Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Anılarını Kıyamet Günlüğü'nde sakla! Geçmişin, geleceğe ışık tutsun!
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Resim

Merhabalar;


Bugün tüm gece erken kalkmanın hesabını yapıyorum. Zira sabah bayram namazına gitmeliyim. Erken kalkıyorum ve Karaköy'den tekrar kürek çekerek Eminönü'ne varıyorum. Ellerim artık eldiven olsa dahi nasır tutmaya başlıyor. Karaya ayak basıyorum ve Arnavut kaldırımı yoldan sağa doğru yürümeye başlıyorum. Erkenden camiden yer almalı ve hutbeye yetişmeliyim.
Birkaç dakika sonra ayağımdaki Maraton Adam ayakkabılar sayesinde camiye hızlıca varıyor, abdest alıyor ve içerdeki saflardan birine geçiyorum. İmam her bayram klasikleşmiş 'Bayram namazı nasıl kılınır' konuşmasını yapıyor ve sonra hızla namaza geçiyoruz. Namaz bitiyor ve herkes semaya ellerini açıyor, dua ediyor ve avuç içlerine yüzüne sürüyor. Akabinde herkes dışarı çıkıyor. Agah Bey'i görüyorum. Herkesin bayram tebriklerini kabul ediyor.
Onu bayramlamam lazım diye düşlüyorum. Onun elini öpecek kişilerin sırasına giriyorum, saçım sakalım uzun, kimse beni fark etmiyor bile, ne güzel... En son sıra bana geliyor, Agah Bey'in önce ama gözlerine bakıyorum sonra havadaki elini öpüyorum. Sesimi değiştirerek "Bayramın mübarek olsun" diyorum. Beni tanımıyor, bazen kör olduğu için şanslıyız diyorum.




Resim



Karaköy'e geçiyorum. Neden buraya bir Ruh taşı koymamışlar diye sitemde bulunuyorum. Bu esnada Teşkilat Kalesindeki bir Jandarmadan bir pusula iliştiriliyor elime. Pusula dostum Hasan'dan. Şifacı ahbabı için asa üretiminde destek oluyormuş. İşin yoksa şunları iletir misin diyor, ala diyorum.



Resim
*
Resim



Çok geçmeden şifacı geliyor ve tüm materyalleri ona veriyor, o da kolaylıkla üretimini gerçekleştiriyor. Kendisine hayırlı olmasını temenni ediyorum.



Resim



Karaköy'de Gizitim Bıçakçılarla olan münasebetimiz geliyor aklıma ancak cebime Arzuhalci'nin iliştirdiği mektup ve bana sayıkladığı 'Derin' ismi geliyor. Bana onun, Galata bölgesinde olduğunu söylemişti. Kim bilir neredeydi burası? Hiçliğe yürür gibi dümdüz yürümeye koyuldum. Harabe evleri geçerek, arkamda bir balon ve tren yolu bıraktım. Tam kocaman bir cadde görmüştüm ki mekanik bir ses "Hey sen" dedi.
İrkilerek sesin geldiği yöne baktım. Ses diyafondan geliyordu. Üzerindeki panelden konuşma tuşuna basarak kendimi tanıttım. Aynı ses bana giriş belgelerimi sordu. O esnada Arzuhalci'nin verdiği onlarca kağıdı diyafonun asansörüne bıraktım. Asansör mekanizması devreye girdi ve sol çaprazdaki bir binaya yöneldi. Bir el, asansörün üzerindekileri aldı ve birkaç saniye ekledi. Mekanik ses devreye girdi. "Girebilirsin, Galata'ya hoş geldin."




Resim



Asansörün geldiği yere doğru gidiyorum ve bir gazete otomatı ile bir belediye binası ile karşılaşıyorum. Otomat o kadar ilgimi çekiyor ki kurcalamaya başlıyorum. 7 gazetenin ismi yer alıyor. İçlerinden tek tanıdığım isim Umut Dergisi ve onu tuşluyorum. Otomat alttaki haznesinden kuşe kağıda basılmış gazeteyi veriyor. Gazeteyi alıyorum ve okumaya başlıyorum. Bir köşe yazısına nakşedilmiş röportaj dikkatimi çekiyor. Gözlerim fal taşı gibi açılıyor. Bu diyorum, bu benim röportajım!



Resim



Bu iş canımı sıkıyor ve yan taraftaki Umut Dergisi olduğunu yeni anladığım binaya yöneliyorum. Ahşap kapısını aralıyorum ve yukarı doğru dağ gibi yükselen mermer merdivenlerden çıkmaya başlıyorum. Ayağımdaki ipek ayakkabılar vik vik sesler çıkartıyor. Sonunda salon hanımefendisi bir kadın görüyorum. Kadının üzerindeki döpiyes, güzel kum sarısı saçları, yaşı ne kadar olgun gibi olsa da güzelliğinden bir şey kaybetmediğinin bir göstergesi.
Beni görüyor ve başını masasından kaldırıyor. Hoş geldin diyor, şöyle otursana diye de ekliyor. Yapıyorum, sonra gazetedeki röportajı gösteriyorum. Gazeteyi alıyor ve okuyor, itirafnameme hayran kaldığını itiraf ediyor. Sonra ona Arzuhalci ile olan dostluğunu soruyorum. Maziden kalma diyor. Sonra bana Karaköy sokaklarında dolaşmamdaki sebebi soruyor. Kardeşlerim için diyemiyorum, yalnızca uzaklaşmak istediğimi söylüyorum.




Resim



Bundan sonra ayağa kalkıyoruz ve bana kalacağım odayı gösteriyor. Oda gerçekten son zamanlarda kaldığım yerlerden kat ve kat lüks. Kira dert etmeyeceğimi, yalnızca gazetecilikte ona yardımcı olacağımı söylüyor. Yorum yapmıyorum çünkü gözüm ve çalışan radyoda. Umutla ağzım aralanıyor ve radyonun çalıştığını, frekansın nereden geldiğini soruyorum. Kadın zarif bir kahkaha atıyor. Omzuma elini koyuyor ve inci gibi dişlerini göstererek "O bir bant kaydı" diyor. Meğer radyo 1950'lerden kalan bir istasyonun sürekli tekrir eden yayınıymış.
Çıkarken elime bir de bir kart veriyor. Göz kırpıyor ve Güdümlü Balon kartı diyor. Gidince ne olacağını göreceksin diyor.




Resim



Esen kalmanız dileğiyle, selametle!
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Her güne bir caps



Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
BayTerapi
Mebrure'nin Adamı
Mebrure'nin Adamı
Mesajlar: 2641
Kayıt: 02 Nis 2016 22:16

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen BayTerapi »

Retaliation yazdı: 21 Ağu 2018 20:01
Her güne bir caps



Resim
İçim acıdı, güzelim savaşçılar. :(
kedi
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Retaliation yazdı: 21 Ağu 2018 20:00
Resim

Merhabalar;


Bugün tüm gece erken kalkmanın hesabını yapıyorum. Zira sabah bayram namazına gitmeliyim. Erken kalkıyorum ve Karaköy'den tekrar kürek çekerek Eminönü'ne varıyorum. Ellerim artık eldiven olsa dahi nasır tutmaya başlıyor. Karaya ayak basıyorum ve Arnavut kaldırımı yoldan sağa doğru yürümeye başlıyorum. Erkenden camiden yer almalı ve hutbeye yetişmeliyim.
Birkaç dakika sonra ayağımdaki Maraton Adam ayakkabılar sayesinde camiye hızlıca varıyor, abdest alıyor ve içerdeki saflardan birine geçiyorum. İmam her bayram klasikleşmiş 'Bayram namazı nasıl kılınır' konuşmasını yapıyor ve sonra hızla namaza geçiyoruz. Namaz bitiyor ve herkes semaya ellerini açıyor, dua ediyor ve avuç içlerine yüzüne sürüyor. Akabinde herkes dışarı çıkıyor. Agah Bey'i görüyorum. Herkesin bayram tebriklerini kabul ediyor.
Onu bayramlamam lazım diye düşlüyorum. Onun elini öpecek kişilerin sırasına giriyorum, saçım sakalım uzun, kimse beni fark etmiyor bile, ne güzel... En son sıra bana geliyor, Agah Bey'in önce ama gözlerine bakıyorum sonra havadaki elini öpüyorum. Sesimi değiştirerek "Bayramın mübarek olsun" diyorum. Beni tanımıyor, bazen kör olduğu için şanslıyız diyorum.




Resim



Karaköy'e geçiyorum. Neden buraya bir Ruh taşı koymamışlar diye sitemde bulunuyorum. Bu esnada Teşkilat Kalesindeki bir Jandarmadan bir pusula iliştiriliyor elime. Pusula dostum Hasan'dan. Şifacı ahbabı için asa üretiminde destek oluyormuş. İşin yoksa şunları iletir misin diyor, ala diyorum.



Resim
*
Resim



Çok geçmeden şifacı geliyor ve tüm materyalleri ona veriyor, o da kolaylıkla üretimini gerçekleştiriyor. Kendisine hayırlı olmasını temenni ediyorum.



Resim



Karaköy'de Gizitim Bıçakçılarla olan münasebetimiz geliyor aklıma ancak cebime Arzuhalci'nin iliştirdiği mektup ve bana sayıkladığı 'Derin' ismi geliyor. Bana onun, Galata bölgesinde olduğunu söylemişti. Kim bilir neredeydi burası? Hiçliğe yürür gibi dümdüz yürümeye koyuldum. Harabe evleri geçerek, arkamda bir balon ve tren yolu bıraktım. Tam kocaman bir cadde görmüştüm ki mekanik bir ses "Hey sen" dedi.
İrkilerek sesin geldiği yöne baktım. Ses diyafondan geliyordu. Üzerindeki panelden konuşma tuşuna basarak kendimi tanıttım. Aynı ses bana giriş belgelerimi sordu. O esnada Arzuhalci'nin verdiği onlarca kağıdı diyafonun asansörüne bıraktım. Asansör mekanizması devreye girdi ve sol çaprazdaki bir binaya yöneldi. Bir el, asansörün üzerindekileri aldı ve birkaç saniye ekledi. Mekanik ses devreye girdi. "Girebilirsin, Galata'ya hoş geldin."




Resim



Asansörün geldiği yere doğru gidiyorum ve bir gazete otomatı ile bir belediye binası ile karşılaşıyorum. Otomat o kadar ilgimi çekiyor ki kurcalamaya başlıyorum. 7 gazetenin ismi yer alıyor. İçlerinden tek tanıdığım isim Umut Dergisi ve onu tuşluyorum. Otomat alttaki haznesinden kuşe kağıda basılmış gazeteyi veriyor. Gazeteyi alıyorum ve okumaya başlıyorum. Bir köşe yazısına nakşedilmiş röportaj dikkatimi çekiyor. Gözlerim fal taşı gibi açılıyor. Bu diyorum, bu benim röportajım!



Resim



Bu iş canımı sıkıyor ve yan taraftaki Umut Dergisi olduğunu yeni anladığım binaya yöneliyorum. Ahşap kapısını aralıyorum ve yukarı doğru dağ gibi yükselen mermer merdivenlerden çıkmaya başlıyorum. Ayağımdaki ipek ayakkabılar vik vik sesler çıkartıyor. Sonunda salon hanımefendisi bir kadın görüyorum. Kadının üzerindeki döpiyes, güzel kum sarısı saçları, yaşı ne kadar olgun gibi olsa da güzelliğinden bir şey kaybetmediğinin bir göstergesi.
Beni görüyor ve başını masasından kaldırıyor. Hoş geldin diyor, şöyle otursana diye de ekliyor. Yapıyorum, sonra gazetedeki röportajı gösteriyorum. Gazeteyi alıyor ve okuyor, itirafnameme hayran kaldığını itiraf ediyor. Sonra ona Arzuhalci ile olan dostluğunu soruyorum. Maziden kalma diyor. Sonra bana Karaköy sokaklarında dolaşmamdaki sebebi soruyor. Kardeşlerim için diyemiyorum, yalnızca uzaklaşmak istediğimi söylüyorum.




Resim



Bundan sonra ayağa kalkıyoruz ve bana kalacağım odayı gösteriyor. Oda gerçekten son zamanlarda kaldığım yerlerden kat ve kat lüks. Kira dert etmeyeceğimi, yalnızca gazetecilikte ona yardımcı olacağımı söylüyor. Yorum yapmıyorum çünkü gözüm ve çalışan radyoda. Umutla ağzım aralanıyor ve radyonun çalıştığını, frekansın nereden geldiğini soruyorum. Kadın zarif bir kahkaha atıyor. Omzuma elini koyuyor ve inci gibi dişlerini göstererek "O bir bant kaydı" diyor. Meğer radyo 1950'lerden kalan bir istasyonun sürekli tekrir eden yayınıymış.
Çıkarken elime bir de bir kart veriyor. Göz kırpıyor ve Güdümlü Balon kartı diyor. Gidince ne olacağını göreceksin diyor.




Resim



Esen kalmanız dileğiyle, selametle!

Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Resim

Merhabalar;


Ertesi günü Umut Dergisi'nden çıkıyorum ve Bankalar Caddesinde Derin'in elime sıkıştırdığı Güdümlü Balon kartvizitini sağ elimde çeviriyorum. Birkaç saniye kardın altını üstünü getirdikten sonra kırılıp buruşmayacak şekilde avuç içimde nazikçe sıkıyorum. Biraz adımladıktan sonra ufuktaki neon ışıkları fark ediyorum. Neon ışıklarında 'Güdümlü Balon' yazıyor. Yüzümde bir tebessüm aklımda neden burası düşünceleri. Kaderimin bir yazgısı herhalde diyerek balona gidiyorum.
Balona varıyorum ve içerideki tertipli salonda biraz nefesleniyorum. Kondisyonum sıfır. Bu esnada vücudum kasılıyor, kalp atışlarım hızlanıyor ve üzerindeki deri tabakayı yırtarak peyda olacak gibi oluyor. Beynimin zonklaması dışarıdaki bir kişi tarafından bile duyulabilir. İçimden bir şey serbest kalmak için feragat ediyor! Ve anlıyorum ki burada bir Erg kaynağı var.
Avuç içimdeki kardı orada bulunan kadın muhafıza veriyorum. Kadın biraz bana baktıktan sonra gülümsüyor ve "Yalnızca günde bir defa" diyor. Neyi kast ediyor? Yoksa... Beni kolumdan çekiyor ve bir odaya sokuyor. Kocaman bir makine karşılıyor beni ve dehşete düşüyorum. Kadın makineye bağlı maskelerden birini ağzıma yerleştirmem için bana veriyor. Sonra makinenin vanalarını açarak odadan ayrılıyor. Birkaç saniye sonra tatsız ve kokusuz mor dumanı iliklerime kadar hissediyorum. Öyle bir hisse kapılıyorum ki elim ayağım boşanmış gibi kendimi oradaki yatağa atıyorum. Bir müddet etki geçene kadar bekliyorum ve sonra doğruluyorum.
Dışarı çıktığımda kadını bir yerden anımsıyorum. Yanından geçip gitmek üzereyken kendimin dahi şaşırdığım bir cesaretle koluna yapışıyorum. Kadın belindeki GBM-71 tabancasını karnıma yaslıyor ve gülüyor. Ben de basıyorum kahkahayı. Evet diyorum, bu Karaköy savaşçılarından Karakadın. Beni hatırlamana sevindim dedi, bakıyorum da sen de mum gibi erimişsin diyerek beni süzdü. Bir şey diyemedim, lakin onun neden görevinden ayrıldığını merak ettim. Yaralandığını ve terk edildiğini, bir daha da geri dönmediğini üzüntü ve alay yüklü bir gülümsemeyle söyledi. Çoğu neferin ki de böyle değil miydi zaten?
Hal hatır sorma faslı geçince konuyu uzatmadan Yılan'a getiriyorum ve yüzünde az kaygı ve biraz da sitemle "Bugünlerde herkes Yılan'ı arıyor." diyor ve ekliyor. "Eğer bana aşağıdaki Gizitimlerin zırhlarında bulunan Transtitörlerden 40 tane getirirsen konuşabilirim."




Resim



Ben de en az Karakadın kadar sitemde bulunuyor ve lonca arkadaşlarıma yardımcı olmaları için feryat ediyorum. Nihayetinde yardım geliyor ve Gizitimlerle olan savaşımız tamamen başlıyor. Aklımda hala Telsizci'nin Bıçakçı kuvvetleri bizi çevreleyecek sözü de yankı buluyor. Ne güzel diyorum kendime, tek taşla iki kuş.



Resim



Telsizci ve silah arkadaşlarını mahsur kaldıkları barakadan kurtardıktan sonra kaçarken bize ilerideki Üstçavuş Tahir'den söz ediyor. Onun da sıkıştığını ve bıçakçılardan daha güçlü olan bombacılarla başının belada olduğunu söylüyor. Dert etmemesini söylüyor, kaleye koşmalarına devam etmelerini emrediyorum.
Akabinde Üstçavuş Tahir'i buluyor ve malumatı soruyorum. Gustav ha ateşlendi ha ateşlenecek diyor, bombacılar da takviye olarak gönderildiğini de ekliyor. Kaleye koşmalarını emrediyorum ve onlar da denileni yapıyor. Teşkilat'a değil de biçarelere yardımcı olduğum için kendimi iyi hissediyorum.




Resim



Bombacılarla olan husumetimiz tamamen ilhak olmalarıyla son buluyor ve Tahir'in bize armağan ettiği ganimet torbasını açıyorum. İçerisinden en az Kurt Mağaradaki Şamanlarınkine benzer bir şaman asa kendini gösteriyor.



Resim



Bu son olsun, bu son olsun diye artık ağlama raddesine geldiğimiz Transtitör'de de nihai sonuca varıyor ve Karakadın'a teslimatımızı yapıyoruz. Kadının gözleri Transtitörleri görünce büyüyor ve paketi özenle bir kenara koyarak bize bir paket veriyor.



Resim



Transtitörleri teslim ettikten sonra Karakadın'a konuşması için umutla bakıyorum. Yüzünde şaşkın kaygılı bir ifade ile söylediği şey şu oluyor: "Aslına bakarsan Yılan'ın yerini bilmiyorum" Öfke küpüne dönüyorum.
Sonra sakin olmamı istiyor, burada Tünelci fareadamların yaşadığını ve her ne pahasına olursa olsun dışarı çıkmadığını ve dışarıdan korktuğunu söylüyor. Yılan'ın burada bir müddet sakladığı söylentileri yayılmış civarda. Lakin buraya girenin sağ çıkmadığını da hatırlatıyor.
Merak etme diyorum, azman yırtıcılar kemirgenlerden korkmaz. Tam çıkarken ise aynı Tünelcilerden çıkan Jetonlardan 50 tane getirmemi rica ediyor.
Sevgili dostum Hasan'ın yardımıyla Tünel'e giriyoruz ve normal fare adamlardan başkalaşmış boyutlardaki iri fare adamlarla boğuşmaya başlıyoruz. Dümdüz rayları aşınca tünelin kayalarla kapalı olduğunu görüyoruz. Lakin sol tarafta ışığı yanan bir oda gözümüze çarpıyor. Odadan içeri giriyoruz. Odada bir yılan sembolü dikkatlerden kaçmıyor.




Resim



Odayı inceliyoruz ve bir koli buluyoruz. Koli içerisinde Yılan imzalı formüller ve Galata Rats Club yazan bir kibrit kutusu buluyoruz. Aynı ismin kısaltması da kibrit kutusunun bir köşesinde: G.R.C. Acaba bu ne olmalı diye düşünürken Karakadın'ın yolunu tutuyoruz.



Resim



Karakadın'a Jetonlarını teslim ediyorum, karşılığında bir eldiven hediye ediyor. Daha sonra tünelde bulduğum kibrit kutusunu gösteriyorum. Kibrit kutusunu sağ elinin baş ve işaret parmağı arasında tutuyor ve hafif havaya kaldırarak G.R.C. yazısına bakıyor.
"Galata, Kıyamette para hükmünün sahibidir. Galata Rats Club da bunun ağababasıdır. Merkezi, eski banka binasıdır. Ancak kayıt olurken milyonların ve temiz sicile sahip olman gerekir ki sende o iki vasfı da göremiyorum" dedi.




Resim



Bankalar Caddesinden kendimi aşağı salıyorum ve tarif edilen binayı Galata Köprüsünün yakınında buluyorum. Kapıdan içeriye girmeye çalıştığımda smokinli bir fare adam beni engelliyor ve "Efendim, yalnızca üyelerimiz girebilir" diyor. Bir şey demiyorum ve birkaç adım geriliyorum. Hala gördüğümün şokundayım, az önce smokinin içerisinde gördüğüm bir fare adam mıydı? Acaba dimahımın bir oyunu muydu? Her neyse, bu kulübe üye olmanın yolunu acilen bulmalıyım diye düşünüyorum.



Resim







Bugünlük de böylece bitmiş oldu. Esen kalmanız dileğiyle, selametle!
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Her güne bir caps



Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Resim

Merhabalar;


Bugün Karaköy'de yapacak bir şey bulamıyorum. Bu yüzden en az benim kadar kederli ve cefa çekmiş Karakadın'la oturup konuşmak istiyorum. Güdümlü Balon'a çıkıyorum ve onu bir masaya oturmuş, bez mendilin birini masaya sermiş ve tabancasının her bir parçasını temizlerken görüyorum. Kafasını kaldırıyor ve bana bakıyor ardından da gülümsüyordu.
Demek sen geldin diyordu, ona canımın sıkkın olduğunu söylüyordum. Burada ben de Tahtakale adına çalışıyor olmasam sıkıntıdan patlardım diyor. Ardından aklına düşmüşçesine soruyor. Sahi diyor, iş istersen elimde bir tane var. Sıkıntıdan can bedenden çıkmayınca diyorum ve işi soruyorum.
Aşağıdaki sürüngen arkadaşlarında bulunan İletken Kablolardan 50 tane rica ediyor Karakadın, mekanik tırtıllar... Uzun zaman gördüğüm celp yaratıklarından biri. Başımı esenlikle sallıyorum ve elimi göğsüme koyarak hafifçe eğiliyor, hem selam verip hem de veda ediyorum.




Resim



Loncadaşlarım Hasan ve Erhan sayesinde 30 dakika kadar içerisinde tüm Kabloları toparlamayı başarıyoruz. Transtitör ve Jetondan ne kadar kolay düştüğünü görünce içimde bir rahatlama oluşuyor.
Velhasıl teslimatı yapıyoruz Karakadın'a ve karşılığında şöyle bir ceket artık bizim oluyor:




Resim



Balondan çıkıyorum ve aynı kadro tecrübelenmek için Gizitim Milislerinin yoğun olduğu yeri seçiyoruz. Lakin yolda ben onlardan geri kalıyor ve Lodoslar tarafından paramparça ediliyorum. Can havli ile geri kaçıyor ve sığınacak bir liman arıyorum. Karaköy'ün en ıssız yerlerinden olan Tünel'in yanındaki sokaklarda izimi kaybettirme düşüncesindeyim lakin 'O da ne?' diyorum. Üç Tünelci fare adam Tünel dışından çıkarak bana saldırıyor. Karakadın bunların açlık pahasına da osla Tünel'den çıkmayacaklarını ve dışarıdan korktuklarını söylememiş miydi? Allah Allah diyorum, garip.



Resim



Gece yine ay yükseliyor ve burada kalemi Reta devralıyor... Kardeşim YollugTigin ile beraber lonca arkadaşlarımızla Büyük Büyücü kesimine iştirak ediyoruz. Devamlı süregelen Fanatik saldırılarına bir çelme vurarak tökezletmek ve yere kapaklanınca da nihai kurşunu kafasına sıkmak istiyoruz.
Büyük Büyücü'nün attığı asit vücudumu tahriş ediyor, yakıyor ve kaşındırıyor. Eğer derime tamamen nüfuz ederse 5 saniye içerisinde eritebilecek güçte. Başta YollugTigin kardeşim de olmak üzere diğer tanklara dahi illallah dedirten bu büyücü fare adamı en hızlı öldürme metodu büyücülerden çıkacak olan meteorit büyüleri. Lakin bendeniz keleş hala menzilinden dahi şikayetçi olduğum buz büyüsüne bağlı kalmış durumdayım. Hala fizik eşyaları üretebilmiş değilim. Bu yüzden hep geriden geliyorum.
Büyük Büyücü'nün bedeni yere yığılıyor ve ölüyor. Ölüp ölmediğini kontrol etmediğimde bir reçete buluyorum. Bu esnada YollugTigin de geliyor ve fare adamın kafasına bir kurşun sıkıyor. Onu omuzlarından tutarak geri itiyorum. Sakin olmasını istiyorum.
Ben Derviş Hasan'ın sakinliğinin asasıyım.
Gün benim için bitiyor ve ekip, YollugTigin de dahil olmak üzere Yüce Komiser'in yolunu tutuyor.




Resim
*
Resim



Söylenecek çok kelam, elimde var mürekkep bir kalem... Sol yumruğumu havaya kaldırıyorum ve başımı da. Birkaç söz dökülüyor dudaklarımdan ve sonra dörtnala koşuyorum. Rüzgar gibi hızımla arkamda Fanatikleri bırakıyorum ve Çare Hastanesi'nin geniş mekanına varıyorum. Gözlerim fal taşı gibi açılıyor çünkü Yüce Komiser karşımda.
Beni görüyor ve silahını çekerek "İcabına bakacağım beş harfli!" diyor. Ne kırıcı bir laf diyorum, biz size tüylü nankör orostopollar diyor muyuz? Aslına bakarsanız evet, yani... En azından ben diyorum.
Şimdi olmaz diyerek koridor boyunca koşuyorum. Onun sürüngen arkadaşı Yılan'ı arıyorum. Koridor bitiyor, ben de bitiyorum. Sola dönüyor ve laboratuvara varıyorum. Karşımda cılız, başkalaşmış bir kadın var. Aman Ya Rabbi, bu o mu diyorum. Evet o olmalı. Çünkü beni görünce hemen üzerime doğru geliyor ve "Allah senin cezanı versin" diyor. O anın paniğiyle kadının boğazını yakalıyor ve sıkmaya başlıyorum. Kadının göz bebekleri büyüyor ve dudakları 'O' biçimini alıyor. Sonra onu öldürürsem elime geçmez diye boğazını yavaşça bırakıyorum. Öksürüyor.
Ona neden Yılan dendiğini, yüzündeki oluşmuş pullardan, yüzündeki başkalaşmış uzuvlarından anlamıştım. Belli ki o da Erg bağımlılarından biriydi, tıpkı bizim gibi...
Hadi öldür diyordu, fareleri öldürdüğün gibi beni de öldür diyordu. Elimdeki tabancayı kavramış çenesinin altına dayamıştı. Sesinde bir titreklik sezmiştim. Kolumu iteleyerek ondan geri aldım, silahımı kemendine geri koydum ve ellerimle yüzümü kapatarak düşündüm. Düşündüm... Bu esnada gözüme bir resim ve Derin'in bahsettiği Perihan Hanım'ın mektubu vardı. S.keyim böyle çelişkiyi diyerek arkamdaki laboratuvarı darmadağın etmeye başladım.




Resim



En az bir boğa kadar burnumdan soluyordum. İki kollarımda vücudumdan epey ayrıktı, sanki güreş tutacak gibi duruyordum. Kadın "Ne yaptın sen!" diyerek eline ne geçtiyse bana atmaya başlamıştı. Üzerime gelen çer çöpe aldırmayarak kadının üzerine yürüdüm. Kolundan tuttum ve silahımı hızla çekerek yüzüne doğrulttum. Konuşma sırası bende sürtük dedim. Manasızca baktı.
Ona Fehim'i sordum. Tanıdığını hatta kendisini buraya onun gönderdiğini söyledi. Konak'tan ve bahsettiklerinden sordum ve hiçbir fikrinin olmadığını olsa da söylemeyeceğini söyledi. Silahı kafasından çektim ve kolunu bıraktım. Etrafta birkaç saniye volta attıktan sonra duvardaki mektubu hızla çektim. Göz gezdirdikten sonra bunun gerçekten de Perihan Hanım'ın mektubu olduğunu gördüm. Kadına baktım, mektubu göstererek "Her şey bu mektup yüzünden değil mi Falcı?" dedim.
Kadın 'Falcı' mahlasını duyunca şaşırdı. Ağlamaya başladı. Ben... diyordu, ben bu mektubu arşivde buldum ve okudum. Takipçisi olduğum Gediz Bey'in bile içerisinde bir umut olmuşken ben neden canlarına kast edeyim demişti. Onların, Perihan ile Gediz'in aşkı bile buna örnektir dedi. Giderek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öyle ki telaffuzu zayıfladı. Be... Be... Ben, her gün pişman olup ölmeyi çok istedim. Erg soludum. Son dileğim bu işin huzurla tamamlanması dedi. En sonunda defol buradan dedi. Derin'den aldığım fotoğraf makinesiyle kadının ağlamaklı yüz ifadesinin fotoğrafını çektim ve hastane içerisinde araştırma yapmaya devam ettim.
Sonsuzluk kelimesi aklımda telmih edilip duruyordu. Dur bir dakika demiştim kendime. Yüce Komiser'in oradaki geniş kapılı oda... Üzerinde sonsuzluk işareti var! Tekrar deparladım ve odaya vardım. Odadan geçtiğimde yatakhanelerle karşılaştım. Devamında onlarca tank özenle dizilmişlerdi. Her birinin üzerinde numaraları ve isimleri yazmaktaydı. Bir kapsül boştu ve üzerinde Konak-15 kayıp, acil durum yazıyordu. Şimdi her şey rayına oturmaya başlamıştı. Bu esnada içeridekiler çık buradan diyorlardı. Onlara silahımı doğrultunca sesleri kesiliyordu.
Konak-15 Fehim'e aitti. Ancak ne sebeple? Onlarca cümle, bulgu, teori kafamda canlanıyordu. Bu fare adamlar üretiliyor ama 15 yaşında olmalarına rağmen çok yaşlı gösteriyorlardı. Fehim'in "Üremek sonsuzluğa giden vasat bir yoldur" tümcesi ile aydınlanıyorum. Yoksa diyorum, insanlar bu fare adamları kendilerinin yerine yaşlanmaları için mi üretiyor? Olduğum yere çöküp kalıyorum. Bir süre olayın şokunu yaşadıktan sonra içerideki dev kabloların bir yere gittiğini görüyorum.




Resim



Lakin öncesinde Yüce Komiser'le yarım kalan münasebetimizi tamamlamak için taarruza çıkıyoruz. Pek fazla sürmeden naaşını yere düşürüyoruz. Son nefesini alırken başında karanlık bir gece gibi doğuyorum. Elimdeki çiftemi ona doğrultuyorum.
Ben Komutan'ın son 11 mermisiyim.
Ve ateşleyerek kıllı kafasını paramparça ediyorum. Artık GGS diye bir şey kalmıyor. Bedeninin altındaki reçeteye kan bulaşmadan çekip çıkartıyor ve çantama atıyorum.




Resim
*
Resim







Bugünü de böylece 'can bedenden çıkmayınca' bitiriyoruz. Selametle!
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Her güne bir caps



Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Resim

Merhabalar;



Ufukta bir çizgi, bendeniz Reta'nın da alnında hayat çizgisi belirgin ve gün başlıyor. O gece geç kaldığımı fark ediyorum ve artık günlerdir beklediğim üretim için reçete sahibiyle irtibata geçiyorum. Uzun süre görüşmeyince başta beni anımsamıyor. Onu ne sebeple rahatsız ettiğimi söylüyorum ve bir "Ha..." sözcüğünü sanki kulaklarımda işitiyorum. Reçete bir savaşçıda diyor. Mısır Çarşısı'nda Demirci Rüstem'de malzemeleri döverek yapabiliriz diyor. Ala diyorum ve en nefret ettiğim şeylerden biri olan kürek çekme işlemini yapıyorum.
Mısır Çarşısı'na vardığımda adamın Rüstem'in yanında ateşi harladığını, demir uzun çubukları ısıttığını ve çekicin de biçimsiz köşelerini bilediğini görüyorum. Beni görünce tanıyor ki zaten koskoca Çarşı'da esnaflar dışında iki kişiyiz. Malzemeleri veriyorum ve bir müddet bekleyişe geçiyorum. Fazla sürmeden üreteceğim üç parçadan ikisi sıcak sıcak elimde oluyor. Üçüncüsü için başka bir kişiyle anlaşmıştım.




Resim
*
Resim



Yeteneklerimi otomat sayesinde sıfırlıyor ve bir el kitabı açarak fizik büyülerinin kelamlarını yeniden ezberlemeye başlıyorum. Bir yandan sayıklanıp ezber yaparken bir yandan da kasamı kurcalıyor ve Hol'ün bizlere armağanı olan tılsımlarımı arıyorum. Üzerimdeki diğer tılsımları kasaya koyuyor, fizik tılsımlarını alıyorum. Bu esnada Konsantrasyon 1 (III) tılsımını avucumun içine alıyorum ve sıkıyorum. İlerideki Haseki kapısına bakıyorum. Uzun zaman sonra denemenin vakti geldi diyorum kendime. Ağzımdan tıslar gibi sözcükler dökülüyor ve konsantrasyon yeteneği ile adeta depar atıyorum.



Resim



Mehtaplı gecenin koynunda meltem rüzgarları denize doğru hücum ediyor ve ben silahdaşlarım Karaköy'deki otoparkta birer birer toplanıyoruz. Bendeniz mazlum şifayı da, Büyük Büyücü denilen illet bir fare adam operasyonuna da çağırmaları beni şaşırtıyor. Akşamdan bir pusulayla ulaşıyorlar bana. Uzun zaman sonra görünür olduğumdan olsa gerek bir şeyler yapmak istiyorlar. Yüzümde bir tebessüm, Güdümlü Balon'da günlük dozumu alıp sızdıktan sonra içimde hala hissettiğim o erg...
Ben şevkten gökyüzüne bakarak sema edecekken büyücülerden birinin beni dürtmesiyle irkilerek kendime geliyordum. Kafamı aşağı indirince diğerlerinden farklı giyinimli ve iri olan fare adamın gruptaki savaşçıya asit attığını görüyorum. O an kaşlarımı çatıyor ve uzun zamanın ardından işimi yapmaya başlıyorum.




Resim



Loncanın çağrısı üzerine Büyük Büyücü'ye gidiyorum. Ekip çoktan bitirmiş lakin bunun sonrası da var. Biri geliyor yanıma ve diyor ki "Ağabeyin buradaydı." Gözlerim irileşiyor ve kafamı geri atarak ona bakıyorum. Ne zaman diyorum, biraz önceydi diyor. Sen gelmeden beş dakika evvel aramızdan ayrıldı.
Uzun zaman oldu diye düşünüyorum, kendini kaybettirmiş biri ne oldu da geldi buraya? Onunla görüşmem gerekli diye düşünüyorum. Lakin önümüzde yeniden hayat bulmuş gibi kalkıp savaşan Büyük Büyücü canına susuyor. Biz de mehtaplı gecede onun canını okuyoruz!




Resim



Sabah oluyor ve Derin'in bana tahsis ettiği odadan çıkıyorum. Teşkilat Kalesine giderek rapor vermenin doğru olabileceğini düşünüyorum. Yolda birbirleri ile savaşan ve küfürleşen insanları görüyorum. Birbirlerinin canını alanı, ahlaktan yoksunları, ar damarları patlak, riyakar, üç beş soysuz gözüme çarpıyor. Aldırış etmiyorum, sükunet en iyisidir. Kaleye varıyorum ve Levazım'la konuşuyorum. Levazım her şeyi bir kenara elinin tersiyle iterek konuşuyor.
GGS diyor, Milislere Penisilin takviyesi yapmışlar ve bu onların direncini körüklüyor. Benim aslanlarımın da tam olarak buna ihtiyacı var. Yüzüme bakıyor, anlamışsındır herhalde diyerek gülümsüyor. Onaylarcasına kafa sallıyorum.




Resim
*
Resim



Penisilin görevini loncadaşlarımla beraber yaparken barakaların orada yeşermiş bir Papatya öbeğini çekiyorum, çekmemle sapsarı bir Anthemis bana gülümsüyor.



Resim



Milis avında biraz etrafı tarıyoruz ve karşımıza Kıyamet'in en güçlü şifacılarından biri olan AhiEvran çıkıyor. Selam veriyorum lakin tepki vermiyor. Benim gibi şifacı olmasından mütevellit sanırım ruhani güçlerle meditasyon yaptığını düşünüyor ve onu rahatsız etmeden Milis avımıza devam ediyoruz.



Resim



Epey bir uğraşın sonunda Penisilinleri toparlıyor ve arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Cebimde özenle taşıdığım tüpleri Levazım Subayı'na veriyorum. Bana iyi iş çıkardığımı falan söylüyor her zamanki gibi. Teşkilat'ın ağız oyunları. Bir paket veriyor. Paket içerisindeki iksirler ileride işime yarayacaktır diye düşünüyor ve çantaya atıyorum.



Resim







Bugün de böylece bitiyor. Esen kalmanız dileğiyle, selametle!
Resim
Kullanıcı avatarı
Retaliation
Cin Sigorta Üyesi
Cin Sigorta Üyesi
Mesajlar: 5030
Kayıt: 27 Haz 2015 13:39
Sunucu: Eminönü
Konum: İstanbul

Re: Retaliation-YollugTigin-IıIıIYaMaNIıIıI Günlüğü

Mesaj gönderen Retaliation »

Her güne bir caps



Resim
Resim
Cevapla