Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Anılarını Kıyamet Günlüğü'nde sakla! Geçmişin, geleceğe ışık tutsun!
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Plafect00 yazdı: 14 Kas 2017 22:49 Etkilendim, güzeldi. Erken bitmesine üzüldüm, her ne kadar forum standartlarına göre uzun olsada :( . Gelecekte gelmesi muhtemel geçmiş karakterlerle ilgili kurgu yapmak casurca ama dahası; zekice. Bana yeni bir fikir verdin dostum. Bir müddet seyirci kalacağım, Kuklacı'yı seyreder gibi ;) . Lütfen çok bekletme bizleri.
Kıymetli yorumun için teşekkür ederim dostum. Bir şeyler karalamaya devam edeceğiz. Senin kadar olmasa da şaşırtmaya çalışacağız insanları. :) Bu arada fikirdaşın olduğum için müteşekkirim. :)
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Lanetli Kukla

Resim

(Resim, 8.Yıla Özel Sizden Gelenler Etkinliği Birincisine aittir.)


"Anlatın bakalım şu 'İnsanlık ve Eminönü' adına olan planınızı." Mansur Bey elindeki kaşığı ağzına götürdü ve yemeği çiğniyordu.
Kuklacı ağzını bir peçete ile silerek konuştu. "Bir büyü... Karışık bir büyü. Celp büyüsü. Celp nedir bilir misiniz?"
Mansur Bey kafasını aşağı yukarı sallayarak kikirdedi. "Ben sanatçıyım yahu, nereden bileyim böyle şeyleri."
Kuklacı şimdi yemeği bir kenara bırakmış, ellerini masanın üzerine koymuş ve birleştirmiş konuşuyordu. "Celp büyüsü, bir bağlama büyüsü. Bir kişiyi veya şeyi, bir şeye veya bir kişiye bağlamak. Onunla özdeşleştirmek. Yapılabilmesi için iki farklı şey yada kişi gerekli. Çoğunlukla aşıklar için uygulanan bir yöntem. Ancak ben saçma." Kuklacı şimdi kafasını sağa doğru öfke ile döndürerek yan taraftaki denizi izliyordu. Bir ara yutkundu. Yutkunurken adem elması kısa süreliğine şişti. Sonra Mansur Bey'e tekrar dönerek konuştu. "Eminönü'nde çok sayıda fare mevcut, değil mi?"
Mansur Bey, hâlâ tabağından yemeğini yemeğe devam ederken şaşkınlıkla cevap verdi. "Evet."
"İyi." dedi gözlerini kısarak.
Mansur Bey hâlâ şaşkındı. Kısa bir sessizlik olmuştu ortamda. Sonra Mansur Bey sessizliği bozdu. "Bunun neresi iyi?"
"Celp büyüsü için iyi Bey'im, yoksa elbette ki tehlike saçmaktadırlar."
"Peki farelerle ne yapmayı düşünüyorsun?"
"En az Jandarmalar kadar güçlü, fare adam ordusu."
Mansur Bey'in gözleri yuvasından fırlayacaktı. "Ne diyorsun be adam!"
"Bakın, daha fazla kanın dökülmeyeceği huzurlu ve refah bir ortam istiyorsunuz öyle değil mi?"
"Evet!" dedi sesini yükselterek Mansur Bey.
"O halde size bu öneriyi sunuyorum. Bir celp büyüsü yaparak, farelerle insanları birleştirecek ve ortaya yeni bir tür çıkartacağız."
"Bu iş çok riskli."
"Biliyorum. Ancak etraf da çok riskli." Kuklacı elleriyle, gözleriyle, kafasıyla Eminönü'nü ve çevresinde yaşanmış Kıyamet izlerini işaret ediyordu.
"Bilemiyorum..."
"Bana sadece bir şans verin. Sadece bir! Size ne yapabileceğimi göstereceğim."
"Peki ya insan? Bir tane kobay mı getireceğiz sana? Kim böyle bir şeye kalkışmayı cesaret eder?"
"Mühim değil. Siz bana 'Sizde kuklacılıktan daha fazlasını görüyorum' demiştiniz. Haklısınız. Elimde insanlara ait hücre modülleri mevcut. Sadece bana bunları yapabileceğim bir çalışma ortamı sağlayın. Size sadık bir ordu yaratacağım!"


(10 ay sonra)


Mansur Bey, Kuklacı'nın fikirlerinden ötürü ona gizli kalması şartıyla bir atölye hazırlatmıştı. Kuklacı, buradan doğru dürüst hiç ayrılmıyor, gününün dörtte üçünü burada geçiriyordu. Ancak geçen on ay içerisinde ciddi bir ilerleme yoktu. Sadece birkaç ufak tefek ilerleyişler vardı. Mansur Bey, Kuklacı'nın projesine güvendiği için maddi manevi desteğini esirgememişti. Ancak işler beklenildiği gibi gitmemişti. Mansur Bey, ahşap merdivenlerinden inerek bodrum kattaki Kuklacı'ya verilmiş gizli atölyeye varmıştı. Kapıyı tıklayarak içerinin müsait olup olmadığına baktı. Kuklacı, Mansur Bey'in geldiğini anlamış ve ona kapıyı açmıştı. İkisi beraber atölyede dolaşıyor, üzerinde çalıştıkları projeye bakıyorlardı.


"Sanırım başaramayacağım. Üzgünüm. Sizin güveninizi boşa çıkarttım." diyordu Kuklacı hafif ağlamaklı.
"Hayır! Henüz daha bir şey bitmedi. Tamamıyla başaramasak da ilerleme kaydettiğimiz doğru."
"Ama..."
"Aması yok! Bana söylediğin o güven dolu sözleri, şimdi de ben sana söylüyorum. Bunu başaracağız. Bak, geçen yine o lanet yaratıkların saldırısına uğradık ve altı Jandarma erini yitirdik. Şimdi senin bu projen, bana daha da güven veriyor."
"Öyleyse tamamdır."
"Güzel. Şimdi ben de sana yardımcı olacağım. Taslaklarında, çizimlerinde hatta yanında çıraklık bile!"

Mansur Bey ve Kuklacı azimle çalışmaya devam etmişlerdi. Ressamlığından ötürü çizimi bir hayli kuvvetli olan Mansur Bey, Kuklacı'ya mükemmel bir taslak hazırlamıştı. Taslakta her detay harfi harfine yazıyordu. Şimdi proje daha da ivme kazanmıştı. Önü durdurulamayacak lokomotif tren düzeyindeydi. Ve 11. ayın sonunda ilk fare adam-insan benzeri yeni ırk, bu ikilinin çalışması sonucunda yaratılmıştı.

Testleri başarı ile geçen bu Fare Adam, Mansur Bey'i ve Kuklacı'yı çok etkilemişti. İkili bu yaratığın gücüne, bağlılığına ve azmine hayran kaldı. Yaratığın en büyük özelliği ise üreyebilmesiydi. Bu, daha fazla atölyede kafa yormadan Fare Adam ırkının zamanla çoğalabileceği demekti. O gün, bu başarılarından ötürü ikili büyük sevinç yaşamışlardı.

Tarihler 1962 yılını gösterdiğinde Mansur Bey ve Kuklacı, ellerindeki birkaç fare adam-insan ırkını Eminönü'nün ileri gelenlerine tanıttı. Başta çok garipsenseler de zamanla Eminönü içerisinde yaptıkları hizmetlerden ötürü çok sevilecek olan bu yaratıklar, Kuklacı'nın şaşırtıcı ikna kabiliyeti ile onaylarını aldı. Ardından Mansur Bey ve Kuklacı, Beyaz Köşk oluşumunu kurarak Eminönü için hizmet vermeye başladılar. Başta gizli gizli, daha sonra halka açık olarak sunulan Fare Adamlar, başta garip karşılansalar da, zamanla Eminönü içerisinde yaptıkları hizmetten ötürü refah sağlamış ve güven kazanmışlardı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Merhabalar;


Aksanan yaşantılardan sonra hemen sıkışık günümüze günlüğümüzü hızla yazarak devam edeceğiz efendim Birazdan da dersim başlayacağı için jet gibi bir giriş yapmalıyız. :)



Öncelikle sağlam istihbarat almak için Çetecilerin ağzını açmamız gerekti. Biz de doğruca Lodos Kalesi'nin arkasına hışımla giderek rüzgarla yarıştık. Çömez Çetecileri geçtikten sonra Büyücü ve Fedai olarak nitelendirilen çeteci deyyuslarını teker teker egale ettik.

Resim

Savaşın ilk başından beri elindeki silaha ve adamlarına güvenen 'Elebaşı' rumuzlu pisliğin, ortalık temizlendiğinde titrediğini gördüm. Boşuna dememiş Köroğlu 'Tüfek icat oldu mertlik bozuldu' diye. Haklı tabi atamız. Bu hilkat garibesi de elindeki 14'lük makineye güveniyordu ta ki marifetlerimize kadar. Kendimizi ispat ettirip yakasına yapıştığında hemen de ağzından su gibi döküldü sözcükler.

Resim

Koşarak ivedilikle bu öğrendiklerimizi Arzuhalci'ye yetiştirdik. Arzuhalci, yeni almış olduğu bilgiler ışığında artık zamanının geldiğini düşündü. Sol kolunu omzuma atarak beni bir köşeye çekti ve bir kitabın sayfasını diğer boş eli ile araladı. Sonra işaret parmağının ucu ile bir takım söz dizisini işaret etti. "İşte!" demişti mucize beklermiş gibi. "O mezarlıkta gördüğün ruh taşını etkinleştirmek için söyleyeceğin sözler bunlar... Ezberle bunları dostum!" diyordu. Latinceydi. Ezberlemek meşakkatli olsa da birkaç tekrar sonunda aklımızın bir köşesine tıktık bu söz dizisini. Arzuhalci, o taşın ardını araştırmamı istiyordu. Çınaraltı'ndan çıktığımda ise Jandarma birliklerinin hemen yanımda bitmesi bir oldu. Beni Komutan'ın yanına götürüp karşısına diktiler. Meğer Tetikçi Fare Adamlar şimdi de sorun çıkartıyormuş. Öncelik Teşkilat'ın diyerek limana yöneldik.

Resim
*
Resim

Limandan yorgun argın dönmemize rağmen içimizde tohumları atılmış merak tohumlarının sulanması nedeniyle bel, bacak ve kol ağrısını bir kenara bırakarak mezarlığın yolunu tuttuk. Lahitler arasındaki taş, gökyüzünde sabaha karşı yükselen güneş gibi parlaktı. Ortam loş ancak taş parlaktı. Yanına yaklaşarak diz çöktüm ve taşı iki avucumun arasına aldım. Sonra o sözleri söyledim. Tuhaf bir şeyler oluştu. Göz bebeklerimin aydınlandığını hissediyordum. Uzun saçlarım şiddetli rüzgarla dalgalanarak havada raks ediyordu. Arkadan bağladığım toka sökülmüştü. Etrafın karardığını, kendimin ise bir boyuta çekildiğini hissettim. Haklıydım. Sanki belirsizliğe doğru ilerliyordum. Korkuyordum ve gözlerimi kapattım. Gözlerimi açtığımda ise mızrakların olduğu, ortada bir metal objenin içinde yanan alevle aydınlandığı bir odadaydım. Odanın ilerisinde bir yol vardı.
Kuşku ile ilerlemeye başladım.


Resim

Dar koridorda ilerlerken, Eminönü'ndeki örümceklerden daha değişik ve gelişmiş olan örümceklerle karşılaştım. Ayrıca mezarlıktaki ölülerden daha güçlü olan muhafızlar da mevcuttu. Fazla zorlanmadan onları ebediyete yolladıktan sonra yol ikiye ayrılmıştı. Sol taraf çok karmaşıktı. Sağ taraf ise berrak. Mantık yönüyle hareket ederek sağa döndüm. Döndüğüm yerde bir ruh taşı daha gördüm. Bu çıkış olmalıydı. Arzuhalci'den ödünç aldığım fotoğraf makinesi ile fotoğrafını çektikten sonra taşı iki elimle kavradım, büyülü sözcükleri söyledim. Yine boyutlar arası geçiş yaşamıştım. Sonra kendimi mezarlıkta buldum. Hafif titremeli nefesimle bacaklarımı sağlam yere basarak Arzuhalci'nin yolunu tuttum.

Resim



Bugün de böylece bitmiş oldu. Esen kalmanız dileğiyle, selametle!
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Resim

Merhabalar;


Bugün kısa bir süreliğine oyunda olarak uzun bir zaman sonra Eminönü'nün dolu olmasının tadına vardım.
Biraz oyun konusunda hamlaştığımı hissetsem de güzel savunma ve saldırı yaparak bugünü kanlı bir şekilde bitirebildik. Bu kısmı kısa tutarak gelişme kısmına geçiyorum.



Öncelikle Eminönü'nde güne 'Merhaba!' dediğimizde etrafın biraz sessizliği, boş ve derin bir nefes almama vesile oldu. Avare bir şekilde sallana sallana yürürken, hemen az ileride acı ile bağırmalar, iniltiler, naralar ve büyüler havada uçuşuyordu. Komutan'a doğru indiğimizde klandaşlarımın, birkaç Lodos neferinin canını okuduğunu gördüm. Ben de aralarına katılma şerefine erişerek, Lodos Kalesi'nin üzerine yürümeye başladık.

Resim

"İsmetgillerin dikkatine! Handan'ın neferleri ayağınıza geldi. Kafa, karın, göğüs, diyafram kısımlarına darbeler vurulabilir. 10 saniyede yapılır, hemen naaşınız yere serilir."

Resim

Bir ara cesaret edip girmeye çalıştık ancak karşımızda etten bir duvar vardı. Ancak bir gün o kaleyi basacağım! Şimdilik tabanları yağlamış olsak da, bir gün o kalenin etrafında turlar atacağım!

Resim

Tabi sonra büyük konuşmuş olmalıyız ki üzerimize bir dalga gibi geldiler. Biz de gelgitten ötürü soluğu Arz Sancağında aldık. Ancak bir ara toparlanıp tekrar üzerilerine yürüdük ve Komutan'da tüten bacamız, tekrar duman üflemeye başladı.

Resim

Ve sonra kalabalık bir grup, bu sefer kasırga etkisinde üzerimize geldi. Anlayacağınız bir elamet geldi, vooooooooo...* Bizi tekrar sancağa fırlattılar. Ancak ağırdan alarak ve yeni bir taktik geliştirerek üzerilerine yürüdük. Başarılı bir taktikti bu.

Resim

Kademe kademe ilerleyerek Lodos neferlerinin vücutlarında derin yaralar açmaya başladık. Bunu yaparken önce şifacılardan başladık ki, takviye gücü ortadan kaldırmak ana gayemizdi.

Resim

Ardından oluşan yoğun kalabalık beni daha da cezbetti. Ölseniz dahi o kalabalığı görmeye değerdi. Güzel bir savaş ortamı yaşanmıştı. Elimdeki balyozu daha da sıkmaya ve dişlerimi aynı bir sırtlan gibi rakiplerime gösteriyordum. Uçkura bağlı kemendimdeki tabancama da bir hayli güveniyordum. Sonrasında nara atarak üzerilerine koştuk ve fazla uzun sürmeyen bu savaşta galip geldik. Sonrasında dağınık Lodosların peşine düşerek birkaç tanesinin bedenini, işlemeli kaldırımla yüzleştirerek dozumuzu almış olduk.

Resim
*
Resim
*
Resim

"Bir elamet geldi, vooooooo" demişken de şuraya bir Elamet Teyze bırakarak veda edeyim. Videoda anlatılan bir kasırga. Sinoplu Teyzemiz bu olayı tebessüm ettirecek şekilde anlatıyor bizlere.




Bugün de böylece bitmiş oldu. Esen kalmanız dileğiyle, selametle!
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Lanetli Kukla

Resim

(Resim, 8.Yıla Özel Sizden Gelenler Etkinliği Birincisine aittir.)


Beyaz Köşk oluşumundan sonra gösterilerine ara verip daha çok siyasette yer alan Kuklacı, Mansur Bey'in desteğini alarak son ve büyük çaplı bir gösteri düzenlemek istedi. Artık gösterilere veda ederek aktif siyaset ve güvenlikte rol almak istiyordu. Zira Mansur Bey kadar o da insanlık adına bir şeyler düşünmekteydi.

1961 yılının bir ilkbahar gününde, Köşk'ün önüne büyük bir sahne kuruldu. Sahnenin önünde yığınca bir kalabalık yer almaktaydı. Eminönü ahalisinin neredeyse hepsi oradaydı. Mansur Bey ve Kuklacı tarafından yapılmış Fare Adam ırkları etrafta güvenliği sağlıyorlardı. Henüz sırtlarını döndüğü yıllar değildi tabi. Sonra Kuklacı sahneye çıkmıştı. Büyük bir alkış tufanı kopmuştu Köşk'ün önünde. Kuklacı maskesinin altından mütevazılıkla gülümsüyordu. Kafası önüne hafif eğikti. Şovunu yapmaya başlamıştı. Mansur Bey'in dikkat ettiği o fısıldayışlar, hızlı el hareketleri şimdi yine devredeydi. İyi taklit yeteneği ve diksiyonu da onu bu işin piri kılıyordu.

Kahkahalar ve alkışlar, gösteri boyunca hiç kesilmedi. Seyircilerin bir çoğunun karınlarına gülmekten kramp girmişti. Gösterinin sonuna yaklaşıldığında kimsenin artık takati kalmayacak derecedeydi. Kuklacı da bunu fark etmiş olmalıydı ki gösterinin seyrini hafifleterek yavaş yavaş bitirmeye başlıyordu. Gösteriyi bitirdiğinde kimsenin ayrılmaması için bir anons geçmişti. Sonra elindeki kuklalarını bir kenara bırakarak konuşmaya başlamıştı.

"Bugün, sizlere son şovumu sergilemiş bulunuyorum..."
Kalabalık arasında üzüntülü homurdanmalar yükseliyordu.
"Böyle olsun istemezdim elbette. Ancak arkamızda duran Beyaz Köşk ve içinde yaşadığımız Eminönü için birilerinin bir şeyler yapması gerekliydi. Biz, yani Mansur Beyefendi ve Ben, daha fazla feryatların artıp, her geçen gün insan kavminin azalmaması için yeni bir şey yaptık. Şükürler olsun ki, sizler de buna başta alışamasanız da sonradan adapte olabildiniz. Böylece güvenliğimiz giderek sağlamlaşmaya başladı." Kuklacı şimdi sahne üzerinde yavaşça volta atıyordu. "Üzülen olabilir, sevinen olabilir. Anlıyorum. Bundan mütevellit size bu gösterinin bir parçasını bırakıyorum. Yani kuklalarımı... Şurada durmuş size bakan beş kuklayı, size değerli izleycilerimden beşine bir anı niteliğinde olması için armağan edeceğim."
Kalabalıktan birkaç heyecanlı ses işitiliyordu şimdi.
Kuklacı, sahnenin ortasında duran kuklalarına doğru yürüdü ve birini ele alarak konuştu. "Bilgin... İlim irfan sahibi, kültürlü kuklam. Onu sizden birine vereceğim."
Kalabalık arasından çocukların ne kadar iştahlı olduğu görülüyordu.
"İşte gidiyor." dedi Kuklacı ve bombeli bir şekilde kuklayı havaya fırlatarak nereye düşeceğini izledi. Bir kadın havada kaparak hemen havaya kaldırdı. Çok sıkı tutuyordu. Hemen kalabalık arasından çıkmaya çalıştı ve başardı.
Kuklacı şimdi ikinci bir kuklayı eğilerek aldı. "Gülünç... Komedi kahramanımız. Taklitleri, garip konuşmaları ve tavrı bizi daima güldürmüştü. Onu da sizden birine vereceğim."
Kuklacı, tıpkı Bilgin'e yaptığı gibi kalabalık arasına fırlattı. Kuklayı kimse tutamamıştı. Yere düşen kukla için bir izdiham yaşandı. Sonunda biri kuklayı almış göğsüne bastırarak kalabalığı kafasıyla delerek aradan kaçtı.
Kuklacı üçüncü bir kuklaya uzandı. "Güçlü... Yaşanan her olayın altından doğuştan var olan gücüyle çıkabilen kukla. Şimdi onu da size vereceğim."
Kuklacı, bombeli atışını bu sefer giderek kısa tutarak çocukların yoğun olduğu yeri hedef almıştı. Birden fazla çocuk kuklayı yakalamış, bacak ve kollarından asılıyordu. Sonunda 'Güçlü' adlı kuklayı, içlerinden güçlü olan bir çocuk kendine doğru çekerek kazanmıştı.
"Dördüncü... Asalak... Ahmak olması, bir şeyleri yanlış anlaması ve her şeyi geriden takip etmesi bizim için gülünçten sonra en çok güldüren kukla olmuştu. Onu yine sizden birine vereceğim."
Kuklacı yine çocukların yoğun olduğu yere doğru salladı. Bir çocuk havada sıçrayarak kuklayı kapmış ve hızla koşarak uzaklaşmıştı.
"Ve sonuncu..." Kuklacı son defa orta yaşlı belini eğmiş ve kuklaya uzanmıştı. "Karamsar... Daima gülmeyen, acı dolu kukla. Bir keresinde Gülüncü bile ağlatmıştı. Onu şimdi size yollayacağım."
Kalabalık arasındaki meraklı gözlerin bir kısmı solmuştu. Ancak hâlâ onu ısrarla isteyenler vardı.
"Ve işte..." diye yolladı Kuklacı son kuklasını. İşte o kuklayı, hikayemizin ilerisindeki akıbetini belirleyecek Metin ve Kalender adlı iki heyecanlı ve meraklı gencin eline düşmüştü. Metin kuklanın bacağından; Kalender ise kafasından tutuyordu. Sonra birbirlerine mutluluk dolu gözlerle bakarak sarıldılar.
"O bizim Metin, bizim!"
"Evet ağabey. Yaşasın!"
Kuklacı elindeki mikrofona sn sözlerini söylüyordu. "Eveeettt kuklaların yeni sahipleri ve çoğunlukla çocuklar... Size iyi eğlenceler dilerim. Diğer kuklalardan farklı olarak yapmış olduğum kuklalarımın arkasındaki ipi çekerek sizle konuşmasını sağlayabilirsiniz. Hepinize iyi akşamlar dilerim." Kuklacı sahneden inmişti.

Kalender ve Metin, Kukla'yı öyle benimsemişlerdi ki onu sıkıca tutarak evin yolunu tutmaktaydılar. Ancak bilmeleri gereken bir şey vardı ki, o da ellerinde şefkatle taşıdıkları şey sıradan bir kukla değildi.
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Resim

Merhabalar;


Voiceofvoiceless adlı karakterimizin macerasına devam ediyoruz. Bugün Pazar olmasına rağmen henüz tatil keyfi yaşamış değiliz, biraz yetiştirmede sorun yaşıyoruz. Çok stresli bir ay içerisindeyim. O kadar stresli ki, sol gözüm seyirmeye başladı ağır tempodan. Sonumuz hayır olsun.


Arzuhalci'nin, Sahaf Necmi'nin kütüphanesinden ödünç aldığı -yoksa ödün çaldığı mı (?)- Fransızca kitaptan okuduğu kadarıyla keşfettiğimiz yer bir labirentti! Eski Roma döneminden kalma bu labirent içerisinde birçok şey olduğunu söylüyordu. Kitapta anlatıldığı kadarıyla birkaç söz dizisi yer almaktaydı. Arzuhalci, bize fazlasının gerektiğini söyleyerek bizi o dar koridorlara tekrar yolladı. Bir yazı kalıntısı nerede olabilirdi ki? Hem de böyle önemli bir şey? Sanırım baya gizli veya korunaklı bir yerde olmalıydı. Aklıma şu söz tümcesi geldi.

"Akrep'in büyüsü,akrepten koruyan
Tamamlayacak olan diğerlerini
Bekçisi kentin Philotheos
Onun ve hepsinin muhafızı"

Tabi ya der gibi sallamıştım kafamı. O labirentin içerisinde, Eminönü'nden farklı türde akrep ve örümcekler vardı. Böyle bir şey,
bulunmaması gerekli ise, kesinlikle metinlerde geçen akrepler tarafından korunmakta olduğunu varsaydım. Yanılmamıştım. Labirentin içerisinde bulduğum 'Örümcek Sembolünü' aktif ederek loş ışık altında uzun bir koridora geçtim. Kısa süreli bir beden transferi yaşanmıştı yine ancak bu seferki iki saniye sürmüştü. Koridordaki akrepleri zar zor atlatarak koridor sonunda bir kitabe buldum. Hemen kalemi kağıdı çıkartarak not alarak oradan uzaklaştım. (Videoda bu kısım bulunmamakta. Zira geçmekte başarısız olduğum için tıkla-ışınlan taktiği uyguladım.)


Resim
*
Resim

Arzuhalci'nin keşfi uğruna bedenimin yorgun düşmesiyle biraz ara vermek istesem de Çınaraltı'ndan ayrılacağım sırada Komutan ve Jandarmalar çağırmıştı yanlarına. Kuklacı, seçtiği bir Fare Adam, liman bölgesinin şefi haline gelmişti. Durdurulması mühimdi. Bu işi tek başıma yapabileceğimi düşündüm ve limanı teker teker temizlemeye başladım. Fazla zorluk çekmiyordum. Sonunda onu gördüm. Diğerlerinden daha iri kıyım bir şeydi ancak o bunu kusursuz kılamazdı. Ve yine diğerleri gibi ebediyete gönderildi...

Resim

Bunun şerefine Komutan'ın takdirini kazandık ve bir adet de ganimet torbası edindik.

Resim

Sonrasında bir neferle karşılaştım. Tanıdık biriydi. Arkamdan bana seslenmişti. O'ydu. Tanımıştım onu. Yetenekli bir arkadaşım... Selamlaştık ve iki lafın belini kırdık. Beraber Hamit Pehlivan'ın çayını içme fırsatı yakalayacağımız esnada ona Arzuhalci'nin araştırmasından bahsettim. O da bu konuda bana yardımcı olabileceğini söylemişti. Buna sevinmiştim.
Beraber yola koyularak ruh taşına varmıştık.


Resim

Labirentin dar ve dönemeçli yollarını geçerken artık düz bir yere çıkmak için her şeyimizi vermek üzereydik. Buranın bir 'labirent' olduğu kesinlikle bu dönemeçlerle belli oluyordu. Sinir bozucuydu ancak bu merak içimizi kemiriyordu. Sonunda sona yaklaştığımızı fark ettim. Zira karşımda betondan yapılmış bir heykel vardı. Elindeki uzun mızrağı ve kalkanı ile bir antik savaşçı karşımızda. Yoksa demiştim. Bu, O muydu?

Resim

Heykeli geçtikten sonra uzun bir koridor vardı önümüzde. Koridoru hızla aşarak sonunun nereye vardığını kestirmeye çalışıyorduk. Gördüğümüz manzara karşısında aşırı hayrete düşerek mest olmuştuk.

Resim

Sonra Arzuhalci'ye bunları heyecanlı bir dille anlattık. Artık bu işin sonuna gelmiştik. "Philotheos'un üzerinde, mezarlıktaki muhafızın taşıdığına benzer bir şey taşıyıp taşımadığını gerçekten merak ediyorum. Sonrasında da akrebe benzer heykelin ne olduğunu araştırmalıyız." demişti Arzuhalci sakin tonda. Nasıl bu kadar sakindi anlam veremiyordum. Sanki olağan bir şeymiş gibi geliyordu ona. Görev anlaşılmıştı, Philotheos yok edilecekti ve edildi de. Serinwizard sayesinde Philotheos'u öldürerek Arzuhalci'nin takdirini kazanmış ve bir şaheser elde etmiştik.

Resim
*
Resim



Bugün de böylece bitmiş oldu. Esen kalmanız dileğiyle, selametle!
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Lanetli Kukla

Resim

(Resim, 8.Yıla Özel Sizden Gelenler Etkinliği Birincisine aittir.)


"Benim o!"
"Hayır, benim o!"
"Çocuklar! Paylaşmayı öğrenmezseniz o kukla ikinizin de olmaz."
"Ama..."
Kadın Kuklayı, çekiştiren ellerin arasından aldı. "O Kukla geldiğinden beri çekilemez oldu. Birbirinizle oynamayı bilmediğiniz sürece onu size vermeyeceğim."
"Haksızlık..."
"Olamaz..."
"Sözümü dinleyin! O Kukla bu eve geleli paylaşılamaz oldu. Sizi anlıyorum ancak siz böyle çocuklar değildiniz. O yüzden birkaç gün bu Kuklayla oynamak yok!"

Kalender ve Metin kardeşler somurtkan tavırlarla annelerinin yanından ayrılmış, başka oyuncaklarla oynamaya başlamışlardı. Başta birbirlerine surat assalar da, sonra iki kurnaz çocuk annelerinin kendilerine güven sağlaması için birbirleri ile oynamaya başlamış, zamanla bu isteksiz birleşme samimi bir şeye dönüşmüştü. Kardeş olma bilinci o an içlerine tekrar oturmuş ve 'kardeş kardeş' oynamaları başlamıştı.

Kukla, Kuklacı çocuklara dağıtıktan bir sene kadar geçmişti. Çocuklar Kuklayı, diğer oyuncaklarından daha değerli kılmış ve günün her saati onunla oynamaya özen göstermişlerdi. Hiçbir oyuncak, onların gözünde bu Kukla kadar önem taşımıyordu artık.

Kalender'in yaşı 7; Metin'in yaşı 10'du. Yani oyun çağına en aç olduğu dönemlerdi. Okulu, eğitimi pek takmayan oyun delisi şeylerdi. Her gün okuldan döndüklerinde eve koşarak gelir ve o Kuklaya şefkatle sarılıp havaya kaldırarak oynamaya başlarlardı. Yalnız Metin'in yaşı biraz daha büyük olduğu için arada Kalender'e baskı kurarak oyuncağı elden aldığını da söylememek olmaz. Kalender ise böyle durumlarda ağlayarak soluğu annesinin yanında alırdı.

Aynı dönem Kuklacı ve Mansur Bey, Beyaz Köşk üzerinde büyük bir ilgi toplamış ve asayişte işlerini layığı ile yaparak koca bir takdiri hak etmişlerdi. Lakin kendilerini çekemeyen Aydemir Bey ve taraftarları, halkı onlara karşı kışkırtarak Beyazköşk'ün kapanmasını isteyecek ve başaracaktı. Bu tarz lüzumsuzluğa tahammül edemeyen Kuklacı, Mansur Bey'i ikna ederek Aydemir Bey ve yanlılarının derhal ortadan kaldırılmasını beyan edecekti.

Bundan önce Mansur Bey'in kuzenleri Gaffar ve Azat Beylerle bir isyan çıkartarak direnenleri hapse attırma fikri kabul görecekti. O zamanlar, Köşk yönetimi baskıcı bir kimliğe bürünecek ve yönetimde tek söz sahibi olmayı yeğleyecekti. 1962'nin bir kış sonbahar ayında Beyaz Köşk önünde büyük bir arbede yaşanacaktı ve galip gelen taraf Köşk yönetimi olacaktı. Şüphesiz bu zaferde imzası bulunan Kuklacı; yetiştirdiği Fare Adamlar, Azat ve Gaffar Bey'e öğrettiği büyüler ve stratejik savaş taktiğiydi.

1963 yılına girildiğinde ise sebepsiz bir hüzün Mansur Bey'in içine oturmuştu. Bir kış ayının gecesinde sandalyesi ay ışığına karşı devrildi ve orada öldü. Kuklacı, bu olaya çok üzülmüştü. Dava arkadaşının ansızın ölmesi içinde bir ukde bırakmıştı. Şimdi biraz isteksizce Köşk yönetiminin başına geçecekti.

Ancak Kuklacı yönetimi yıllar boyu durgun geçecekti. Baskıcı yönetiminden herkes korksa da belli bir ölçüde güven kazanan yönetiminde hiçbir isyan girişimi olmamıştı. Gaffar Bey, Azat Bey ve diğer beyaz büyücülerle, fare adamların olması güvenlikte kusursuzluk sağlıyordu. Ancak Kuklacı artık o eski neşesinde değildi ve pek konuşmuyordu. Gününün çoğunu atölyesinde geçiriyor ve bazen sadece öyle bekliyordu. Önüne birkaç fikir gelse de hepsini reddediyordu. Dört sene boyunca bu durağan yönetim devam etti. Bir gün ansızın Kuklacı atölyesinin perdelerini güneşe kapatarak yanına aldığı yüz deneyimli fare adamla batıya doğru yol aldı. Bir daha da kendisinden haber alınamadı.

Köşk yönetimine Kuklacı'dan sonra Azat Bey geçmişti. Halk arasında Kuklacı için üzülen de olmuştu ancak o eski itibarı sarsılmıştı. Ancak en çok üzülen Fare Adamlar olmuştu.

Bu dört senelik evrede Kalender 11; Metin 14 yaşına gelmişti. Metin için biraz oyun vakti geçse de Kalender hâlâ Kuklayı ilk günkü gibi oynuyordu. Ta ki Kuklacı'nın Eminönü'nden ayrılmasına kadar. Dört sene boyunca ellerinden düşürmedikleri bu oyuncak şimdi bir anlam ifade etmemeye başlamıştı. Ara ara yine ellerde dolaşıp havada süzülerek uçurulsa da, o ilk günkü heves kalmamış yeni bir arayışa geçilmişti. Yine de bir anı niteliğinde Kuklayı atmayarak bir kenara 'ihtiyaç fazlası' gibi bırakmışlardı. Kukla ise, karamsar bakışlarından taviz vermeyerek bir köşede boşluğa bakıyordu. Sonra tiz bir ses çıkarmıştı.
"Hihihihi"
Bir gülücüğü andırır gibiydi. Bu sesi ipi çekildiğinde yapardı. Ancak bir kenarda bomboş öyle dururken ipi nasıl da çekilmiş ve bu sesi çıkarabilmişti.
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Resim

Merhabalar;


Voiceofvoiceless adlı karakterimizden, yeni Eminönü neferlerine açılmış olan Meteor Bölgesi ile devam ediyoruz efendim. Labirent'in bir nevi yan görevleri olan Güçlü Zehir [27], Daha Güçlü Zehir [28] ve Kadim İşçilik [25] görevlerini videoya dahil etmeyerek direkt Meteor Bölgesi'ne geçişimizi sağlamış bulunuyoruz.


Eminönü'ndeki koşuşturmamızı görmese de işiten Agah Bey, Jandarmalar aracılığı ile bize haber salmış ve yanına çağırmıştı. Arzuhalci'nin gizem dolu atraksiyonlu işlerinden azıcık usanmıştım. Avluya vardığımda ayak seslerimi işiten Agah Bey Amca, "Hoşgeldin, azıcık bekle..." dedi ve arkasını dönerek eliyle çeşmeyi aradı ve elini yıkayarak tekrar rüzgarımıza doğru döndü. "Teşkilat olarak Meteor Bölgesi denilen tehlikeli yere girişleri açmış bulunuyoruz ancak oraya deneyimli kişiler gitmeli." dedi. Ardından ekleyerek "Komutan'a bir uğra, belki seni oraya gönderebilir." dedi. Agah Bey Amca göremese de başımı öne eğerek saygıyla selamladım ve oradan ayrıldım.

Resim

Komutana vardığımızda aşırı ciddi olduğu yüz hatlarından ve bakışlarından belli oluyordu. Komutan zaten oldu olası ciddi biriydi ancak bu sefer farklıydı. Bizi oraya göndermeyi kabul etti ve 'İstihbarat Subayı' denilen birine yönlendirdi.

Resim

İstihbarat Subayı ile de tanışmıştık. Aynı Komutan gibi ciddi biriydi. Rütbesinden, makamından olsa gerekti. Yüzümüze dahi bakmamıştı. Akabinde masanın üzerindeki kağıtları işaret etti. Bu kağıtlar birer rapordu. Üzerlerinde keşfedilmesi gereken yerler yazıyordu. Görev anlaşılmıştı.

Resim

Keşif işlerini tamamlamış ve 'Dış Şehir' olarak bilinen Bab-ı Ali'yi keşfetmiştik. Ardına İstihbarat Subayı da bizi buraya göndererek, şehrin lideri Mebure Hanım'a bir mektup yollamıştı. Ayaküstü sohbetin ardından bana paralı askerlikten bahseden Mebure, eğer sıcak bakacaksam Bab-ı Ali Komutanı'na uğramamı beyan etti.

Resim

Komutanla da tanışmıştım. Çok alaycı bir adamdı. Ciddi görünmüyor ve şaka seviyordu. Öldürmekten aşırı zevk alıyordu. Başta sağlık sorunlarının olduğunu düşünmüştüm. Ancak kafamı yukarı kaldırıp yavaşça etrafı gözlemlediğimde burasının Eminönü olmadığını hatırladım. Komutan, Başıboş Yağmacı, Tüftüfçü ve Boş denilen gaspçı cinlerden şikayetçiydi. Biz de bu işi seve seve kabul ederek yola koyulacaktık ki... Upuzun boylu kafasını ellerinin arasına alarak sallayan ve "Moğr Fare" diye homurdanan insanımsı değişik bir şeyle iletişim kurmaya çalıştım. Bana sadece "Moğr Fare... Moğr Fareyi öldüğr" diyordu.

Resim
*
Resim

Komutan'ın bize vermiş olduğu görevleri layığı ile yerine getirdik.

Resim

Birkaç iksir ve paranın dışında yeni bir ayakkabı kazanarak güne veda etmiş olduk.

Resim



Böylece bugünlük bitmiş oldu. Esen kalmanız dileğiyle, selametle!
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Lanetli Kukla

Resim

(Resim, 8.Yıla Özel Sizden Gelenler Etkinliği Birincisine aittir.)


(Kuklacı’nın ayrılışından 20 sene sonra, Yıl 1987)


Kalender ve Metin kardeşler artık yaşları 30’u aşmış, açtıkları bir tamirat ve antika dükkânında geçimlerini sağlamaktaydılar. Dile kolay, bu zamana kadar sıkıntı çekmeden böyle bir kıyamette yaşamayı başarmışlardı. Ve yine şaşırılmalıdır ki, kıyametteki yaşamları boyunca üç yönetim; beş yönetici değişikliğine, bir sürü isyana, savaşa ve patlamalara şahit olmuşlardı. Bu olayların her birine yas tutsalar da, bağımsız kalmayı bilerek hayatlarına devam etmişlerdi.

Antika ve tamir dükkânı açmalarının yanı sıra oyuncakçılık da yapmaktaydılar. Şüphesiz bunun temeli, geçmişte izledikleri Kuklacı’nın şovlarından kaynaklıydı. Kendileri zamanında kendilerine verilen kuklayı hâlâ saklamayı bilmişlerdi. Her ne kadar Kuklacı’nın ayrılışına üzülmelerinden ötürü artık eski değeri yitirilse de, o kukla o yılda dahi eskisi gibi sapasağlamdı.

30’u aşmış yıllarında ikisi de evlenmiş ve çocukları olmuştu. Metin’in iki kızı; Kalender’in ise bir oğlu gelmişti dünyaya. Kalender, oğlunun ismini Cevat koymuştu. Rahmetli babalarının ismiydi. Metin ise kızlarından birinin adını Nedime, diğerini ise Aysel koymuştu. Nedime ise annelerinin ismiydi. Şimdi bu iki ebeveyn, kuklalarını çocuklarının oynaması için onlara vereceklerdi. Ancak kızlar ona ilgisiz kaldıklarından ötürü kukla, ileriki yaşlarında oynaması için Cevat’a kalmıştı.

1990 yılında Cevat yürümeyi ve konuşmayı sökmüş, oyun çağının en parlak dönemlerinde olurken, babası Kalender’in ona armağan ettiği kuklayı, en az amcası ve babası kadar severek elinden düşürmeden oynamaya başlamıştı. Baba ve amca, çocuğun kukla ile beraber göklere çıkan sevincine bakarak kendi çocukluk yıllarını anımsamışlardı.

Ancak bir 1996 sabahı, Kukla kendi kendine sesler çıkarmaya ve tiz sesiyle kıkırdar gibi gülmeye başlamıştı. Oldukça garip hareketler sergiliyordu. Cevat ona bakıp şaşkınlıkla izliyordu. İpi çekilmiş falan da değildi. Sanırım takılı kaldı diye düşünüyordu Cevat içinden. Bir müddet sonra kuklanın sesi kendi kendine durunca geçti diye söylendi. Ancak o 1996 gününde Hidra, Eminönü’ne gelerek bir kaos yaşatmıştı.

Cevat, bir 1997 Kuklanın sıklaşan ses çıkarmaları ve işlevsizliği nedeniyle onu tamir etmesi için babasına bırakmıştı. Babası, geçmişten beri kıymet verdiği kuklayı tamir etmek için gecesini gündüzünü onun üzerinde yoğunlaştırmaya başlamıştı. Ancak bir sabah Cevat gözlerini ovuşturarak güne merhaba dediği vakit gördüğü manzara karşısında şok olmuştu. Babasının çalışma odasının loş ışığı altında babası, sandalyesinde hareketsizce yatıyordu. Başta onun uyuya kaldığını düşünmüştü. Ancak kukla hâlâ o kulak çınlatan gıcık gülümseme benzeri sesleri çıkartmaya devam ediyordu. Cevat eğer babasını tanıyorsa bir işi yarım bırakmazdı. Hele ki böyle değer verdiği şeyi asla düzeltmeden yastığa başını koymazdı. Yanına yaklaşıp baktı. Baba? Demişti hafif korkulu tonda. Babası yanıt vermiyordu. Kukla o iğrenç gülümseme emsali sesleri çıkarmaya devam ediyordu. Cevat tekrarlıyordu: Baba? Yine ses yoktu. Sonra babasını dürtmeye başlamıştı. Baba ne olur uyan, hadi! Ancak bir karşılık yoktu. Akabinde nefes almadığını anlamıştı. Babasının sağ elinden sarkan Kukla, ismi olan Karamsar’dan ziyade pörtlek gözlerini öne çıkartarak gülümser bir vaziyetteydi. Durmadan devam eden sinir bozucu o ses odanın içerisinde yankı yaparken, Cevat ise hıçkırıklara boğulmuş bir köşede ağlıyordu.

O günden sonra Cevat, o kuklaya öfke beslemeye başladı. Artık onunla oynamamaya başlamıştı. Babası çalışma odasındaki sandalyede nefes almadan orada otururken, o şeyin şeytani çığlıkları kulaklarının içinde dönüp dolaşıyordu. O anı hiç unutamayacaktı. Ayrıca o kuklanın da buna sebep olduğuna… Nasıl olduysa kuklanın kendi kendine çıkardığı sesler zamanla durmuştu. Çok şüphe çekiyordu. Bundan mütevellit Cavit, o kuklayı alarak bir daha gün yüzüne çıkmaması adına çekme kata çıkartarak orada onu mahkûm edecekti.
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Resim

Merhabalar;


Voiceofvoiceless adlı karakterimizin peşine düştüğü gizem dolu macerasına hoş geldiniz. Bugün, Bab-ı Ali Muhafızlarının ismini çığırdığı ünlü ozan Selami Kelaynak'ın peşine düştük. Akabinde türlü koşuşturmalar ve hayret verici belgisiz sonuçlar aldık. Meteor Bölgesi'nden çıkarken de İstihbarat adına ve Mısır Çarşısı'na geçince de Rüstem'in bir isteğini yerine getirmeye çalıştık.


Selami Kelaynak... Kimdir bu adam yahu? Yeni ayak işlerini yürüttüğümüz Bab-ı Ali muhafızlarının bu adamın adını anmasıyla başlamıştı macera. Meğer yakın zamanda, Eminönü'nden tanıdık ünlü Pehlivan Hamit'in yanına uğramış. Bir koşu hemen tozun arasından süzülerek Çınaraltı'nın yolunu tuttuk.

Resim

Ancak o da Selami'nin epey bir süredir kahvehanesine uğramadığını üzgünlükle belirtti. Ancak yakın arkadaşı Şevket'in illa ki onun hakkında bir şeyler işitmiş olduğunu varsayıyordu. Bundan dolayı, müsaade isteyerek Çarşı'nın yolunu tuttuk.

Resim

Şevket ise onun en son bira mayası aldığını hatırlamıştı kendisinden. Meteor Bölgesi'ndeki bir mağara şerbetçi otu yetiştiriyormuş. O otlarla da mayayı karıştırarak bir bira yapıyormuş. Şevket'e göndereceğine dair söz de vermiş amma velakin ses seda çıkmamış kendisinden. Biz de merak ederek düştük tozlu toprağın arasına. Bir mağara... Meteor Bölgesi'nde üç tane mağara vardı. Acaba hangi biriydi? Bir mağarada çeteciler; diğerinde Kurtlar ve bir diğerinde de ilikçiler yer almaktaydı. Yalnız Çeteci ve Kurt mağaralarının böyle bir iş için kullanışlı olmadığının kanaatindeydim. Hem anladığım kadarıyla da Selami denilen adam tehlikeyi de seven biriydi. Bundan mütevellit İlikçilerin oradaki mağaraya yöneldim.

Resim

Selami'nin fıçısını bulup içinden bir miktar bira damıttıktan sonra Şevket'e geri dönmüştük. Şevket de bize o biradan şarap iksir hediye etti. Kabul ettik lakin kısa bir süre sonra iksirin içindeki şaraptan ötürü iksiri yok ettim. Alkole karşıyımdır. Ardından Rüstem'in narasını duydum. Kafamı çevirip ona baktığımda "Ne o genç kardeşim, ürktün mü?" dedi pişkince. Kafamı 'hayır' anlamında salladım. Sonra alnındaki teri silerek ekledi. "Duydum ki Meteor Bölgesi'nin kapıları açılmış.
Orada bir tanıdığım vardır. İsmi Dilek. Demircidir kendisi. Ustamın kızıdır. Eğer oraya uğrarsan benden bir selam ilet." dedi. "Âlâ" diyerek kafamızı saygıyla eğdik ve oradan ayrıldık.


Resim

Bab-ı Ali'ye vardığımızda Dilek'i bulmak pek de zor olmamıştı. Ona Rüstem'in dediklerini ilettim. Heyecanlanmıştı. Rüstem Ağabeyi'ne bir sürpriz yapmak istiyormuş. Bunun için Tungsten'e ihtiyacı olduğunu belirtmişti. Biz de kısa süre içerisinde ona Tungstenleri teslim ettikten sonra elimize birkaç reçete sıkıştırdı. "Al bunları, Rüstem Ağabey'e götür."
dedi.


Resim

Tam Bab-ı Ali'den ayrılacağım esnada kikirdeyerek gülen bir teyzenin arkamdan seslenmesi ile irkildim.
"Evladım, bakar mısın?" dedi. Yanına usulca yaklaştım. "Buyur teyze." dedim. Bana terzilik marifetinden bahsetti. Eminönü'ndekinden daha değişik kıyafetlere ve efsunlara el işçiliği yaptığını söylemişti. Yalnız bunu yaparken Kauçuk Kanvas'a ihtiyaç duyduğunu belirtmişti. Kısa sürede onları da temin etmiştik.


Resim

Eminönü'ne gideceğimiz esnada Teşkilat ve İstihbarat'ın yeni keşfettiği bir ada parçası -henüz ada olduğu bilinmese de- keşfettiğini öğrendik. Yılan vadisinin içerisinde yer alan bir ruh taşından giriliyormuş buraya. Öncesinde bölgedeki yılan ve engerekleri temizledik ve akabinde ruh taşından içeri girdik. Kısa süreli boşluk hissiyatından sonra bedenimiz altın kumların üzerindeydi. Hemen az ileride cılız görünümlü illet köpekler gördük. Hayır, hayır... Onlara köpek demek yakışık almazdı. Hızlı koşuyorlardı. Onlar tazılardı.

Resim

Ada bizden önce keşfedildiği için, İstihbarat oraya bir adam koymuştu ancak kendisinden haber alınamayınca meraklanılmıştı. Bizim görevimiz de bu adamın akıbetini araştırmaktı. Ancak maalesef adam oracıkta ölmüştü. Geri dönerek Subay'a olay hakkında malumat verdikten sonra günü bitirdik.

Resim



Bugünlük de böylece bitmiş oldu. Esen kalmanız dileğiyle, selametle!
Resim
Cevapla