31 EKİM -TARİHTE BUGÜN
Olaylar
1517 - Martin Luther, Wittenberg'de 95 tezini kilise kapısına asarak Protestanlığı ilan etti.
1831 - Takvim-i Vekayi yayına başladı.
1864 - Nevada, ABD'nin 36. eyaleti oldu.
1876 - Hindistan'da dev kasırga: 200.000 den fazla kişi öldü.
1919 - Sütçü İmam, Kahramanmaraş'ta Fransız işgalcilere ilk kurşunu attı.
1922 - Benito Mussolini İtalya Başbakanı oldu.
1956 - Süveyş Krizi: Birleşik Krallık ve Fransa, Süveyş Kanalı'nın tekrar açılmasını sağlamak için Mısır'ı bombalamaya başladı.
1989 - Turgut Özal, 263 oyla Türkiye'nin 8. cumhurbaşkanı seçildi.
1992 - Vatikan, dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü söyleyen Galileo'nun haklılığını teslim etti.
Doğumlar
1620 - John Evelyn, İngiliz yazar (ö. 1706)
1632 - Johannes Vermeer, Hollandalı ressam (ö. 1675)
1920 - Fritz Walter, Alman futbolcu (ö. 2002)
1963 - Rob Schneider, ABD'li sinema oyuncusu
1964 - Marco van Basten, Hollandalı futbolcu
1967 - Piper Perabo, ABD'li sinema oyuncusu
Ölümler
1661 - Köprülü Mehmed Paşa, Osmanlı sadrazamı (d. 1578)
1926 - Harry Houdini, Macar asıllı ABD'li sihirbaz (d. 1874)
1984 - İndira Gandhi, Hindistanlı siyasetçi (d. 1917)
1993 - Federico Fellini, İtalyan yönetmen (d. 1920)
2007 - Erdal İnönü, Türk bilim adamı ve siyasetçi (d. 1926)
***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
PROTESTANLIK
ristiyanlığın en büyük üç mezhebinden biri XVI.yy. da Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde Katolik Kilisesine ve Papa'nın otoritesine karşı girişilen
Reform hareketi'nin sonucunda doğmuştur(1529). Protestanlar akla büyük yer vererek yerleşmiş kaideleri protesto ettikleri için bu adı almışlardır. Papazlara ihtiyaç duymaksızın İncil'i okuyabildikleri için Protestanlığa İncil kilisesi de denilmiştir. Çünkü onlar İncil'i Hristiyanlık için tek kaynak saymışlardır. Fikri liderleri arasında
Martin Luther ve
Calvin gibi teolog ve din adamları vardır. Günümüzde
ABD,
Kanada,
İngiltere,
Avusturalya gibi
Anglo-Sakson ülkeleriyle,
Norveç,
Hollanda,
Almanya gibi kuzey ve batı Avrupa ülkelerinde halkın çoğunluğu protestandır.
Katolik ve
Ortodoks Kiliseleri'nin temsil ettiği merkezi yönetime sahip kiliselerin aksine Protestanlık her biri kendi merkezi kurumları olan bir kiliseler veya mezhepler topluluğunu ifade eder. Bu mezheplerden bazıları,
Anglikanizm,
Kalvinizm, ve
Baptizmdir. Katolik inanç sisteminin çoğunluğunu koruyan Protestanlık, esasta Katoliklik'le yollarını, dini konularda Katolik Kilisesi'nin Papa'nın kişiliğinde kendisine atfettiği geniş yorum ve uygulama yetkisini tanımama, dini inançları daha kişisel bir düzeyde yaşama ve Katolik Kilisesi'nin dünyevileşen ayin ve uygulamalarından uzaklaşma gerekçeleriyle ayırmıştır. Kiliselerinde resim, heykel ve tasvir bulundurmazlar. Katoliklerin aksine Protestan râhipleri evlenebilir. İncil'i kendi dillerinde okuyabilmek de Protestanlığın bir başka özelliğidir. Katoliklerle Ortodokslar ise İncili Yunanca ve Lâtince okumak zorundadırlar. Protestanlıkta azizlere de inanılmaz.
Reform sonrası ortaya çıkan dini akımlar oncelikle kendi icinde 3 ana kola ayrilmistir. Bunlar,
1. Lutheryanizm
2.
Kalvinizm
3.
Anglikanizm
Protestanlık, diğer hristiyan mezheplerinden bazı farklılıklar arzeder. Katolik ve Ortodokslar gibi ruhanî başkanları yoktur. Protestanlık, Katolik ve Ortodoks kiliselerin merkezci zihniyetinin aksine çeşitli kiliseler veya mezhepler topluluğunu ifade eder. Katolik inanç sisteminin çoğunluğunu korusalar da Katolik Kilisesi nin Papa'ya verdiği geniş yorum ve uygulama yetkisini tanımama, dini inançları daha kişisel düzeyde yaşama ve Katolik Kilisesi nin dünyevileşen ayin ve uygulamalarından uzaklaşma gerekçeleriyle ayrılmışlardır.
Özellikle John Calvin'in öncülük ettiği Kalvenizm ekolüne bağlı olan Reform kiliseleri ve Presbiteryen mezhepleri Eski Ahitte On Emir de yer alan Kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin yasasına uymak gerekçesiyle kiliselerinde resim, heykel ve tasvir bulundurmazlar.
Lutherci kiliseler ise bu açıdan Katolik mirasa bağlı kalmışlardır ve kilise binalarındaki süsleme ve dekoru nispeten muhafaza etmişlerdir.
Lutherci akım daha çok Kuzey Avrupa da yandaş bulmuş, Almanya nın büyük bölümünde Evangelisch Kirche adı altında ; İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka gibi İskandinav ülkelerinde ise ulusal devlet kilisesi bazında kabul görmüştür.
Katolik kilisesi, Ortaçağ'ın sonlarına doğru, putperestlik ve Musevilik'ten birtakım ilkeleri Hristiyanlığa katmak isteyince, Katolikliğe karşı zaten mevcut olan tepki bir kat daha artarak dinde yenileşme hareketi gündeme gelmiştir. Bu hareketin başında bulunan M. Luther, J. Calvin ve Zwingle, Katolikliği yeniden gözden geçirdiler ve inancı esas aldılar. Onlara göre halen mevcut olan Hristiyanlık, Hz. İsa'nın tebliğ ettiği dinden çok farklıdır. Çünkü Papalık, Hristiyanlığın aslında olmayan birçok ilkeleri dine eklemiştir. Râhiplerin günah bağışlamaları, para karşılığında Cennet'ten yer almak imkânı, vatandaşı inleten birtakım ağır vergilerin konulması, İncili yalnız ruhbân olanların okuyabileceği vb. hep Hz. İsa'nın dinine sonradan ilâve edilmiş hususlardır. M. Luther'in öncülüğünde girişilen Reform Hareketi'yle Hristiyanlık saf şekline getirilmeğe çalışılmıştır. Reform Hareketi tam anlamıyla hedefine ulaşamamakla beraber yine de başarılı olmuştur. Ancak zamanla Reform önderleri arasında çıkan bir takım fıkir ayrılıkları, Protestanlığın da bir elden yönetimini güçleştirmiş; Anglikanizm ve Serbest Protestanlık mezhepleri fikir ayrılıklarından sonra teşekkül etmiştir. Daha çok İngiltere'de yayılan Anglikanizm, Katolikliğe en yakın mezheplerden biridir. Erasmus ve Castellion gibi hümanistlere bağlanan Serbest Protestanlık, Katolik mezhebinden oldukça farklı doktrinler ihtiva etmektedir.
Protestanlık XVI.yy.da Avrupa ve diğer kıtalarda, daha çok Katolikler arasında yayılma imkânı bulmuş; Ortodokslar arasında ise aynı şansa sahip olamamıştır. Bundan dolayı da Katolikler arasında fazlaca taraftar bulabilmiştir. Müntesiplerinin sayısı çok olmamakla beraber, Protestanlık bu gün dünyanın en büyük Hristiyan mezheplerinden biridir. Protestanlık daha çok Cermen ırklarınca (Almanlar, İngilizler, Flamanlar, İskandinavlar) kabul edilmiş; diğer ülkelere de bu kavimler tarafından götürülmüştür. Fransızlar, Macarlar, Çekler ve Lehler gibi bazı Katolik milletler arasında az nisbette yayılmasına karşılık; İtalyanlar, Portekizliler, Avusturyalılar arasında hemen hemen hiç taraftar bulamamıştır. Bununla beraber Anglo-Saksonlar, İskandinavyalılar ve Kuzey Almanların büyük bir ekseriyeti Protestanlığı kabul etmiştir.
Protestanlığın kurucusu sayıları M. Luther'e tâbi olanlara Lüteryen veya Reforme denir. Alman, İskandinav ve Baltık ülkeleri bu mezhebe bağlıdır. Protestanlığın ikinci büyük adamı J. Calvin'in yolundan gidenlere Kalvinist denir. İskoçlar, İsviçrelilerden bazıları ve Hollandalılar bu mezhebe bağlıdır. İngilizlerin büyük bir ekseriyeti Anglikan'dır. İngiltere'de mezhebin başı hükümdardır. Yetkisini iki başpiskopos vasıtasıyla kullanır. Evangelistler daha çok Federal Almanya'da bulunmaktadır.
ristiyanlığın en büyük üç mezhebinden biri XVI.yy. da Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde Katolik Kilisesine ve Papa'nın otoritesine karşı girişilen
Reform hareketi'nin sonucunda doğmuştur(1529). Protestanlar akla büyük yer vererek yerleşmiş kaideleri protesto ettikleri için bu adı almışlardır. Papazlara ihtiyaç duymaksızın İncil'i okuyabildikleri için Protestanlığa İncil kilisesi de denilmiştir. Çünkü onlar İncil'i Hristiyanlık için tek kaynak saymışlardır. Fikri liderleri arasında
Martin Luther ve
Calvin gibi teolog ve din adamları vardır. Günümüzde
ABD,
Kanada,
İngiltere,
Avusturalya gibi
Anglo-Sakson ülkeleriyle,
Norveç,
Hollanda,
Almanya gibi kuzey ve batı Avrupa ülkelerinde halkın çoğunluğu protestandır.
Katolik ve
Ortodoks Kiliseleri'nin temsil ettiği merkezi yönetime sahip kiliselerin aksine Protestanlık her biri kendi merkezi kurumları olan bir kiliseler veya mezhepler topluluğunu ifade eder. Bu mezheplerden bazıları,
Anglikanizm,
Kalvinizm, ve
Baptizmdir. Katolik inanç sisteminin çoğunluğunu koruyan Protestanlık, esasta Katoliklik'le yollarını, dini konularda Katolik Kilisesi'nin Papa'nın kişiliğinde kendisine atfettiği geniş yorum ve uygulama yetkisini tanımama, dini inançları daha kişisel bir düzeyde yaşama ve Katolik Kilisesi'nin dünyevileşen ayin ve uygulamalarından uzaklaşma gerekçeleriyle ayırmıştır. Kiliselerinde resim, heykel ve tasvir bulundurmazlar. Katoliklerin aksine Protestan râhipleri evlenebilir. İncil'i kendi dillerinde okuyabilmek de Protestanlığın bir başka özelliğidir. Katoliklerle Ortodokslar ise İncili Yunanca ve Lâtince okumak zorundadırlar. Protestanlıkta azizlere de inanılmaz.
Reform sonrası ortaya çıkan dini akımlar oncelikle kendi icinde 3 ana kola ayrilmistir. Bunlar,
1. Lutheryanizm
2.
Kalvinizm
3.
Anglikanizm
Protestanlık, diğer hristiyan mezheplerinden bazı farklılıklar arzeder. Katolik ve Ortodokslar gibi ruhanî başkanları yoktur. Protestanlık, Katolik ve Ortodoks kiliselerin merkezci zihniyetinin aksine çeşitli kiliseler veya mezhepler topluluğunu ifade eder. Katolik inanç sisteminin çoğunluğunu korusalar da Katolik Kilisesi nin Papa'ya verdiği geniş yorum ve uygulama yetkisini tanımama, dini inançları daha kişisel düzeyde yaşama ve Katolik Kilisesi nin dünyevileşen ayin ve uygulamalarından uzaklaşma gerekçeleriyle ayrılmışlardır.
Özellikle John Calvin'in öncülük ettiği Kalvenizm ekolüne bağlı olan Reform kiliseleri ve Presbiteryen mezhepleri Eski Ahitte On Emir de yer alan Kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin yasasına uymak gerekçesiyle kiliselerinde resim, heykel ve tasvir bulundurmazlar.
Lutherci kiliseler ise bu açıdan Katolik mirasa bağlı kalmışlardır ve kilise binalarındaki süsleme ve dekoru nispeten muhafaza etmişlerdir.
Lutherci akım daha çok Kuzey Avrupa da yandaş bulmuş, Almanya nın büyük bölümünde Evangelisch Kirche adı altında ; İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka gibi İskandinav ülkelerinde ise ulusal devlet kilisesi bazında kabul görmüştür.
Katolik kilisesi, Ortaçağ'ın sonlarına doğru, putperestlik ve Musevilik'ten birtakım ilkeleri Hristiyanlığa katmak isteyince, Katolikliğe karşı zaten mevcut olan tepki bir kat daha artarak dinde yenileşme hareketi gündeme gelmiştir. Bu hareketin başında bulunan M. Luther, J. Calvin ve Zwingle, Katolikliği yeniden gözden geçirdiler ve inancı esas aldılar. Onlara göre halen mevcut olan Hristiyanlık, Hz. İsa'nın tebliğ ettiği dinden çok farklıdır. Çünkü Papalık, Hristiyanlığın aslında olmayan birçok ilkeleri dine eklemiştir. Râhiplerin günah bağışlamaları, para karşılığında Cennet'ten yer almak imkânı, vatandaşı inleten birtakım ağır vergilerin konulması, İncili yalnız ruhbân olanların okuyabileceği vb. hep Hz. İsa'nın dinine sonradan ilâve edilmiş hususlardır. M. Luther'in öncülüğünde girişilen Reform Hareketi'yle Hristiyanlık saf şekline getirilmeğe çalışılmıştır. Reform Hareketi tam anlamıyla hedefine ulaşamamakla beraber yine de başarılı olmuştur. Ancak zamanla Reform önderleri arasında çıkan bir takım fıkir ayrılıkları, Protestanlığın da bir elden yönetimini güçleştirmiş; Anglikanizm ve Serbest Protestanlık mezhepleri fikir ayrılıklarından sonra teşekkül etmiştir. Daha çok İngiltere'de yayılan Anglikanizm, Katolikliğe en yakın mezheplerden biridir. Erasmus ve Castellion gibi hümanistlere bağlanan Serbest Protestanlık, Katolik mezhebinden oldukça farklı doktrinler ihtiva etmektedir.
Protestanlık XVI.yy.da Avrupa ve diğer kıtalarda, daha çok Katolikler arasında yayılma imkânı bulmuş; Ortodokslar arasında ise aynı şansa sahip olamamıştır. Bundan dolayı da Katolikler arasında fazlaca taraftar bulabilmiştir. Müntesiplerinin sayısı çok olmamakla beraber, Protestanlık bu gün dünyanın en büyük Hristiyan mezheplerinden biridir. Protestanlık daha çok Cermen ırklarınca (Almanlar, İngilizler, Flamanlar, İskandinavlar) kabul edilmiş; diğer ülkelere de bu kavimler tarafından götürülmüştür. Fransızlar, Macarlar, Çekler ve Lehler gibi bazı Katolik milletler arasında az nisbette yayılmasına karşılık; İtalyanlar, Portekizliler, Avusturyalılar arasında hemen hemen hiç taraftar bulamamıştır. Bununla beraber Anglo-Saksonlar, İskandinavyalılar ve Kuzey Almanların büyük bir ekseriyeti Protestanlığı kabul etmiştir.
Protestanlığın kurucusu sayıları M. Luther'e tâbi olanlara Lüteryen veya Reforme denir. Alman, İskandinav ve Baltık ülkeleri bu mezhebe bağlıdır. Protestanlığın ikinci büyük adamı J. Calvin'in yolundan gidenlere Kalvinist denir. İskoçlar, İsviçrelilerden bazıları ve Hollandalılar bu mezhebe bağlıdır. İngilizlerin büyük bir ekseriyeti Anglikan'dır. İngiltere'de mezhebin başı hükümdardır. Yetkisini iki başpiskopos vasıtasıyla kullanır. Evangelistler daha çok Federal Almanya'da bulunmaktadır.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
TAKVİM-İ VEKAYİ
İstanbul'da önceleri haftalık, daha sonra düzensiz aralıklarla yayımlanan ilk Türkçe resmi gazetedir. Umur-u dahiliye, umur-u hariciye, mevad-ı askeriye, fünun, tevcihat-ı ilmiye, ticaret ve es'ar olarak altı bölümden oluşan gazete Fransızca, Arapça, Rumca ve Ermanice dillerine çevriliyordu. Halkı eğitmek ve devlet kararlarını duyurmak amacıyla çıkarılmıştır (1 Kasım 1831 - 4 Kasım 1922).
1808 yılında Sultan II. Mahmud'un emriyle, Beyazıt'ta bugünkü İstanbul Üniversitesi'nin merkez binasında (Bab-ı Seraskeri) askasındaki bir konakta kurulan Takvim-i Amire'de basılmaya başlandı. Gazete, Vakanüvis Esad Efendi'nin yönetiminde, Babıali'den çeşitli kamu görevlilerinin yazar kadrosunu oluşturmasıyla çalışmalarına başladı. 26 Ekim 1831'de gazeteyi tanımak amacıyla yayımlanan iki sayfalık bir broşüre göre Takvim-i Vekayi habercilik yapacak, halkı eğitecek ve devletin uygulalamalrını duyurarak bunlara uyulmasını sağlayacaktı.
Önceleri haftada bir yayınlanması öngörülen Takvim-i Vekayi ilk aylarda düzenli olarak, daha sonraları ise uzun bir süre düzensiz olarak çıktı. Osmanlı Devleti'nin çokuluslu olması nedeniyle Fransızca, Arapça, Farsça, Rumca ve Ermenice olarak çıkan gazete Umur-ı Dahiliye (iç haberler), umur-ı hariciye (dış haberler), mevad-ı askeriye (askeri işler), fünun (bilimler), tevcihat-ı ilmiye (din adamlarının atanmaları) ile ticaret ve es'ar (ticaret ve fiyatlar) olmak üzere altı bölümden oluşmaktaydı.
1860'dan sonra yalnızca resmi belge, tüzük ve duyuruları yayımlanan, 1878'de 2119. sayısından sonra yayımına ara veren gazete, 1891-92'de yeniden yayımlanmaya başladı. Ama padişahın nişan vermesini konu alan bir resmi bildirimde "nişan itası" ifadesi yerine "nişan hatası" olarak dizilince, II. Abdülhamid'in buyruğuyla kapatılmıştır. II. Meşrutiyet'in ilanından (1908) kısa bir süre sonra yeniden yayımlanmaya başladı ve Kurtuluş Savaşı (1919-1922) sonuna kadar İstanbul hükümetinin varlığı sona erinceye kadar yayımını sürdürdü.
İstanbul'da önceleri haftalık, daha sonra düzensiz aralıklarla yayımlanan ilk Türkçe resmi gazetedir. Umur-u dahiliye, umur-u hariciye, mevad-ı askeriye, fünun, tevcihat-ı ilmiye, ticaret ve es'ar olarak altı bölümden oluşan gazete Fransızca, Arapça, Rumca ve Ermanice dillerine çevriliyordu. Halkı eğitmek ve devlet kararlarını duyurmak amacıyla çıkarılmıştır (1 Kasım 1831 - 4 Kasım 1922).
1808 yılında Sultan II. Mahmud'un emriyle, Beyazıt'ta bugünkü İstanbul Üniversitesi'nin merkez binasında (Bab-ı Seraskeri) askasındaki bir konakta kurulan Takvim-i Amire'de basılmaya başlandı. Gazete, Vakanüvis Esad Efendi'nin yönetiminde, Babıali'den çeşitli kamu görevlilerinin yazar kadrosunu oluşturmasıyla çalışmalarına başladı. 26 Ekim 1831'de gazeteyi tanımak amacıyla yayımlanan iki sayfalık bir broşüre göre Takvim-i Vekayi habercilik yapacak, halkı eğitecek ve devletin uygulalamalrını duyurarak bunlara uyulmasını sağlayacaktı.
Önceleri haftada bir yayınlanması öngörülen Takvim-i Vekayi ilk aylarda düzenli olarak, daha sonraları ise uzun bir süre düzensiz olarak çıktı. Osmanlı Devleti'nin çokuluslu olması nedeniyle Fransızca, Arapça, Farsça, Rumca ve Ermenice olarak çıkan gazete Umur-ı Dahiliye (iç haberler), umur-ı hariciye (dış haberler), mevad-ı askeriye (askeri işler), fünun (bilimler), tevcihat-ı ilmiye (din adamlarının atanmaları) ile ticaret ve es'ar (ticaret ve fiyatlar) olmak üzere altı bölümden oluşmaktaydı.
1860'dan sonra yalnızca resmi belge, tüzük ve duyuruları yayımlanan, 1878'de 2119. sayısından sonra yayımına ara veren gazete, 1891-92'de yeniden yayımlanmaya başladı. Ama padişahın nişan vermesini konu alan bir resmi bildirimde "nişan itası" ifadesi yerine "nişan hatası" olarak dizilince, II. Abdülhamid'in buyruğuyla kapatılmıştır. II. Meşrutiyet'in ilanından (1908) kısa bir süre sonra yeniden yayımlanmaya başladı ve Kurtuluş Savaşı (1919-1922) sonuna kadar İstanbul hükümetinin varlığı sona erinceye kadar yayımını sürdürdü.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
SÜTÇÜ İMAM
31 Ekim 1919'da düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, Kahramanmaraş’ta Kurtuluş hareketini başlatmıştır. Geçimini temin etmek için süt sattığından adı Sütçü İmam olarak anılmaktadır.
Mondros Mütarekesi taksim projesine göre; Antep, Maraş ve Çukurova bölgesi Fransız işgal bölgesi olarak taksim edilmişti. 2 Şubat 1919'da çoğunluğu Hintli askerlerden oluşan İngiliz askerleri Maraş'ı işgal etmişler ve şimdiki Ticaret Lisesinin yanındaki kışlaya yerleşmişlerdir. 29 Ekim 1919 tarihine kadar bu bölgede kalan İngiliz askerleri, Ermenilerin sürekli başvuruları ve bu yöndeki girişimleri sonucu Fransız askerleri ile yer değiştirmişlerdir. Maraş halkının, bu yer değiştirmeye mani olmak için yaptığı başvurular ise, o sırada Osmanlı hükümetinin zayıf oluşu ve yöneticilerin ilgisizliği nedeni ile başarılı olamamıştır. 29 Ekim 1919 akşam vakti Yüzbaşı Jülie komutasındaki öncü birlikler, Ermenilerin taşkınlıkları ve tezahüratları arasında Şeyh Adil mevkisinden şehre girmişlerdir.
Öncü kuvvetlerden bir gün sonra, 2000 kişilik gönüllü Fransız lejyoneri Ermeniler, Fransız ve Cezayirli askerlerden oluşan birlikler yine Ermeni tezahüratları, Ermeni kadınların muhabbetli alkışları arasında şehre girdiler. Şimdiki Ticaret Lisesi civarına yerleştiler.
31 Ekim 1919 cuma günü akşamına kadar, Fransızlarla beraber gruplar halinde şehri dolaşan Ermeniler Türk halkına ağır hakaretler ve küfürlerle mütecaviz davranışlarda bulundular.
Akşam vakti, havanın karaması ile olayların sükûn bulması beklenirken, Uzunoluk hamamından çıkan 3 kadın ve bohçalarını taşıyan bir erkek çocuğunu gören Fransız-Ermeni devriyesinden bir asker; “Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!” diyerek kadınların peçesini zorla açmak istedi. Kadınlar ise bağırıp, feryat ederek yakındaki Kel Hacı'nın kahvesinden yardım istediler. Olay yerine ilk müdahale eden Çakmakçı Sait; “Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!” diyerek Fransız Ermeni Lejyonerlerinin üzerine yürüdü. Üzerinde silah olmayan Çakmakçı Sait, açılan ateş sonucu ağır yaralanmıştır. Bu sırada adı İmam olan ve geçimini temin etmek için süt sattığı için Sütçü İmam olarak tanınan İmam, yanında bulunan silahı ile ateş açmış ve bir Fransız-Ermeni Lejyoner askerini öldürmüş, bir diğerini de yaralamıştır.
Bu olayda Çakmakçı Said şehit düşmüş yaralanan Ermeni ise ölmüştü 1 Kasım 1919 tarihinde ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Şehri terk etmeyen İngiliz ve Fransız askerleri olay yerine yetişti. Sütçü İmam ise Nalbant Bekir'den aldığı bir atla Bertiz'in Ağabeyli köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey'in yanına gitti. Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamadı. Ancak olayın intikamını almak isteyen Ermeniler sağa sola ateş ederek Zülfikar Çavuş oğlu Hüseyin'i şehit ettiler. Bu arada Türkleri öldürüp kadınlarını alacaklarını, camilerine çan takacaklarını söylemeye başladılar. Fransızlar da misilleme hareketlerine girişerek Sütçü İmam'ın dayısının oğlu Tiyekli oğlu Kadir'in ellerini ve ayaklarını arkasından bağlayarak burun ve kulaklarını kestikten sonra boğazlayarak şehit ettiler.
Sütçü İmam 1878 yılında doğmuştur. Üç kız bir erkek çocuğu vardır. 31 ekim 1919 da, düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, düşmanın Maraş'tan kovulmasından sonra, harpteki fedakarlıklarına mükafat olarak Belediyeye odacı alınmış, bu vazifesi yanında kaledeki topun idaresi kendisine verilmişti. Bir top atımı sırasında barutun ısınan namludan erken ateş alması neticesi yandı. Alman Eytamhanesinde tedavi altına alındıysa da iki gün sonra 25 Kasım 1922 tarihinde vefat etti. Çınarlı Cami mezarlığına defnedildi.
İlk kurşunun atıldığı Uzunoluk meydanında 1936 yılında Belediye başkanlığı yapan Hasan Sukuti Tükel tarafından bir anıt ve çeşme,1977 yılında da Kıbrıs meydanına Kurtuluş anıtı yaptırılmıştır.
31 Ekim 1919'da düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, Kahramanmaraş’ta Kurtuluş hareketini başlatmıştır. Geçimini temin etmek için süt sattığından adı Sütçü İmam olarak anılmaktadır.
Mondros Mütarekesi taksim projesine göre; Antep, Maraş ve Çukurova bölgesi Fransız işgal bölgesi olarak taksim edilmişti. 2 Şubat 1919'da çoğunluğu Hintli askerlerden oluşan İngiliz askerleri Maraş'ı işgal etmişler ve şimdiki Ticaret Lisesinin yanındaki kışlaya yerleşmişlerdir. 29 Ekim 1919 tarihine kadar bu bölgede kalan İngiliz askerleri, Ermenilerin sürekli başvuruları ve bu yöndeki girişimleri sonucu Fransız askerleri ile yer değiştirmişlerdir. Maraş halkının, bu yer değiştirmeye mani olmak için yaptığı başvurular ise, o sırada Osmanlı hükümetinin zayıf oluşu ve yöneticilerin ilgisizliği nedeni ile başarılı olamamıştır. 29 Ekim 1919 akşam vakti Yüzbaşı Jülie komutasındaki öncü birlikler, Ermenilerin taşkınlıkları ve tezahüratları arasında Şeyh Adil mevkisinden şehre girmişlerdir.
Öncü kuvvetlerden bir gün sonra, 2000 kişilik gönüllü Fransız lejyoneri Ermeniler, Fransız ve Cezayirli askerlerden oluşan birlikler yine Ermeni tezahüratları, Ermeni kadınların muhabbetli alkışları arasında şehre girdiler. Şimdiki Ticaret Lisesi civarına yerleştiler.
31 Ekim 1919 cuma günü akşamına kadar, Fransızlarla beraber gruplar halinde şehri dolaşan Ermeniler Türk halkına ağır hakaretler ve küfürlerle mütecaviz davranışlarda bulundular.
Akşam vakti, havanın karaması ile olayların sükûn bulması beklenirken, Uzunoluk hamamından çıkan 3 kadın ve bohçalarını taşıyan bir erkek çocuğunu gören Fransız-Ermeni devriyesinden bir asker; “Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!” diyerek kadınların peçesini zorla açmak istedi. Kadınlar ise bağırıp, feryat ederek yakındaki Kel Hacı'nın kahvesinden yardım istediler. Olay yerine ilk müdahale eden Çakmakçı Sait; “Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!” diyerek Fransız Ermeni Lejyonerlerinin üzerine yürüdü. Üzerinde silah olmayan Çakmakçı Sait, açılan ateş sonucu ağır yaralanmıştır. Bu sırada adı İmam olan ve geçimini temin etmek için süt sattığı için Sütçü İmam olarak tanınan İmam, yanında bulunan silahı ile ateş açmış ve bir Fransız-Ermeni Lejyoner askerini öldürmüş, bir diğerini de yaralamıştır.
Bu olayda Çakmakçı Said şehit düşmüş yaralanan Ermeni ise ölmüştü 1 Kasım 1919 tarihinde ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Şehri terk etmeyen İngiliz ve Fransız askerleri olay yerine yetişti. Sütçü İmam ise Nalbant Bekir'den aldığı bir atla Bertiz'in Ağabeyli köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey'in yanına gitti. Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamadı. Ancak olayın intikamını almak isteyen Ermeniler sağa sola ateş ederek Zülfikar Çavuş oğlu Hüseyin'i şehit ettiler. Bu arada Türkleri öldürüp kadınlarını alacaklarını, camilerine çan takacaklarını söylemeye başladılar. Fransızlar da misilleme hareketlerine girişerek Sütçü İmam'ın dayısının oğlu Tiyekli oğlu Kadir'in ellerini ve ayaklarını arkasından bağlayarak burun ve kulaklarını kestikten sonra boğazlayarak şehit ettiler.
Sütçü İmam 1878 yılında doğmuştur. Üç kız bir erkek çocuğu vardır. 31 ekim 1919 da, düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, düşmanın Maraş'tan kovulmasından sonra, harpteki fedakarlıklarına mükafat olarak Belediyeye odacı alınmış, bu vazifesi yanında kaledeki topun idaresi kendisine verilmişti. Bir top atımı sırasında barutun ısınan namludan erken ateş alması neticesi yandı. Alman Eytamhanesinde tedavi altına alındıysa da iki gün sonra 25 Kasım 1922 tarihinde vefat etti. Çınarlı Cami mezarlığına defnedildi.
İlk kurşunun atıldığı Uzunoluk meydanında 1936 yılında Belediye başkanlığı yapan Hasan Sukuti Tükel tarafından bir anıt ve çeşme,1977 yılında da Kıbrıs meydanına Kurtuluş anıtı yaptırılmıştır.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
BENİTO MUSSOLİNİ
Avrupa’nın ilk faşist lideri olan Benito Mussolini Forli'de doğdu. Gençliğinde öğretmenlik yaptı. 1902'de askerlik yapmamak için İsviçre'ye gitti. 1904'te geri dönen Mussolini 10 sene boyunca gazetecilik yaptı. Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine orduya yazıldı ve savaşta aktif olarak görev yaptı. Savaşta yaralanan Mussolini Milano'ya döndü ve burada sağ görüşlü Faşizm taraftarı "Il Popolo d'Italia" gazetesinin editörü oldu.
Benito Mussolini, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtalya’da çıkan kaosu iyi değerlendirdi. Çökmüş ekonomi, siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini çeşitli sağcı grupları kurduğu Faşist partisinin bünyesinde topladı ve onları organize etti. Mussolini (halk arasındaki lakabıyla Il Duce "Duçe" ) ülkenin problemlerini çözeceğini vaat ediyor ve eski Roma İmparatorluğu'nu tekrar kuracağını söylüyordu. Bunun yanında kurduğu Kara Gömlekliler adlı örgütle şiddeti artırıyor özellikle de aynı kendisi gibi ekonomik durumun kargaşasında faydalanarak büyük bir sıçrama yapan komünist gruplarla çatışıyordu. Mussolini’nin izlediği politikalar meyvesini vermeye başladı. Ve en nihayet Ekim 1922'de Mussolini Kral Viktor Emmanuel III'ü yönetimi kendisine devretmekle tehdit etti aksi takdirde 26.000 taraftarı ile Roma'ya yürüyecek ve bunu kendi yapacaktı. Komünist hareketinde önüne geçmek isteyen Kral bu teklifi kabul etti ve İtalya'da Duçe dönemi başladı.
Mussolini'nin başa geçmesiyle baskı ortamı başladı. Duçe Faşist Parti dışındaki diğer partileri kapattı, sendika hareketleri kanun dışı ilan etti, kitapve gazetelere sansür getirdi, eğitimi sıkı kontrol altına aldı ve bunun gibi bir çok düzenleme yaptı. Mussolini tüm ülkeyi tren rayları ve otobanlarla adeta ördü. Çiftçileri sürekli teşvik etti , tarım ve endüstrinin canlanmasını sağladı buna bağlı olarak da İtalya’da işsizlik azaldı. Tüm bunlar Mussolini'nin popülaritesini arttırdı.
Fakat popülaritesini daha da arttırmak isteyen Mussolini 1935'te Habeşis-tan'ın işgaline başladı. 1936'da Habeşistan'ın işgalini tamamladı ve aynı yıl Adolf Hitler'le Roma-Berlin mihverini kurdu. Bu tarihten sonra devamlı Hitler'in etkisinde kalan Mussolini 10 Temmuz 1940'da Müttefiklere savaş ilan etti. Ama İtalyan Ordusu Kuzey Afrika ve Balkanlar seferlerinde mağlup oldu. Fakat her seferinde imdada Hitler yetişti.
1943'te Müttefikler İtalya'ya çıkarma yaptılar. Kral Viktor Emmanuel III Mussolini'yi görevden aldı. Fakat Duçe Hitler’in komandoları tarafından 12 Eylül 1943'de Gran Sasso'da tutuklu bulunduğu otelden kurtarıldı ve uçakla Viyana'ya kaçırıldı. İtalya'da kendine bağlı birliklerle mücadeleyi sürdüren Mussolini Nisan 1945'de yani savaşın son günlerinde kaçmaya çalışırken İtalyan Mukavemet'ine mensup savaşçılar tarafından öldürüldü. Ertesi gün Mussolini'nin,sevgilisinin ve birkaç yandaşının cesedi Milano'da Loreto Meydanı'nda sallanıyordu.
Avrupa’nın ilk faşist lideri olan Benito Mussolini Forli'de doğdu. Gençliğinde öğretmenlik yaptı. 1902'de askerlik yapmamak için İsviçre'ye gitti. 1904'te geri dönen Mussolini 10 sene boyunca gazetecilik yaptı. Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine orduya yazıldı ve savaşta aktif olarak görev yaptı. Savaşta yaralanan Mussolini Milano'ya döndü ve burada sağ görüşlü Faşizm taraftarı "Il Popolo d'Italia" gazetesinin editörü oldu.
Benito Mussolini, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtalya’da çıkan kaosu iyi değerlendirdi. Çökmüş ekonomi, siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini çeşitli sağcı grupları kurduğu Faşist partisinin bünyesinde topladı ve onları organize etti. Mussolini (halk arasındaki lakabıyla Il Duce "Duçe" ) ülkenin problemlerini çözeceğini vaat ediyor ve eski Roma İmparatorluğu'nu tekrar kuracağını söylüyordu. Bunun yanında kurduğu Kara Gömlekliler adlı örgütle şiddeti artırıyor özellikle de aynı kendisi gibi ekonomik durumun kargaşasında faydalanarak büyük bir sıçrama yapan komünist gruplarla çatışıyordu. Mussolini’nin izlediği politikalar meyvesini vermeye başladı. Ve en nihayet Ekim 1922'de Mussolini Kral Viktor Emmanuel III'ü yönetimi kendisine devretmekle tehdit etti aksi takdirde 26.000 taraftarı ile Roma'ya yürüyecek ve bunu kendi yapacaktı. Komünist hareketinde önüne geçmek isteyen Kral bu teklifi kabul etti ve İtalya'da Duçe dönemi başladı.
Mussolini'nin başa geçmesiyle baskı ortamı başladı. Duçe Faşist Parti dışındaki diğer partileri kapattı, sendika hareketleri kanun dışı ilan etti, kitapve gazetelere sansür getirdi, eğitimi sıkı kontrol altına aldı ve bunun gibi bir çok düzenleme yaptı. Mussolini tüm ülkeyi tren rayları ve otobanlarla adeta ördü. Çiftçileri sürekli teşvik etti , tarım ve endüstrinin canlanmasını sağladı buna bağlı olarak da İtalya’da işsizlik azaldı. Tüm bunlar Mussolini'nin popülaritesini arttırdı.
Fakat popülaritesini daha da arttırmak isteyen Mussolini 1935'te Habeşis-tan'ın işgaline başladı. 1936'da Habeşistan'ın işgalini tamamladı ve aynı yıl Adolf Hitler'le Roma-Berlin mihverini kurdu. Bu tarihten sonra devamlı Hitler'in etkisinde kalan Mussolini 10 Temmuz 1940'da Müttefiklere savaş ilan etti. Ama İtalyan Ordusu Kuzey Afrika ve Balkanlar seferlerinde mağlup oldu. Fakat her seferinde imdada Hitler yetişti.
1943'te Müttefikler İtalya'ya çıkarma yaptılar. Kral Viktor Emmanuel III Mussolini'yi görevden aldı. Fakat Duçe Hitler’in komandoları tarafından 12 Eylül 1943'de Gran Sasso'da tutuklu bulunduğu otelden kurtarıldı ve uçakla Viyana'ya kaçırıldı. İtalya'da kendine bağlı birliklerle mücadeleyi sürdüren Mussolini Nisan 1945'de yani savaşın son günlerinde kaçmaya çalışırken İtalyan Mukavemet'ine mensup savaşçılar tarafından öldürüldü. Ertesi gün Mussolini'nin,sevgilisinin ve birkaç yandaşının cesedi Milano'da Loreto Meydanı'nda sallanıyordu.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
SÜVEYŞ KANALI
Süveyş Kanalı Akdeniz ile Kızıldeniz'i birleştiren 163 km uzunluğunda yapay suyolu. Kanalın genişliği 70-125 m arasında değişmektedir. Derinliği 11-12 m'dir. Su kesimi 10,36 m'den fazla olan gemiler kanaldan geçemez. 1951 yılında trafiği kolaylaştırmak amacıyla el-Kantara ile el-Firdan arasında 13,5 km' lik bir yan geçit açılmıştır. 1869’da ulaşıma açılan kanal, havuzlar kullanılmadan, deniz seviyesinde 169 km uzunluğunda bir geçiş sağlar. Kanal, Hint Okyanusu ile Akdeniz ve Atlas Okyanusunu Avrupa kıyılarına bağlayan en kısa deniz yoludur.
Târihi:
Antik Mısır zamanlarında M.Ö. 20. asrın başlarında Nil deltasını, Kızıldenize şimdiki Süveyş Kanalı yakınında bağlayacak bir tatlı su kanalı muhtemelen Firavun Birinci Sesostris zamânında kazılmıştır. Daha sonra Firavun İkinci Necho zamânında M.Ö. 600 civârında restore edilmiş ve Pers Fâtihi Birinci Darius tarafından M.Ö. 500de tamamlanmıştır. Daha sonraki Ptoleme ve Roma işgâlleri sırasında kanal defâlarca restore edilmiş ve terk edilmiştir. M.S. 7. asırda Aşağı Mısırın Arap kumandanı Amr bin As radıyallahü anh, bu kanalı tekrar açarak Nil Vâdisinden Mekkeye nakledilen tahıl için kullanmıştır. Sekizinci asırda, Halîfe Mansur, kanalı askerî sebeplerden dolayı bloke etmiş ve kanal kullanılmaz duruma gelmiştir.
Yeni bir kanal kazılması maksadıyla teşebbüse geçilmesi için 1000 yıldan fazla zaman geçti. Onsekizinci asrın sonunda, Napolyon, Mısırda bulunduğu sıralarda Akdeniz ile Kızıldenizi birbiriyle irtibatlayan bir kanal yaptırmak istedi. Ama Fransa ilim adamlarından kurulan bir heyet yanılarak Kızıldenizin sularının Akdenizin sularından yüksek seviyede olduğunu iddia edip, havuzlarla çalışan bir kanaldan başka bir tür kanalın yapılamayacağını söyleyince bu proje terk edildi. Daha başka birçok plân hazırlanılarak kapaksız kanalın mümkün olduğunun isbatı yapıldı, ancak bu uzun zaman aldı.
Süveyş Kanal Şirketinin kurulması: 1830larda Ferdinand de Lesseps Mısırda Fransız diplomatıyken geleceğin Mısır Vâlisi Said Paşa ile tanıştı. 1854te Mısıra tekrar gittiğinde Said Paşadan iki imtiyaz aldı. 30 Ekim 1854 ve 5 Ocak 1856 târihli bu iki anlaşmanın neticesinde alınan kararlara göre, bütün milletlerin geçişine müsaade edilecek olan bir kanal yaptırılacak, ayrıca 99 seneliğine kanalı işletecek bir şirket kurulacaktı. 15 ralık 1858de “The Compagnie Universelle du Canal Maritime de Suez”, yâni “Süvyeş Kanal Şirketi” ihdas edildi.
Kanal inşaatı: Süveyş Kanalı inşaatına 25 Nisan 1859 târihinde başlandı. Kazma işinin yapılacağı bölge çöl olduğundan birçok güçlükler çıktı. Kazma işi 11 sene devam etti. Önce 6 metre derinliğinde bir servis kanalı kazıldı. Böylece Mavnalarla lüzumlu malzemenin taşınması kolaylaştı. Kahire yakınlarındaki Bulak bölgesinden başlayıp, batı-doğu itikâmetinde İsmailiyeye kadar süren ve buradan da ikiye ayrılarak, kuzey-güney istikametinde devam ederek, birisi Port Saide, diğeri Süveyşe ulaşan bu yardımcı kanaldan halk da istifâde etti. Böylece Süveyş Kanalı inşaatını ikmâl bakımından destekleyen bir tatlı su kanalı açılmakla kalınmıyor, aynı zamanda Nil ile İsmailiye arasında su yolu irtibâtı temin ediliyordu.
Süveyş Kanalı inşaatında, teknik problemler ortaya çıktı. Üstelik bir arada çalışan İngilizler ve Fransızlar birbirlerinin niyetinden şüpheli olduğundan politik güçlükler zuhur etti. En büyük meseleyse finansman problemiydi. 130 milyon Fransız altını tahmin edilen harcamalar (41.860.00 dolar), 287 milyon Fransız altınına (92.414.000 dolar) ulaştı. 10 sene devam eden çalışmalarda 20 bin işçi çalıştırıldı. Bütün mânilere rağmen, kanal 17 Kasım 1869da trafiğe açıldı. Açılışta gemilerden müteşekkil bir konvoy düzenlendi. Bu konvoyun başında Fransanın kraliyet yatı Aigle ve bunun güvertesinde de Prenses Ejgénie bulunuyordu. Açılışa Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından, hem Ortadoğu hem de Avrupa ülkelerini temsil edecek şekilde birkaç bin kişi dâvet edildi. 1875ten sonra, kanal İngilizlerin ve Fransız özel sektörünün eline geçti.
Modernizasyon: Trafik artışına ayak uydurmak için, kanal firması devamlı olarak kanalı geliştirdi. 1869dan sonra, bu gelişme hızlandı. 1870te kanal, yüzeyde 60 m, derinde de 22 m genişliğe ulaştı. 1956da millîleştirmeden sonra yüzey, genişliği 150 mye vardı. 10 m derinlikteki zemin genişliği ise 60 m oldu. Aynı sene tatlı su kanalının genişliği 7,5 mden 10,7 mye ulaştı. Kanalda yapılan bu tadilatlar 322 milyar dolar tuttu. Ancak kanal boyu seyahati 45 saatten 15 saate indi.
Güzergâh: Kanalda güney istikâmetine ilerleyenler önce Port Saide gelirler. Tuzlu Manzala Gölünün bataklık bölgesini geçip Port Saidin 50 km güneyinde 11 kmlik 1949-1951 senelerinde kazılmış geçiş bölgesine varılır. Bu bölgede iki gemi karşılıklı olarak rahatça geçebilir. Diğer taraflarda karşılıklı geçiş çok zordur. Kanalın hemen hemen yarısına yakın yerinde İsmailiye şehri civârında Timsah Gölü bulunur. Kanal, gölün içinden geçer. Kanal İdâre Heyeti, Timsah Gölünün kıyısında yerleşmiştir. Buradan Kızıldenize gitmek isteyen sırasıyla Büyük Acı Göl, Küçük Acı Göl, çölün doğu ucu ve Tevfik Limanından geçer.
Süveyş Kanalı Akdeniz ile Kızıldeniz'i birleştiren 163 km uzunluğunda yapay suyolu. Kanalın genişliği 70-125 m arasında değişmektedir. Derinliği 11-12 m'dir. Su kesimi 10,36 m'den fazla olan gemiler kanaldan geçemez. 1951 yılında trafiği kolaylaştırmak amacıyla el-Kantara ile el-Firdan arasında 13,5 km' lik bir yan geçit açılmıştır. 1869’da ulaşıma açılan kanal, havuzlar kullanılmadan, deniz seviyesinde 169 km uzunluğunda bir geçiş sağlar. Kanal, Hint Okyanusu ile Akdeniz ve Atlas Okyanusunu Avrupa kıyılarına bağlayan en kısa deniz yoludur.
Târihi:
Antik Mısır zamanlarında M.Ö. 20. asrın başlarında Nil deltasını, Kızıldenize şimdiki Süveyş Kanalı yakınında bağlayacak bir tatlı su kanalı muhtemelen Firavun Birinci Sesostris zamânında kazılmıştır. Daha sonra Firavun İkinci Necho zamânında M.Ö. 600 civârında restore edilmiş ve Pers Fâtihi Birinci Darius tarafından M.Ö. 500de tamamlanmıştır. Daha sonraki Ptoleme ve Roma işgâlleri sırasında kanal defâlarca restore edilmiş ve terk edilmiştir. M.S. 7. asırda Aşağı Mısırın Arap kumandanı Amr bin As radıyallahü anh, bu kanalı tekrar açarak Nil Vâdisinden Mekkeye nakledilen tahıl için kullanmıştır. Sekizinci asırda, Halîfe Mansur, kanalı askerî sebeplerden dolayı bloke etmiş ve kanal kullanılmaz duruma gelmiştir.
Yeni bir kanal kazılması maksadıyla teşebbüse geçilmesi için 1000 yıldan fazla zaman geçti. Onsekizinci asrın sonunda, Napolyon, Mısırda bulunduğu sıralarda Akdeniz ile Kızıldenizi birbiriyle irtibatlayan bir kanal yaptırmak istedi. Ama Fransa ilim adamlarından kurulan bir heyet yanılarak Kızıldenizin sularının Akdenizin sularından yüksek seviyede olduğunu iddia edip, havuzlarla çalışan bir kanaldan başka bir tür kanalın yapılamayacağını söyleyince bu proje terk edildi. Daha başka birçok plân hazırlanılarak kapaksız kanalın mümkün olduğunun isbatı yapıldı, ancak bu uzun zaman aldı.
Süveyş Kanal Şirketinin kurulması: 1830larda Ferdinand de Lesseps Mısırda Fransız diplomatıyken geleceğin Mısır Vâlisi Said Paşa ile tanıştı. 1854te Mısıra tekrar gittiğinde Said Paşadan iki imtiyaz aldı. 30 Ekim 1854 ve 5 Ocak 1856 târihli bu iki anlaşmanın neticesinde alınan kararlara göre, bütün milletlerin geçişine müsaade edilecek olan bir kanal yaptırılacak, ayrıca 99 seneliğine kanalı işletecek bir şirket kurulacaktı. 15 ralık 1858de “The Compagnie Universelle du Canal Maritime de Suez”, yâni “Süvyeş Kanal Şirketi” ihdas edildi.
Kanal inşaatı: Süveyş Kanalı inşaatına 25 Nisan 1859 târihinde başlandı. Kazma işinin yapılacağı bölge çöl olduğundan birçok güçlükler çıktı. Kazma işi 11 sene devam etti. Önce 6 metre derinliğinde bir servis kanalı kazıldı. Böylece Mavnalarla lüzumlu malzemenin taşınması kolaylaştı. Kahire yakınlarındaki Bulak bölgesinden başlayıp, batı-doğu itikâmetinde İsmailiyeye kadar süren ve buradan da ikiye ayrılarak, kuzey-güney istikametinde devam ederek, birisi Port Saide, diğeri Süveyşe ulaşan bu yardımcı kanaldan halk da istifâde etti. Böylece Süveyş Kanalı inşaatını ikmâl bakımından destekleyen bir tatlı su kanalı açılmakla kalınmıyor, aynı zamanda Nil ile İsmailiye arasında su yolu irtibâtı temin ediliyordu.
Süveyş Kanalı inşaatında, teknik problemler ortaya çıktı. Üstelik bir arada çalışan İngilizler ve Fransızlar birbirlerinin niyetinden şüpheli olduğundan politik güçlükler zuhur etti. En büyük meseleyse finansman problemiydi. 130 milyon Fransız altını tahmin edilen harcamalar (41.860.00 dolar), 287 milyon Fransız altınına (92.414.000 dolar) ulaştı. 10 sene devam eden çalışmalarda 20 bin işçi çalıştırıldı. Bütün mânilere rağmen, kanal 17 Kasım 1869da trafiğe açıldı. Açılışta gemilerden müteşekkil bir konvoy düzenlendi. Bu konvoyun başında Fransanın kraliyet yatı Aigle ve bunun güvertesinde de Prenses Ejgénie bulunuyordu. Açılışa Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından, hem Ortadoğu hem de Avrupa ülkelerini temsil edecek şekilde birkaç bin kişi dâvet edildi. 1875ten sonra, kanal İngilizlerin ve Fransız özel sektörünün eline geçti.
Modernizasyon: Trafik artışına ayak uydurmak için, kanal firması devamlı olarak kanalı geliştirdi. 1869dan sonra, bu gelişme hızlandı. 1870te kanal, yüzeyde 60 m, derinde de 22 m genişliğe ulaştı. 1956da millîleştirmeden sonra yüzey, genişliği 150 mye vardı. 10 m derinlikteki zemin genişliği ise 60 m oldu. Aynı sene tatlı su kanalının genişliği 7,5 mden 10,7 mye ulaştı. Kanalda yapılan bu tadilatlar 322 milyar dolar tuttu. Ancak kanal boyu seyahati 45 saatten 15 saate indi.
Güzergâh: Kanalda güney istikâmetine ilerleyenler önce Port Saide gelirler. Tuzlu Manzala Gölünün bataklık bölgesini geçip Port Saidin 50 km güneyinde 11 kmlik 1949-1951 senelerinde kazılmış geçiş bölgesine varılır. Bu bölgede iki gemi karşılıklı olarak rahatça geçebilir. Diğer taraflarda karşılıklı geçiş çok zordur. Kanalın hemen hemen yarısına yakın yerinde İsmailiye şehri civârında Timsah Gölü bulunur. Kanal, gölün içinden geçer. Kanal İdâre Heyeti, Timsah Gölünün kıyısında yerleşmiştir. Buradan Kızıldenize gitmek isteyen sırasıyla Büyük Acı Göl, Küçük Acı Göl, çölün doğu ucu ve Tevfik Limanından geçer.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
TURGUT ÖZAL
Turgut Özal, 13 Ekim 1927 tarihinde Malatya'da doğdu. Babası Mehmet Sıddık Özal, annesi ise Hafize Özal'dır. Babası memur olduğu için öğrenimini farklı okullarda tamamladı. Öğrenim hayatına Bilecik'te bir ilkokulda başlayan Özal, daha sonra Mardin, Konya ve Kayseri'de öğrenimini sürdürdü. Yükseköğrenimini ise İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü'nde tamamladı.
Özal, mezun olduktan sonra Ankara'daki Elektrik İşleri Etüt İdaresi'nde çalışmaya başladı. 1952 yılında Ayhan İnal'la ilk evliliğini yaptı. Kısa bir süre sonra boşandı ve Semra Hanım'la evlendi. Bu evlilikten üç çocuğu oldu.
Ekonomi üzerine eğitim almak için Amerika'ya giden Özal, Türkiye'ye döndükten sonra Elektrik İşleri Etüt İdaresi'nde çalışmaya devam etti. 1959 yılında Ankara Ordonat Okulu'nda yedek subay olarak askerliğini yaptı.
Askerden döndükten sonra Devlet Planlama Teşkilatı'nın kuruluş çalışmalarında yer aldı. Bir süre sonra da Başbakan Süleyman Demirel'in danışmanlığına getirildi. 1965'te Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı oldu ve 1971 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Daha sonra ise Dünya Bankası'nda danışman olarak görev yaptı.
1977 milletvekili genel seçimlerinde Milli Selamet Partisi'nden (MSP) aday oldu, fakat seçilemedi. 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı'na getirildi. 24 Ocak Kararları'nın hazırlanmasında önemli rol oynadı.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra kurulan hükümette, başbakan yardımcısı olarak görev yaptı. 1982 yılında görevinden istifa etti. 1983 yılında Anavatan Partisi'ni kurdu ve ilk seçimde tek başına iktidar oldu. 1989 yılında TBMM tarafından cumhurbaşkanı olarak seçildi.
Özal, 17 Nisan 1993'te vefat etti.
Turgut Özal, 13 Ekim 1927 tarihinde Malatya'da doğdu. Babası Mehmet Sıddık Özal, annesi ise Hafize Özal'dır. Babası memur olduğu için öğrenimini farklı okullarda tamamladı. Öğrenim hayatına Bilecik'te bir ilkokulda başlayan Özal, daha sonra Mardin, Konya ve Kayseri'de öğrenimini sürdürdü. Yükseköğrenimini ise İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü'nde tamamladı.
Özal, mezun olduktan sonra Ankara'daki Elektrik İşleri Etüt İdaresi'nde çalışmaya başladı. 1952 yılında Ayhan İnal'la ilk evliliğini yaptı. Kısa bir süre sonra boşandı ve Semra Hanım'la evlendi. Bu evlilikten üç çocuğu oldu.
Ekonomi üzerine eğitim almak için Amerika'ya giden Özal, Türkiye'ye döndükten sonra Elektrik İşleri Etüt İdaresi'nde çalışmaya devam etti. 1959 yılında Ankara Ordonat Okulu'nda yedek subay olarak askerliğini yaptı.
Askerden döndükten sonra Devlet Planlama Teşkilatı'nın kuruluş çalışmalarında yer aldı. Bir süre sonra da Başbakan Süleyman Demirel'in danışmanlığına getirildi. 1965'te Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı oldu ve 1971 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Daha sonra ise Dünya Bankası'nda danışman olarak görev yaptı.
1977 milletvekili genel seçimlerinde Milli Selamet Partisi'nden (MSP) aday oldu, fakat seçilemedi. 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı'na getirildi. 24 Ocak Kararları'nın hazırlanmasında önemli rol oynadı.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra kurulan hükümette, başbakan yardımcısı olarak görev yaptı. 1982 yılında görevinden istifa etti. 1983 yılında Anavatan Partisi'ni kurdu ve ilk seçimde tek başına iktidar oldu. 1989 yılında TBMM tarafından cumhurbaşkanı olarak seçildi.
Özal, 17 Nisan 1993'te vefat etti.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
GALİLEO
Modern fiziğin ve teleskobik astronominin kurucularından olan İtalyan bilim adamı. 1564'te İtalya'nın Pisa şehrinde doğdu. Döneminin tanınmış müzikçilerinden Vincenzo Galileo'nun oğlu olan Galileo, ilk tahsilini Floransa'da yaptı. 1581'de Pisa Üniversitesi'nde tıp tahsiline başladı. Ancak parasızlıktan okulu terk etti. 1583'ten itibaren matematiğe ilgi duyan Galileo, bu konudaki çalışmaları sayesinde, 1589'da Pisa'da profesörlük elde etti.
Sarkacın, yüzen cisimlerin ve hareketin Aristo fiziğinden farklı bir düşünceyle matematiksel olarak ele alınması gerektiğine inanan Galileo, Pisa Kulesi'nden ağırlık düşürerek Aristo'nun yanlışlığını açıkça gösterdi. Bu davranışı yaşlı profesörlerle anlaşmazlığa düşmesine sebep oldu. 1592'de Pisa'yı terk ederek, Padova Üniversitesi matematik kürsüsüne geldi.
1597'de pratikte çok faydası olan pusulayı ticari olarak piyasaya arz etti. 1600 senesinden hemen sonra ilkel bir termometre, insan kalp atışının ölçümünde kullanılmak üzere bir sarkaç ve 1604'te serbest düşüşün matematik kanunlarını keşfetti. Ancak düzgün ivmeli hareket kavramı hatalıydı.
1609'da Hollanda'da teleskopun bulunduğunu işitti. Kendisi daha ileri bir alet yaparak bunu astronomi gözlemlerinde kullandı. 1610'da aydaki dağlar, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayınladı. Bu arada Jüpiter'in dört uydusunun varlığını bildirdi. Bu kitabı çok ilgi uyandırdı ve Floransa'da saray matematikçisi olmasını sağladı. Hemen sonra Venüs gezegeninin devreleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy (Batlamyus) sistemini tartıştı.
1611'de Roma'ya gitti ve oradaki Bilim Akademisi'ne üye seçildi. Floransa'ya dönüşünde hidrostatik üzerine pek çok profesörün itirazına sebep olan kitabı ile 1613'te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınladı. Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdafaa etti. Bundan dolayı papazların ağır hücumuna uğradı.
1615'te bizzat Roma'ya giderek iddiasını müdafaa etti. Ancak 1616'da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tetkik için bir komisyon kuruldu. Bu komisyon Galileo'nun kitaplarını yasaklamadı. Sadece dünyanın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istedi.
Galileo, bir müddet bilimin pratik yönüne döndü, mikroskobu geliştirdi. Ancak 1618'de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle münakaşaya girdi. Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesaret alarak yazdığı "İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar" adlı eserini 1632'de yayınladı. Ancak kitabı daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylentilerine rağmen Roma’da mahkemeye çağrıldı. 1633'te bu kitap yasaklandı ve Kutsal Engizisyon'ca müebbet hapse mahkum edildi. Cezası kendi evinde göz hapsine çevrildi. Yetmiş yaşında hapsedilen Galileo kör oldu ve 1642 yılında öldü.
Modern fiziğin ve teleskobik astronominin kurucularından olan İtalyan bilim adamı. 1564'te İtalya'nın Pisa şehrinde doğdu. Döneminin tanınmış müzikçilerinden Vincenzo Galileo'nun oğlu olan Galileo, ilk tahsilini Floransa'da yaptı. 1581'de Pisa Üniversitesi'nde tıp tahsiline başladı. Ancak parasızlıktan okulu terk etti. 1583'ten itibaren matematiğe ilgi duyan Galileo, bu konudaki çalışmaları sayesinde, 1589'da Pisa'da profesörlük elde etti.
Sarkacın, yüzen cisimlerin ve hareketin Aristo fiziğinden farklı bir düşünceyle matematiksel olarak ele alınması gerektiğine inanan Galileo, Pisa Kulesi'nden ağırlık düşürerek Aristo'nun yanlışlığını açıkça gösterdi. Bu davranışı yaşlı profesörlerle anlaşmazlığa düşmesine sebep oldu. 1592'de Pisa'yı terk ederek, Padova Üniversitesi matematik kürsüsüne geldi.
1597'de pratikte çok faydası olan pusulayı ticari olarak piyasaya arz etti. 1600 senesinden hemen sonra ilkel bir termometre, insan kalp atışının ölçümünde kullanılmak üzere bir sarkaç ve 1604'te serbest düşüşün matematik kanunlarını keşfetti. Ancak düzgün ivmeli hareket kavramı hatalıydı.
1609'da Hollanda'da teleskopun bulunduğunu işitti. Kendisi daha ileri bir alet yaparak bunu astronomi gözlemlerinde kullandı. 1610'da aydaki dağlar, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayınladı. Bu arada Jüpiter'in dört uydusunun varlığını bildirdi. Bu kitabı çok ilgi uyandırdı ve Floransa'da saray matematikçisi olmasını sağladı. Hemen sonra Venüs gezegeninin devreleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy (Batlamyus) sistemini tartıştı.
1611'de Roma'ya gitti ve oradaki Bilim Akademisi'ne üye seçildi. Floransa'ya dönüşünde hidrostatik üzerine pek çok profesörün itirazına sebep olan kitabı ile 1613'te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınladı. Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdafaa etti. Bundan dolayı papazların ağır hücumuna uğradı.
1615'te bizzat Roma'ya giderek iddiasını müdafaa etti. Ancak 1616'da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tetkik için bir komisyon kuruldu. Bu komisyon Galileo'nun kitaplarını yasaklamadı. Sadece dünyanın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istedi.
Galileo, bir müddet bilimin pratik yönüne döndü, mikroskobu geliştirdi. Ancak 1618'de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle münakaşaya girdi. Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesaret alarak yazdığı "İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar" adlı eserini 1632'de yayınladı. Ancak kitabı daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylentilerine rağmen Roma’da mahkemeye çağrıldı. 1633'te bu kitap yasaklandı ve Kutsal Engizisyon'ca müebbet hapse mahkum edildi. Cezası kendi evinde göz hapsine çevrildi. Yetmiş yaşında hapsedilen Galileo kör oldu ve 1642 yılında öldü.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
KÖPRÜLÜ MEHMET PAŞA
Mehmet Paşa, 1578'de Arnavutluk'un Berat Sancağı'nın Rudnik Köyü'nde doğmuştur. Babası Vezirköprü eşrafındandı. Gençliğinde İstanbul'a getirilerek saraya alındı. Has odalı Hüsrev Ağa'ya bağlanarak, büyük odalı zümresine dahil oldu. Sonra hazine-i amire'de vazife aldı. Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın zamanında Mirahorluk payesi aldı. Daha sonra Mirmiranlıkla Şam'a vali tayin edildi. 1650'de kubbealtı veziri oldu. Sadrazam Gürcü Mehmet Paşa'nın garazına uğradı ve bu yüzden rütbesi alınarak Köstendil'e sürüldü.
İpşir Mustafa Paşa'nın himayesi ile Trablus'a vali tayin edildi. Eskişehir'de karşılaştığı Boynueğri Mehmet Paşa ile birlikte İstanbul'a döndü.
Bu esnada bütün memlekette anarşi kol gezmekteydi. Zorbalık ve haksızlık almış yürümüştü. Devlet düzeni bozulmuştu. Ordudaki disiplin bozulmuş, askerler ahaliyi rahatsız etmeye başlamışlardı. Henüz çocuk olan IV. Mehmet'in duruma hakim olması mümkün değildi. Annesi Turhan Valide Sultan saltanat naibeliği yapıyordu.
İstanbul'da bulunan Köprülü Mehmed Paşa ise; yakın dostlarından Mimar Kasım Ağa, şair ve musikişinas Solakzade Mehmet Hemdemi Efendi ve Evliya Çelebi ile sohbet ediyor, devlet idaresi hakkındaki fikirlerini açıklıyordu. Mütevazı fıtratıyla tanınan, mevki ve makamda gözü bulunmayan Mehmet Paşa, devletin içerisinde olduğu durumdan ızdırap duyuyor ve yakın arkadaşlarına devletin kurtarılması için ne yapılması lazım geldiğini anlatıyordu.
Turhan Valide Sultan'ın müşavirlerinden olan Mimar Kasım Ağa, Köprülünün fikirlerini Valide sultana anlatmış ve Köprülüyü sadrazam olarak tavsiye etmişti.
Valide Sultan Köprülü ile görüştü ve onu sadrazam yapmak istediğini bildirdi. O esnada 78 yaşında olan Köprülü, kendisine geniş yetkiler verildiği ve aleyhine hile koparanların sözlerine itibar edilmeyeceğine söz verildiği takdirde sedâreti kabul edeceğini bildirmiş ve kendisine çok geniş yetkilerin verilmesi üzerine 15 Eylül 1656'da sadrazamlığı kabul etmişti.
Mehmet Paşa idareyi ele alır almaz derhal anarşiyi bastırma yoluna gitmiş ve zorbaları birer birer yakalatarak cezalarını vermişti. IV. Murat gibi, ordu intizam altına alınmadan devletin kargaşadan kurtarılamayacağına ve huzurun temin edilemeyeceğine inanan Mehmet Paşa, ordudaki zorbaları temizleyerek, disiplini kurmaya muvaffak oldu.
İstanbul'daki karışıklıklarda, yeniçeri kiyafetine soktuğu Hristiyanlar vasıtası ile Müslüman ahaliyi zarara uğratan Rum patriğini idam ettirdi.
İstanbul'daki ulema sınıfı arasındaki kargaşalığı önledi ve bu sınıfın huzurla hizmet görür hale gelmelerini sağladı.
Devlet bünyesinde asayişi muhafaza edip, huzur ve intizamı ikame ettikten sonra orduyu toplayarak sefere çıktı. Çanakkale Boğazını kapatmış olan Venediklilerin üzerine yürüdü.
Kaptan Topal Mehmet Paşa'nın denizden, kendisinin karadan yaptığı taarruz neticesinde Venediklileri boğazdan attı ve Venedik işgali altındaki Bozcaada ve Limni adalarını geri aldı.
Ardından, Eflak, Boğdan ve Erdel meselelerini ele aldı. Bu havalideki isyanları bastırdı. Anadolu'daki Abaza Hasan Paşa isyanını da başarıyla bastırdı ve Anadolu'da huzuru temin etti.
1661'de Edirne'de vefat eden Köprülü, İstanbul'a getirilerek Divanyolundaki türbesine defnedildi.
Kendisinden sonra oğulları, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa ve Köprülü Fazıl Mustafa Paşa sadrazam olarak devlete hizmet etmişlerdir.
Mehmet Paşa, 1578'de Arnavutluk'un Berat Sancağı'nın Rudnik Köyü'nde doğmuştur. Babası Vezirköprü eşrafındandı. Gençliğinde İstanbul'a getirilerek saraya alındı. Has odalı Hüsrev Ağa'ya bağlanarak, büyük odalı zümresine dahil oldu. Sonra hazine-i amire'de vazife aldı. Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın zamanında Mirahorluk payesi aldı. Daha sonra Mirmiranlıkla Şam'a vali tayin edildi. 1650'de kubbealtı veziri oldu. Sadrazam Gürcü Mehmet Paşa'nın garazına uğradı ve bu yüzden rütbesi alınarak Köstendil'e sürüldü.
İpşir Mustafa Paşa'nın himayesi ile Trablus'a vali tayin edildi. Eskişehir'de karşılaştığı Boynueğri Mehmet Paşa ile birlikte İstanbul'a döndü.
Bu esnada bütün memlekette anarşi kol gezmekteydi. Zorbalık ve haksızlık almış yürümüştü. Devlet düzeni bozulmuştu. Ordudaki disiplin bozulmuş, askerler ahaliyi rahatsız etmeye başlamışlardı. Henüz çocuk olan IV. Mehmet'in duruma hakim olması mümkün değildi. Annesi Turhan Valide Sultan saltanat naibeliği yapıyordu.
İstanbul'da bulunan Köprülü Mehmed Paşa ise; yakın dostlarından Mimar Kasım Ağa, şair ve musikişinas Solakzade Mehmet Hemdemi Efendi ve Evliya Çelebi ile sohbet ediyor, devlet idaresi hakkındaki fikirlerini açıklıyordu. Mütevazı fıtratıyla tanınan, mevki ve makamda gözü bulunmayan Mehmet Paşa, devletin içerisinde olduğu durumdan ızdırap duyuyor ve yakın arkadaşlarına devletin kurtarılması için ne yapılması lazım geldiğini anlatıyordu.
Turhan Valide Sultan'ın müşavirlerinden olan Mimar Kasım Ağa, Köprülünün fikirlerini Valide sultana anlatmış ve Köprülüyü sadrazam olarak tavsiye etmişti.
Valide Sultan Köprülü ile görüştü ve onu sadrazam yapmak istediğini bildirdi. O esnada 78 yaşında olan Köprülü, kendisine geniş yetkiler verildiği ve aleyhine hile koparanların sözlerine itibar edilmeyeceğine söz verildiği takdirde sedâreti kabul edeceğini bildirmiş ve kendisine çok geniş yetkilerin verilmesi üzerine 15 Eylül 1656'da sadrazamlığı kabul etmişti.
Mehmet Paşa idareyi ele alır almaz derhal anarşiyi bastırma yoluna gitmiş ve zorbaları birer birer yakalatarak cezalarını vermişti. IV. Murat gibi, ordu intizam altına alınmadan devletin kargaşadan kurtarılamayacağına ve huzurun temin edilemeyeceğine inanan Mehmet Paşa, ordudaki zorbaları temizleyerek, disiplini kurmaya muvaffak oldu.
İstanbul'daki karışıklıklarda, yeniçeri kiyafetine soktuğu Hristiyanlar vasıtası ile Müslüman ahaliyi zarara uğratan Rum patriğini idam ettirdi.
İstanbul'daki ulema sınıfı arasındaki kargaşalığı önledi ve bu sınıfın huzurla hizmet görür hale gelmelerini sağladı.
Devlet bünyesinde asayişi muhafaza edip, huzur ve intizamı ikame ettikten sonra orduyu toplayarak sefere çıktı. Çanakkale Boğazını kapatmış olan Venediklilerin üzerine yürüdü.
Kaptan Topal Mehmet Paşa'nın denizden, kendisinin karadan yaptığı taarruz neticesinde Venediklileri boğazdan attı ve Venedik işgali altındaki Bozcaada ve Limni adalarını geri aldı.
Ardından, Eflak, Boğdan ve Erdel meselelerini ele aldı. Bu havalideki isyanları bastırdı. Anadolu'daki Abaza Hasan Paşa isyanını da başarıyla bastırdı ve Anadolu'da huzuru temin etti.
1661'de Edirne'de vefat eden Köprülü, İstanbul'a getirilerek Divanyolundaki türbesine defnedildi.
Kendisinden sonra oğulları, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa ve Köprülü Fazıl Mustafa Paşa sadrazam olarak devlete hizmet etmişlerdir.


[right]Arif YAMAN[/right]
- ustax66
- Sığınak Fedaisi
- Mesajlar: 3955
- Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
- Sunucu: Eminönü
- Klan: Arzın Çocukları
- Lonca: Raiders Of Anatolia
Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)
Prof. Dr. ERDAL İNÖNÜ
6 Haziran 1926 Ankara'da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da yaptı, 1947 de Fen Fakültesi'nden fizik lisansı diploması aldıktan sonra A.B.D.'ye gitti, California Teknoloji Enstitüsü'nde lisans üstü öğrenimi yaptı, yüksek lisans ve doktora derecelerini aldı, Teorik fizik alanında araştırmalar yaptı, Yurda dönünce Ankara Üniversitesinde Fizik Asistanı olarak göreve başladı.
Askerlik görevini yaptıktan sonra üniversite doçentlik sınavını verdi, 1957-1960 yılları arasında tekrar Amerika'ya giderek "Atom Enerjisinden Yararlanma" programı içinde çeşitli üniversite ve araştırma enstitülerinde araştırmalar yaptı. 1964 - 1974 tarihleri arasında Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde Fizik Profesörü olarak çalıştı, ODTÜ'de öğretim üyeliği görevinin yanı sıra araştırma ve yönetim görevleri de yaptı, Teorik Fizik Bölümü Başkanlığı, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı, Üniversite Rektörlüğünde bulundu. 1974'te İstanbul Boğaziçi Üniversitesine geçti, 1974-1983 yılları arasında fizik profesörlüğünün yanı sıra 6 yıl kadar da Temel Bilimler Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun kuruluşuna katkıda bulundu ve TÜBİTAK Temel Araştırmalar Enstitüsü'nde kurucu müdürlük görevini yürüttü. Aynı zamanda NATO Fen Komitesi'nde çalıştı ve UNESCO Yürütme Kurulunda görev aldı. 1983 yılında siyasete atılan Erdal İnönü, Sosyal Demokrasi Partisi'nin (SODEP) kurucu Genel Başkanı oldu, SODEP ile Halkçı Partinin Birleşmesi sonucu kurulan SHP'nin ilk olağanüstü kurultayında SHP Genel Başkanı seçildi, Bu görevini 1993 yılına kadar sürdürdü. İnönü, 1986 yılı ara seçimlerinde İzmir Milletvekili seçilmiş, 1987 ve 1991 genel seçimlerinde yeniden aynı ilden milletvekili seçilerek parlamentoda görevine devam etti.
1991 Genel seçimlerinden sonra Doğru Yol Partisi ile SHP'nin kurduğu koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak görev üstlendi ve 1993 yılına kadar bu görevini sürdürdü. SHP'nin Cumhuriyet Halk Partisi ile birleşmesinin ardından, 27 Mart 1995 tarihinde Koalisyon'un Sosyal Demokrat kanadında değişikliğe gidildi, Erdal İnönü bu değişiklikle Dışişleri Bakanı olarak atandı ve 1995 yılının Mart ve Ekim ayları arasında Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı.
SHP Onursal Genel Başkanı Erdal İnönü, yaklaşık bir yıldır kan kanseri tedavisi görüyordu. Erdal İnönü'ye son olarak Houston'daki bir hastanede deneysel tedavi uygulanıyordu.
Prof. Dr. Erdal İnönü, 20 Ağustos 2007'de zatürre nedeniyle hastaneye yatırılmıştı. İnönü'nün hastalığı kontrol altına alınmıştı. Ancak yapılan ileri tetkiklerde, daha önce kontrol altında olan hastalığı anlaşılınca ABD'de tedavi gördüğü merkeze gönderilme kararı alınmıştı.
6 Haziran 1926 Ankara'da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da yaptı, 1947 de Fen Fakültesi'nden fizik lisansı diploması aldıktan sonra A.B.D.'ye gitti, California Teknoloji Enstitüsü'nde lisans üstü öğrenimi yaptı, yüksek lisans ve doktora derecelerini aldı, Teorik fizik alanında araştırmalar yaptı, Yurda dönünce Ankara Üniversitesinde Fizik Asistanı olarak göreve başladı.
Askerlik görevini yaptıktan sonra üniversite doçentlik sınavını verdi, 1957-1960 yılları arasında tekrar Amerika'ya giderek "Atom Enerjisinden Yararlanma" programı içinde çeşitli üniversite ve araştırma enstitülerinde araştırmalar yaptı. 1964 - 1974 tarihleri arasında Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde Fizik Profesörü olarak çalıştı, ODTÜ'de öğretim üyeliği görevinin yanı sıra araştırma ve yönetim görevleri de yaptı, Teorik Fizik Bölümü Başkanlığı, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı, Üniversite Rektörlüğünde bulundu. 1974'te İstanbul Boğaziçi Üniversitesine geçti, 1974-1983 yılları arasında fizik profesörlüğünün yanı sıra 6 yıl kadar da Temel Bilimler Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun kuruluşuna katkıda bulundu ve TÜBİTAK Temel Araştırmalar Enstitüsü'nde kurucu müdürlük görevini yürüttü. Aynı zamanda NATO Fen Komitesi'nde çalıştı ve UNESCO Yürütme Kurulunda görev aldı. 1983 yılında siyasete atılan Erdal İnönü, Sosyal Demokrasi Partisi'nin (SODEP) kurucu Genel Başkanı oldu, SODEP ile Halkçı Partinin Birleşmesi sonucu kurulan SHP'nin ilk olağanüstü kurultayında SHP Genel Başkanı seçildi, Bu görevini 1993 yılına kadar sürdürdü. İnönü, 1986 yılı ara seçimlerinde İzmir Milletvekili seçilmiş, 1987 ve 1991 genel seçimlerinde yeniden aynı ilden milletvekili seçilerek parlamentoda görevine devam etti.
1991 Genel seçimlerinden sonra Doğru Yol Partisi ile SHP'nin kurduğu koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak görev üstlendi ve 1993 yılına kadar bu görevini sürdürdü. SHP'nin Cumhuriyet Halk Partisi ile birleşmesinin ardından, 27 Mart 1995 tarihinde Koalisyon'un Sosyal Demokrat kanadında değişikliğe gidildi, Erdal İnönü bu değişiklikle Dışişleri Bakanı olarak atandı ve 1995 yılının Mart ve Ekim ayları arasında Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı.
SHP Onursal Genel Başkanı Erdal İnönü, yaklaşık bir yıldır kan kanseri tedavisi görüyordu. Erdal İnönü'ye son olarak Houston'daki bir hastanede deneysel tedavi uygulanıyordu.
Prof. Dr. Erdal İnönü, 20 Ağustos 2007'de zatürre nedeniyle hastaneye yatırılmıştı. İnönü'nün hastalığı kontrol altına alınmıştı. Ancak yapılan ileri tetkiklerde, daha önce kontrol altında olan hastalığı anlaşılınca ABD'de tedavi gördüğü merkeze gönderilme kararı alınmıştı.


[right]Arif YAMAN[/right]