Lanetli Kukla
(Resim, 8.Yıla Özel Sizden Gelenler Etkinliği Birincisine aittir.)
Babasının ölümünün ardından kuklayı çekme kata bir çöp torbası gibi atmış olan Cevat, olayın şokunu ancak bir senede atlatabilmişti. Çocukluk yıllarının kâbusa döneceği bu dönemlerde amcası ona bu durumda psikolojik destek sağlayarak ‘Amca, baba yarısıdır’ sözünün hakkını vermişti.
Amcasının dükkânında yavaş yavaş çalışmaya başlamış, hafif el beceri yeteneği kazanmış Cevat, şimdi kafasını dağıtmaya başlamıştı. Ancak işe henüz adapte zamanı olmayan Cevat, ayrıca okul eğitimleri de olduğu için amcasının yanına hafta sonları gidiyordu.
Yıl 1999, Cevat’ın oyun çağlarının sonlarına doğru bir gün çocukluk arkadaşı onun evini ziyaret etmişti. Beraber oyun oynadıkları vakit arkadaşı Cevat’ın çekme katına çıkarak ortalığı karıştırmaya başlamıştı. Cevat, arkadaşını uyarsa da arkadaşı ona “Ne olacak ki?” diyerek soruyordu. Cevat ise ona manasız bir şekilde bakıyordu. Ancak içerisinden Allah’a dua ederek “İnşallah o lanet kuklayı bulmaz.” Diyordu. Arkadaşı, eve baskın yapan Jandarmalar gibi etrafı didik didik ediyordu. Cevat daha fazla dayanamayarak ona seslendi. Tonunda hafif kızgınlık vardı ama sakindi.
“Tamam Fırat. Daha fazla eşyalarımızı kurcalama. Hadi inelim artık.”
“Onu arıyorum dostum, onu.”
“Neyden bahsediyorsun.”
“O tahta oyuncaktan. Adı neydi? Hah… Kukla, evet kukla!”
Cevat’ın kulaklarında ‘kukla’ ibaresi tekrarlanıp duruyordu. Bu ses tekrarlanırken korkunç bir şey bürümüştü gözlerini. Babasının ölümü geldi aklına ve akabinde kuklanın, sarkmış olan sağ elden attığı şehvet dolu gülüşü…
“O artık yok.” Dedi üslubunu bozmadan.
“Öyle değerli bir şeyin otuz yıldır sizin evde olduğunu biliyorum, bunu bana kendin söyledin. O gidemez Cevat.”
“Anlasana artık yok işte, YOK!” bağırmıştı.
“Sen bir şeyler gizliyorsun.”
“Hayır.”
“O halde sorun ne?”
Cevat’ın ağzından sözcükler çıkamadı. Sonunda “Hiç… Hiçbir şey.” Diyebildi.
Birkaç dakika hışırtılı seslerden başka bir ses çıkmamıştı. Cevat donuk bir şekilde arkadaşını izliyordu. Arkadaşı kolileri kurcalarken sonunda zafer dolu bir haykırışla Cevat’a seslenmişti.
“Aha… Buldum onu.”
Cevat sesini çıkartmıyordu.
“Bak, ne kadar da güzel. Ancak biraz eskimiş gibi.” Fırat, kuklayı elinde çevirerek bakıyordu. “Bayadır burada saklıyor olmalısın.”
Cevat elini ikaz edercesine göğsüne kadar kaldırmış, yavaşça Fırat’a doğru yürüyordu. “Bak Fırat, eğer sağlığını düşünüyorsan o oyuncakla oynamamalısın.”
“Ne sağlığı?”
Cevat daha fazla dayanamamıştı. Yüzü kıpkırmızı kesilmiş, sinirle karışmış bir hüzün duygusu vardı içerisinde. Ardından patlayarak ona bağırdı. “O lanet kukla babamı öldürdü. Bir gece babam onu tamir ederken sabah kalktığımda o ölmüştü. Bu lanet şey elinden sarkmış kıkır kıkır gülüyordu!” Gözlerinden hafif yaş süzülmüştü.
“Bu olanaksız. Babanın eceli gelmiş ve öyle ölmüş olmalı.”
“Hayır. Bunu o yaptı!”
“Dostum, o bir kukla.” Fırat’ın sözleri hafif fısıldama eşliğindeydi.
“O sıradan bir şey değil.”
“O bir oyuncak kukla, nasıl sıradan olamaz. Aptal bakışları ve ipleri olan bir tahta parçası.”
“O sıradan bir şey değil… Bir kere o sıradan birine ait değil!”
“Kime ait?”
“Kuklacı’ya… Ve o Kuklacı zamanında Eminönü’nde kukla gösterileri yapmış, zamanla Beyaz Köşk yöneticisi olmuş ve Eminönü’nde asayişi sağlamı bir büyücü. Fare Adamların tanrısı. Kuyruklu sıçanları bize bela eden adam. Böyle bir adamın, kuklasının normal olması beklenemez.”
“Hâlâ saçmalıyorsun…” Fırat arkadaşının üzerine doğru yürüyerek yanından geçti. Yanından geçerken de omzunu Cevat’ın omzuna vurdu. Şimdi merdivenlerinin başında durmuş arkadaşına bakıyordu. Son kez sordu. “Gelecek misin?”
Net bir cevapla “O kuklayı elinden bırakmadığın sürece gelmeyeceğim!” dedi Cevat.
“Peki.” Dedi ve omuzlarını silkti Fırat. Merdivenden aşağıya adım atıp ineceği esnada nasıl olduysa ayakları birbirine dolandı. Merdivenden aşağıya yuvarlanarak düşmeye başlamıştı.
Yirmi üç basamaklı merdivende yuvarlanırken vücudunu vurmadığı yer kalmadı. Sonunda aşağıya düştüğünde yüzüstü yatıyordu. Elindeki kukla her nasıl olduysa kıkırdamaya başlamıştı. Cevat koşarak arkadaşının başına gitti. Artık her şey çok geçti. Nefes almıyordu. Yüzünün her yanı kan içerisindeydi. Sonra gözü gülmekten çatlayacak olan kuklaya döndü. Ona nefret dolu bakıyordu. O kukla, babasından sonra arkadaşının da canını almıştı.