Topal bir Fare adam öne doğru geldi.
-‘Topuz’, diye bağırdı Efe.
-‘Evet! Bir zamanlar ismim öyle idi. Ama şimdi Topal diyorlar bana’, dedi Fare adam. Bacağından biri yoktu. Onun yerine tahta bir bacak destek veriyor.
-‘Bütün bunlar Efsun’u tuzağa düşürmek içindi’, dedim. ‘Başardı! Niye geldin? Sana kim gel dedi ki’, diye bağırdım Efsun’a.
-‘Kes sesini’, diye bağırdı Topuz. ‘Şuanda arkadaşının kafasına doğru nişan almış en az 50 tetikçim var. Şifacı’nın ölmesine göz yumacakmısın?’
Hiçkimse bir şey demedi. Kıpırdamadık bile. Topuz gülmeye başladı.
-‘Biliyordum! Siz aptal insanların zaafı bu işte! Birbirinize sadıksınız ama birbirinize ilgi duyup sevdiğiniz için ölüyorsunuz! Bakın! Biz burada kardeşlerimiz öldüğünde ardından ağlamayız.’
-‘Çünkü siz doğmadınız’, dedi Efe. ‘Sizin anneleriniz babalarınız yok! Siz büyü ile yaratıldınız! Hiç birşey hissetmemeye ayarlısınız!’
-‘Bunların hepsi anlamsız’, dedi Topuz. ‘Hiç birşey hissetmiyor olmamıza rağmen rekabet, yenilgi ve zaferin ne anlama geldiğini biliyoruz. Ve madem hayattayız... iyi olan canlı kazansın.’
Tüm tetikçiler tetiklerini çekip Efsun’a ateş ettiler.
-‘Efsun’, diye bağırdım ama o yere yığıldı. Semih hemen ceketini çıkartıp kafasının üzerini örttü.
-‘İşte? Gördünüz mü? Zaferi hissedebiliyorum ben’, dedi Topuz. Tüm Fare adamları gülmeye başladı. Avaz avaz bağırdım ve gördüğüm her yaratığa silahımı sapladım. Fare adamları bu saldırıma karşılıksız kalmadı ve ateş ettiler ama bana dokunamayacak kadar hızlı hareket ediyordum. Herbirine darbemi o kadar sağlam indirdim ki tek vuruşla silahıma dokunan canlı ikiye ayrıldı. Ardımdan arkadaşlarımda ateş açtılar Fare adamlarına. Hiç bu kadar öfke duymamıştım bu yaratıklara. Hiç bu kadar nefret etmemiştim hayatımdan. İşimiz bittiğinde ortalık ölü Fare adamları ile dolmuştu. Bir tek Topuz kaldı.
-‘Doğru söylüyorsun’, dedi Sezgi. ‘Gerçektende bir şeyler hissedebiliyorsunuz.’
-‘Evet’, dedi Işıl. ‘Silahımızla sana ateş ettikten sonra acıyı sende hissedeceksin.’
-‘Şuanda korkuyu hissettiğin kadar gerçekci olacak’, dedi Fatma.
Semih silahını havaya kaldırıp tam ateş edecekti ki Topuz’un tahta bacağı kırıldı. Arkamızı döndüğümüzde birisi Semih’e ceketini ona doğru atmıştı.
-‘Efsun’, dedim şaşkınlıkla. Efsun beni duymuyordu galiba. Sonra Efsun bir asit saldırısı daha yaptı ve Topuz çığlıklar içinde can verdi.
-‘Efsun? Sen nasıl...’, diye başladı Yağmur.
İyice baktığımızda Efsun aslında iyi değildi. Ağır yaralıydı. Tam yere düşecekti ki Alper onu yakaladı ve tüm şifacılar iyileştirme büyülerini yaptılar.
-‘İşe yaramıyor gibi’, dedim telaşlı bir şekilde.
-‘Biraz zaman tanı’, dedi Nur. ‘Hafif bir sıyırık değildi bu.’
-‘Hadi onu buradan götürelim’, dedi Işıl.
-‘Hayır’, dedi Efe. ‘Bu bölgeyi tarama şansı bir daha elimize geçmeyebilir. Biliyorum arkadaşlar! Hak veriyorum ki Efsun daha önemli! Ama bu gece buradan bizden başka bir canlı çıkarsa sonumuz daha kötü olabilir!’
-‘Efe haklı’, dedi Semih. ‘Ben kalıyorum.’
-‘Bende kalıyorum’, dedi Işıl.
-‘O zaman Semih, Işıl, Efe ve ben kalıyoruz. Diğerleri Eminönü’ne gidip Efsun’u güvenl bir yere bıraksınlar. Merak etmeyin. Fişek hala elimde ve işler kötüye gittiği anda yakıcağım.’
-‘Ama...’, dedi Yağmur.
-‘Risk alamayız artık’, dedim. ‘Hadi! Dikkatli olun!’
-‘Tamam’, dedi Nur. ‘Bu iksirler sizinle beraber kalsın.’
Arkadaşlarımın Efsun ile beraber nasıl ayrıldıklarını izledim. İçim hiç rahat değildi.
-‘Merak etme’, dedi Efe, sanki endişelerimi hissetmiş gibi. ‘Efsun emin ellerde.’
-‘Hadi ilerleyelim. Birbirimizden ayrılmayalım ve gözlerimizi dört açalım’, dedim.
-‘Tamam önden ben gidiyorum’, dedi Efe.
-‘Arkandayım’, dedim.
İlerledikce ortalıkta kimselerin olmadığını gördük. Ama ilerledikcede binalar gördük.
-‘Efe? Buraların neresi olduğunu biliyormusun’, diye sordu Semih.
-‘Efe nereden...’, diye başladı Işıl ama sonra hatırladı. ‘Haa! Efsane!’
-‘Buralarda eskilerden Hidra’yı beklerdik. Bazı dedelerimiz bu limanlardan geleceğini söylerdi. Gelmedi. Çokta beklemiştik ama’, dedi Efe.
-‘Hidra...’, dedi Işıl sorarak.
-‘Bir kaç başı olan bir ejderha’, dedi Semih. ‘Onunla tanışmak az kişiye kısmet oldu ve hiçbiri o tanışmadan canlı olarak dönmedi.’
-‘Dikkat’, dedim. ‘İleride.’
Hepimiz silahımızı sımsıkı tutup yavaş yavaş ve sessizce ilerledik.
-‘Kim var orada’, diye bir ses duyduk. ‘Cevap vermeyin’ diye işaret ettim ve ilerledik.
-‘Kim var orada!’
Ses bir duvarın ardından geliyor. ‘Bir. İki. Üç’ diye içimden saydım ve duvarın ardına baktım.
-‘Efsun? İyimisin’, dedi Yağmur.
-‘Merak etme. Çok daha iyiyim’, dedi Efsun.
-‘Kafana en az 50 mermi yemiş bir insan olarak iyi görünüyorsun’, dedi Feriha.
-‘Nasıl yanı’, dedi Efsun.
-‘Efsun sen insanmısın’, diye sordu Feriha.
-‘O nasıl soru’, dedi Süleyman kızgın bir ifade ile.
-‘Ölmüyor! İnsan olsa ölürdü! Melek mi yoksa? Yada başka bir şey mi’, dedi Feriha.
-‘Feriha...’, diye başladı Sezgi.
-‘Bilmek istiyorum! Anlam veremiyorum! Efsun madem bu kadar güçlü Rüzgar neden onu uzakta tutuyor? Efsun madem ölemiyor neden düşmanlarımıza daha atak yaklaşmıyoruz? Madem herkez onun peşinde...’, dedi Feriha.
-‘Yeter’, dedi Akın. ‘Ne söylemeye getiriyorsun? Efsun’un bir yaratık olduğunu mu?’
-‘Hayır’, dedi Feriha. ‘Ne olduğunu bilmediğimi! İnsan olmadığı belli!’
-‘İnsanı insan eden şey ne’, dedi Efsun. ‘Sence bir kalbim yada bir ailem yok mu? Yada yaşama hakkım olmadığını ve yanınızda olmamam gerektiğini mi düşünüyorsun?’
-‘Hayır...’, dedi Feriha. ‘Sadece... bilmek istiyorum Efsun. O yaratıklar senden neyini istiyor?’
-‘Bende bilmiyorum. Ama bu gece bunu öğreneceğiz’, dedi Efsun.
-‘Elebaşını kim sorguya çekecek’, diye sordu Halit.
-‘Neleri bilmek istiyoruz önce onları düşünelim’, dedi Süleyman.
-‘Bence korkutalım ve ne biliyorsa anlatsın. Efsun ile ilgili olmayanları bile anlatsın’, dedi Yağmur.
-‘İyi’, dedi Akın. ‘Hepimiz odada bulunalım. Efsun sende. En çok senden korkuyorlar.’
-‘Kim var orada’, dedi ses.
-‘Adın ne’, dedim.
-‘Kimsin!’
-‘Sana adını sordum! Cevaplarsan sana bir şey yapmayacağız’, dedim.
-‘Ben Gölge’, dedi.
-‘Neden saklanıyorsun’, dedim. ‘Seni göremiyorum.’
-‘Çünkü benide diğerleri gibi öldüreceksin! Kimsin!’
-‘Adım Ata. Savaşçıyım.’
-‘Teşkilat’ın yani!’
-‘Hayır’, dedim. ‘Teşkilat’a bağlı değilim.’
-‘Neden? Ne için geldiniz o halde?’
-‘Fare adamları Çeteciler ile birlik olup şifacı arkadaşımıza saldırdılar.’
-‘Şu meşhur Erg şifacısı yani!’
-‘Bunun anlamı ne’, dedim.
Gölge gülmeye başladı.
-‘Gülünecek ne var?’
Gölge ortaya çıktı. Küçük birşeydi.
-‘Ata...’, dedi Efe şaşkınlıkla. ‘Bu daha çocuk!’
-‘Çocuk diyebilirsin ama çok güçlüyüm ben!’
-‘Sen mi güçlüsün’, dedi Semih. ‘Senden büyük olanlarını az önce kestik.’
-‘Ben başkayım. Ben büyü ile oraya çıktım. Diğerleri kendi aralarında ürediler’, dedi Gölge.
-‘Kuklacı’nın büyüsü’, dedi Efe.
-‘Evet’, dedi Gölge gülümseyerek. ‘Ben Kuklacı’nın son çocuğuyum.’
-‘Bana göre hala bir yaratıksın’, dedi Semih ve silahını kaldırdı.
-‘Dur’, dedi Işıl ve Semih’le Gölge’nin arasında durdu. ‘Savunmasız birine nasıl saldırırsın!’
-‘Savunmasız olduğu ne belli’, dedi Semih.
Gölge Işıl’ın sırtına saldırdı ve Işıl çığlık atarak Semih’in üzerine düştü.
-‘Semih! İksir’, diye bağırdım ve iksiri ona doğru attım. Efe’de bu arada Gölge’ye nişan aldı.
-‘Beni öldürsen bile yenileri çıkacak! Daha güçlüleri ortaya çıkacak’, dedi Gölge.
Efe ateş etti ve Gölge’nin kafasını uçurdu.
-‘Işıl iyimisin’, dedi Semih ve Işıl’a iksiri içirdi. Işıl tekrar çığlık attı ve sonra gülmeye başladı.
-‘Offf’, dedi Işıl. ‘Çok acıdı! Ama sonra gıdıklandı.’
Semih Işıl’ın sırtına baktı ve yaranın izi bile kalmamıştı.
-‘İyi karışım’, dedi Semih. ‘İşe çok iyi yaradı. Savunmasız dedin ama velet güçlü çıktı.’
-‘Evet’, dedi Efe şaşırarak. ‘Karşıma çıkan en güçlü olanı...’
Gölge’nin kafasız gövdesine baktım. Bu yaratık hem çocuk hemde güçlü. Bundan büyük olanları neler yapabilirdi acaba?
-‘Düşündüğümü düşünüyorsun, değil mi’, dedi Efe.
-‘Hemen Elebaşı’na gidiyoruz’, dedim. ‘Artık adam yerine konulup bir cevap istiyorum.’
-‘Bir kişiye karşı on kişi ha’, dedi Elebaşı.
Elebaşı bir sandalyeye bağlı idi.
-‘Hayır, oniki’, dedi Süleyman. ‘Sen istersen anlatmaya başla.’
-‘Size birşey anlatacağımıda nasıl düşünürsünüz?’ Elebaşı gülmeye başladı.
-‘Bence gülmek yerine konuşsan daha iyi olur’, dedi Yağmur.
-‘Size birşey anlatsamda beni öldüreceksiniz, anlatmasamda. Hem elimi kesenlere neden yardım edeyim’, dedi Elebaşı.
-‘Evet’, dedi Alper. ‘Doğru söylüyor.’
Elebaşı ağzını açmadı.
-‘Tamam’, dedi Salih. ‘Asit saldırısını ben yaparım.’
Elebaşı korkmaya başladı.
-‘Durun! Yapmayın’, dedi korkudan.
-‘Neden yapmayalım’, dedi Fatma.
-‘Bence onu donduralım sonrada Meteor Bölgesi’ne doğru yuvarlayalım’, dedi Akın. ‘Yuvalandıkca gövdesi parçalansın.’
-‘Tamam! Anlatıcağım’, dedi Elebaşı. ‘Bilmek istedikleriniz ne?’
-‘Sen başla biz yön veririz’, dedi Ahmet.
-‘Fare adamları geldi bize! Onlar tezgahladı herşeyi!’
-‘Neyi’, dedi Halit.
-‘Saldırıları! Şifacıyı onlar istedi. Bizim sizinle hiçbirşeyimiz yoktu! Kendi başımıza hareket etmedik.’
-‘Sizin çıkarınız neydi bunlardan’, diye sordu Sezgi.
-‘Para’, dedi Elebaşı. ‘Fare adamları bizden daha güçsüz olduklarını bildikleri için bizi kiraladılar.’
-‘Amaçları ne’, dedi Feriha.
-‘Şifacıyı öldürmek!’
-‘Neden’, dedi Halit.
-‘Şifacı onları tek başına öldürebilecek kadar güçlü!’
-‘Bu bilgiye nasıl ulaştınız’, diye sordu Feriha.
-‘Fare adamlar bu bilgiye nasıl ulaştı bilmiyorum! Ama bildiğim var ki biz sadece bir piyonduk!’
-‘Nasıl yani’, dedi Nur. ‘Sizi saldırılar dışında ne için kullandılar?’
-‘Gösteri için! Biz saldırırken sizin dikkatiniz dağıldı! Onlar orada yeni bir ırk yaratıyorlar.’
-‘Yeni bir Fare adam ırkı mı’, dedi Nur şaşkınlıkla. ‘Ama nasıl olur? Fare adamları büyü yapmayı bilmiyorlar ki.’
-‘Büyüyü yapan Fare adamları değil’, dedi Elebaşı.
-‘Kim peki’, diye sordu Halit.
-‘Haberim yok! Asla tanıtmadı kendini bize!’
-‘Peki Efsun hakkında ne biliyorsun’, diye sordu Feriha.
-‘O içinizdeki en güçlü olan.’
-‘Nerden biliyorsun’, dedi Halit.
-‘Boynunda yazıyor’, dedi Elebaşı.
-‘Ne? Dövmesinde mi’, diye sordu Halit.
-‘Latincede yazıyor: ‘fortis invictus filius’. Dil latince ama gören hemen tanılmaması için Arapça harfler ile yapılmış bu dövme. Ona bunu onu yaratan yazmış olmalı’, dedi Elebaşı.
-‘Yaratan demekle neyi kastettin’, dedi Sezgi.
-‘Şifacı sadece şifacı değil. O kız gelmiş geçmiş en güçlü olanı! Çünkü...’
Biri bize doğru ateş etti. Mermiler odada uçuştu.
-‘Yere yatın’, diye bağırdı Ahmet.
Herkez yere yattı ve Ahmet, Süleyman ve Halit dışarıya çıkmaya başarıp ateş edeni aradılar. Etraflarında kimseleri görmeyince geri döndüler.
-‘Halit! Geri gelin buraya’, diye bağırmaya başladı Sezgi. ‘Yaralı çok!’
Hemen üçüde geri döndüler. Herkez hala yerde yatıyordu. Ayağa kalkanlar sadece Alper, Nur, Salih, Efsun, Sezgi, Feriha ve Yağmur.
-‘Ne oldu? Neden iyileştiremiyorsunuz’, diye sordu Süleyman.
-‘Deniyoruz ama imkansız! Elebaşı’nın beyni patlamış ona sabaha kadar şifa versek yine ayılmaz’, dedi Salih.
-‘Diğerleri?’
Efsun eline silahını alıp yere oturdu. Gözlerini kapatıp bir büyü yaptı ve yine öncesi gibi oda eski haline geldi ve arkadaşların hepsi ayağa kalktı. Elebaşı hariç. Büyü çok kudret gerektirdiği için sonrasında olduğu yere yığıldı.
-‘Ne oldu’, dedi Feriha.
-‘Efsun iyi mi’, dedi Sezgi.
-‘Yorgun’, dedi Nur.
-‘Elebaşı neden...’, diye başladı Süleyman.
-‘Onun yaşamasında bir sebep görmüyorum ama bize ateş edeni... kim olduğunu öğrenmek için hayatta kalabilir şimdilik’, dedi Efsun.
-‘Hadi’, dedi Ahmet. ‘Hemen güvenli bir yere gidelim.’
-‘Tamam’, dedim. ‘Dönelim. Işıl sen önce etrafı ateşe ver. Hiçbir şey kalmasın geriye.’
Işıl Ateş çemberi büyüsünü yaptıktan sonra yolumuza döndük. Birden Işıl bağırdı.
-‘Ne oldu’, dedi Semih.
-‘Sırtım! Sırtım çok acıyor’, dedi Işıl.
-‘Tamam taşırız seni’, dedi Efe.
-‘Hayır! Kıpırdadığımda dahada çok acıyor!’
-‘Ne yapıcağız’, dedim.
-‘Sizin gidin önden. Ben ve Semih peşinizden geliriz. İksiri birazdan içerim. İşe yaramazsa Semih beni taşır. Dişimi sıkarım.’
-‘Olmaz öyle şey’, dedim. ‘Bugüne kadar ardımızda kimseyi bırakmadık ve bu böyle kalacak! Kalıyoruz.’
-‘Hayır’, dedi Işıl. ‘Yani geçeceğinden eminim! Gerçekten! Sadece bir kaç dakika burada olacağız! Sonra hemen geliriz! Sizin haberi hemen diğerlerine vermeniz önemli!’
-‘Ata’, dedi Efe. ‘Biz önden gidelim. Bir kaç dakika sonra onlarda hareket eder. Bu bölge temizlendi. Eğer içine sinmezse yarıyolda geri döneriz.’
-‘Evet’, dedi Işıl.
-‘Tamam’, dedim. ‘Dikkatli olun. Fişeği’de siz alın.’
Efe ve ben onların yanından ayrıldık.
-‘Canın çok yanıyor mu’, dedi Semih.
Işıl belini doğrulttu ve gülümsemeye başladı. Semih ağzı açık onu izledi.
-‘Sırtın...?’
-‘Acımıyor’, dedi Işıl. ‘Numara yaptım! Hadi çabuk olalım! Herkezi atlattık. Hemen sancağı gidip eşyalarını alalım.’
-‘Eşya mı! Bir an gerçekten acı çekiyorsun zannettim!’
-‘Sonra kızarsın hadi! Hatta başardığımızda bana teşekkür edersin!’
-‘Manyaksın sen’, dedi Semih ama Işılı takip etti. Beraber sancağa doğru gittiler.
-‘Kaleye bak! Her bir yanı adam dolu’, fısıldadı Işıl. ‘Buraya sinek bile giremez!’
-‘Kapıdakiler eski arkadaşlarım: Harun, Duygu ve Tekin. Etrafdakilerde arkadaşlarımdı: Demir, Aslan, Ayhan, Cihan ve Mert. Diğerleride Ali, Mehmet, Ömer, Yasin ve Yakup. Görmeyeli çok olmuş onları.’
-‘Sonra sarılıp öpüşürsünüz! İçeriye girmenin yollarını bulmamız gerek.’
-‘Giriş yok.’
-‘İçerisi ne durumda?’
-‘İçeride bekçi azdır şu saatlerde’, dedi Semih.
-‘Belkide bir giriş vardır! Ben şu binaya bir Meteorit fırlatıcağım. Onların dikkati dağılıp peşime düşerken sen içeriye girip eşyalarını alacaksın!’
-‘Ne! Deli olma!’
-‘Yaptım bile’, dedi Işıl ve binaya doğru nişan alıp büyü yaptı.