Bir Günlükten Alıntı..

İKV için yazdığınız hikayeler, şiirler veya kurgusal eserleriniz
Cevapla
Kullanıcı avatarı
ysrough
FareAdam Düşmanı
FareAdam Düşmanı
Mesajlar: 287
Kayıt: 14 Nis 2010 13:59
Sunucu: Kuklacı
Klan: Lodos

Bir Günlükten Alıntı..

Mesaj gönderen ysrough »

Vakti olan ve okumak isteyebilecek arkadaşlarım için küçük bir çalışmamı paylaşmak istedim, iyi okumalar dilerim..


Bir Günlükten Alıntı..


5 Mart 1968

13.02

Gökyüzünde şimşekler hiç durmadan çakıyor, hava kah kararıp kah açıyor. Yükseliş’te okudum, birçok bölgeyi sel almış, bu bekleyiş gitgide katlanılmaz bir hal alıyor.

16.26

Bir hastaneye sığındım, aklım karmakarışık.. Başkahin, ustam, hala “Bekleyin” demek dışında tek bir şey söylemiyormuş. Onun bir öğrencisi olarak bu kötü günlerde bir çıkış yolu görememek ne acı!

17.01

Sıkıntıdan yanımdaki kitapları kurcalarken başarılı bir sınavın sonucunda aldığım kişiye özel ilk yazılı ödülüm gözüme çarpıyor, okuyorum: “Ces aleth, vesta guhn!” (Dinle, duyacaksın) Dinliyorum, 5 dakika.. 10 dakika.. Duyduğum tek şey bir holter’in cılız; kısmen ritmik sesi.

17.16

Elimdeki tek ipucu.. Yapabileceğim, vakit geçirebileceğim başka hiçbir şey yokken bu seste neyin nesi? Bir dakika, etrafımda bu sesi duyabileceğim hiçbir cihaz bulunmazken nasıl olur da duyarım? Gidip bir hemşireye bu aletlerin bulunduğu en yakın yeri soruyorum ve 8. Kat A bloğu cevabını alıyorum.Arkamdan giderek zayıflayan bir ses şöyle sesleniyor: “Fakat beyefendi, binadaki tüm hastalar kötü hava koşulları sebebiyle yakındaki hastanelere sevk edildiler, yani..” Devamını dinlemiyorum, merdiven çıkmayalı ne kadar oluyor ? 3. Kattayım..

17.20

Yorucu birkaç dakika sonrası işte gelebildim, kat gerçekten de boş görünüyor; bir oda hariç.. Genişçe bir odanın içinde yaklaşık 8 kişi, kendinden geçmiş görünen bir hastanın etrafında sıralanmışlar. Bir süre izleyeceğim, artık burada kalıp neler olacağına şahit olmam gerektiğini hissediyorum, sanırım yapabileceğim başka bir şey de yokken bir süre kalmamın sakıncası olmayacaktır. Odanın içini gösteren bina içi pencerelerden birinin önündeyim.

17.22

Geldiğim taraftan 11-12 yaşlarında bir erkek çocuğu odaya doğru koşturuyor, hiç kimse durdurmaya çalışmadı. Belki de son saatlerini yaşayan, benim dedesi zannettiğim o yaşlı adamı görmeye hakkı olduğunu düşündüklerindendir. Konuşulabilecekleri duymak için cama iyiden iyiye yapışırken bir yandan hasta tanıtım formunda belli belirsiz gözüken bir ismi okuyorum: Reviress Sandler.

17.23

- Dede, hadi bana masal anlat..
- En sevdiğini mi?
- Evet dede, en sevdiğimi.. Hani şu genç efendinin hikayesini..


Saçları yer yer beyazlamış, şimdi çaresizlikten çöktüğünü sandığım omuzlarıyla 35’lerinde bir kadın ağlayarak dışarı fırlıyor, kalanların çoğu gözyaşlarını çocuğa fark ettirmeden silmenin telaşı içerisindeler.
Yaşlı, çok şey görmüş ince bir el, küçük çocuğun sarı kıvırcık saçlarında geziniyor.. Birkaç dakika önce nefes almakta zorlanan adam, şimdi yumuşacık sesiyle, gücünün yettiğince bir şey anlatmaya başlıyor; dinliyorum.


“Büyücülük dünyasında insanlar birbirlerini öldürmezler yavrum, karşılıklı duyguları nefret halini aldığı vakit an gelir düelloya tutuşurlar, kaybedenler sessiz kalmaya mahkumdur; bu da zaten galip gelen için çoğu vakit kafi gelir..”

Yaşlı adam yutkunuyor, zorlandığı belli ama devam etmeye kararlı gözüküyor.
O sıra, dışarıdan gelen siren seslerinin arasında herkes bana doğru dönüyor. Hayır hayır bana değil! Yanı başımda şu ana dek geldiğini bile fark etmediğim yaşlı bir bayan duruyormuş – solgun, bitmiş vaziyette biri; öyle ki o bedenle hala ayakta durabildiğine şaşarsınız- gözleri yaşlı adamın gözleriyle buluşuyor, tepkisiz.


“Hadi ama, hadi dede!”

Yanımdaki yaşlı bayana baktığı vakit ihtiyar Reviress’in yüzündeki tüm kanı çekiliyor, adeta bembeyaz kesiliyor. Küçük çocuk umarsızca üstelemeye devam ediyor, “Dedeciğim..”

“Peki, peki.. Hava olaylarını kontrol edebilmekte fevkalade başarılı, yeni mezun olmuş bir gence, eğitimindeyken hiç geçinemediği bir kız meydan okumuş. Bu dünyada artık kıza kız gözüyle bakılmadığını herkes gibi bu genç efendi de bilirmiş (gülüşmeler..) , artık yapmaya izinleri de varmış ve eşit şartlarda bir düelloya girişmişler. Uzun bir süre ikisi de pes etmeksizin güçlerini sergilemişler. Kız, genç efendiyi üzerine fışkırttığı kimyasallarla bitap düşürmüş; hatta hayatı boyunca ona eziyet verecek hastalıkların pençesine atmış.”

Yaşlı adam kısa bir an duraksıyor, şimdi biraz dalgın. Devam ederken sesinde gururu hissettiğime yemin edebilirim.

“..Ancak genç efendi de kolay lokma değilmiş, rüzgarları çift taraflı savurarak kızı olduğu yere mıhlamış, sayısız darbe indirmiş rakibine. Yazık ki, kız yenilgiyi kabul edecek kadar asil biri değilmiş.”
Dikkatli başka birkaç göz, yaşlı adamla yanımdaki bayanın tedirginlikle, bir an göz göze geldiklerini fark etti sanıyorum.
“Etrafa bağırıp çağırmış, ağlayarak haykırmış: ‘ÖLDÜRÜYORLAR! Biriniz şu vicdansızı durdursun yalvarırım!’ Ve daha neler neler.. Genç efendi bu sözler karşısında tamda kızın istediği gibi kendini kaybetmiş. Artık dışarıdan bakan biri için gerçekten de öldürmek dışında bir amacı var gibi gözükmüyormuş.”


Anlatıcımız koyu mavi gözlerini çocuğun gözlerine dikiyor ve fikrini sorarcasına ekliyor: “ Belki haklıdır da küçüğüm? Böyle bir insan karşısında sakin kalabilmek kolay değildir- yani değilmiş.”
“Gelgelelim bir düellonun söz konusu olduğundan bihaber iki eğitmen, kızın sözleriyle hiç düşünmeden genç efendiyi durdurmak için atılmışlar. Yerden fırlayan kökler bedenini hızla sararken 8 senelik öğretim hayatında hiç baş göstermemiş bir kin sarmış bedenini ve bu genç kişi aklını başından alan bir hiddetle artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiş. İstanbulun her sokağında çınlayacak bir hüküm sözcüğüyle kızın vücudu üzerine bir yıldırım indirmiş.. Yeniyetme birisinin, yapmayı en uçuk hayallerinde dahi aklından geçirmeyeceği, çok yüksek hakimiyet isteyen bu büyünün etkisiyle bayılmadan önce gördüğü son şey kızın artık hareketsiz, simsiyah kesilmiş şekilsiz bedeni olmuş.”

- Peki ya sonra? Ya sonra ne olmuş dedeciğim?

Çocuklara özgü bir hareket.. Zaten bildiği bir cevabı dedesinin kadife sesinden duyma isteğiydi belki, bu çocuğu tekrar tekrar sormaya sürükleyen..

18.49

Artık hava hem serin hem sıcak, ağaçların salıntısından anladığım kadarıyla rüzgarlar belli bir yönü olmaksızın savrulurken aniden durmaya ve bu hareketi tekrarlamaya devam ediyor; daha ne kadar böyle devam edecek bilinmez. Köşedeki bekleme odasında büyük bir televizyon gözüme çarpıyor, gelişmelere göz atmak niyetiyle o tarafa meylediyorum.

18.51

Haberlerde teşkilat ajanlarının çaresiz kaldıkları yazıyor. Havanın gidişatını kontrol altına alabilecek hiçbir yöntemden söz edilmediğini ekleyen muhabir sözlerini şöyle bitiriyor: “ Başkahin kendisine yöneltilen onlarca soruya hala tek bir cevapla karşılık veriyor, Bekleyin.”

18.54

Bekliyoruz, bekliyorum.. İçeri döndüm, yaşlı adam daha da kötü gözüküyor. Burada ne yaptığım hakkında hiçbir fikrim yok, ama burada kalacağım. Öyle gözüken, ama bizim kontrolümüzde olmayan şeyler vardır ve bizim dünyamızda buna yazgı derler. ‘İçgörü üzerine’ adlı kitabın bir köşesine not düşüyorum: Profesör Ecclestein’ı dinlemeyi dene.

“..Genç efendi kendine geldiğinde yanında tek bir kişi varmış: çok, çok yaşlı bir kadın. (Aklıma birden şu sözler geliyor: "Uzun yaşam görülmemiş değildir, hele de bir amacı olanlar için..") ERG bilimi öğretilerinden bu kadının bir şifacı olduğuna, daha da önemlisi hayatını kurtaran bir şifacı olduğuna karar vermiş. Yalnız, kadında onu rahatsız eden bir şey, bir şeyler varmış: tanıdık yüz hatları, uzun koyu saçlar.. Şöyle geçirmiş içinden: o değil, fakat bir yakını olduğuna eminim.”

İhtiyar Reviress iç çekerken başımı hafifçe sağ tarafa doğru çeviriyorum ve akabinde tekrar sola.. Evet, işler gitgide daha garip bir hal almaya başlıyor.

“..Öldürmek zorunda mıydın?” Böyle seslenmiş yaşlı kadın ve kulağına eğildiği gence asla unutamayacağı şu sözleri söylemiş: Güneş kaç kez doğup batacak, yapraklar kaç kez tekrar dökülecek bilmem, ama sana burada benim yapamadığım şey için işte yeminim, öldüğünü görene dek yaşayacağım! Bilirim ki vaktin dolacak, zaman sana benim kadar şefkatli davranmayacaktır!”

Yakınlardan bir fısıltı.. Artık bu sözlerin sadece yaşlı adamın dudaklarından dökülmediğini fark etmek bana ağır geldi, olduğum yere çöktüm. Holterin artık ritmik çıkmayan sesi, sona yaklaşıldığının işaretiydi. Başımı kaldırdığımda yaşlı kadının az önce durduğu yerde yeller esiyordu, güneşin vurup aydınlattığı fayansta birkaç damla gördüğümü sandım, kimbilir..

19.03

Daha fazla kalamayacağım. Yetiştirmem gereken 2 proje daha var ve hepsi gözden geçmeyi bekliyorken bu haksızlık olur..

Not: Giderken pencereden dışarıya bir göz attım, evet; hava ne kadar da güzeldi..
Inflecto Pro Sanctus Porta Quod Veneratioalius!
Cevapla