***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Tılsım sunucusuna ait Loncaların iletişim, bilgilendirme ve paylaşım alanı
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

BAHAMA ADALARI

Bahamalar (İspanyolca’da bajamar “Sığ Deniz”), tam adı Bahama Milletler Topluluğu, Batı Hint Adalarının kuzey-kuzeydoğu sınırını oluşturan takımadalar ve ülke. Amerika ülkeleri'nden biridir. ABD’nin Florida eyaletinin güneydoğu kıyısı açıklarında Küba ve Hispaniola'nın (Haiti ve Dominik Cumhuriyeti) kuzeyinde yer alır. 700 kadar ada ile sayıları 2400’e ulaşan çıplak kaya oluşumunu kapsar. Bahamalar'ın toplam yüz ölçümü 13939 km², nüfusu ise 261.000'dir (1991). Başkenti en önemli ada olan New Providence’deki Nassau'dur. Diğer önemli adaları ise Andros, Büyük Bahama ve Eleuthera'dır.

Bahamalar’ın ilk sakinleri Kristof Kolomb'un Lucayan adını verdiği Aravak yerlileriydi. Bunların kökeni Güney Amerika’dan gelen ve Karayipler tarafından kuzeye Antil denizine sürülen Aravaklara dayanmaktadır. Komşu Karaiplerin tersine genellikle barışçı olan Aravaklar daha çok balıkçılık ve tarımla uğraşır insan eti yemezlerdi. 1492'de Yenidünya'ya varan Kristof Kolomb'un ilk olarak Bahamalarda Yerlilerce Guanahani olarak adlandırılan adaya ayak bastığı sanılmaktadır. İspanyollar Bahamalar’a yerleşmek için bir girişimde bulunmadılar ama düzenledikleri baskınlarla barışçı Aravakları toplayıp Hispaniola madenlerinde çalıştırdılar. Bu köle avları sonucu adaların nüfusu azaldı. Yüzyıl kadar sonra İngiliz göçmenler buraya geldiğinde adalarda hiçbir insan yaşamıyordu.

1629'da İngiliz Kralı I. Charles Bahamları bakanlardan birine bağış olarak verdi. Bahamalar 1770’te Albermarle dükünün de aralarında yer aldığı Güney Carolina kolonisi sahiplerine yeni bir mülk kolonisi olarak verildi. Korsanlık başlıca geçim kaynağı ve yaşam biçimi haline geldi. Bahamalar 1917'de yeniden tahta bağlandıktan sonra korsanlığa son vermek için ciddi çabalar gösterildi. İlk krallık valisi olan Woodes Rogers büyük ölçüde kendi servetini harcayarak korsanlığı önlemeyi başardı. 1776’da birkaç gün ABD Deniz Kuvvetlerinin, 1782-83 arasında da İspanya elinde kalan adalar, Versailles antlaşmasıyla (1783) yeniden İngiltere'ye verildi.

Mayıs 1963'te Londra'da toplanan bir konferansta adalar için yeni bir anayasa hazırlandı. 1967 genel seçimlerinde Lynden Pindling liderliğinde iktidara gelen İlerici Liberal Parti, ırk ayrımına son verilmesi ve tam bağımsızlık için çalışarak ekonomide yabancıların yerini Bahamalalıların almasını sağladı. Bahamalar, 1973 yılında bağımsızlığını kazandı. 1983’te ise Karayipler Topluluğu ve Ortak Pazarı'na (CARICOM) üye oldu.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

HAMİYET YÜCESES

Hamiyet Yüceses, (d. 20 Haziran 1916 İstanbul - ö. 10 Temmuz 1996 Marmaris), Türk Sanat Müziği sanatçısı.

Annesi Kadriye Hanım, babası marpuç tüccarı Halil Efendi'dir. Küçük yaşlarda sesinin güzelliği ile dikkat çekti. Hafız Burhan hayranı idi. Haseki'deki Hacı Kadın İlkokulu'nda okudu. Babasının işlerinin bozulmasi nedeniyle 11 yaşındayken (1927) sahnede şarkı söylemeye başladı. 4-5 yıl boyunca Anadolu'nun birçok şehrinde çalıştıktan sonra Gaziantep'te uzun bir süre kaldı. Şöhreti İstanbul'a kadar geldi. 1932 yılının başlarında Beyoğlu'nda ünlü Londra Birahanesi'nde Safiye Ayla'nın kadrosunda gazino çalışmalarını başlattı. Selahattin Pınar, Sadettin Kaynak, Yesari Asım Arsoy, Mısırlı İbrahim ve Bimen Şen'den özel dersler aldı. 1932 yılı Temmuz ayında Kadıköy Mısırlıoğlu Bahçesi'nde düzenlenen yarışmada Türkiye Ses Kraliçesi seçildi. 1933 yılında eski İstanbul Radyosu'nda programlara çıktı. Sahibinin Sesi, Columbia ve Odeon firmalarına plaklar doldurdu. Soyadı kanunu çıktığında Sadettin Kaynak ve Selahattin Pınar'ın ısrarı ile "Yüceses" soyadını aldı. Sadettin Kaynak, Hamiyet'in sesine göre besteler yaptı: O Dudaklar, Yasemen, Kirpiklerinin Gölgesi gibi. Bu plaklar, devrinde satış rekorları kırdı.

1940 yılında deniz astsubayı Fethi Yüceses ile evlendi. Eşi astsubay Fethi Yüceses'i 14 Temmuz 1942'de, denizcilik tarihinde Atılay faciası olarak geçen, Atılay adlı denizaltının batmasıyla kaybetti. Bu acıyla söylediği "Gitti de Gelmeyiverdi" şarkısı çok meşhur oldu. Şöhreti; güftesi Abdülhak Hamit Tarhan'a, bestesi Mehmet Baha'ya ait olan, seslendirmesi oldukça zor, "Makber" adlı şarkıyla daha da arttı. 1944 yılında Kemal Mollaoğlu ile evlendi.1944 yılında yapılan bu evlilik 1955 yılı sonlarında ayrılık ile bitti. 1956 yılında Cumhuriyet Gazinosu'nda sahnede şarkı söylerken dinleyiciler arasında bulunan genç tıp fakültesi öğrencisi Osman Sabuncu'nun isteği olan şarkıyı okuyarak 40 yıl sürecek bir evliliğin temelini attı. Aynı dönemde İstanbul Belediye Konservatuarı Türk Müziği İcra Heyeti'nde görev aldı. 1946'da Hacı Arif Bey'in Bakmıyor Çeşm-i Siyah şarkısını, araya bir gazel ilave ederek okuması çok ilgi çekti. 1949 yılında bu şarkıyı Odeon plaklarına okudu. Rekoru bugün bile kırılamayan bır satış yaptı. 1949 yılında açılan yeni İstanbul Radyosu'nda 1953 yılı sonlarına kadar emisyon aldı. 1950 yılında radyodan aldığı ücreti üniversıte talebeleri'ne bağışladı. Üniversite Talebe Birliği'de her yıl düzenledikleri Edebiyat Yarışması'nda "Hamiyet Mükafatı" adı ile ödüller dağıttı.

Efsuncu Baba, Affet Beni Allahım, Kanun Namına,Soygun, İncili Çavuş, Mahallenin Namusu, Saz Ve Caz filmlerinde şarkı söylerken göründü.

Suriye, Lübnan, Kıbrıs, İsrail, Almanya ve ABD'de konserler verdi. BBC Radyosu'nda da program yaptı.

Taşlık Gazinosu, Maksim Gazinosu, Küçük Çiftlik Parkı, Kristal Gazinosu gibi dönemin İstanbul'unun en ünlü gazinolarında assolist olarak sahneye çıktı.

O dönemleri hatırlayanların ilk söyleyecekleri şu kelimeler olur.Hamiyet Yüceses Taksim meydanında bulunan Kristal Gazinosunda "Bakmıyor Çeşm-i Siyah" şarkısını söylerken dışarıda trafik durur, gazino müşterilerinden daha büyük bir kalabalık meydanda birikir, ancak şarkı bittiğinde her şey normale dönerdi."

10 Temmuz 1996 tarihinde Marmaris'de vefat etmiştir.Cenaz
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

TÜRKSAT UYDULARI

Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme A.Ş., Türkiye'nin tek uydu ve Kablo TV operatörüdür.

600 civarında TV ve radyo data yayını vardır. Şirket; TV ve radyo yayıncılığı, Kablo TV hizmeti, internet bağlantısı, veri transferi, VoIP gibi hizmetleri sunmaktadır.

Türkiye'nin ilk uydusu Turksat 1A, 24 Ocak 1994'de fırlatılmış ve kalkışından 12 dakika sonra infilak etmiştir. Türksat 1B uydusu da aynı yıl içinde gönderilmiştir. Şirketin üçüncü uydusu Türksat 1C, 1996 yılında hizmete alınmıştır. Türksat 2A (Eurasiasat 1) uydusu ise 10 Ocak 2001'de fırlatılmıştır. Türksat 1C ile aynı konumdadır.

Turksat 3A uydusu, 13 Haziran 2008 saat 01:05'de Türksat A.Ş. ile Fransız iletişim sirketi Thales Alenia Space arasında imzalanan sözleşmeye bağlı olarak Fransız Guyanası'ından fırlatılmıştır.

2005 yılı Temmuz ayı itibari ile Kablo TV'yi Türk Telekom'dan devralmıştır.Tüm KabloTV ve KabloInternet OSS/BSS yazılım ihtiyaçlarını kendi bünyesindeki yazılımcı kadrosu ile gerçekleştirmiş ve halen kendi kadrolu mühendisleri ile operasyonunu yapmaktadır

Türksat 1B (31.3° Doğu)
Türksat 1C (31.3° Doğu)
Türksat 2A (Eurasiasat 1) (42.0° Doğu)
Türksat 3A (42.0° Doğu)
Türksat 4A (42.0° Doğu - 14 Şubat 2014’te Kazakistan’dan fırlatıldı.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

NAMIK KEMAL

Namık Kemal, 21 ARALIK 1840’ta Tekirdağ’da doğdu. Müneccimbaşı Mustafa Asım ile Fatma Zehra Hanım’ın oğludur. Sekiz yaşındayken annesinin ölümü üzerine dedesi Abdüllatif Paşa’nın yanına alındı. Bir yıl İstanbul’da Beyazıt ve Valide rüştiyelerinde okudu (1849). Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli merkezlerinde görevler alan dedesiyle birlikte dolaşır. Kars’ta bulundukları yıllar (1851-1854) müderris ve şair Seyyit Mehmet Hamit Efendi tarafından yetiştirildi. Bir yıl sonra İstanbul’a döndü. Burada Arapça ve Farsça öğrenimi gördü. Bir süre sonra kaymakamlık görevi verilen dedesiyle birlikte Sofya’ya gitti (15 Mayıs 1855).

Sofya’da geçirdiği iki yıl Namık Kemal’e yeni öğrenim olanakları kazandırmış, Fransızca’ya ve ilk şiir denemelerine bu şehirde başlamıştır. 1857’de İstanbul’a gelen Namık Kemal bir süre sonra Tercüme Odası’na girdi ve hem edebiyat, hem düşün adamı kişiliğinin oluşması yolunda kendisine çok şey kazandıran bir ortam içinde yetişme olanakları buldu, Fransızcasını ilerletti.

Öte yandan dönemin düşün ve sanat adamlarının toplantılarına katılmaya başlamış, aralarında Leskofça’lı Galip, Hersekli Arif Hikmet, Şeyh Osman Şems gibi ünlü şairlerinde bulunduğu Encümen-i Şûra çevresindeki kişilerle tanışmıştı. Şinasi ile yakınlık kurması ona 1862’den itibaren Tasvir-i Efkâr’da yazma olanağı sağladı. Adı dönemin reformcu olarak bilinen aydınları arasında duyulmaya başladı.

‘Yeni Osmanlılar’ adlı gizli örgütün İstanbul’daki ilk toplantısına katıldığı zaman (Haziran 1865) Namık Kemal 25 yaşında bir gençti. Tasfir-i Efkar ve Ali Suavi’nin çıkardığı Muhbir (1866) gazetelerinde, ‘Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin gizli toplantılarında alınan kararlar doğrultusunda yapılan yayın, özellikle Ali Suavi’nin ‘Millet Meclisi Usulü’nden söz açan yazısı Bab-I Ali’yi baskıya yöneltti. Çok geçmeden gazete kapatıldı. Namık Kemal Erzurum vali muavinliğine atanarak İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Bu evrede Padişah Abdülaziz’e karşı olanlardan Mısırlı Hidiv ailesinden Prens Mustafa Fazıl Paşa, Namık Kemal ve Ziya Paşayı Paris’e çağırdı. Bu çağrı üzerine Namık Kemal ve Ziya Paşa Paris’e kaçtılar (17 Mayıs 1867). Bir süre sonra orada toplanan dokuz ihtilalci, Paşanın başkanlığında ‘Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin ilk yönetim kurulunu meydana getirdiler.

Paris’te uzun süre sürekli olarak Muhbir (31 Ağustos) gazetesine yazıyor, bir yandan da felsefe, edebiyat, hukuk, toplum bilim alanlarında kendisini eğitmeye, dönemin bilim adamlarıyla tanışarak onlardan yararlanmaya çalışıyordu. Bir süre sonra Ali Suavi ile görüş ayrılığına düşünce Ziya Paşa ile birlikte Londra’ya geçen Namık Kemal, orada çıkardıkları Hürriyet gazetesinde (29 Haziran 1868) yazmaya başladı. Bu gazetedeki yazıları 64.sayıya kadar sürdü.
Namık Kemal’in İstanbul’a döndükten sonra uzun süre Sadrazam Ali Paşanın ölümüne kadar (7 Eylül 1871) sustuğu söylenebilir. Sadrazamın ölümünden sonra, önce birkaç arkadaşıyla birlikte ‘İstikbal’ adlı bir gazete çıkarmak istediyse de hükümet izin vermeyince ‘Hadika’ gazetesinde ve Teodar Kasap’ın yayımladığı Türkçe ilk güldürü dergisi olarak bilinen Diyojen’de yazmaya başladı. Bu derginin de kapatılması üzerine arkadaşlarıyla Aleksan Sarrafyan adlı Ermeni’nin sahibi olduğu ‘İbret’ gazetesini kiraladılar. Ne var ki, 13 Haziran 1872’de başlayan bu yayın, 9 Temmuz 1872 günü hükümetçe yasaklandı. Namık Kemal de Gelibolu mutasarrıflığına atanarak İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Kısa süre sonra görevinden azledilerek dönüşü serbest bırakıldı (25 Aralık 1872). Bu tarihten sonra bazı yazılarından seçmeleri ‘Evrak-ı Perişan’ adlı kitapta toplayıp yayınlama isteğine ise izin verilmedi.

V.Murat’ın tahta getirlemesinden hemen sonra çıkarılan af sonucu öteki sürgünlerle birlikte İstanbul’a dönen (7 Haziran 1876) Namık Kemal’e Şura-yı Devlette ve Kanun-i Esasiyi hazırlayacak kurulda görev verilde.
Bu arada V.Murat’ın sinir hastalığı artmış, Mithat Paşa ve arkadaşları Şehzade II.Abdülhamit’i (Meşrutiyetin ilanına engel olmayacağı üzerine söz alarak) tahta çıkardılar (31 Ağustos 1876). Çok geçmeden, II.Abdülhamit Mebuslar Meclisi açıldığı gün Sadrazam Mithat Paşa ile Devlet Şurası üyesi Namık Kemal’i tutuklamaktan çekinmedi. Namık Kemal maaşı ödenmek koşuluyla Midilli adasına sürgün edildi (1877). İki yıl sonra (Avrupa’ya kaçması ihtimali göz önünde tutularak) bâlâ rütbesiyle mutasarrıflık verildi.

Beş yıl süren (1879-1884) Midilli’deki yaşamında Namık Kemal’in kendisini tamamen Osmanlı Tarihi’ni yazmaya verdiği söylenebilir. Ama ne var ki, beş yıllık emeğine konan yasak onu çok sarstı. Ölümünden az önce Midilli’den Rodos’a (1884), oradan da Sakız’a (1888) atanmıştı. Manevi güçsüzlüğü arttıkça, yakalandığı zatürreye karşı koyma gücünü bulamadı. Kısa süren hastalık sonucu öldü. Ölümden sonra naşı Bolayır’a Tevfik Fikret’in çizdiği mezara taşındı.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Türk Devletleri; TÜRKMENİSTAN

Türkmenistan, resmî adıyla Türkmenistan Cumhuriyeti, 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılışından sonra bağımsızlığını kazanan Orta Asya Türk cumhuriyeti. Türkmenistan, (Azerbaycan, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Özbekistan, ve Türkiye ile birlikte) günümüzdeki yedi bağımsız Türk devletinden biri olup TÜRKSOY'un üyesidir. Resmî para birimi Manat'tır. Yönetim şekli cumhuriyettir. Türkmenistan, BM, İKÖ, BDT, IMF gibi uluslararası kuruluşlara üyedir. Devlet Televizyon Kuruluşu vardır ve Altın Asır, Yaşlık, Miras, Türkmen Ovası, Türkmenistan, Aşkabat ve Türkmen Sport adlı 8 kanaldan yayın yapmaktadır. Özel televizyon yayını bulunmamaktadır.

Orta Asya ülkelerinden olan Türkmenistan güneyden İran, batıdan Hazar denizi, kuzeyden Kazakistan, kuzeydoğudan Özbekistan, güneydoğudan Afganistan'la çevrilidir. En yüksek yerleri Kugintau Dağı (3319 m.) ve Kopet Dağı (2942 m.)'dır. Hazar Denizi'nin hemen yanıbaşında yer alan ve tuz yönünden zengin olan Karaboğaz Gölü, Türkmenistan toprakları içinde yer alır. Türkmenistan akarsu yönünden fakirdir. Atrek ırmağının bir bölümü Türkmenistan'ın içinde yer almaktadır. Tecen ve Murgap adlı akarsuları Karakum çölü içinde kaybolmaktadır. Amu Derya ırmağının çok az bir kısmı Türkmenistan sınırları içinde yer alır. Bunun dışında önemli bir akarsuyu yoktur. Ancak su ihtiyacının karşılanması için 900 km uzunluğundaki Karakum kanalı yapılmıştır. Bu kanal güneydedir. Topraklarının beşte dördünü Karakum çölü kaplamaktadır. Güney kısmında Kopet dağ kütlesi ve yaylalar yer alır. Topraklarının % 3.5'i tarım alanı, % 17'si otlak, kalanı ya kısmen otlak olarak kullanılabilen çöl veya tamamen çöldür. Türkmenistan'a kurak ve sıcak bir iklim hâkimdir. Yaz aylarında sıcaklık bazen 50 dereceye kadar çıkar. Kış aylarında ise bazen -25 dereceye kadar düştüğü olur.

Bölge, 13. yy'da Cengiz Han tarafından işgal edildi. Daha sonraki yüzyıllarda İran hükümdarı, Hive hanları, Buhara emirleri ve Afgan beyleri arasında çekişmelere neden oldu. 1868'de Ruslar, Hazar Denizi'nin doğu kıyısına çıktılar ve Kradsnovodsk limanını kurdular. 1881'de çıkan bir Türkmen ayaklanması bastırıldı ve bölge Türkmenistan'a katıldı. Ekim Devrimi'nden sonra Türkmenler, geçici bir hükümet oluşturdular, ama Kızılordu 1919'da Aşkabad'ı 1920'de de Krasnovodsk'u işgal etti; Sovyet rejimi ilan edildi ve Türkmenistan, Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti içinde özerk bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti oldu. 1924'e kadar Transhazar bölgesi, Türkistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti içinde yer alıyordu, Türkmenistan'ın günümüzdeki öbür bölgeleri de Buhara ve Harezm Sovyet halk cumhuriyetlerine bağlıydı. 27 Ekim 1924'te SSCB'nin merkezi yürütme komitesi, Orta Asya topraklarının sınırlarını belirleme kararı aldı ve Türkmenistan, Buhara ve Harezm cumhuriyetlerinin toprakları Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan arasında paylaşıldı. Türkmenistan, eski Buhara ve Harezm cumhuriyetlerinin Türkmen bölgelerini içine aldı ve SSCB'nin bir federal Sovyet sosyalist cumhuriyeti oldu. 1989'dan başlayarak SSCB'de gerçekleştirilen reformlar sonucunda SSCB'yi oluşturan diğer cumhuriyetler gibi bağımsızlığın ilan edildiği ülkede, 27 Ekim 1990'da cumhurbaşkanlığına seçilen Saparmurad Niyazov 18 Mayıs 1992'de yeni anayasanın kabulünden sonra yapılan seçimde, yeniden cumhurbaşkanı seçildi.

Türkmence, Ural Altay dil grubunun Altay kolunu oluşturan batı Türkçesinin bir versiyonudur. Türkmenistan'da yaşayan 6 milyondan fazla Türkmen ile İran, Afganistan ve Rusya gibi ülkelerde yaşayan yaklaşık 3 milyon Türkmen tarafından konuşulmaktadır. Türkmenistan'da konuşulan Türkmence yazı diline sahip olduğundan ayrı bir dil olarak tanımlanabilir. Ancak diğer Türkmen ağızlarıyla, Oğuz boyundan olduğu için Azerbaycan Türkçesiyle ve Türkiye Türkçesiyle çok yakın akraba bir dildir.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

İllerimiz; ANTALYA

Antalya, Türkiye'nin güneyinde, tamamı Akdeniz Bölgesi'nin batısında yer alan ve Antalya Körfezi'yle Batı Torosların arasında kurulmuş il. Yüz ölçümü bakımından Türkiye'nin altıncı büyük ilidir. Güneyinde Akdeniz, batısında Muğla, kuzeyinde Burdur ve Isparta, kuzeydoğusunda Konya, doğusunda ise Karaman ve Mersin illeri vardır.

Antalya şehri, 1980 yılından itibaren ve uygun iklim koşulları ve turizm etkinlikleri nedeniyle hızla gelişmiş ve buna paralel olarak il de günümüzde Türkiye'nin beşinci kalabalık ili olmuştur. Antalya'da ekonomik hayat büyük oranda ticaret, tarım ve turizme dayalıdır.

Antalya ilinin kapsadığı bölge tarih öncesinden günümüze dek pek çok medeniyeti barındırmıştır ve Türkiye'de en çok antik kent bulunan ildir. Sırasıyla Likyalılar, Lidyalılar, Pamfilyalılar, Bergamalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ve son olarak da Türkiye Cumhuriyeti hakimiyetinde bulunan Antalya bu medeniyetlerin hiçbirine başkentlik yapmamıştır.

İlin tamamı Akdeniz Bölgesi'nin Antalya Bölümü'nde yer alır ve Akdeniz ikliminin etki sahasındadır. Yerleşim yerleri haricindeki il topraklarının büyük kısmı tahıl tarlalarıyla kaplı platolardan oluşur.

Türk Silahlı Kuvvetleri Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı 3. Piyade Eğitim Tugayı Komutanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı Hava Meydan Komutanlığı Antalya'da bulunmaktadır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
BilgeTonyukuk
Çınaraltı Müdavimi
Çınaraltı Müdavimi
Mesajlar: 808
Kayıt: 22 Kas 2010 21:43
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen BilgeTonyukuk »

Resim
Kısa Bir Mola

  • Bugünkü paylaşımlarımız:

  • 12.07.2014 Tarihte Bugün
  • Günün Müziği; Erkin Koray - Sevince (1976, Doğan Plak'ın izinsiz çıkardığı albümdür)
  • Günün Hikayesi; Bebek - Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden Hikayeler
  • Günün Şiiri; Hüseyin Nihal Atsız - Yolların Sonu
  • Günün Atasözü; Evvel taam (selam), sonra kelam.
Resim
Tarihte Bugün

  • Roma'nın tarihinin en tanınmış imparatoru ve generali Julius Caesar milattan önce 100 yılında doğdu. Daha sonra, doğduğu aya onun adı verildi. (M.Ö 100)

  • Sidney ve Beatrice Webb. Sidney and Beatrice doğdu. Londra Ekonomi ve Toplumsal Bilimler Okulu'nun ve Fabian Derneği'nin kurucusu sosyalist iktisatçı karı koca. (1859)

  • Osmanlı devleti Kıbrıs adası yönetimini İngiltere'ye devretti. (1878)

  • Isaak Emmanuilovich Babel doğdu. Savaş öyküleri ve Odessa masallarıyla bilinen Sovyet yazarı SSCB'nin ilk kuruluş döneminde edebiyatta bir yenilikçi olarak ün ve saygınlık kazanmıştı. (1994)

  • Pablo Neruda doğdu. 1971 Nobel edebiyat ödülü sahibi Şilili şair, 1974'te General Augusto Pinochet önderliğindeki faşist darbe sırasında öldürülmüştü. (1904)

  • Türk Dil Kurumu kuruldu. (1932)

  • Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği futbol turnuvasında, Karabük şampiyon oldu. (1932)

  • Berlin Olimpiyatları'nda Türkiye'ye ilk olimpiyat madalyasını Mersinli Ahmet (Kireççi) getirdi. 71 kiloda üçüncü oldu. (1936)

  • Ruhi Sarıalp, Londra Olimpiyatları'nda üç adım atlamada üçüncü oldu. (1948)

  • İstanbul Sultanahmet Adliye Sarayı'nın temeli atıldı. (1951)

  • Temmuz 1958'de Kıbrıs'ta olaylar tırmanıyor. Beş Kıbrıslı Türk pusuya düşürülerek öldürüldü. (1958)

  • Başbakan Süleyman Demirel iş isteyenlere "İşiniz vardı da biz mi elinizden aldık" dedi. (1969)

  • Yurtdışına yılda en çok 4 kez çıkılmasına karar verildi. (1973)

  • Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk Orman Suçları Affı Kanunu'nu veto etti. (1973)

  • Atatürk'ün eşi Latife Uşaklıgil öldü. (1975)

  • Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç "MC (Milliyetçi Cephe) hükümeti kurulur ve güvenoyu alırsa genel greve gideriz" dedi. (1977)

  • Sinema ve tiyatro sanatçısı, yazar Ahmet Üstel öldü. (1983)

  • İstanbul'un 3 ayrı yerinde gerçekleştirilen baskınlarında polis Devrimci- Sol üyesi 10 kişiyi öldürüldü. Örgütün eski yöneticilerinden Paşa Güven de aynı gün Paris'te öldürüldü. (1991)

  • Hülya Avşar, "Berlin in Berlin" filmindeki rolüyle Moskova Film Festivali'nde "En İyi Kadın Oyuncu Ödülü"nü aldı. (1993)

  • Türkiye Güzeli Arzum Onan Avrupa Güzeli seçildi. (1993)

  • Kapatılan Demokrasi Partisi (DEP) eski milletvekilleri Selim Sadak ile Sedat Yurttaş tutuklandı. (1994)

  • Mesut Yılmaz başbakanlığındaki 55. hükümet güvenoyu aldı. Anasol-D olarak anılan koalisyon hükümeti Anavatan Partisi (ANAP), Demokratik Sol Parti (DSP), Demokratik Türkiye Partisi (DTP) ve 1 bağımsız üyeden oluşuyordu. (1997)

  • Fransa'da yapılan Dünya Futbol Şampiyonası'nda, Brezilya'yı 3-0 yenen Fransa şampiyon oldu. (1998)

  • Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz, 18 Nisan 1999 seçimleri sonrası kurulan Demokratik Sol Parti- Milliyetçi Hareket Partisi-Anavatan Partisi koalisyonunda görev almamıştı. Avrupa Birliği'nden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak kabineye girdi. (2000)
Resim
Günün Müziği


[youtube]http://youtu.be/fQqlwZIwqtw[/youtube]


Resim
Günün Hikayesi


Genç Kadın, bebeğin, güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu. Onun ipek yanaklarını doya doya öpmek ve Cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde:

- Dokunma bana!. diye bir ses duydu. Beni okşamaya hakkın yok senin!...

Kadın, korkuyla irkilip etrafa baktı. Bebekle kendisinden başka kimse yoktu. Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü. Aman Allah'ım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu.

Bebek:

- Bana yaklaşmanı istemiyorum!. diye devam etti. Hemen uzaklaş benden!.

Kadın, biraz olsun kendini toparlayıp:

- Çocuklarımız hep erkek oluyor, dedi. Onlar da güzel ama, kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istemiştim.

- Beni öpemezsin!. diye ağlamaya başladı bebek. Benim de seni öpmem mümkün değil.

- Neden? diye sordu kadın. Neden öpemezsin ki?

Bebek, hıçkırıklara boğulurken:

- Bunun sebebini bilmen gerekir!. dedi. Düşünürsen mutlaka bulacaksın.

Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan genç doktor, kadına bir demet çiçek uzatıp:

- Geçmiş olsun hanımefendi, dedi. Başarılı bir kürtajdı doğrusu. Ha..! Sahi, "kız" mış aldırdığınız...


Resim
Günün Şiiri


Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
İtler bile gülecek kimsesizliğimize.

Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların…
Ordularla yenilmez bir gayiz var kanımda.
Dün benimle birlikte gelen tanıdıkların
Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda.

Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;
Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağı’na.
Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin
Degişilir topu da bir sokak kaltağına.

İster düşün… Kendini ister hayale kaptır…
Uzar, uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların.
Bakarsın aldanmışşın, gördüğün bir seraptır
Sevimli bir hayale açılırken kolların.

Ey doğunun alnımı serinleten rüzgarı!
Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!
Arzularim bir oktur, aşar ulu dağları,
Düştüğü yer uzakta dilek adlı bir saray.

O sarayda bulunca Tanrı’laşan erleri
Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.
Hepsi sussa da “Kür Şad” uzatarak elini:
“Hoş geldin oğlu ATSIZ, kutlu olsun” diyecek.



Resim
Günün Atasözü


Evvel taam (selam), sonra kelam.
 
1) Bir konu üzerinde görüşme, yemek zamanına rastlarsa önce yemek yenmeli, sonra görüşülmelidir. Çünkü aç insan rahat değildir; iyi düşünemez, aklı yemekte kalır.
2) Yemek yerken konuşmak doğru değildir. Çünkü insanın ağzından yemek saçılır. Bir de yemek, konuşma yüzünden, sofrada uzun süre kalırsa soğur, tadı kaçar.
Resim
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

TÜRK DİL KURUMU

Türk Dil Kurumu, Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Temmuz 1932'de Atatürk'ün talimatıyla kurulmuştur. Cemiyetin kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Sâmih Rif'at, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri'dir. Kurumun ilk başkanı Sâmih Rif'at'tır. Türk Dili Tetkik Cemiyetinin amacı, "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak tespit edilmiştir. Atatürk'ün sağlığında, 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem Kurumun yönetim organları seçilmiş, hem dil politikası belirlenmiş, hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır. 26 Eylül-5 Ekim 1932 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı'nda yapılan Birinci Türk Dili Kurultayı sonunda Kurumun "Lügat-Istılah, Gramer-Sentaks, Derleme, Lenguistik-Filoloji, Etimoloji, Yayın" adları ile altı kol hâlinde çalışmalarını sürdürmesi kabul edilmiştir. Sonraki kurultaylarda bu kollardan bazıları ayrılmış, bazıları tekrar birleştirilmiş; fakat ana çatı değiştirilmemiştir. 1934'te yapılan kurultayda Cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936'daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu olmuştur.

Türk Dil Kurumu başlangıçtan beri çalışmalarını iki ana eksen üzerinde yürütmüştür:
1. Türk dili üzerinde araştırmalar yapmak, yaptırmak;
2. Türk dilinin güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yolları bulmak.

Atatürk'ün kendisi de Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları bizzat inceleyerek, dönemindeki bilginleri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Nitekim Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk (Runik) yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlanmış; 1940'larda yayın hayatına çıkabilen Divanü Lügati't-Türk, Kutadgu Bilig gibi eserler üzerinde de yine onun sağlığında çalışılmaya başlanmıştır. Daha sonra birçok cilt hâlinde ortaya çıkacak olan Tarama ve Derleme Sözlüğü'yle ilgili çalışmalar da Atatürk'ün sağlığında başlamıştır. Tarama Sözlüğü, 13. yüzyılda başlayan Batı Türkçesinin eski eserlerinin taranmasıyla; Derleme Sözlüğü, Anadolu ağızlarında kullanılan kelimelerin derlenmesiyle oluşturulmuş büyük sözlüklerdir. Çağdaş Türkçenin grameri, sözlüğü, imlâsı ve terimleriyle ilgili çalışmalar da Atatürk tarafından ilgiyle izlenmiştir.

Türk Dil Kurumunun kuruluşuyla birlikte çağdaş Türkçede çok hızlı bir arılaştırma akımı da başlamıştır. Bizzat Atatürk'ün öncülük ettiği, Türk dilinin yabancı kökenli sözlerden temizlenmesi akımı 1935 güzüne kadar sürmüş; halkın diline girip yerleşmiş kelimelerin dilden atılması işleminden bu tarihte vazgeçilmiştir. Atatürk'ün ölümünden sonra öz Türkçe akımı Türk aydınları arasında sürekli tartışılan bir konu olmuş ve özellikle 1960'tan sonra Türk Dil Kurumu bu akımın öncülüğünü yapmaya devam etmiştir. 1980'den sonra tartışmalar durulmuş, bilimsel çalışmalar hız kazanmıştır.

Atatürk, ölümünden kısa bir süre önce yazdığı vasiyetname ile mal varlığını Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumuna bırakmıştır. Bu iki kurumun bütçesi bugün de Atatürk'ün mirasından karşılanmaktadır. Bu miras bugün Türkiye'nin en büyük bankalarından biri olan Türkiye İş Bankası sermayesinin %28,9'unu oluşturmaktadır.

Türk Dil Kurumunun yapısıyla ilgili ilk önemli değişiklik 1951 yılındaki olağanüstü kurultayda yapılmıştır. Atatürk'ün sağlığında Millî Eğitim Bakanının Kurum başkanı olmasını sağlayan tüzük maddesi 1951'de değiştirilmiş; böylece Kurumun devletle bağlantısı koparılmıştır. İkinci önemli yapı değişikliği 1982-1983 yıllarında gerçekleştirilmiştir. 1982'de kabul edilen ve şu anda da yürürlükte olan Anayasa ile Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, bir Anayasa kuruluşu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına alınmış; böylece devletle olan bağlar yeniden ve daha güçlü olarak kurulmuştur.

Atatürk, 1 Kasım 1936'da Türkiye Büyük Millet Meclisinin V. dönem 2. yasama yılını açış konuşmasında Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun geleceği ile ilgili dileklerini şu sözlerle dile getirmişti:

Başlarında değerli Eğitim Bakanımız bulunan, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun her gün yeni gerçek ufuklar açan, ciddî ve aralıksız çalışmalarını övgü ile anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründe başlangıcı temsil ettiklerini, kabul edilebilir bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk ulusunun değil, bütün bilim dünyasının ilgisini ve uyanmasını sağlayan, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim. (Alkışlar)Tarih Kurumunun Alacahöyük'te yaptığı kazılar sonucunda, ortaya çıkardığı beş bin beş yüz yıllık maddî Türk tarih belgeleri, dünya kültür tarihinin yeni baştan incelenmesini ve derinleştirilmesini gerektirecektir. Birçok Avrupalı bilim adamının katılması ile toplanan son Dil Kurultayının aydınlık sonuçlarını görmekle çok mutluyum. Bu ulusal kurumların az zaman içinde ulusal akademilere dönüşmesini dilerim. Bunun için, çalışkan tarih, dil ve bilim adamlarımızın, bilim dünyasınca tanınacak orijinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim.

(Bu konuşmanın tam metnini http://www.tbmm.gov.tr adresinde bulabilirsiniz.)

Atatürk'ün bu dileği dikkate alınarak her iki kurum da böylece akademik bir yapıya kavuşturulmuştur.

Bugün Türk Dil Kurumu, 20'si Yüksek Öğretim Kurumu; 20'si Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Kurulu tarafından seçilen 40 asıl üyeye sahiptir. Üyelerin büyük çoğunluğu Türk üniversitelerinde çalışan Türkologlardır. Başbakanın önerisiyle Cumhurbaşkanınca tayin edilen Kurum Başkanı ve 40 asıl üye Bilim Kurulunu oluşturur. Kurumun bilimsel çalışmaları bu kurul tarafından plânlandığı gibi yönetim işlerini üstlenen Yürütme Kurulu ile bilimsel çalışmaları yürüten Kol ve Komisyonların üyeleri de bu kurul tarafından seçilir.

Bilimsel çalışmaları yürüten kollar şunlardır:

1. Sözlük Bilim ve Uygulama Kolu,
2. Gramer Bilim ve Uygulama Kolu,
3. Dil Bilimi Bilim ve Uygulama Kolu,
4. Terim Bilim ve Uygulama Kolu,
5. Ağız Araştırmaları Bilim ve Uygulama Kolu,
6. Kaynak Eserler Bilim ve Uygulama Kolu.

Türkiye Türkçesinin çağdaş sözlüğünü sürekli geliştirerek yayımlayan ve Genel Ağ ortamında sürekli güncelleyen Türk Dil Kurumu, İmlâ Kılavuzu'nu 2000 yılında yayımlamış olup, 2004 yılında İlköğretim Okulları için İmlâ Kılavuzu' nu yayımlamıştır. 1998 yılı içinde 9. baskısı çıkmış olan Türkçe Sözlük'te 75.000 civarında kelime yer almıştır.

Son dönemde, yılda 30-40 bilimsel eseri yayın dünyasına kazandıran Türk Dil Kurumunun üç süreli yayını da bulunmaktadır. Güncel dil konularını ve geniş kitlenin anlayacağı dilde yazılmış araştırmaları içine alan Türk Dili dergisi ayda bir yayımlanmaktadır. Altı ayda bir yayımlanan Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi; Kazak, Kırgız, Tatar vb. Türk topluluklarının dil ve edebiyatlarıyla ilgili araştırmalara yer verir. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten ise tamamen bilimsel araştırmaları içine alır ve yılda bir sayı yayımlanır.

Türk Dil Kurumunda şu anda, üç proje yürütülmektedir:

1. Türklük Bilimi (Türkoloji) Alanında Yabancıların Eserlerinin Türkçeye Çevrilmesi Projesi,
2. Türk Dünyası Destanlarının Tespiti, Türkiye Türkçesine Aktarılması ve Yayımlanması Projesi,
3. Mühendislik Terimleri Sözlüğü Projesi.

Kurumumuzun biten projeleri ise şunlardır:

1. Türkiye Türkçesi Sözlükleri Projesi,
2. Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri ve Şiveleri Sözlüğü ve Grameri Saha Araştırması Projesi,
3. Türkiye Türkçesi ve Tarihî Devirler Yazı Dilleri Grameri Projesi,
4. Göktürk (Runik) Yazılı Belge, Yazıt ve Anıtların Albümü Projesi.

Türk Dil Kurumu 800'e ulaşan yayını, 40 Bilim Kurulu üyesi, 17 uzmanı, 56 çalışanı ve zengin bir araştırma kütüphanesiyle Türkiye'nin saygın bilim kuruluşlarından biri olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

MERSİNLİ AHMET PEHLİVAN

Kireççi ailesinin oğlu Ahmet 1914 yılında, Mersinde, Kiremithane Mahallesinde doğdu. O yıllardaki büyük çoğunluğun kaderi olan yokluklar içinde büyüdü. Sağlıklı, güçlü bir çocuktu ve kendisi de bu
özelliğinin farkındaydı.

Duvarcı ustası olan babasına yardıma gider büyük yapı taşlarını ikişer taşırdı. Fırınlarda çalışır ve her biri 70 kilo gelen un çuvallarını diğer işçiler gibi tek tek taşımayıp bazen ikisini birden sırtlamasıyla, bazen koltuklarının arasına koyarak taşımasıyla yakınlarının ilgisini çekerdi. Bir gün bunu nasıl yaptığını soran Güreş Hocası Nuri beye “ Gayet basit. Ben daha güçlüyüm” diyecek kadar sade düşünceliydi.

Spora boksla başladı. Daha sonra atletizm yaptı, bir mukavemet koşusundan sonra hastalandı, atletizmi bıraktı. Güreşe yönelen ve birkaç müsabakada başarılı olan Ahmet, Mersin itfaiye Komutanı Memduh Bey tarafından himaye edilmeye başlandı. Onun desteği ile Tarsus’ta yapılan karakucak güreşlerine katıldı ve birinci oldu. Memduh Bey arkadaşı olan İstanbul güreş ajanı İsmail Hakkı Vefa Bey’e bir mektup yazarak Ahmet’e verdi ve onu İstanbul’a gönderdi.

Ahmet Kireçci Kumkapı Güreş Kulübüne yazıldı. Yatak ve yemek sorunu çözüldü. Mersinli genç kısa bir süre sonra İstanbul’da adını duyurmaya başladı. 1933 yılında İzmir’deki Balkan Şampiyonası seçmelerinde Nuri Boytorun ve Adnan Yurdaer gibi büyük güreş ustalarını yenerek, Milli Takıma girdi ve henüz 18 yaşında iken Balkan Şampiyonu oldu. 4–5 Haziran 1936 Berlin Olimpiyatlarında 78 kiloda üçüncülük kazandı. Bu madalya Ahmet gibi genç olan Türkiye Cumhuriyetinin de ilk madalyası olmakla çok önemlidir.

24 Haziran 1936 da Gazi Mustafa Kemal Atatürk davetlisi olarak İstanbul’da bulunan Alman güreş takımından bir güreşçiyi 10 dakika içinde tuşla yendi ve çok büyük sevinç gösterileriyle kutlandı. Hemen sonrasında Alman güreşçilerle beraber Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Florya’daki köşküne giden Ahmet Atatürk tarafından çağrılarak yanına oturtuldu. Atatürk tarafından ikram edilen içkiyi “içmem paşam içmem” diye reddetti. Atatürk ısrar edince “paşam, her sözünüzü yerine getiririm ama içkiyi içmem, kusura bakmayınız” dedi. Atatürk bu söze güldü ve limonata getirtti. Atatürk sordu : “Ahmet beni de yenebilirmisin?”Ahmet “paşam siz yedi düvele karşı geldiniz onları yendiniz” yanıtını verdi.

26 Eylül 1936 tarihinde Rusya’da Leningrad’da yapılan bir özel karşılaşmada yunus balığı sütü ile beslenen Rus Güreşçi Pılnov’a boyunduruğu vurdu ve mindere yapıştırdı. Hakemler ayağa kalkmalarını istediler. Rus güreşçisinin açıkça kollandığı görülüyordu. Ahmet rakibini iki kez tuşa getirmesin rağmen yine sayılmadı. En sonunda rakibini sırt üstü yapıştırdı ve düdüğün çalınmasına rağmen kalkmadı. Hakem Ahmet’in koluna girip kaldırmaya çalışınca “başkan kalk demeden kalkmam” dedi. Kafile başkanı Necdet Kerim İncedayı yüksek bir yere çıkarak “pehlivan, oldu oldu kalk” diye bağırıncaya kadar bekledi. Ahmet kalktı ve başkanının yanına gidip elini öptü.

1937 yılı Ağustos ayında yine 79 kiloda olan Ahmet bir günde tam dört defa güreşti ve Dünya üçüncüsü oldu. 1940’ ta bir kez daha Balkan Şampiyonluğu’nu elde etti. 14 Ağustos 1948 Londra Olimpiyatlarında Mersinli Ahmet KİREÇÇİ Greko-Romen Ağır siklette İsviçreli Jnderbitzin’i 13’51″ de tuşla, İsveçli Nilsson’u 15’48″de tuşla, Finli Kangasniem’de sayı hesabıyla yendi. Bye çekti. İtalyan Fantoni’yi sayı hesabıyla yendi. Kendisinden 30-40 kilo fazlası olan, çok iri yapılı güreşçilerle güreşti. Sıkletinin Olimpiyat Şampiyonu oldu. Böylece 1936 Berlin’de bronz madalya kazanmış olan Mersinli Ahmet Türk Olimpiyat tarihinde iki Olimpiyatta madalya kazanan ilk sporcu olmak şerefine de ulaştı. Güreş müsabakalarının yapıldığı Empress Hall’da Türk güreşçileri destanlar yazdılar. Minderlerde Türk kasırgası esti ve “o günlerde Londra’da “Bir Türk’ten kuvvetli ancak iki Türk vardır” sözü dilden dile dolaştı. Mersinli Ahmet Kireççi Olimpiyat Köyü’nde bütün yabancı sporcuları “Hello ! diye selamladığı için adı “Mr. Hello”oldu. Mersinli Ahmet’in usturayla tıraşlı kafası bütün ülkelerin sporcuları için bir “uğur” oldu. Yarışmaya giden her sporcu bu sevimli Türk güreşçisinin çıplak başına bir öpücük kondurmayı kendine uğur saydı. Mersinli Ahmet’in final güreşi bu nedenle büyük bir yabancı sporcu kalabalığı tarafından izlendi ve şampiyonluğu kazanan Türk pehlivanına onlar da büyük sevgi gösterilerinde bulundular. Mersinli Güreşçi Ahmet İngiliz kadınları tarafından öpücük yağmuruna tutuldu. İngiltere Kraliçesi Elizabeth onu görmek için özel olarak geldi, “Mr helloya” sarıldı ve öptü. Bütün Dünya basını bunu yazdı. Altı tanesi altın olmak üzere toplam 12 madalya getiren Ahmet ve arkadaşları yurda dönüşlerinde onbinlerce İstanbullu tarafından çiçeklerle karşılandılar. Devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Hasan Saka tarafından kabul edildiler. Kendisine altın bir saat hediye edildi. Cumhurbaşkanının önerisi ile soyadı MERSİNLİ olarak değiştirildi.

Daha sonraki yıllarda İsmet İnönü Mersine her gelişinde Mersinli Ahmet’i mutlaka ziyaret etti, öptü. Mersinli Ahmet zirveye çıkmıştı. Dünya şampiyonu olmuştu. Daha yükseği olmadığı için orada kaldı ve güreşi bıraktı. Ancak onu görmek isteyenlerin ısrarlarına dayanamayıp zaman zaman çayır güreşi yaptığı oldu. Yaşamının sonuna kadar güreşçilerle ilgilendi. Onlara hocalık, ağabeylik yaptı. Bu arada kendi güreş sitilini şöyle anlattı (1*) “Önceleri güreşimde taktik yoktu. O anda, rakibimin güreşine göre oyunlar yapardım. Fakat bende kendime akıl erdiremezdim. İstanbul’da güreş kulübündeyken, taktik te öğrenmeye başladım. Güreşçi rakiplerimin güreşlerini izleyerek oyunlarını öğrendim. Bu aşamadan sonra güreştiğim Mehmet Ağa isimli güreşçi çok ağır ve benden iriydi. Çok çevik olmalı ve en kısa zamanda güreşi bitirmeliydim. Aksi takdirde beni çok uğraştırırdı. Güreşe başlar başlamaz oyun üstüne oyun denemeye, çevik hareketlerle güreşmeye başladım. 15 Dakika sonra mağlup ettim. Kendisi bile nasıl yenildiğini anlayamadı. Bundan sonra Avrupa’da rakiplerimi izledim ve onları nasıl yenebileceğimi hesaplamış olarak karşılarına çıktım”

Mersinli Ahmet daha sonraki yaşamını kısa bir süre İstanbul’da kaldıktan sonra Mersin’deki “Olimpiyat Kıraathanesi”nde sürdürdü. Bu kıraathanenin duvarlarını siyah beyaz güreş fotoğraflarıyla, içini renkli sevecen, neşeli, şakacı kişiliği ile doldurdu. Mersin’e gelenler onunla tanışmak, fotoğraf çektirmek için burayı bir ziyaret yerine çevirdiler.

1936 yılında onu bir fırın işçisi olarak tesadüfen gören dönemin en ünlü ses sanatçısı Safiye AYLA onu elde edebilmek için uzun süre uğraşmıştı. Yaklaşık dört yıl kadar beraber olmuşlardı. Ancak O hareketli, gece eğlenceleri olan bir yaşam tarzını benimsemedi. Dedikodu sayfalarından ziyade spor sayfalarında yer almak istedi. Dünya şampiyonu olarak döndüğü Mersinde sokakta gördüğü bir kıza aşık oldu. Onu takip etti, araştırdı. Onun saygı duyulan, sevilen, görgülü bir aileden geldiğini öğrendi. Başlarda kızın “olmaz” demesi üzerine büyük acılar çekti. Evlendi. Mütevazi bir ailesi oldu.

Her yaştan kadın erkek her kiminle tanıştıysa onun elini sıktı. Sıktı karşısındakinin yüz ifadesi değişinceye dek. (Ziyaretçi bir Dünya Şampiyonu ile tanıştığını hissetmeliydi) Bir dahaki karşılaşmada elini saklayanlara gülerek, herkesin sevgisiyle saygısıyla hayranlığıyla yaşadı. 1979 yılındaki trafik kazasına kadar.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

RUHİ SARIALP

1924 yılında Manisa'da doğdu. Atletizme Konya Askeri Lisesinde başladı. Oradan İstanbul'a Haydarpaşa lisesine geldi ve Fenerbahçe kulübünde koştu. 1945 yılında üç adım atlamada 14.77 cm'lik derecesiyle ilk Türkiye rekorunu kırdı. Bu dereceyi 1948 yılında 15 metre 7.5 cm'ye çıkardı.1948 Londra Olimpiyatları'nda üç adım atlamada elde ettiği üçüncülük, Türkiye'nin atletizm olimpiyatlarında elde ettiği ilk madalya oldu.1950 Avrupa Atletizm Şampiyonası'ndaki üçüncülüğü de Türkiye'nin ilk Avrupa madalyası olma özelliği taşımaktadır.1951 ve 1952 yıllarında Ordular Arası Dünya Atletizm Şampiyonaları'nda iki şampiyonluk kazanan ve bir dünya rekoru kıran Sarıalp, 1953 yılında koşmayı bıraktı. Daha sonra Amerika'ya giderek 7 yıl kaldı ve spor ihtisası yaptı. Evli ve iki çocuk babasıydı. Yüksek Denizcilik okulunda beden eğitimi görevi yaptı. İ.T.Ü.'de bir dönem bölüm başkanlığı yaptı. Türk atletizminin en önemli isimlerinden birisidir. 2001 yılında Bergama'da arkeolojik Kazılar sırasında nefes darlığı teşhisiyle Ege Üniversitesinde yoğun bakıma alınan Ruhi Sarıalp kurtarılamayarak hayata veda etti."
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Cevapla

“Lonca İletişim” sayfasına dön