779. sayfa (Toplam 899 sayfa)

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 25 Eki 2014 21:44
gönderen ustax66
CEMAL REŞİT REY (Bestekar)

Çok sesli müziğimizin öncülerinden olan Cemal Reşit Rey, Türk Beşleri olarak anılan bir grubun üyesidir. Besteciliği kadar eğitimci, piyano pedagogu, piyanist, orkestra yöneticisi ve İstanbul Şehir Orkestrasının kurucusu olarak Türk müzik tarihine geçmiştir. Babası, Servet-i Fünun dergisinde H.Nazım takma adıyla yazan, Edebiyat-i Cedide'nin tanınmış bir yazarı, Ahmet Reşit Beydir. Kudüse mutasarrıflık görevindeyken 25 Eylül 1904 tarihinde Cemal Reşit dünyaya gelmiştir. Çok küçük yaşta ağız mızıkasıyla şarkılar çalmaya başlamış, ilk piyano derslerini annesinden almış ve sekiz yaşında bir vals bestelemiştir.

İlköğrenimine İstanbul’da Galatasaray Lisesinde başlamış, ancak Kamil Paşa kabinesinde dâhiliye naziri olarak babası, Babıâli olayından sonra, 1913’deailesini toplayarak Paris’e yerleşince, orta öğrenimine Lycee Buffon’da devam etmiştir. Bu arada Paris Konservatuvarı Müdürü Gabriel Faure’nin aracılığı ile piyanist Marguerite Long’un öğrencisi olmuş, müzik eğitimini de geliştirme fırsatını bulmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, annesi ile birlikte İsviçre’ye giderek, Cenevre’de St.Antoine Koleji’nde ve Cenevre Konservatuvarı’nda eğitimini sürdürmüştür. 1920’de Paris’e dönerek yine Marguerite Long’un piyano kurslarına katılmış, Raul Laparra’dan bestecilik (kompozisyon) dersleri almış; ayrıca Gabriel Faure ile “Müzik Estetiği” ve Henri Defosse ile Orkestra Şefliği”çalmıştır. Cemal Reşit Rey’in Türk kültürüne hizmeti 1923’de Cumhuriyet’in kurulmasıyla başlar. O zamanki adıyla Dar-ül Elhan’da ( sonradan İstanbul Belediye Konservatuvarı) kompozisyon ve piyano dersleri vermek üzere yurda dönen sanatçı,1926 yılında burada bir de koro kurmuştur.

Fesli beyler ve çarşaflı hanımlardan oluşan koro konserlerine Cemal Reşit Rey’de piyano ile eşlik etmiştir. İstanbul Şehir Orkestrası’nın ilk çekirdeği olan “Yaylı Sazlar Grubu” ,1934’de Cemal Reşit tarafından kurulmuştur. 1945-46 yıllarında konservatuvarın ileri sınıflarından üfleme çalgı öğrencilerinin de katılmasıyla “senfonik orkestra” özelliğine sahip olan topluluk, 1968 yılına kadar kurucusu Cemal Reşit’in yönetiminde her hafta, düzenli konserler vermiştir. 1938 yılında kurulan Ankara Radyosu’na çağırılan Cemal Reşit, 1940’a dek Batı Müziği Yayınları Şefi olarak görev yapmıştır. 1940’da İstanbul’a dönerek öğretmenliğini, piyanistliğini ve orkestra şefliğini sürdürmüştür. Uzun yıllar İstanbul Radyosu’nda hazırladığı “Piyano Dünyasında Gezintiler” başlıklı programlarıyla pek çok yeni yapıtı açıklamalı olarak seslendirmiştir. Cemal Reşit ‘in kültür yaşamımıza en önemli katkılarından birisi de İstanbul’ da Filarmoni Derneği’nin kurulusuna önayak olmasıdır. Bu dernek aracılığı ile ülkemize dünyanın en ünlü şefleri ve solistleri gelmiş, gerek orkestra üyelerinin gerekse müzik dinleyicisinin görgü ve eğitimi açısından büyük yararlar sağlanmıştır. Cemal Reşit Rey’de dünyanın en önemli sanat merkezlerinde 1949’dan 1960’a dek konserler yönetmiştir. Cemal Reşit Rey, bestecilik sürecini dört ayrı dönemde ele alabileceğimizi belirtmiştir. 1919’dan 1926’ya dek yazdığı Fransızca başlıklı şarkılar, öğrencilik yıllarının bir uzantısıdır.

Besteci 1926’da bestelediği ve ilk kez Türkiye halk motiflerini kullandığı “On iki Anadolu Türküsü” ile birinci dönem çalışmalarının başladığını söylemiştir.. Halk türküleri ve oyun havalarını armonize ederek ilk çok seslilik örneklerini sunmuştur. 1931’den sonra ortaya çıkan yapıtları içerik olarak daha gizemsel ve teknik operetler yazarken uluruz. Hafif ve anlamlı ezgileriyle halkı çoksesliliğe alıştırmayı öngören bu operetler yıllarca ilgi toplamıştır. 1950’den sonra Cemal Reşit, ”kendi fantezi dünyası içinde” çalışmalar yaptığını belirtmiştir. Makamsal Türk müziği, tasavvuf felsefesi, ölüm fikrinin işlendiği, konulu senfonik şiirleri, ilahilerden ve büyük orkestra olanaklarından yararlandığı yapıtları bu döneme rastlar: Çağrılış, Fatih Senfonisi gibi. Teknik açıdan, Cemal Reşit Rey’in yapıtlarının tümü modal yapı, belli bir tona bağlı armoni dokusu ve melodik çizgiye büyük önem veren bir kurgu içinde yazılmıştır. 1982 yılında Devlet Sanatçısı” ünvanı alan besteci, 5 Ekim 1985 tarihindeki ölümüne dek İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi’ne bağlı Devlet Konservatuvarı’nda kompozisyon öğretmenliği yapmıştır.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 25 Eki 2014 21:48
gönderen ustax66
ZİYA GÖKALP

23 Mart 1876 tarihinde Diyarbakır’da doğdu. Asıl adı Mehmet Ziya. Babası yerel bir gazetede çalışıyordu. Eğitimine Diyarbakır’da başladı. Amcasından geleneksel İslam ilimlerini öğrendi. 1895 yılında İstanbul’a gitti. Baytar Mektebi'ne kaydını yaptırdı. Buradaki öğretimi sırasında İbrahim Temo ve İshak Sukuti ile tanıştı. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Muhalif eylemleri nedeniyle 1898 yılında tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. 1900 yılında serbest bırakıldıktan sonra Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. 1908 yılına kadar Diyarbakır'da küçük memuriyetler yaptı. II.Meşrutiyet'ten sonra İttihat ve Terakki'nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. Peyman gazetesini çıkardı. 1909 yılında Selanik'te toplanan İttihat Terakki Kongresi'ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı. Bir yıl sonra, örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. 1910 yılında kurulmasında öncülük yaptığı İttihat Terakki İdadisi'nde sosyoloji dersleri verdi. Bir yandan da Genç Kalemler dergisini çıkardı. 1912 yılında Ergani Maden'den Meclis-i Mebusan'a seçildi, İstanbul'a taşındı. Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı Türk Yurdu başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası ve Yeni Mecmua'da yazılar yazdı. Bir yandan da Darülfünun-u Osmani'de (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji dersleri verdi.

Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yenilmesinden sonra, bütün görevlerinden alındı. 1919 yılında İngilizler tarafından Malta Adası'na sürgüne gönderildi. 2 yıllık sürgün döneminden sonra Diyarbakır'a gitti, Küçük Mecmua'yı çıkardı. 1923 yılında Ankara'ya gitti. Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı'na atandı. Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Diyarbakır milletvekili olarak girdi. Kısa süren bir hastalığın ardından, 25 Ekim 1924 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

ESERLERİ:

Kızıl Elma (1914)
Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918)
Yeni Hayat (1918)
Altın Işık (1923)
Türk Töresi (1923)
Doğru Yol (1923)
Türkçülüğün Esasları (1923)
Türk Medeniyet Tarihi (1926, ölümünden sonra)


Gökalp'in Düşünce Hayatımıza Katkıları

Osmanlı Devleti'nin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı'dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu.

"Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamcılıktı. Uluslararası kültürün yapıcı ögesinin ulusal kültürler olduğunu savundu.

Saray edebiyatının karşısına, halk edebiyatını koydu. Batı'nın teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi. Toplumsal modeli, Emile Durkheim'in teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temelinde şekillendi.

Bireyi temel alan liberalizm ile çatışmacı toplumu temel alan Marksizm'e karşı mesleki örgütleri temel toplum birimi olarak kabul eden solidarizmde karar kıldı. Toplumsal ve siyasi görüşlerini anlattığı sayısız makale yazdı. "Milliyetçilik" düşüncesini sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 25 Eki 2014 21:52
gönderen ustax66
BEHRAM KURŞUNOĞLU (Fizikçi)

Behram Kurşunoğlu (1922 - 2003)

Prof. Dr. Behram Kurşunoğlu Aslen Bayburt'un Merkez ilçesine bağlı Aydıncık köyünde doğmuş olup Trabzon, Çaykaralı olan Prof. Dr. Behram Kurşunoğlu "Genelleştirilmiş İzafiyet Teorisi" adıyla yeni bir teori ortaya atan ilim adamımızdır. Kurşunoğlu, eğitimini Ankara ve Edinburgh Üniversiteleri’nden sonra Cambridge’de aldı. 2. Dünya Savaşı sırasında öğrencilik yıllarında Nejat Veziroğlu ile tanışan Kurşunoğlu, Prof. Veziroğlu’nun 1962’de Miami Üniversitesi’nin Makine Mühendisliği Bölümü’ne Asosye Profesör olarak atanmasında önemli rol oynamıştır. Dönemin rektörü Dr. Stanford üniversite içinde ve diğer konuşmalarında “Amerika Türk müttefikine Marşal Planı adı altında büyük parasal yardım yapmaktadır, fakat Türkiye Amerika’ya daha büyük yardım yapıyor. Bu da Dr. Kurşunoğlu ve Dr. Veziroğlu gibi beyinlerdir.”demiştir. Dr. Stanford bu iki Türk profesörünün Miami Üniversitesi’nde ve uluslar arası arenadaki başarılarından dolayı soyadına “oğlu” ifadesini ekleyerek “Miami Üniversitesi’nde üç Türk var: Kurşunoğlu, Veziroğlu, Stanfordoğlu” demiştir. 2. Dünya Savaşı yıllarında başlayan ve yıllar içinde giderek Kurşunoğlu ve Veziroğlu’nun dostlukları, Behram Bey’in son yolculuğuna kadar sürmüş ve sonrada eşi ve çocuklarıyla devam etmiştir. 1940’ların sonuna doğru Cambridge’deki doktora çalışması sırasında Albert Einstein ile mektuplaşmaya başlayan Kurşunoğlu, ona bir kahraman gözüyle bakıyordu. 1953 yılında, Cornell Üniversitesi’nde görev aldığı sıralarda Einstein’ı Princeton’daki evinde ziyaret edebilmişti. Kurşunoğlu, bu buluşma sırasında 2 saat süreyle tartıştıkları konuları 2002 yılında Miami Herald gazetesine yazmıştı.

1970’lerin ortasında Global Foundation adlı ikinci bir araştırma merkezi kurmuştur. Emekliye ayrılana kadar Orbis Scientiae toplantılarını bu merkezde yapmıştır.

Kurşunoğlu, Teori Merkezi’ndeki çalışmalarının yanı sıra, bilim adamlarının uzun zamandır peşinde koştukları Birleşik Alan Teorisi’ni geliştirmekle uğraşıyordu; bu teori bütün doğa kuvvetlerinin anlaşılmasına yarayacaktı. Kurşunoğlu, daha sonraki yıllarda çekirdek enerjisi konuları ile ilgilenmişti. Dr. Kurşunoğlu çok sayıda kitap yazmıştır. Bunlardan en önemlileri Modern Quantum Theory ve Büyük Bir Fizikçiyi Anımsarken: Paul Adrien Maurice Dirac.

Ölümünden yaklaşık bir ay kadar önce Behram Bey hayatını dünyadaki tüm bilim adamlarına kalıcı bir eser bırakmak kaygısı ile İngilizce olarak yazdığı kitabı yayına hazır hale getirmiş, fakat ani ölümünden dolayı bu kitap henüz yayınlanmamıştır. Umuyoruz ki bu değerli eser, sevenleri tarafından bilim dünyasına kazandırılır. Prof. Kurşunoğlu’nun eşi Sevda, kızları Dr. Sevil Kurşunoğlu ve Ayda Weiss ile oğlu Dr. İsmet Kurşunoğlu ABD’de yaşamaktadırlar.

Miami Üniversitesi’nin prestijli Teorik Fizik Araştırma Merkezi’ni kurmuş olan Behram N. Kurşunoğlu, 1965 yılında emekliye ayıldığı Carl Gables’deki merkezde 1992 yılına kadar doktora sonrası çalışmalar düzenleyerek bilim adamları eğitmiş ve fikir alışverişinde bulunmak üzere dönem dönem merkeze gelen bilimcilere bir forum oluşturmuştur. Merkezin yürütülmesine ardım etmiş olan emekli fizik profesörü Dr. Arnodl Perlmutter’in ifadesine göre merkeze çalışmaya gelen bilim adamlarının 35’i Nobel ödülü almıştı.

Behram Kurşunoğlu, Ankara Üniversitesi’ndeki eğitimini tamamladıktan sonra, İngiltere’ye yerleşmiş ve eğitimine burada devam etmiştir. Miami Üniversitesi Teorik Fizik Araştırma Merkezi’ni (Center for Theorical Studies) ve Global Foundation adlı enstitüyü kuran Prof. Behram Kurşunoğlu, kuantum fiziği konusunda yaptığı araştırmalarla özellikle genelleştirilmiş izafiyet teorisi’ni ortaya atan kişi olarak tüm dünyaca tanınmaktaydı. Prof. Behram Kurşunoğlu, TAEK in kuru üyelerindendi. Prof. Behram Kurşunoğlu aynı zamanda Genel Kurmay Başkanlığı yapmış, bir dönem Birleşmiş Komisyon’da çalışmıştır

Miami Üniversitesi’nin prestijli Teorik Fizik Araştırma Merkezi’ni kurmuş olan Behram N. Kurşunoğlu, 25 Ekim 2003’te Florida’nın Coral Gables beldesinde arkadaşları ve sevgili eşiyle öğlen yemeği yerken aniden kalp krizi geçirmiş ve aramızdan ayrılmıştır. Vefatından iki gün sonra yapılan cenaze törenine Miami Üniversitesi’nin önemli yöneticileri ve sağlığında da kendisini bırakmamış vefakâr dostları katılmış, aynı gün Miami Üniversitesi’nde bayraklar yarıya indirilmiştir.

1965 yılında emekliye ayrıldığı 1992 yılına kadar Coral Gables’deki merkezde doktora sonrası çalışmalar düzenleyerek bilim adamları eğitmiş ve fikir alışverişinde bulunmak üzere dönem dönem merkeze gelen bilimcilere bir forum oluşturmuştur. Merkezin yürütülmesine ardım etmiş olan emekli fizik profesörü Dr. Arnodl Perlmutter’in ifadesine göre merkeze çalışmaya gelen bilim adamlarının 35’i Nobel ödülü almıştı. Dr. Perlmutter’e göre J. Robert Oppenheimer, merkezi ilk ziyaret eden ve akademik şöhretinin yayılmasına yardım eden fizikçilerden biri olmuştur. Teori merkezinde düzenlenen toplantılar, Orbis Scientiae adıyla biliniyordu.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 26 Eki 2014 20:05
gönderen ustax66
26 Ekim TARİHTE BUGÜN

Olaylar
740 - İstanbul'da çok sayıda ölüm ve yaralanmaya neden olan deprem meydana geldi.
1461 - Trabzon Rum İmparatorluğu, Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı güçlerine teslim oldu.
1905 - Norveç, İsveç'ten bağımsızlığını ilan etti.
1912 - Selanik, Yunanistan ile birleşti.
1918 - Atatürk, Halep'in kuzeyindeki işgalcilerin taarruzunu durdurdu.
1947 - Irak'taki İngiliz askeri işgali sona erdi.
1961 - Cemal Gürsel Cumhurbaşkanı seçildi.
1982 - Yılmaz Güney vatandaşlıktan çıkarıldı.
2002 - Moskova tiyatrosunda üç gündür süren rehin alma eylemi, Rus özel güçlerinin (Spetsnaz) düzenlediği, ve yaklaşık 50 Çeçen isyancı ile 800 rehineden 118'inin ölümüne neden olan bir operasyonla sona erdi.

Doğumlar
1685 - Domenico Scarlatti, İtalyan besteci (ö. 1757)
1759 - Georges Jacques Danton, Fransız devriminin liderlerinden (ö. 1794)
1883 - Napoleon Hill, ABD'li yazar (ö. 1970)
1919 - Muhammed Rıza Pehlevi, son İran şahı (ö. 1980)
1947 - Hillary Clinton, ABD'li politikacı ve başkan adayı

Ölümler
1764 - William Hogarth, İngiliz ressam (d. 1697)
1890 - Carlo Collodi, İtalyan gazeteci ve yazar, Pinokyo romanının yazarı (d. 1826)
1936 - Şükrü Naili Gökberk, Kurtuluş Savaşı komutanlarından (d. 1876)
1972 - İgor Sikorsky, ilk başarılı helikopteri yapan Rus asıllı ABD'li
1974 - Fahrettin Altay, Kurtuluş Savaşı komutanlarından (d.1880)
1993 - Prof.Dr. Siyami Ersek, Türkiye'de açık kalp ameliyatlarını başlatan doktor (d. 1920)

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 26 Eki 2014 20:19
gönderen ustax66
TRABZUN UN FETHİ

Trabzon 15 Ağustos 1461 Yılında Fethedilmiştir.Candaroğulları Beyliğini ülkesine katan Fatih,Trabzon üzerine yürüdüğü sırada devletin başında David Komnen bulunuyordu. Devletin sınırları kıyıda,Giresun’dan Batum’a,güneyde de Bayburt ile Gümüşhane’nin kuzeyinden geçen dağ silsilesi ile sınırlanıyordu.
Kuzeyde ise Karadeniz vardı. Ancak Trabzon devletinin askeri hakimiyeti Trabzon şehrinin surları ile sınırlıydı ve Osmanlı Devletine yıllık 3000 altın vergi veriyordu. David Komnen gereğinde kendisine yardımcı olur düşüncesi ile kızı Despina’yı Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a vermişti.
Osmanlılara verdiği vergiyi bir müddet sonra kesen David Komnen,daha önce ödedikleri vergiyi de Uzun Hasan Bey vasıtasıyla geri istedi. Trabzon devletine kendi haraçgüzârı gözüyle bakan Uzun Hasan,Trabzon’un Osmanlıların nüfuzu altına girmesini istemiyordu.
Bunun için 1460 yılında yeğeni Murat Beyi İstanbul’a göndererek ödenen vergileri geri istedi.
Fatih Sultan Mehmet, gelen heyeti: Haydi siz gidiniz,ben kendim gelir borcumu öderim,diyerek geri gönderir. Doğu Anadolu’da oldukça güçlü bir devlet kuran Uzun Hasan, sihriyet dolayısıyla Trabzon devletini himaye ediyordu. David Komnen Papaya başvurup yardım istemesi, Fatih’in bu devlet hakkındaki düşüncelerini tahrik etti. Osmanlı devleti için oluşturulan doğudan kuşatma çalışmalarını iyi takip eden Fatih,artık bu casus yuvasını dağıtmaya karar verir. Böylece Bizans imparatorluğunun asırlardır doğuda oynamak istediği oyunu da bozacaktı.
Avrupa’yı Osmanlı devleti aleyhinde tahrik etmek isteyen bu imparatorluğun artık sonu gelmişti.Rumeli kuvvetlerinin başında Bursa’ya varan Mahmut Paşa, burada Fatih’le birleşir.
Herkes daha seferin nereye yapılacağını bilmemektedir. Ancak Fatih’e bunu sormaya da kimse cesaret edememektedir. Sonunda kadılardan biri Fatih’e bunu sorduğunda aldığı cevap sert ve kısadır. “Eğer düşünüp tasarladığımı sakalımın tellerinden biri öğrenmiş olsaydı,onu derhal koparır yakardım. “ Amasra, Kastamonu ve Sinop’u savaşsız alan Osmanlı ordusu daha sonra Trabzon üzerine yürüdü.
Denizden de 300 parçalık bir donanma ile Gelibolu Sancak Beyi Kâzım ve Yakup beylerin komutasında Trabzon’a hareket etti. Fatih,Trabzon üzerine gidildiğinin anlaşılmaması için sahil yolunu bırakarak, Sivas üzerinden gitti. Ordunun öncüsü olan Anadolu Beylerbeyi Gedik Ahmet Paşa, Akkoyunlu’lara ait Koyulhisar’ı kuşatıp aldı. Böylece Uzun Hasan’a bir gözdağı verilmiş oldu. Osmanlı Ordusu Erzincan taraflarında Yassıçemen ovasına geldiği sırada, Akkoyunlu heyeti de görüşmek için gelmişti.
Yapılan görüşmelerde Akkoyunlu heyetinde bulunan Uzun Hasan’m Validesi Saray Harun’la şu kararlara varıldı.
1- Uzun Hasan Osmanlı memleketlerine ve Osmanlı himayesindeki ülkelere saldırmayacak;
2- Hiçbir suretle Trabzon devleti işlerine karışmayacak ve onları himaye etmeyecekti.
Ardından Uzun Hasan’a bir mektup yazan Fatih, Saray Hatunu misafir olarak alıkoyan Ordu Bayburt’tan kuzeye dönerek Trabzon üzerine yöneldi. Trabzon imparatorunun bir tarafa kaçmaması için kendisinden önce Mahmut Paşayı gönderdi.
Kendisi asıl ordu ile bazen yürüyerek ve sarp yamaçlara tırmanarak ilerliyordu. Onun bu halini gören Saray Hatun: Hey ! Oğul. bir Trabzon için bunca zahmetleri çekmek neden Pdeyince, Fatih: Din uğrunda böyle zahmetleri çekmek sevaptır deyince, Saray Hatun:Trabzon’un gelini Despina’ya ait olduğunu söyleyerek Padişahı bu seferden alıkoymak için diller döktüyse de bir sonuç alamadı.
Osmanlı donanması bir ay önceden gelmiş ve denizden Trabzon’u kuşatarak topa tutmuştu. Osmanlı kara ordusunun gelişi pek ümit edilmiyordu. Fakat imparator orduyu görünce şaşırdı. Böylece Trabzon karadan ve denizden kuşatılmış oldu. David Komnen’in ne Avrupa’dan, ne de Uzun Hasan’dan yardım görmesi mümkündü.
Bunun üzerine Mahmut Paşanın akrabası olan baş mabeyncisi Yorgi Amiruki vasıtasıyla, Mahmut Paşa ile anlaşarak şehir ve kaleyi teslime karar verdi. Padişah adına Mahmut Paşaya yapılan teklif kabul edildi. 15 Ağustos 1461.Böylece Trabzon savaşsız teslim alındı.
Fetih sonrası David Komnen ailesi ile birlikte deniz yoluyla önce İstanbul’a oradan Edirne’ye gönderildi. Sonra Serez taraflarında Ustroma Karasu nehri civarında senelik 300 000 akçelik bir has verildi. Komnınoslular beraberlerinde Trabzon’dan altın, gümüş gibi servetleriyle,saray adamlarını ve nakli mümkün olan mallarını götürmelerine müsaade edilmişti. Hükümdar ailesi ile birlikte akrabaları ve yüksek devlet memurları İstanbul’a, Saray Hatun da hediyelerle ülkesine gönderildi.
Trabzon şehri fethedilince, Trabzon imparatorluğuna tâbi Giresun’dan Hopa’ya kadar bütün yerleşim yerleri Osmanlılar’a katıldı. Bölge sancak olarak teşkilatlandırıldı. Torul ve Canca kaleleri ile havalisi (Kürtün’ün sahil kesimindeki yerleşim yerlerinin haricindeki yerler) 1479 tarihinde Rakkas Sinan Bey tarafından zaptedilerek Trabzon sancağının fethi tamamlandı.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 26 Eki 2014 20:24
gönderen ustax66
TRABZON UN FETHİ TARİHİNDEKİ İHTİLAF

Trabzon’un tarihi konusunda çelişkili bilgiler vardır. Bu kentin tarihi, yeterli bilgi ve belgelerle aydınlatılamamıştır. Fetih günü olarak kutladığımız 26 Ekim 1461’in Trabzon’un gerçek fetih günü olduğu da belirsizdir. Zira fetih ordusunda bulunan Vaka-i nüvis Tursun Bey bu olayın tarihini vermez. Bu konuda Trabzon üzerine önemli bir çalışma yapan araştırmacı M. Hanefi Bostan ise Bryer ve Winfield’ın Osmanlı ordusunun takip ettiği güzergâh ve takvime dair bilgilerinden yola çıkarak Trabzon’un fetih tarihi konusunda 15 Ağustos 1461’de ısrar etmektedir. Trabzon’un fethinin yıl olarak 1461 olduğu kesindir.

26 Ekim 1461’i Trabzon’un fetih yıldönümü olarak kutlasak da bu şehrin fethinin ay ve günü konusunda kesin bilgiler mevcut değildir. Bununla ilgili tarihçilerin değişik tarihler söyledikleri bir gerçektir. Bunlardan en enteresanı tarihçi Fahrettin Kırzıoğlu’na aittir. Kırzıoğlu Trabzon’un 15 Ağustos 1461’de fethedildiğini söyleyerek fethe ayrı bir boyut kazandırır. Bunun aksine bugün Trabzon’un fetih tarihi 26 Ekim olarak kabul edilmektedir. Bu görüş tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya aittir. O, W. Miller’i kaynak göstermektedir. Macaristan’daki Venedik elçisine bildirilen bir Venedik vesikası belge kabul edilmektedir.

Trabzon’un fethiyle ilgili olarak değerli araştırmacı-yazar Hüseyin Albayrak da 1995’te bir kitap kaleme almıştı. İkinci baskısı Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları arasında çıkan kitap, 98 sayfadan meydana gelmektedir. Albayrak Hoca, kitabını üç bölüme ayırarak oluşturmuş. Birinci Bölüm “Trabzon’un İlk Kuruluşu ve İskânı”, İkinci Bölüm “Trabzon’un Fethi”, Üçüncü Bölüm “Trabzon’da Türk Hâkimiyetinin Kurulması” adlarını taşıyor.

Hüseyin Albayrak’ın merhum Mahmut Goloğlu’nun aziz hatırasına ithaf ettiği “Trabzon’un Fethi” adlı kitabının “Sunuş” yazısını Trabzon Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu kaleme almış. Bu kitap aslında yeni değil, eserin ilk baskısı 1995’te yapılmış. 2010’daki ikinci baskıda birinci baskının önsözü de yer alıyor. Albayrak bu ikinci baskıya da ayrıca önsöz yazmıştır. Fakat bu ikinci baskının ilk baskıdan daha kapsamlı olduğunu görüyoruz. Zira Albayrak, ilk baskının önüne ve sonuna birer bölüm daha ilave ederek eseri genişletmiştir. Albayrak, bu ikinci baskının Önsöz’ünde Trabzon üzerinde karanlık hesapların yapıldığına işaret ederek Pontus Rum hayallerine karşı okuru uyarıyor.

“Trabzon’un Fethi” adlı kitabın yazarı Albayrak, Trabzon’un ilk yerli halkının ve şehri ilk kuranların Kafkasya üzerinden gelen “Turânî kavim” dediğimiz Türkler olduğunu belirtmektedir. Albayrak’ın eseri resim, fotoğraf ve gravürlerle görsel zenginlik kazanmıştır.

Trabzon üzerine yaptığı birbirinden güzel çalışmalarla tanınan Hüseyin Albayrak “Trabzon’un Fethi” adlı eserinin sonunda geniş bir Bibliyografya(Kitabiyat) vermektedir. Bu bölümde Trabzon’un tarihi, kültürü ve medeniyetiyle ilgili 124 esere atıfta bulunulmaktadır.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 26 Eki 2014 20:30
gönderen ustax66
CEMAL GÜRSEL

Türkiye'nin dördüncü Cumhurbaşkanı olan Cemal Gürsel Erzurum'da doğdu. İlk öğrenimini Ordu ilinde yaptı. Daha sonra öğrenimini Erzincan ve İstanbul'da askerî öğrenci olarak sürdürdü. 1915-1917 yıllarında Topçu Subayı olarak Çanakkale Savaşlarına katıldı. Filistin ve Suriye cephesinde bulundu. Türk İstiklal Harbinin Batı cephesindeki bütün savaşlarına katıldı. 1929 yılında Harp Akademisi'ni bitirdi. 1946 yılından itibaren Orgenerallik rütbesi dahil çeşitli general rütbelerinde hizmet yaptı. 1958 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. Bütün bu görevleri sırasında meslekî bilgi ve karakteri ile ordunun ve halkın sevgisini ve güvenini kazandı. 27 Mayıs 1960 harekâtının lideri olarak kabul edildi. Yeniden demokratik düzene dönülmesinde ve 1961 Anayasası'nın hazırlanmasında önemli rol oynadı. Halk oyuna sunulan ve kabul olunan bu Anayasa gereğince, 10 Ekim 1961 tarihinde yapılan seçimlerden sonra teşekkül eden Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye'nin dördüncü Cumhurbaşkanı olarak seçildi. 1966 yılında başlayan rahatsızlığının devamı ve görevini engellemesi üzerine, Anayasa uyarınca Cumhurbaşkanlığı görevi sona erdi. 14 Eylül 1966 tarihinde vefat etti.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 26 Eki 2014 20:36
gönderen ustax66
YILMAZ GÜNEY

Türk Sineması'nın en önemli sinema adamlarından olan Yılmaz Güney'in asıl adı Yılmaz Pütün'dür. 1937 tarihinde Adana'da doğmuş ve 9 Eylül 1984'te Paris'te ölmüştür. 114 filmde oyunculuk yapan Güney, bu filmlerin 64 tanesinin senaryosunu yazmış, 15 filmin yapımcılığını üstlenmiş, 26 filmin de yönetmenliğini yapmıştır Oyuncu-senarist-yönetmen ve yapımcı kişiliğini bir araya toplayan Yılmaz Güney, pamuk işçiliğinden gazoz ve simit satıcılığına kadar çeşitli işlerde çalıştı. And Film ve Kemal Film şirketlerinin bölge temsilciliklerinde film dağıtıcılığı yaptı.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde sürdürdüğü yüksek öğrenimi sırasında yönetmen Atıf Yılmaz'la tanıştı; onun yardım ve desteğiyle sinema çalışmalarına başladı. Aynı zamanda Atıf Yılmaz'ın asistanlığını üstlendi. 1956 yılında "Onüç" dergisinde yayınladığı bir hikâyeden dolayı hakkında soruşturma açıldı.
1963 yılında yeniden sinemaya dönerek, küçük şirketlerin aceleye getirilmiş, sıradan serüven filmlerinde rol aldı. Zaman zaman bu filmlerin senaryo yazımından çekimine kadar tüm aşamalarına katıldı. Kabadayılık ve kavganın ağırlıkta olduğu bu filmlerde canlandırdığı ezilen, itilen, ama yazgısını kabul etmeyen; baskı ve kötülüğe karşı tek başına direnip mücadele eden "Dürüst Anadolu Çocuğu" tipiyle büyük ün kazandı. Özellikle, bu tiplerle kolayca özdeşleşen Anadolu izleyicisi tarafından çok tutuldu ve aranan bir aktör olarak kendini kabul ettirdi.
Filmlerinden birinin de adı olan "Çirkin Kral" adıyla anılmaya başladığı bu dönemde, öyküsü kendisine ait olan, Lütfü Akad'ın ''Hudutların Kanunu'' filmindeki oyunculuğuyla Türk sinemasında yeni bir oyuncu tipini yarattı.
Bu dönemde çektiği "Umut", Yılmaz Güney sinemasında "bir dönemi kapayıp yepyeni bir dönem açarken" aynı zamanda Türk sinema tarihinin de başyapıtları arasında yer aldı. Türkiye'nin 12 Mart askeri darbesini yaşadığı 1972 yılında siyasal olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklandı ve iki yılı aşan bir tutukluluk döneminin ardından 1974'te gene büyük bir ilgiyle karşılanan "Arkadaş"ı çekti. Aynı yıl Adana'da "Endişe" filmini çekerken karıştığı bir olay sırasında, bir yargıcı vurarak öldürmesi üzerine 19 yıl hapis cezasına mahkûm oldu.
Cezaevindeyken sinemayla olan ilişkisini, ince ayrıntılarına kadar yazıp oluşturduğu senaryolarla sürdürdü. Bunlardan, Zeki Ökten tarafından yönetilen "Sürü", yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda ödül kazandı. ''Düşman'' yine Zeki Ökten tarafından, ''Yol'' ise Şerif Gören tarafından çekildi.
1980'de cezaevi'nden kaçan Yılmaz Güney, gizlice yurt dışına çıktı ve Paris'e yerleşti. Kurgusunu yeniden gerçekleştirdiği ''Yol'', 1982 Cannes Film Şenliği Büyük Ödülü'nü, Costa Gavras'ın "Missing" (Kayıp) adlı filmiyle paylaştı. Yurda dönme çağrısına uymayınca 1983'te vatandaşlıktan çıkartıldı. Aynı yıl Fransa'da ''Le mur'' (Duvar) adlı son filmini çekti. Güney, 9 Eylül 1984'te yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak öldü.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 26 Eki 2014 20:39
gönderen ustax66
Korg. ŞÜKRÜ NAİLİ GÖKBERK

Bursa, Eskişehir ve İstanbul'un düşman işgalinden kurtuluşu sırasında Türk ordusunun başında şehre giren Kurtuluş Savaşı kahramanıdır.

1876'da Selanik’te doğdu. 1899'da Harp Okulu’nu 1902'de Harp Akademisi’ni bitirdi ve Genelkurmay yüzbaşı olarak Selanik'te görev aldı.

14. Tümen kurmay başkanıyken Balkan Savaşı’na katıldı. 1920'de 49. Tümenle Kırklareli bölgesinde Yunanlılara karşı savaşan Şükrü Nail daha sonra Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Anadolu'ya geçti. 15. Tümen komutanıyken Eskişehir ve Sakarya savaşlarına 3. Kolordu komutanı olarak da Başkomutanlık Meydan Muharebesine katıldı.

1922’de Tümgeneral oldu. Eskişehir ve Bursa'yı düşmandan temizledikten sonra Bandırma’yı da geri alan Naili Paşa, Lozan Barış Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra Kolordusuyla birlikte İstanbul'a girdiğinde sevinç gösterileriyle karşılandı.

1926'da Korgeneralliğe yükseldi. 1934'te kolordu komutanıyken emekliye ayrılan Gökberk, 1935'te İstanbul'dan milletvekili seçilerek TBMM'ye girdi. 26 Ekim 1936’da Edirne'de hayatını kaybetti. Mezarı, Ankara'daki Devlet Mezarlığı'ndadır.

Şükrü Naili Bey’in Nazire Hanım ile evliliğinden Turgut, Macit (Prof. Dr.) ve Saadet adlı üç çocuğu olmuştur.

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Gönderilme zamanı: 26 Eki 2014 20:42
gönderen ustax66
Org. FAHRETTİN ALTAY

1880 yılında Anavutluk- İşkodra'da doğdu. Harp Okulu'nu 1900, Harp Akademisi'ni de 1902 yılında bitirdi. Kurmay yüzbaşılığı sırasında, ilk görev yeri olan VI. Ordu'da Dersim ve çevresindeki aşiret süvari alaylarının sayıca azaltılmasıyla görevlendirildi. Bu bölgede sekiz yıl kalan Fahrettin Altay, 1910'da Erkanı Harbiye I. Şube müdürlüğüne atandığı zaman binbaşıydı.

Büyükçekmece'deki Donanma Komutanlığı'nda bir süre refakat subaylığı yaptı (1912). 1913'te Çatalca'da kendisini önemli bir görev bekliyordu. Balkan Savaşı'nı kazanan Bulgar ordusu Edirne'ye kadar gelmiş, bölgeyi egemenliği altına almıştı. Çatalca Aşiret Süvari Tugayı'nın başında Bulgar birliklerini geri püskürttü. 1914 yılı da Fahrettin Altay için oldukça hareketli geçti. O yıl yarbaylığa yükselmişti. Önce IV. Kolordu kurmayı oldu. Arkasından ikinci defa Erkanı Harbiye Şube Müdürlüğü yaptı.

Birinci Dünya Savaşı'nın yaklaşması yüzünden asker taşıma işleri arttığı için Anadolu demiryollarını düzenlemekle görevlendirildi. Yıl sona ermeden Harbiye Nezareti emrinde çalışmak üzere İstanbul'a döndü. 1915'te Albay oldu ve Harbiye Nezareti Müsteşar yardımcılığından başka askeri protokol memurluğu yaptı. V.Ordu'nun emrinde çalıştı.

1917'de Vehip Paşa ile birlikte Almanya'ya giden heyette yer aldı. 1917'de 26. Tümen komutanlığı, 1918'de 15. Kolordu Komutan vekilliğine ve gene aynı yıl 12. Ordu komutanlığına atandı.

Birinci Dünya Savaşı'nın bittiği sıralarda Altay, 3. Kolordu kumandanıydı (Nisan 1919). Kurtuluş Savaşı'nın başlarında 12. Kolordu Kumandanlığına atandı. Bu görevi 1921, ortalarına kadar sürdü. Birliğinin başında, Konya'da patlak veren Delibaş Ayaklanmasının bastırılmasından (1920), Birinci ve ikinci İnönü ve Sakarya savaşlarına kadar hep ateş hattında bulundu.

Kurtuluş Savaşı'nın belirli bir aşamaya ulaştığı 1921'de Altay, tümgeneralliğe yükseltildi. Sorumluluğu da genişletilerek kolordu komutanı yetkisiyle Süvari grup komutanlığına getirildi.

1920'den beri milletvekili olarak Meclis'te adı okunuyor, fakat kendisi sürekli olarak cephede bulunuyordu. Kurtuluş Savaşı'nın son yılındaki çarpışmalarda Afyon, Alaşehir, Uşak, Altıntaş çevresindeki çarpışmalarda Altay'ın süvarileri büyük hizmet gördü. Kaçış halinde yunan ordusunu kovalayarak İzmir'e giren ilk süvari birlikleri de Altay'ın komutasındaydı. Bu başarılarının sonucu olarak Altay o yıl korgeneralliğe yükseltildi.

Süvari kolordu komutanlığının yanı sıra bir ara I. Ordu komutan vekilliği de yaptı. 1923 seçimlerinde Milletvekili olarak Meclis'teki yerini korudu. Bu arada askerlik görevini de sürdürüyordu. 1924'te, on yıl boyunca kalacağı II. Ordu Müfettişliğine atandı.

Hem komutan, hem milletvekili olduğu sırada Atatürk'ün dileğine uyarak orduda kaldı. 1944'te I. Ordu komutanlığına getirildi.

Aynı yıl İran ile Afganistan arasındaki sınır anlaşmazlığında hakemlik yaptı. Hazırladığı rapor anlaşmazlığın çözümlenmesinde yararlı oldu.

1945'te, Yüksek Askeri Şüra üyeliği sırasında yaş haddinden emekliye ayrıldı.

1946-1950 yılları arasında CHP'den Burdur milletvekilliği yaptı. 1950’den sonra siyasi hayattan da çekilerek İstanbul'a yerleşti.

25 Ekim 1974’de uykudayken hayatını kaybetti. Mezarı, Ankara'daki Devlet Mezarlığı'ndadır.