te Halk Cephesi Hükümeti ‘ni kurdu. Bir yıl sonra Arnavutluk Halk Cumhutiyet ‘ini ilan ederek. Hem parti hem de devlet yönetimini kendi adı altında birleştirdi.

14.03.1946 yılında yeni kurulan cumhuriyetin anayasası kabul edildi. Böylece Sovyet yardımı olmadan kurulan ilk ve tek Sosyalist rejim olarak tarihe geçti. Cumhuriyet kurulduğunda ilk ve o dönemde en önemli meselesi toprak bütünlüğünün tanınması ve Paris Barış Konferansının toplanmasıydı. Arnavutluk için Kuzey Epir meselesi en büyük sorundu. Enver Hoca bu sorundan dolayı konferansa bizzat katılmış ve cesurca bir konuşmayla Arnavutluğu temsil etmiştir. “Arnavutluk’un toprak bütünlüğünü tehdit eden bu meselenin bu konferansa getirilmesi doğru değildir. Sayı itibariyle küçük ve fakat ortak davaya yaptığı hizmet ve fedakarlıklar bakımından büyük olan Arnavutluk, buraya kendi sınırlarını tartışmak için gelmemiştir. Aksine kendi hak ve taleplerini dile getirmek için gelmiş bulunmaktadır. Milli topraklarımızdan yabancılara verilecek tek karış toprağımız yoktur. Bilakis komşularımızdan alacaklıyız biz! Topraklarımıza dokunulmasına asla müsade etmeyeceğiz…” Bu konuşma Arnavutluk ‘un ne kadar kararlı olduğunun açık bir göstergesiydi.

Enver Hoca aslında, istediğini gerçekleştirmiş ve muhtemel düşmanlarına istediği gözdağını vermiştir. Dış politikada sorunlar olduğu gibi iç politikada da Enver Hoca büyük sorunlarla karşı karşıyaydı. Enver Hoca tamamen bağımsız bir devlet hayali peşindeyken bazı çevreler Yugoslavya ile birleşmeyi planlıyordu. Tam da bu sırada Şans Enver Hoca ‘nın yanında yer almış ve SSCB ve Yugoslavya ‘nın arası açılmıştı. Yugoslavya ‘yla birleşme hayali kuranlar bu gelişme üzerine geri adım atmaktan başka çare bulamamışlardı. Enver Hoca Stalin ile gayet iyi ilişkiler içindeyde. Bu durum parti içinde ki Tito ‘cuların tasfiyesine sebep oldu. Enver Hoca Tito ‘cu olduğunda şüphelendiği içişleri bakanı Kotsi Dzodze ‘yi gizli bir duruşma sonrası 1948 ‘de idam ettirdi. Enver Hoca ülke çıkarları için mi yoksa iktidar sevdasından mı yapıyor bilinmez ama geçen günler artık onu sosyalist bir cumhuriyetçilikten, diktatörlüğe doğru götürüyordu.

Enver Hoca Sovyet örneğine uygun olarak ülkesinde bir toprak reform gerçekleştirdi ve Komünist partiyi devletin resmi parti haline getirdi. Bu jestlerinden ötürü SSCB Arnavutluk ‘a ekonomik yardımda bulunmaya başladı. Enver Hoca ‘nın en büyük hayallerinden biri Arnavutluk ‘un kendi kendine yeten bir ülke olmasıydı. Bunun için ülkesini bütün dış etkilere kapatan Enver Hoca bu konu da çalışmalara başladı. Şimdi de Arnavutluk ‘un bu süreçten nasıl etkilendiğine bir göz atalım. Savaş öncesinde Arnavutluk’ta ortalama bir insan ömrü sadece 38 yıl iken bu rakam 1970’’li yıllara gelindiğinde 66 yıla ulaşmıştır.

Bir başka ilginç gelişmeler dizisi ise: Devlet yardımlarıyla ve kredilerle, 185.000 kat ve ev inşa edilmiştir. Petrol üretimi %80, bakır üretimi ise %200 oranında artmıştır.(bu durum krom, kömür vb. için de geçerlidir.) Buğday üretimi 2 misline, mısır üretimi ise 2,2 misline ulaşmıştır. Sanayisel gelişmeleri paralel olarak eğitim ve kültür alanında ki gelişmeler takip etmiştir. Birazda onları inceleyecek olursak:
Yüksek öğrenim görmüş uzman sayısı 4245’ten (1960 verilerine göre) 14.000’e ulaşmıştır.

Eğitim alanında da bir çok gelişmeler olmuştur. Sekiz yıllık eğitim köylerde dahi tam olarak uygulanmıştır. Öğretmen sayısı 1700 (kuruluşta) 23.000’e ulaşmıştır.1938 yılına bakıldığında 17 sinema, 5 kütüphane, 2 müze ve yaklaşık 180.000 kitap mevcuttu. Bu sayılar 1968 yılına gelindiğinde bir hayli yükselmiştir: 1750 kültür evi, bir çok sinema (köylere hatta tarım kooperatiflerine varıncaya dek), sadece bir yayınevinde(Mihal Duri) yaklaşık 7 milyon kitap mevcuttu.
Bunlar Enver Hoca ‘nın Arnavutluk ‘a kattıklarıydı. Bu gelişmeler devam ederken dış politikada dengeler değişmeye başamıştı. Takvimler 1953 ‘ü gösterdiğinde Stalin gözlerini bu dünyaya kapatmış yerine Nikita Kruşçev gelmişti. Stalin ‘le kurduğu dostluğu Kruşçev ile kuramayan Enver Hoca ülkesi ve SSCB ‘nin arasının açılmasını da engelleyemedi. SSCB artık Arnavutluk sempatisinden ziyade Yugoslavya ‘ya yakınlaşmaktaydı. Bu durum Arnavutluk ve SSCB ‘nin arasının açılmasına neden oldu. Gitgide iyice gerilen ilişkiler en sonunda tamamen koptu. BU gelişmeyi Envver Hoca ‘nın Çin ‘ yakınlaşma hamlesi ve temizlik hareketi izledi. 1960 eylülünde Moskova ‘ya sadık bütün partilileri siyaset ve devlet işlerinden uzaklaştırıyor ve her geçen gün kendini putlaştırıyordu.
1961 yılına girildiğinde artık Arnavutluk SSCb ‘den hiç bir destek almıyor bunun yerini Çin ile dolduruyordu. Ama geçen yıllar gösterdi ki Çin Komünist Partisi lideri Mao Zedung, Stalin kadar iyi bir yol gösterici değildi. Bu da Enver Hoca ile Mao ‘nun aralarının açılmasına sebep oldu. Bu ayrılık tarihi tekerrürür gibiydi SSCB ayrılığına benzer bir Çin ayrılığı yaşayan Enver Hoca partide ki bütün Mao ‘cuları partiden uzaklaştırmıştı.

Geçen günler Enver Hoca ‘nın giderek dikdatör olmasının yolunu hazırlar gibiydi. 13.11.1967 yılında Arnavutluk ‘u dünyanın ilk ateist ülkesi ilan ederek dinsel baskılardan kurtulmayı amaçlıyor, 1974 yılına gelindiğinde Enver Hoca sadece söylentilerden yola çıkarak darbeden şüphelendiği ordunun üst düzey subaylarının çoğunu idam ettirerek liderliğini daha da garantiye alma yolları arıyordu. İktidar sarhoşluğunda giderek hırçınlaşan Enver Hoca 1982 yılına gelindiğinde eski destekçilerini kaybetmiş doğal afetler yüzünden hasatlar kötüye gitmiş ve Arnavutluk b,r nev, gardını düşürmeye zorlanmıştı. Lakin Enver Hoca Batıyla kurulacak en ufak bir ilişkiyi bile zaaf olarak değerlendirmekteydi bu sebeple görüşmeyi bile reddediyordu.

Hoca Batıyla ilişkiler konusunda uzun yıllar başbakanlığını yapan Mehmed Şehu ‘nun tutumundan hoşnutsuzdu. Şehu ‘ya göre Batıyla görüşmenin bir sakıncası yoktu ve globalleşmek gerekiyordu. 17.11.1981 yılına gelindiğinde Enver Hoca Mehmed Şehu ‘nun intihar ettiğini açıklayarak Şehu sempatizanlarını tutuklattı. Şehu ‘dan sonra Enver Hoca yerine görüşleri örtüşen Ramzi Alia ‘yı getirdi. Şeker hastası olan Enver Hoca 1984 ‘te beyin kanaması geçirdi. bir yıl sonra 74 yaşında Tiran ‘da gözlerini hayata kapadı.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 10 Kas 2014 20:13
gönderen ustax66
ANITKABİR

Anıtkabir, Türk Kurtuluş Savaşı'nın ve inkılaplarının önderi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün, Ankara Anıttepe'de (eski adıyla Rasattepe) bulunan anıt mezarıdır. Ayrıca dördüncü cumhurbaşkanı Cemal Gürsel de 1966 yılında devrim şehitleri bölümüne defnedilmiştir (6 Kasım 1981 tarihli Devlet Mezarlığı Kanunu 1.madde 2.fıkra gereğince, 27 Ağustos 1988'de çıkartıldı). 1973'den beri İsmet İnönü'nün kabri de Anıtkabir'dedir.

Anıtkabir'in yapımında, beton üzerine dış kaplama malzemesi olarak kolay işlenebilen gözenekli, çeşitli renklerde traverten, mozole içi kaplamalarında ise mermer kullanılmıştır.

Heykel grupları, aslan heykelleri ve mozole kolonlarında kullanılan beyaz travertenler Kayseri Pınarbaşı ilçesi'nden, kulenin iç duvarlarında kullanılan beyaz travertenler ise Polatlı ve Malıköy'den getirilmiştir. Kayseri Boğazköprü mevkiinden getirilen siyah ve kırmızı travertenler tören meydanı ve kulelerin zemin döşemelerinde, Karabük Eskipazar'dan getirilen sarı travertenler zafer kabartmaları, şeref holü dış, duvarları ve tören meydanını çevreleyen kolonların yapımında kullanılmıştır.

Şeref holünün zemininde kullanılan krem, kırmızı ve siyah mermerler Çanakkale, Hatay ve Adana'dan, şeref holü iç yan duvarlarında kullanılan kaplan postu Afyon'dan, yeşil renk mermer Bilecik'ten getirilmiştir. 40 ton ağırlığındaki yekpare lâhit taşı Osmaniye'den, lahitin yan duvarlarını kaplayan beyaz mermer ise Afyon'dan getirilmiştir.

Anıtkabir'in genel mimarisi Türk mimarlığında 1940-1950 yılları arasındaki "II. Ulusal Mimarlık Dönemi" olarak adlandırılan dönemin özelliklerini yansıtır. Bu dönemde daha çok anıtsal yönü ağır basan, simetriye önem veren, kesme taş malzemenin kullanıldığı binalar yapılmıştır, Anıtkabir de bu özelliklere uymaktadır. İlk projede mozole iki katlı olara tasarlanmış, ancak ekonomik nedenlerle ikinci katın yapımından vazgeçilmiştir.

Bu dönem özellikleri ile birlikte Anıtkabir'de Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerine ve süsleme öğelerine sıkça rastlanır, örneğin dış cephelerde, duvarların çatı ile birleştiği yerde kuleleri dört yandan saran Selçuklu taş işçiliğinde testere dişi olarak adlandırılan bordür bulunmaktadır. Ayrıca Anıtkabir'in bazı yerlerinde (Mehmetçik Kulesi, Müze Müdürlüğü) kullanılan çarkıfelek ve rozet denilen taş süslemeler Selçuklu ve Osmanlı sanatında da göze çarpmaktadır.

Bütün bu özellikleriyle yapıldığı dönemin en iyi mimari örneklerinden biri olan Anıtkabir yaklaşık 750.000 m² lik bir alanı kaplamakta olup, Barış Parkı ve Anıt Bloku olarak iki kısma ayrılır.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 10 Kas 2014 20:24
gönderen ustax66
KÜLTÜR DEVRİMİ

Büyük Proleter Kültür Devrimi, ya da daha genel olarak bilinen adıyla Kültür Devrimi, Çin'de 1966 - 1976 yılları arasında yaşanan sosyo-politik bir hareket. Dönemin Çin Komünist Partisi Genel Başkanı Mao Zedung tarafından başlatılan bu hareketin amacı Çin toplumundan kapitalist, geleneksel ve kültürel unsurları temizleyerek ülkedeki komünizmi güçlendirmek ve parti içerisinde Maocu ortodoksiyi yerleşik kılmaktı. Bu devrim, 1957-1960 yılları arasında uygulanan İleriye Doğru Büyük Sıçrama stratejisinin büyük başarısızlığından sonra Mao'nun ülke içerisinde tekrar güçlenişine işaret ediyordu.

Kültür Devrimi 1966 Mayısında başladı. Mao'ya göre burjuva unsurlar devletin ve toplumun içerisine sızarak ülkeye kapitalizmi getirmeyi hedefliyorlardı. Mao bu "revizyonistler"in kuvvetli bir sınıf mücadelesi ile bertaraf edilmesi gerektiğini söylüyordu. Mao'nun bu çağrısı Çinli gençler arasında yankı buldu ve bütün ülkede Kızıl Muhafız grupları oluşturuldu. Hareket ordu, şehirli işçiler ve Komünist Parti önderliği arasında yayıldı. Toplumun her kesiminde yaygın fraksiyon mücadeleleri yaşandı.

Bu dönemde, üst parti yönetiminde çok sayıda kıdemli yönetici "kapitalist yol"a yönelmekle suçlanarak tasfiye edildi ve Mao kültü inanılmaz boyutlara ulaştı. Bütün ülkede yaşanan şiddetli fraksiyon mücadeleleri sırasında milyonlarca insan eziyet gördü. Bu insanlar toplum önünde aşağılamalar, keyfi mahkumiyetler, işkence, sürekli tacizler ve mallara el konulması gibi birçok kötü muamaleye maruz kaldı. Bu arada tarihi eserler tahrip edildi. Kültürel ve dini mekanlar yağmalandı.

1967'de işçi sınıfı kendi taleplerini dile getirerek mücadele alanına çıktı. Ocak 1967'de Şanghay'da güçlü bir grev hareketi yaşandı. Sonraki iki yıl boyunca ülkenin her tarafında işçiler kendi taleleri etrafında greve çıktılar. Bağımsız işçi mücadelesinin yoğunlaşması ve giderek derinleşen kaos sonucunda Mao Kültür Devrimi'ni sona erdirmeye karar verdi. Zaten çok sayıda yönetici görevlerinden alınmıştı, artık görev tamamlanmıştı. Ancak "Kültür Devrimi" Mao'ya rağmen bitmedi. 1967'de ülkenin birçok yerinde oldukça kanlı çatışmalar sürüyordu.

1967'de Mao istikrarı sağlayabilecek tek güç olan orduya döndü. Kızıl Muhafız örgütlenmesinin yerine hızla Yerel Devrimci Komiteler kurulmaya başlandı. Bu Komiteler ordunun denetimi altındaydı ve kuruldukları yerlerde Kültür Devrimi'nin bittiğini belirtiyorlardı. Ama ordu iktidardan pay ve Kültür Devrimi boyunca görevlerinden alınmış olan bürokratların görevlerine geri gelmesini istiyordu.

Bir çok ilde garnizon komutanları vali olarak atandılar ve öğrenci gösterilerine ateş açarak cevap verdiler. Yeni yönetim Mao'nun da desteği ile Kızıl Muhafız gruplarını dağıtmaya başladı. Kızıl Muhafız gençler zorla kırsal alanlara gönderiliyordu. Yedi yıllık bir süre içinde 12 ila 18 milyon arasında gencin zorla kırsal alanlara gönderildiği tahmin ediliyor.

1968 yılı boyunca Kızıl Muhafız grupları direnmeye devam ettiler. Silah biriktirdiler, silahlı ayaklanmaklar örgütlediler, gerilla savaşları başlattılar. Ama bunlar birbirlerinden kopuk mücadelelerdi. 1969 Nisan ayında Kültür Devrimi resmen bitti ve 1969'un sonunda tüm muhalefet ezildi.

Bürokrasi arasındaki iktidar savaşı yedi yıl daha sürdü ve sonunda Mao, 1976 yılında ölene kadar iktidarda kalsa bile, gerçekte bütün gücünü kaybetti.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 10 Kas 2014 20:30
gönderen ustax66
LUNOKHOD 1

Luna 16'nın üzerinden daha 2 ay geçmişti ki, Ruslar başka bir Luna'yı Ay'a gönderdiler: Luna 17'de de herkesi şaşırtacak başka bir teknolojik ürün olan yeni bir ay taşıtı bulunmaktaydı. Uzay aracı 10 Kasım 1970'te güçlü bir proton roketiyle fırlatıldı. 15 Kasım'da Ay'ın yörüngesine girdi. 17 Kasım'da Yağmurlar Denizi (Mare Imbrium) denen ve hakkında hiçbir şey bilinmeyen bir bölgeye iniş yaptı. Luna 16'da toprak örneklerini dünyaya taşıyan kapsülün yerini Luna 17'de Lunokhod 1 adlı uzaktan kumandalı bir yüzey aracı almıştı.

Lunokhod 1, bir başka gök cismine gönderilen uzaktan kumandalı ilk yüzey aracıydı. Boyutları; 1,7 m. X 1,6 m. X 1,35 m. (boy, en, yükseklik) olan Lunokhod 1,765 kg. ağırlığındaydı. Lunokhod 1, ayrıca şu ekipmanlara sahipti: X-ışını teleskobu (RT1), radyasyon dedektörü, lazer reflektör, iki kamera (biri beklemede), dört panoramik telepometre, odometre, penerometre propil.

Lonokhod 1'in iki hız ayarı vardı: 1 km/sa ve 2 km/sa. İkisi panoramik, toplam 4 TV kamerası taşımaktaydı. Araç, radyo dalgalarıyla Dünya'daki 5 kişilik bir ekip tarafından yönetilmekteydi. Güç kaynağı olarak; yeniden doldurulabilen yenilenebilir güneş pillerini kullanmaktaydı. Araç, gece olunca durdurulmaktaydı. Gece boyunca ay yüzeyinde sıcaklık -140oC'ye kadar düştüğünden, radyoaktif bir güç kaynağı (Polonyum-210) aracı ısıtmakta ve normal çalışma sıcaklığında tutmaktaydı. İnişten 3 saat sonra, iniş noktasının çevresinde bir takım engeller, kaynaklar, çukurlar, v.s. olabileceği düşünülerek Luna 17'den her iki yana rampalar uzatılmıştır. Lunokhod 1, bunlardan daha uygun olanından yavaş yavaş Luna 17'yi terk etti ve Ay'ın yüzeyindeki araştırma-inceleme görevine başladı. Yüzey aracının temel görev süresi, 3 Ay günü (yaklaşık 82 Dünya günü) olarak düşünülmüştü ama, onun çalışmalarını 11 Ay günü sürdürdü. 4 Ekim 1971'de aracın görev süresi resmen doldu. 322 gün süren görevi sırasında Lunokhod 1, Ay'ın yüzeyinde geceleri durarak, toplam 17,5 km. yol katetmiştir. Bu sırada 20.000'i aşkın fotoğraf ve 206 yüksek çözünürlüklü panoramik görüntü göndermişti. 500 farklı noktada çeşitli toprak ölçümleri ve analizleri yapılmıştı.