Karakter Adı: ??
Tarih: 13.01.2014
Ayaklarım yerden kesilmişti. Karanlık bir geçitten geçmişti sanki aciz bedenim. Birden ayaklarımın zemine değdiğini hissettim, başımı kaldırdım. Soğuk bir odada, sanki eski bir Roma tapınağının içindeydim. Etrafım lahitlerle doluydu, kimi açık kimi kapalı.. Kanım çekilmişti resmen, tüylerimin ürperdiğini hissetmiştim.

Adım adım ilerledim ve bir koridora çıktım. Tam önümde örümcekler vardı. Büyük, mavi örümcekler.. Onların biraz gerisinde avare bir halde dolanan ölüleri görüyordum. Mezarlıktaki ölülerle aynı bir görüntüsü vardı ancak bunların daha kuvvetli olduğu belliydi. Ne de olsa satrançta ilk piyonlar öne çıkardı değil mi?

Koridoru geçebilmek için mecburen yaratıklarla mücadele ettim. Tahminimden daha kolay alt edebildim hepsini. Açıkçası bu kendime olan güvenimi yerine getirmişti. Koridoru geçtim ve başka bir odaya ulaştım. Hemen sağımda gösterişli bir heykel duruyordu. Eski Roma dönemindeki askerlere benzeyen bir adam vardı tam karşımda. Bir elinde mızrak, bir elinde kalkanı, başında miğferi...


Mezarlık bölgesindeydim. Çınaraltı'na doğru koşarcasına ilerledim. Arzuhalci beni görünce merak içinde sorgu sual etti. Fotoğraf filmlerini verdim. Acemiliğimden olsa gerek resimler karanlık çıkmıştı. Yine de idare ederdi..
Fotoğraflardan ve verdiğim bilgilerden yola çıkarak burasının bir labirent olduğu kanısına vardık. Ve tabi bu tür yapıların ancak bir şeyi ya da birini korumak amaçlı yapıldığını da.. Hele ki labirent içinde çok sayıda habis yaratıklar olunca, bu konuda hemfikir olmak kaçınılmazdı. Ancak elimizdeki bilgiler yeterli değildi. Ölülerin yemininde geçen "Philotheos" nedir veya kimdir, bunu bulmamız lazımdı. Labirent yolu beni beklerdi..

O kasvetli yere tekrardan gelmiştim. Ama kendime güveniyordum, başarabilirdim. Koridorlarda gezinerek, karşıma çıkan her bölmeyi kolaçan ettim ve işime yarayabilecek bilgiler aradım durdum.
Koridorları gezmeye başladıkça düşman sayıları arttı, labirentin derinliklerine doğru ilerlediğimi anlamıştım. Birden karşıma, daha önce gördüğüm mavi renklerin kırmızı olanları çıktı. Onları atlatmak için kaçmaya başladım. Önümde aşağıya doğru uzanan merdivenler ve zeminde tuhaf işareti olan bir oda gördüm. Hızlıca oraya doğru ilerledim. Bu bir örümcek sembolüydü. Merakımdan taşa öylesine bir dokunmak istedim.

Kendimi karanlığın içinde buldum...
Önümde uzun, dar ve ilerisi görünmeyecek kadar karanlık bir koridor vardı. Koridor kara akrepler ve kırmızı örümceklerle doluydu. Beni farkeder etmez saldırmaya başladılar. Benden çok güçlüydüler ve onlarla savaşamazdım. Ancak ölmeye de niyetim yoktu! Var gücümle koşmaya başladım.
Şans benden yanaydı ki yaratıkları arkamda bırakabiliyordum. Koridorun sonunda taş bir tablet ve önünde yine o örümcek sembolü vardı. Üzerinde Latince yazıtlar yer alıyordu. Aradığımız bilgilerin bunlarda saklı olabileceğini düşündüm ve kömür kalemle yazıları çabucak not ettim.

Çınaraltı'na vardım, berbat görünüyordum. Arzuhalci'ye aldığım notları uzattım, o da bitap düştüğümün farkındaydı. Elime bir kadeh şarap tutuşturdu ve dinlenmem için önündeki ağacı işaret etti. Şarabı yudumladım, ağacın gölgesine uzandım, istirahat ettim.

Biraz dinlendikten sonra Arzuhalci'nin yanına yaklaştım. Getirdiğim notların çevirisini bitirmişti, gözlerindeki heyecanı görebiliyordum. Çeviriyi okudu, dinledim. Taşlar yerine oturuyordu..
Ölülerin yemininde geçen "Philotheos" ne bir yapıt, ne de benzeri bir şeydi. Bu bir muhafızdı, labirentteki o lanetli ölülerin baş muhafızı. Labirente ilk girdiğimde o gördüğüm heykelin Philotheos olduğunu şimdi anlamıştım.
Bu labirentin nereye çıktığını bulmamız, daha derinlere inmemiz gerekiyordu. Tek başıma yapamayacağımı biliyor ama yine de emin adımlarla labirente doğru ilerliyordum.
Labirent girişinde bayan bir büyücü ile karşılaşmıştım. Gösterişli kıyafetleri ve elindeki asasıyla oldukça güçlü olduğu açıktı. Yardım istedim, sağolsun ki geri çevirmedi. Labirentteki yaratıkları, bir yıldırım büyüsüyle yere seriyordu. Etkilenmiştim...

Karşımıza benim görebileceğim çok daha güçlü yaratıklar çıkıyordu. Daha derinlere indiğimizi anladım ve sonlara yaklaştığımızı hissettim. Uzun bir koridordan geçtik ve kendimizi geniş bir alanda bulunduk. Eski çağların amfi tiyatrosu vardı adeta karşımızda. Çok fazla ölülerle çevrilirdi, aşağısını görebilmek zordu. Ancak yanımdaki büyücü için bunlar bir hiçti. Büyü darbeleriyle teker teker yolumuzdaki ölüleri temizledi.

Aşağıya inince donakaldım. Heykelini gördüğüm, yazıtlarda bahsedilen o görkemli Philotheos karşımdaydı. Diğer ölülerden çok daha güçlü ve ihtişamlı görünüyordu. Arkasında dev bir akrep heykeli vardı, oldukça dikkat çekiciydi. Bizi farkedince korkunç nidası salonda yankılandı. "Feles! Caedete!.. Oradaki tüm ölüler üzerimize çullanmak üzereydi ki oradan hızlıca uzaklaştık, Eminönü'ne çıktık.
Gördüklerimi Arzuhalci'ye anlattım. Bir müddet düşündü, çıkarımlar yaptı. Kısa bir beyin fırtınasının ardından zorlu bir görev bekliyordu beni. Philotheos'un işini bitirmeliydik. Söylenildiği kadar kolay bir görev değildi. Ancak başarırsam, Arzuhalci fevkalade bir mükafat ile ödüllendirileceğime dair beni temin etti. Ödülden ziyade, açıkçası Philotheos'tan ne elde edeceğimizi merak ediyordum. Bu kadar tehlike atlatmanın, koşuşturmacanın heba olmasını istemezdim. Arzuhalci yanıtımı bekliyordu. Asamı sıkıca kavradım, başımla işaret verdim ve labirente doğru ilerlemeye başladım.


Üzerinde bulabildiğim ne varsa torbama koydum, akrep heykelinin bir fotoğrafını çektim. Kapmıştım bu fotograf işini..
Arzuhalci, beni sağ sağlim gördüğüne oldukça sevinmişti. Ne var ne yok ortaya döktüm, fotoğraf filmlerini verdim.

Kısa bir istirahatten sonra Arzuhalci'nin çıkarımlarını dinledim. Philotheos'un orada olma nedeni, bizi ilk farkettiğinde söylediği sözler, akrep heykeli... Bütün bunların getirdiği soru işaretlerini ortadan kaldırmıştık. Bu başarıdan dolayı Arzuhalci'in takdirini kazanmıştım ve bu beni memnun ediyordu. Tekrar görüşeceğimize, insanoğlunun daha nice ayak basmadığı yerleri keşfedeceğimize şüphem yoktu. Arzuhalci, mükafatımı Işık Hanım'dan alabileceğimi söyleyerek beni uğurladı.
Heyecanla Işık Hanım'ın yanına gittim, her zamanki yerindeydi. Elindeki torbayı takdim etti. İçinden güneş gibi parlayan, anka şeklinde bir asa çıktı. Dokunur dokunmaz gücünün bedenime, zihnime nüfuz ettiğini hissettim.

Bu macera bana çok şey katmıştı. Ama yorulmuştum da... Kendime biraz izin vermenin yerinde olduğunu düşündüm. Hamit Pehlivan'ın yanına gittim, selamlaştık ve bir çay söyledim. Kafamdaki tüm düşüncelerden arındırdım kendimi. Bir iskemle çektim, temiz havayı ciğerlerime doldurdum.
