Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Anılarını Kıyamet Günlüğü'nde sakla! Geçmişin, geleceğe ışık tutsun!
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

FiratCakiroglu yazdı: 28 Kas 2017 21:19 Özlemişim oraları, güzel bir gündü. :relaxed:
Yeni karakter vesilesi ile ben de hasret gidermiş oldum. :)
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Lanetli Kukla

Resim

(Resim, 8.Yıla Özel Sizden Gelenler Etkinliği Birincisine aittir.)


Sıcak kumsalda günlerce sırtını bir küçük kayaya yaslamış bekleyen kukla ne ses çıkartıyor ne de bir lanette bulunuyordu. Dalga sesi boş kumsalda geniş bir yankı yapıyor, gelgit olan kumda hafif çamur oluşturuyordu. Kuklanın pörtlek gözü, bir hafta önce ayrıldığı Eminönü'nü izlemekteydi. Etraf oldukça ıssızdı. Şimdi sadece güneş ışığı altında ihtiyozorun midesinden çıktığı halde orada öylece beklemekteydi.

Birkaç saat sonra pozisyonunu hiç bozmamış öylece duran kuklaya bir el uzandı. Uzanan bu el onu iyice kavradı. El, aşırı kıllıydı. Tırnakları oldukça sivriydi. Savaş esnasında silah sayılabilecek kadar güçlüydü. Kıllı el kuklayı ağırca yukarı kaldırdı. Kıllı elin sahibinin gölgesi, kumsalda boylu boyunca uzanıyordu. Güneş tam tepedeydi. Bu, gölge açısının dikine vuracağı demekti. Gnüeş ışığı, kıllı elin sahibini biraz gölgelendirmişti. Gözükmez biçimdeydi. Ancak sonra kuyruğu gözükmüştü. O, bir Fare Adam'dı.

Kuklayı göz bebeklerinin önüne kadar yaklaştırıp bakıyordu. Sonra hırıltılı bir şekilde 'Hıh' diyerek ağzının yarısıyla gülümsedi. Burnundan çıkmış tel tel bıyıkları, gülümseme ile oynamıştı. Fare Adam'ın üzerinde deri kaplama bir zırh vardı. Çok heybetli gözüküyordu. Kuklayı dikkatlice inceledikten sonra gözleri şehvetle büyüdü. Bu bir sevinç duygusu gibi bir şeydi. Kuklayı havaya kaldırdı. Kafasını güneşin tersine dönerek, arkasındaki kum tepesinde yer alan bir başka Fare Adam'a seslendi.

"Hey Hançer Diş..."
Hançer Diş denilen Fare Adam, soğukkanlılıkla başını ona çevirmişti. Çok ahmak bir tipi vardı.
"Onu buldum!"
Hançer Diş'in ahmak görünümü, gülmeye başlayınca daha da komik bir hal almıştı. Tepeyi sekerek inmişti. Sıradan bir fare adam yürüyüş stiliydi bu; sekerek koşmak ve yürümek.

Hançer Diş'e seslenen Fare Adam gurula gülümsüyordu. Ciyaklamaya benzer gülümseme çıkartıyordu. Çok tiz bir sesti. Tıpkı kuklanın çıkardığı sese benzeyen cinstendi. İkisi de kulakları tırmalıyordu. Şimdi ahmak ifadeli Hançer Diş, peltek ağzıyla ona sordu.

"Nereden buldun bunu dostum?"
"Kayaya yaslı yatıyordu..." Kuklanın sağını solunu inceledi. "Bir arbede yaşamış gibi."
"Evet, öyle gözüküyor Çatal Kuyruk."
"Yine de sağlam."
"Evet, evet!" Birkaç saniye durakladı. Ardından konuştu. "Onu şimdi ne yapacağız?"
Çatal Kuyruk, Hançer Diş'in kafasına sivri tırnakları pençesini vurdu. "Seni zalsalak! Tabi ki onu da diğerlerinin yanına götüreceğiz."
"Ne kızıyorsun?"
"Buna hakkım var."

Ardından ikili Kuklayı daha da detaylıca incelemeye başladılar. Onun ipini çekerek, kıkırdama sesini dinleyerek nedense keyif alıyorlardı. Kuklanın siması da, onlarla karşılaştıktan sonra değişir gibi olmuştu. Hançer Diş, Çatal Kuyruk'un elinden kuklayı alıp incelediğinde eline İhtiyozor'un midesinin salgısı bulaştı.

"Iyyyy, dostum!"
"Yine ne oldu?"
"Şu elimin haline bak." Hançer Diş beş parmağını havaya kaldırmış Çatal Kuyruk'a gösteriyordu.
"O da nesi?"
"Bir sümük veya salya!"
"Yoksa bu şeyi bir şey mi yedi?"
"Öyle olmalı."
"Bu şey, bir şeyin midesinden çıktıysa..." dedi Çatal Kuyruk. Ardından gözü kumsaldaki çürümüş İhtiyozor'un arta kalan kemiklerine takıldı. Ona yaklaştı. Kemiği eliyle tutarak incelerken kemik elinde kırıldı. Artık doğada o kadar dayanıksız haldeydi. Lades çubuğu kadar büyüklükteki kemiği alarak Hançer Diş'e gösterdi. "O kuklayı, şuradaki iskeletin sahibi yemiş olmalı... Şu kemiğe bak. Bayadır burada olmalı. Eti çürümüş, kemikleri de fosilleşmiş ve kırılganlaşmış."
"Anlamıyorum, neden ilk sen tuttuğun halde senin eline bulaşmıyor bu şey!"
Çatal Kuyruk, o ciyaklayan gülüşünü yaptı. "Demek ki o salya, zalsalakları seviyor."
"Komiksin dostum." dedi ancak yüzü somurtkandı Hançer Diş'in.
"Öyleyim... Evet. Bu şey bir mideden çıkmış. Şimdi onu diğerlerinin yanına götürelim."


Son Söz


Salyalı Kuklayı tutmaya korkmuş iki kafadar, tıpkı çocukluklarında Kalender ve Metin'in yaptığı gibi, kuklayı biri sağ kolundan, öbürü sol kolundan tutuyor ve öyle taşıyorlardı. Etraftaki yıkılmış binalar arasından oldukça baş döndürücü zikzaklar çizerek sokakları aşmış ve bir tepe benzeri yere varmışlardı. Tepeyi de aştıktan sonra karşılarına kıyamette olmalarına rağmen bir fiske darbe bile almamış, hâlâ ihtişamlı tarihi Galata Kulesi çıktı. İki fare adam, kafalarını hafifçe yukarı kaldırıp Kulenin kubbesine doğru baktı.

Kapıdan içeri girdiklerinde, oldukça eskimiş tehlikeli dar merdivenlerden çıkmaya başlamışlardı. Merdivenleri dahi sekerek aşıyorlardı. Yine o tipik fare adam yürüyüşüyle... İkisi de çıktıkları onca merdivenin ardından biraz yorulmuşlardı. Zaten yaşlılardı. Eminönü'nde çıkardıkları başarılı suikast girişimlerinin ardından bir şekilde karşıya geçmeyi başararak Karaköy'e, Gizit Klanına geri dönmüşlerdi. Hafif nefeslendikleri esnada Çatal Kuyruk, Hançer Diş'e aniden bir şey sordu.

"Onu temizlemeden götürüyoruz. Keşke temizlesemiydik?"
"Artık çok geç." dedi peltek ağızlı Hançer Diş. Merdivenleri çıkmaya devam ettiler.

Dar merdivenlerin bitiminde küçük bir hol karşıladı onları. Nefes nefese holü de aştıktan sonra Galata Kulesi'nin dışarıyı rahatça gören penceresine vardılar. İçerisi ne karanlık ne de aydınlıktı. Pencere içerisinden ihtişamla yayılan güneş ışığı mükemmel bir manzara yaratmıştı. İki fare adam odanın ortasına gelerek ortaya konuşlanmış masanın üzerine salyalı kuklayı bıraktılar. Başlarını öne eğip odadan geri geri çıktılar.

Pencere başında biri bekliyordu. Kolları arkada bağlı, dışarıyı izliyordu. Ufuk çizgisinde gözlerden biraz uzakta olan Eminönü'nü seyrediyordu. Hafif çökmüş göz kapaklarının altında yorgun bir duygu yatmaktaydı. Sıkılmıştı. Eminönü'ne baktıkça içi acıyordu. Gözlerini kapatıp geçmişe döneceği esnada Çatal Kuyruk ve Hançer Diş'in masaya bıraktığı kuklanın çıkardığı ince ses onu kendisine getirmişti.

Arkadan gölge olarak görünün uzun boylu şahıs çıkan sesle yüzünü masaya döndü. Şimdi ışığı arkasına almıştı. Masaya doğru yürüdükçe yüzündeki ifadesiz maske belli olmuştu. Üzerindeki cübbe içerisinde çökmüş bir adam vardı artık. Yıllar onu yormuş, o da izini kaybettirmekten kaçmaktan yorulmuştu. Şüphesiz O'ydu. Uzun boyuna rağmen, yaşlılığından ötürü hafif eğik duruyordu. Masadaki kuklayı eline aldı. Üzerindeki salyalara aldırış dahi etmedi. Maskenin altından kaşlarını çattı. Ağzının kenarındaki kaslarının gevşediği hissediliyordu.

"Yıllar sonra demek ha..." dedi iç çekerek. Derin bir nefes alıp vermişti. Keşke bunu yapmasıyla tüm sıkıntıları bitseydi. Kukla, elinde parlamaya başlamıştı. Somurtkan tavrı pürneşe saçıyordu. "50 yıl sonra. Tam 50 yıl! Ölmeme ramak kala." Şimdi kuklayı elinde taşıyarak bir sandığın başına gitti. Sandığı açtığında diğer dört kukla da oradaydı. "Bir gün geleceğinizi biliyordum. Bir gün oranın da başına bir şey gelip burayı keşfedeceklerini de biliyordum..." Kuklacı, kuklaların arasından birkaç parçaya erişti. Henüz birleşmemiş birkaç parça. "Ve siz geri geldiğinizde, bir şeylerin ters gittiğini anladım." Göz ucuyla ağıt yakan Eminönü'nü seyrediyordu. "Demek son medeniyet kalıntısı da kaos içerisinde." Ardından elindeki kuklanın ipini değişik stilde çekmeye başladı. İki kısa üç uzun, dört kısa, iki bombeli çekti. Kukla tiz sesini çıkartarak sanki bir şeyler söylüyor gibiydi. Kuklacı, bu hamleleri tekrarladı. Ardından kukla "Emrinize amadeyim efendim." dedi tiz sesle.

Kuklacı elindeki kuklanın bu sözü söylemesinden sonra kuklaya fısıldayarak büyülü sözcükler söyledi. Kuklanın, ip geçirilmiş kısmı şimdi soyulmuş gibiydi. Kuklacı, sanki kuklaya ameliyat yapıyordu. Soyulan yerden bir başlık çıkmıştı. Başlığı alarak masanın üstüne koydu. Ardından kuklayı yine tek parça haline getirdi.

Şimdi masanın üstündeki dağınık parçaları alarak yine büyülü sözlerini fısıldadı. Parçalar bir altıgen oluşturarak havaya yükseldi. Havada raksa tutularak aynı eksende dönüyorlardı. Bu dönüş zamanla ivme kazandı. Ardından parçalar havada birleşti. Büyük bir ışıldamanın ardından bir anahtar oluşmuştu. Kuklacı anahtara erişerek gülümsedi. Ardından son kez pencereden Eminönü'ne ve Karaköy'e baktı. Yaşlı bedenini taşımakta zorluk çekerken yeni bir maceraya atılmanın vermiş olduğu heyecanla "Gezgin Şehre!" dedi ve Galata Kulesi'nden sessizce, kimseye gözükmeden ayrıldı.


Son
Resim
Plafect00
Çınaraltı Müdavimi
Çınaraltı Müdavimi
Mesajlar: 876
Kayıt: 11 Mar 2017 15:14
Sunucu: Eminönü
Lonca: Gizit

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Plafect00 »

Sonunun buraya varacağını tahmin etmemiştim, güzel yazıydı. Eğer başka bir yazı yazmaya karar verirsen bir okuyucun hazır. ;)
ERG

Erg, insanı ele geçirebilen çok tehlikeli bir güçtür. Şimdi görüyorum ki para ondan da betermiş.

Fazıl SARRAFOĞLU
vahdet
Meteor Kaşifi
Meteor Kaşifi
Mesajlar: 1612
Kayıt: 10 Şub 2012 13:41
Sunucu: Beyaz Köşk
Klan: Lodos
Lonca: Üstadlar

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen vahdet »

Sanki 1.sezon bitmiş gibi bir son oldu bu :)

2.sezon "gezgin şehir" mi acaba :) :)
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Plafect00 yazdı: 29 Kas 2017 09:57 Sonunun buraya varacağını tahmin etmemiştim, güzel yazıydı. Eğer başka bir yazı yazmaya karar verirsen bir okuyucun hazır. ;)
Teşekkür ederim dostum. Bugün veya yarın üzerinde çalıştığım yeni bir şeyin nüshasını yayınlamayı planlıyorum. Uzun bir şey olan şeyin nüshası.

vahdet yazdı: 29 Kas 2017 11:32 Sanki 1.sezon bitmiş gibi bir son oldu bu :)

2.sezon "gezgin şehir" mi acaba :) :)

Neden olmasın üstadım. Yeni gelen güncelleme ile şekillenecek şeylere göre devamı dahi gelebilir. :)
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Resim

Merhabalar;


Bab-ı Ali ile olan 'paralı' ilişkimiz devam ediyor! Böyle deyince biraz bel altı çağrışım oluyor. Düzeltme olarak hemen "Vallahi biz askeriz ağabey" diyerek açıklık getirelim... Efendim, Bab-ı Ali çaresiz, Bab-ı Ali mahzun, Bab-ı Ali mazlum... Başları Kurtlarla dertte. Bu işi yapacak gücü pek, kudreti bol, eli şifalı kimseler arıyorlarmış. Bu haberi alınca hemencecik kentin yolunu tuttuk ve bu iş için gönüllü olarak başvuruda bulunduk.



Bab-ı Ali Komutanı sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi sanki tonda konuşuyordu. Bu adamın lakaytlığı beni sinir ediyor! "Evet arkadaş, Kurtlar mağaraya girmeye çalışan madencilerimizi öldürerek cesetlerini mağaranın dışına atmışlar ve savaş totemini dikmişler. Bu alenen savaş demektir." dedi. Akabinde bizi Elif Hanım'a -artık Rozi mi desek?- yönlendirdi. Bu sakin medeni görünüşlü bilim kadını bıçağını çekip el altından bana gösterdi. "Benim kimliğimi kimseye açıklama." dedi sertçe. Sonra sakin tonuna geçti. Psikopat kadın beni şaşırtıyordu. "Kurtlar onurlu savaşçılardır. Rakibine saygılıdır. Lakin öldürdüğü kimselerin değerli eşyalarını alırlar. Şamanları vardır, onlara çok güvenirler" dedi. Kafamı onaylarcasına sallıyordum. "Önce Kurt Adamlardan başla" dedi. "Sonra hızlı koşanlar olarak bilinen, avlanırken ilk bacaklara saldıran tehlikeli kurtları avla." dedi. "Sonra kabile şifacıları şamanlar ve kargaşada iş bitirici güçte olan Alfa Kurtları ekarte et." dedi. Mağaranın yolunu tutmuştuk.

Resim

Mağara içerisinde sesimizi, büyülerimiz yankı yapıyordu. İçerisi soğuktu da. Her nefs alıp verişimde ağzımdan soğuk buharlar yükseliyordu. Loş ışıklı bir ortamdı. Etraftaki elmasların parlaklığı, önümü görmemde yardımcı bir etkendi. Bir an pusuya düşeceğimi varsaysam da "Onurlu Savaşçılardır." sözü aklımda telmih edilmişti. Gerçekten de öyleydiler.
Ne erketeye yatmış ne de topluca saldırmışlardı. Kurt Adamlarla savaşmak gerçekten güzeldi.


Resim

İçeride mağarada bir çukurun içinde insan iskeleti buldum. Aklımda "Madenciler" sözü çıkagelmişti. Sanırım bu iskelet, onlardan birine ait olmalıydı. Umursamadım. İçeride bir insan varlığını bulmak beni sevindirdi. İskeletin yanına yatarak şaşırmış gibi bakan gözlerine bakıyordum. Sonra Alfa Kurtların hırlamasıyla ayağa kalktım.

Resim

Hasan dostumun yardımıyla, mağara içerisindeki ağıt havayı lirikal bir ulumayla bozan lider Karakürk'ü de alaşağı ederek Kurtlar ile İnsanlar arasındaki savaşı bitirmiştik. Neyse ki zaferle ayrılan taraf biz olmuştuk. Bu başarımızdan ötürü Elif -yada Rozi- Hanım bizi Mebure Hanım'a yönlendirdi. Mebure Hanım'ın genelde asık suratı şimdi gülücükler saçıyordu.
İki eli yanlarına açık beni karşıladı ve sarıldı. Çok kısa bir sarılmaydı bu. Ardından elimden tutarak beni iskelenin ucuna doğru yürüttü. "Ey Bab-ı Ali ahalisi! Dinleyin bakalım. Bu gördüğünüz kahraman asker Meteor bölgesindeki baş tehlikemiz ve düşmanımız olan Kurt Adamların başını ezdi! İşte bu yüzden O, artık Bab-ı Ali'nin ebedi müttefiki olarak anılacak ve hürmet görecek." dedi. Alkışlar kıyamet kopar gibiydi. Boynuma asılmış bir madalya, elime iliştirilmiş asa ve katlı bir pantolon ile oradan ayrıldım.


Resim



Bugünlük de böylece bitmiş oldu. Esen kalmanız dileğiyle, selametle!
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Resim

Merhabalar;


Meteor Görevleri ile olan ilişkimizin son kısmı olan Taş Kanatlar, Ada Zirvesi ve gizem dolu maceramız devam ediyor! Bu bölümde, Kuklacı'nın notlarını araştırıp celp büyüsü ile yarattığı bir başka saklı ırk türü olan 'Taş Kanatlarla' olan musibetimiz başladı. Akabinde gelişen gizem dolu olaylar, harita, X tozu ve deniz feneri ile işler daha garip bir hal aldı.



Yerin kulağı vardır derler... Artık o sözü 'Arzuhalci'nin kulağı vardır.' diye değiştirilmesini arz ederim. Zira Ada keşfini İstihbarat'a seçilmemizi öğrenmiş olan Arzuhalci, bizden daha kapsamlı araştırma yaparak Fare Adam köyü hakkında oldukça geniş bir araştırma yapmış. Ancak fotoğrafın bulanık olmasından şikayetçi. Eh tabi bize de altın sarısı yanan kumların yolu gözüktü haliyle.

Resim

Arzuhalci, öncelikle bizi başarılı ve net fotoğraf çekmemizden ötürü tebrik etti. Ardından eline aldığı fotoğrafı incelerken tebessüm ederek "Bak sen..." dedi uzunca. Fotoğraftaki dev kukla motifini gösterdi. Ardından bu köy ve ahalisi olan Fare Adamlar ile Kuklacı bağıntısı hakkında tümevarım yaptı. Kuklacı'nın herkesten önce burayı keşfettiğini söyledi.
Mantıklıydı. Buradan sonrası bizi aşacak cinstendi. Bu yüzden Arzuhalci, bu bilgilerin İstihbarat ile paylaşılmasının bir sakıncası olmadığını söyledi. Biz de Subaya giderek olay hakkında malumat verdik.


Resim

İstihbarat, yaptıklarımızı takdir etti. Ada hakkında tam yetki vererek, bize, bizimle irtibata geçecek birini bul dediler. Ben de ada günlerinde bir gün gördüğünü anımsadığım, sanrı olmadığına emin olduğum bir Fare Adam'ın yanına uğradım. Beni dışlar gibi bakıyordu. Hatta çıkışarak konuşuyordu. Ancak gönlünü almayı başarmış ve kısa sürede dost olmuştuk. Ona, bilgiye ihtiyacım olduğunu söylediğimde bana Kuklacı'nın notlarının hâlâ Fare Köy'de olduğunu söyledi. Fareköy'e gizlice sızdık ve onu bulmuştuk. İstihbarat'a bunu gösterdiğimizde sadece bir harita olduğunu ve üzerinde manasızca bir bronz tozuyla 'X' harfinin yer aldığı söylenmişti. Çözülmesi için harita, bize teslim edildi. Ancak haritadaki yeri bulabilmek için Ada'nın tepesinde konaklayan müdavim yaratıklar Taş Kanatları halt etmeliydik.

Resim

Taş Kanatları temizledikten sonra, X tozunun da ne olduğunu anlamıştık: Bu, diğerlerinden farklı görünen bir Taş Kanat'ı işaret ediyordu. İyi de, bu ne demekti şimdi? Bunu bilse bilse Arzuhalci bilirdi... Can havli ile orada debelenip dururken tepenin sonundaki deniz feneri dikkatimi çekmişti. Koşarak oraya sığındım. Aklıma konuşan tazı geldi. "Selami Kelaynak tepedeki deniz fenerinde" demişti. Etrafı detaylıca aradım ancak orada illet yaratıklar dışında yalnızdım. Ardından deniz fenerinin üzerine kireçle yazılmış "Ufkabakan" yazısı dikkatimi çekti. Yine başım eğik oradan ayrılarak Arzuhalci'nin yolunu tuttum.

Resim

Akabinde Arzuhalci'ye vardığımızda, Arzuhalci'ye yaşadıklarımızı ve çıkmaz sokağa dönüşen soruları anlattım. Hak vermişti. Haritayı bir de o incelemişti. Bronz X imgesini tırnağıla kazıyıp, eliyle ufaladığında bize "X'in, orada olan Bronz Kanat'tı." Biz de evvelce bunu çözümlemiştik. Şimdi ikimizin de aklında o yaratığın arkasındaki gizem perdesi yatıyordu.
Onu öldürmek zorundaydık... Tabi bu işi yaparken Veysel dostumdan yardım aldım. O da beni kırmadan seve seve yardımcı olabileceğini söyledi. Buradan ona tekrardan teşekkür ediyorum. :hugging:


Resim

İki deli yan yana gelmemeliydi... Biz de yan yana gelince tutuştuk bir meydan savaşına. Tabi henüz ergin bir büyücü değiliz ancak kudretimize güveniyoruz vesselam. Bronz Kanat görevi bittikten sonra karşılıklı birbirimizi kışkırttıktan sonra savaşa tutulduk. Beni tek eliyle yenmeyi başaran Veysel'den tebrik almak beni sevindirdi. :)

Resim

Bu arada Bronz Kanat'ı öldürdükten sonra ayrı bir yerde gizlenen bir yazı dikkatimizi çekmiş ve bunu Arzuhalci'ye göstermek için Çınarlatı'nın yolunu tutmuştuk. Arzuhalci uzunca bu yazıyı incelediğinde yazının 'Celp edeni öldür!' yazdığını söylemişti. Şüphesiz bu Taş Kanatların yaratıcı Kuklacı iken, böyle bir sözü yazması çok enteresandı. Arzuhalci bu olayı yine de İstihbarat'a açmamızda bir sakınca olmadığını söylemişti. Biz de İstihbarat'a giderek yine başladık ağzımızdaki baklayı çıkarmaya. Ancak sözlerimin çoğunu telefondaki sese anlatmıştım. Anlattıklarımı harikulade bulmuştu. Atıldığımız tehlikelerden ötürü İstihbarat Subayı'na bir torba bıraktığını beyan etti ve telefon kapattı. Subay, elimize bahsi geçen torbayı uzattı ve sessizce kulağıma fısıldayarak "Tebrik ederim. İçinde ne var ben de bilmiyorum. Ağzını sıkı tut ajan." dedi. Torbanın içinden güzel bir eldiven çıkmıştı. Yine o klasik iş bitirici gülümsememizi yaptık. Ardından Meteor Bölgesi'nin çorak topraklarında esen dalgalı sıcak rüzgârın ardında kendi izimizi kayıp ettirdik.

Resim



Bugünlük de böylece bitmiş oldu. Esen kalmanız dileğiyle, selametle!
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Üzerinde çalıştığım farklı bir şeyden alıntıdır...


Çok sesli arbedenin ardından Malik duraksadı. Diğerlerinden öndeydi. Şimdi sadece iki ellerini yanlarına açmış, elindeki GBT modeli silahları tutuyordu. Silahların ucu ateşlenmekten ötürü kızarmış, dumanı tütüyordu. Arkasında bulunan herkes, Gazap Azabı takımı ve biçare dış şehirliler sevinçle haykırıyorlar ve birbirlerine sarılıyorlardı. Malik ise pozisyonunu bozmadan öylece sırtı dönük bekliyordu. Yüzü gölgelerin arkasında gizliydi. Kafası eğikti. Üzerindeki beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıyırmış ve kollarını sıkmıştı. Şimdi sıkı kollarından beliren damarlarına göz gezdiriyordu. Tıpkı geçmişte inzivaya çekildiği gibi…

Gözlerini sonra kolundaki damarlardan alıkoyarak yerde yatan ifadesiz maskeli suratlara bakıyordu. Onlar Jandarmalardı. Yerde düzinelerce ceset boylu boyunca yatıyor, bedenlerinden akmış kanlar, ortada bir yerde kesişerek küçük göl oluşturuyordu. Malik sonra kafasını hafifçe yukarı kaldırdı. Suratında şaşkın ve bir o kadar da kızgın bir ifade vardı. Neye sinirlendiği bilinmiyordu. Tam istediği şeyi yaparak Teşkilat’a bir darbeyi vurmuştu.

Sevinçli kalabalığın, haykırışları, zafer çığlıklar, dansları ve sarılmaları bir süre sonra bittikten sonra herkes ona dönmüş ve sükûnetli tavrını seyrediyordu. Bir şeyler yanlış gidiyordu. Herkes bunu anlamıştı. Tüm gözler ondaydı ve o da bunun farkındaydı. Zira ortam aşırı sessizdi. Sadece rüzgârın uğultusu duyuluyor ve kum fırtınasının parçacıkları yüzünü okşuyordu. Sıcaktan kurumuş ve kızarmış yüzü sinirden iyice kasılmıştı. Kafasını dehşetle yukarıya kaldırıp, gölgelerin arasından belli olan kahverengi göz bebeklerini irice açarak cesetlere bakıyordu. Çok korkutucu görünüyordu.

Bu sessizliğin pek hayra alamet olmadığı aşikârdı. Lakin birinin çıkıp Malik denilen şeytana bir şey sormaya cüret etmesi de büyük bir cesaretlilik örneğiydi. Bunu yapacak tek kişi olabilirdi. O da Erg üstadı Arslan Bey’di. Üzerindeki cafcaflı cüppenin hakkını veren yaşı ilerlemiş bir büyücüydü. Erg’in delirtmediği aksine yücelttiği insandı o. Aslında sınırsızdı ancak Malik’e yenilmiş ve boyun eğmişti. Kapüşonunu kafasına geçirmiş kolları bağlı şekilde onu izlerken dayanamamıştı. Yanına yaklaşmaya başladı. Arslan Bey’in yüzündeki uzun çizik şimdi çok belirginleşiyordu. Aralarında beş ile yedi metre mesafe varken büyücü, Malik’in ani hamle yapmasından ötürü korktuğu için yaklaşmamıştı. Malik savaşlarda benliğini kaybederdi. Kapüşonunu kafasından çıkartarak kel kafasını eliyle okşadı. Usulca arkasından sormakla yetinmişti.

“Malik, iyi misin?”
Malik’in bilinci yeni yeni kendine gelirken sinirle kafasını omzunun arkasından hızla döndürerek Arslan Bey’e bağırdı. “Hayır!” Gözleri kıpkırmızıydı. Ağzından salyalar akıyordu. Kafası da çılgınlıkla titremekteydi. “Görmüyor musun?” dedi.
Arslan Bey bir şey anlamadı. Bir an için Malik’in yaptıklarından ötürü pişman olduğunu düşündü. Ahmaklığa dayanarak sordu. “Neyi?”
“Şu yerdeki beş para etmez herifleri.” Dedi Malik.
“E… Evet?”
“Onlar…” dedi Malik. Sırtını herkese dönmüş parmağıyla cesetleri işaret ediyordu. “Hiç dişime göre değil!” Çılgınca gülüyordu şimdi. Şeytanca kahkahası yükseliyor, yankı yapıyordu. “Lanet olsun, bu çok kolay oldu. Haha!” Şimdi kahkahası durdu. Arslan Bey’e bakarak şüpheci konuştu. “Neden bu kadar kolay oldu ha? Neden!”
Adam bir şey diyemedi.
“Ben bu kadar kolay olabileceğini düşünmemiştim.” Malik tekrar sırtını dönerek yerde yatan cesetlerden birine güçlü bir tekme attı. “Kalksana aptal! Kalk ve savaş benimle! Neden kolay ölüyorsun. Beni biraz zorla, hadi!”
“Malik…” dedi Arslan Bey korkuyla.

O esnada adam konuşamadan büyük ayak sesleri duyuldu. Birileri mekâna intikal ediyordu. Malik ayak seslerini duymuştu. Uzaktan birtakım sesler işitiliyordu. “Hadi, hadi.” “Hızlı ve güvenle giriyoruz.”

Malik şimdi gülümsüyordu. Yüzüne vuran gölgenin altında gülümsemesi bir su kadar berraktı. Saçları hafif rüzgârla sallanmıştı. Onların geldiğini anlamıştı. Arkasındakilere bağırdı ancak yüzünü dönmedi.
“Kimse ateş etmeyecek!” Sonra kendi ile konuşur gibi fısıldaşmıştı. “Bunu kendim halledeceğim.” Ancak bu sözü herkesçe işitilmişti… En azından anlaşılmıştı.

Eminönü ahalisince ‘çöl’ olarak bilinen yerin tek girişi olan sokaktan yirmi kadar Jandarma peyda olmuştu. Aslında kalabalık onu tükürüğüyle boğacak cinstendi lakin Malik sert oynamak istiyordu. Jandarmalar sokaktan gireceği anca Malik gözlerini kapattı. Şeytan ile olan münakaşası aklına gelmişti. Çoğu kişi ona unvan olarak ‘Şeytan’ ismini vermiş, gerçek ve işbirlikçisi olan Şeytan ise buna bozularak ona gerçek şeytanın kendisi olduğunu, kendisinin sadece bir insan, bir cinnet geçiren, bir Kabil olduğunu söylüyordu. Malik bundan ötürü çıldırmıştı. Şeytanın vesveselerinden daha güçlü bir şeye sahipti: Strateji ve zekâsı. Şeytan, insanların cinnetinden, biçare zaaflarından faydalanırdı. Malik ise bunun üzerine fazlasını koymuş biriydi.

Şimdi iki yanına salınmış ellerini omuz hizasına kaldırdı. Sinirliydi ve kendini ispatlamak istiyordu. Gerçek şeytan kendisiydi. Gerçek yok edici, gerçek İsa düşmanı kendisiydi. Silahının namlusunu sokağın başına doğrultmuştu. 30’luk silahının şarjöründe saydığı kadarıyla on üç mermisi vardı. Ancak iki elinde de silah olduğunu düşünürseniz toplam yirmi altı mermi vardı.

Silahı, sokağın başında hazır beklerken bir Jandarma göründü. Hemen ateşledi. Mermiyi Jandarmanın boynuna isabet ettirdi. Ardından yavaşça ve cesaretle sokağa doğru yürümeye başladı. Bir yandan bir şeyler anlatıyordu.

“Tanrı Âdem ve Havva’yı yarattı...” Bir kurşun daha sıkıldı. Kurşun bir Jandarmanın göğsüne geldi.
“Onlar ilk insanlar ve ilk eşlerdi…” Bir kurşun daha isabetini bulmuştu.
“Sonra çocukları oldu. İki erkek çocuğu: Habil ve Kabil…” Bir mermi daha silahtan çıktı ve bir şakak kemiğini buldu. Bu arada sokağa iyice yaklaşıyordu.
“Âdem baba onlar büyüyünce onlara bir görev verdi…” Bir mermi daha isabetliydi.
“Onlara Tanrı’ya şükretmeleri için hediye sunmalarını istedi…” Burada biraz duraksamıştı. Zira Jandarmalar yığın halinde sokaktan ileriye girmeye çalışıyorlardı. Ancak attığı her kurşun ıska geçmiyor tam göğüs ve kafaya isabet ediyordu.
“Habil ve Kabil büyükçe bir tepeye hediyelerini Tanrı’ya sundu…” Bir mermi daha…
“Tanrı Kabil’e kızdı. Kabil hediye olarak etraftaki çer çöpü, en çok da otu ikram etmişti…” Bir kurşun daha mekanik aletten fırladı.
“Habil ise büyükçe bir et…” Bu seferki tam bir kalbe isabetti.
“Kabil, Tanrı’nın sadece et yediğini sanıyordu…” Bir kurşun daha…
“Habil, kardeşi için doğrusunu biliyordu ve Tanrı kendisine benzer bir dünya yaratmıştı…” Çıkan kurşunla birinin elmacık kemiği parçalanmıştı.
“Eğer sen dünyayı yemezsen, dünya seni yerdi.” Bir kurşun daha…
“Bu yüzden Kabil kardeşine “Bunu bana neden söylemedin?” dedi…” Bir kurşun daha can aldı...
“Habil “Sen beni dinlemedin!” dedi…” Şah damarına isabet eden kurşun ortalığı kana buladı.
“Kabil “İyi ya, seni şimdi dinliyorum işte” dedi ve kardeşini öldürdü…” Kurşun bir beyine girerek arkadan çıktı.
“Sonra kardeşini göstererek bağırdı. “Hey Tanrım…”” Yine bir kafa avlanmıştı.
“ “Et ister misin? İşte burada!” dedi.” Malik’in o andan itibaren her kurşunu kafaları isabet alıyordu.
Malik anlatımını durdurdu. Bir kişinin daha canına aldı. Yerde oluşmuş kan gölü ile yerde delik deşik olan cesetlere bakıyordu.
Göz ucuyla kanları ve etleri göstererek semaya bağırdı. “İyi içki, iyi et Tanrım!” On sekizinci kişi de kafasındaki kurşunla yere serildi.
“Hahaha!” Kurşun, tam alından içeri girdi.
“İyi içki…” Malik yirminci ve son kişiyi de tarumar etti. “İyi et… Hahaha!”

Malik şimdi kahkahalara boğulmuştu. Ağzından sarkan salyayı koluyla sildi. İştahlandığı kana doymuş gibiydi. Ancak fazlasına da hayır diyemezdi. Sokaktan ileride birkaç Jandarma daha gördü. Şeytanca gülümsemesini yapmıştı. Silahlarının şarjörlerini yeniledi. Omzunun arkasından diğerlerinin gelmesi için bir bakış attı. Herkes harekete geçmişti. Malik şimdi boğuk ses tonuyla, yine de duyulacak bir şekilde seslendi.
“Hadi Tanrım, yemek yiyelim!”


Furkan 'Retaliation' Yaman
Resim
Plafect00
Çınaraltı Müdavimi
Çınaraltı Müdavimi
Mesajlar: 876
Kayıt: 11 Mar 2017 15:14
Sunucu: Eminönü
Lonca: Gizit

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Plafect00 »

Bizleri fazla bekletmemen güzel, yeni bir seri yolda sanırım :heart_eyes: . Ama... Malik pes dedirtti. Bu kadarı “Maymun” için bile fazla. :fearful:
ERG

Erg, insanı ele geçirebilen çok tehlikeli bir güçtür. Şimdi görüyorum ki para ondan da betermiş.

Fazıl SARRAFOĞLU
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Plafect00 yazdı: 30 Kas 2017 19:55 Bizleri fazla bekletmemen güzel, yeni bir seri yolda sanırım :heart_eyes: . Ama... Malik pes dedirtti. Bu kadarı “Maymun” için bile fazla. :fearful:
Değerli yorumun için teşekkür ederim aziz dostum. Bir seriden ziyade daha fazlası üzerinde çalışıyorum. Bu arada “Maymun" bitti evet ancak “Kabil'in Ruhu Canlandı" başlıyor. ;)
Resim
Cevapla