***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Tılsım sunucusuna ait Loncaların iletişim, bilgilendirme ve paylaşım alanı
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia
Konum: Bursa / Yıldırım

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Van

Van, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık on dokuzuncu şehri. 2013 itibarıyla 1.070.113 nüfusa sahiptir. Doğu Anadolu Bölgesinde yer alır. Van ili nüfus bakımından bu bölgenin en büyük ilidir. Kuzeyden Ağrı, batıdan Bitlis, güneybatıdan Siirt, güneyden Hakkari illeriyle, doğudan da İran'la sınırlıdır. Anadolu'nun en büyük kapalı havzası olan Van Gölü kıyısında toprakları verimli, akarsuları bol, iklim koşulları oldukça elverişli bir yerleşim merkezidir.

Van'ın tarihi MÖ 7000 yıllarına kadar uzanır. Van Kalesinin 6 km güneyinde bulunan Tilki tepe ve Van Gölü'nün kuzeyindeki Ernis Mezarlıklarında yapılan kazılarda Kalkolitik, Bronz ve Demir devrine ait yerleşimler bulunmuştur. Van'ın medeni tarihi Urartularla başlar. Van, bugünkü Doğu Anadolu ve Ermenistan ile civarındaki toprakları kapsayan Urartu devletinin merkezi idi. İskit istilasının ardından zayıflayan Urartular, İran'dan gelen Medler tarafından yıkıldı. Daha sonra bölgeye Ahamenişlerler, Büyük İskender, Selevkoslar, Ermeniler, Partlar, Romalılar, Sasaniler ve Doğu Romalılar(Rumlar) hakim olmuştur. 644 yılında Müslüman Araplar bu bölgeyi fethetmiş, daha sonra bölge yine Rumlara geçmiştir. Yöre, uzun süre Abbasilere veya Rumlara bağlı yerel Ermeni beyleriyle yönetilmiştir. 11. yüzyıldan itibaren Türkmenlerin yerleşmeye başladığı Van Gölü havzası,önce Selçuklulara, sonra da İlhanlılara, Celayirîlere, Karakoyunlulara ve Akkoyunlulara yurt olmuştur. 16. yüzyılda Safevilerin Doğu Anadolu'dan uzaklaştırılmasından sonra Van'da Osmanlı egemenliği başlamıştır. Van'da 20. yüzyıla kadar Ermeni, Türk, Kürt, Arap nüfus yaşamıştır. Gelenekleri Osmanlı ve İran etkisinde gelişmiştir. Van farklı kültürlerin ve toplulukların bir arada yaşayabildiği güzide bir coğrafyadır.

Şehir Urartulardan kalmadır. Urartuların başkenti olan Van'ın o zamanki adı Tuşpa idi. Van'ın tarihi MÖ 7000 yıllarına kadar uzanır. Van Kalesi'nin 6 km güneyinde bulunan Tilki tepe ve Van Gölü'nün kuzeyindeki Ernis Mezarlıklarında yapılan kazılarda Kalkolitik, Bronz ve Demir devrine ait kültürel buluntulara rastlanmıştır. Şehri ilk kuran Asur Kraliçesi Semiramis'tir. Bu bölgeye önce Hurriler yerleşmişlerdir. Urartular zamanında şehir bir imparatorluk merkezi haline gelmiştir. Urartulardan sonra şehre Medler, Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Ermeniler, Partlar, Romalılar, Sasaniler ve Bizanslılar hakim olmuştur. M.S. 675 yılında Müslüman Araplar şehri fethetmiş, daha sonra şehre yine Bizanslılar, bunları yenen Selçuklular ve sonra İlhanlılar, Celayirliler, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler ve en sonunda Osmanlılar hâkim olmuştur.

Hurrilerin MÖ 2000'lerden itibaren Van Gölü'nden başlayarak Kızılırmak ve Yeşilırmak'ın Karadeniz'e döküldüğü yerlere kadar uzanan bir bölgeye hakim oldukları görülür. MÖ 13. yüzyılda Hurri-Mitanni siyasi teşekkülün merkezi otoritesi zayıflamış ve beyliklere bölünmüştür. Asur Kralları bu küçük beyliklerini hakimiyetleri altına almaya çalışmış ve bu sırada Van Gölü çevresinde Batı İran'a kadar olan bölgede Urartular ile Asurlular arasında mücadeleler başlamıştır. Urartu-Asur mücadelesi MÖ.VI. yüzyılın ortalarına kadar sürmüş, Urartular bu dağlık ve zor arazi şartlarına sahip bölgeyi egemenlik altında tutmuştur.

Urartular'ın başkentliğini yapmış olan Van Kalesi, 3000 yıllık görkemiyle hala ayaktadır. Van Kalesi'nde Urartular'dan kalan kaya ve oda mezarları, tapınaklar, yazıtlar ve bazı yapılar bulunur. Urartu kralı I. Sarduri'nin kurduğu ve başkent yaptığı Tuşpa, Urartu krallarının mezralarını, uzun yazıtları içinde barındırır. Horhor Yazıtı, kaledeki en uzun yazıttır ve kral Argişti'ye ait mezar odasının girişinde bulunur. Analı kız kutsal alanında büyük bloklara yazılmış yazılar vardır ve burası bir sunak alanıdır. İç Kale'de Urartulara ait bir tapınağın temelleri bulundu. Kalenin batısında Madır Burcu isimli görkemli yapının ne amaçla yapıldığı tam olarak bilinmemektedir, fakat bir liman olduğu tahmin edilmektedir.Kalenin kuzeyinde yer alan Van Kalesi Höyüğü'nde kazılar yapılmıştır.

Van şehri I. Dünya Savaşı'na kadar kalenin güney kısmında surlarla çevrili bölgede kuruluydu. Bu şehrin kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Surlara ait bazı kalıntılar vardır ve sağlam olan tek kapı güneye bakan Orta Kapı'dır. Mimar Sinan'ın eseri olan Hüsrevpaşa Külliyesi han, hamam,türbe,imaret,çeşme ve medreseden oluşuyor. Bölgede sağlam kalan tek hamam bu külliyenin bir elemanı olan Çifte Hamam'dır. Eski Van'da günümüzde kullanılan tek eser Kaya Çelebi Cami'dir. Eskiden çok görkemli bir mekân olan Van Ulu Camisi ne yazık ki günümüzde yıkılmıştır ve sadece minaresi sağlam kalabilmiştir. Kızıl Cami'ninde aynı şekilde minaresi günümüze ulaşmış ve diğer bölümleri yıkılmıştır. Kentte ayrıca günümüze ulaşan S. Dsirvanor, S. Stephan, S. Vardan, s. Neshan, şehrin en eski kilisesi olan ve Çifte Kilise olarak da anılan S. Paulos ve S. Petros Kiliseleri bulunur. Ayrıca eskiden İsa'nın çarmıhına ait bir parçanın saklandığı Meryem ana (S. haç, Tiramary) kilisesi ve Madır burcunun üstüne yapılmış Vaftizci Yahya (S. Hovhannes) kiliseleri yıkılmıştır. Hüsrev Paşa hanının temelleri Kaya Çelebi ve Hüsrev Paşa Camileri arasında görülebilmektedir. Şehrin batısında bulunana Horhor bahçeleri şehrin surlar içerisindeki bahçeleri durumundaydı ve İskele Kapı'nın hemen önündeydi. Ayrıca bahçelerin yakınında halen kalıntıları olan Horhor Cami ve Medresesi bulunuyor. Evliya Çelebi'nin görkemle anlattığı kale ve Eski Van şehri şu anda bakımsız bir haldedir.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia
Konum: Bursa / Yıldırım

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Van gölü

Van Gölü, Van ili sınırları içerisinde bulunan Nemrut volkanik dağının patlaması sonucu, bölgedeki tektonik çöküntü alanının önünün kapanmasıyla oluşmuş bir volkanik set gölüdür.

Çok sayıda koyu bulunan Van Gölü'nün yüzölçümü 3.713 km²'dir. Van Gölü hem tatlısu hem de deniz ekosistemlerinden farklı bir sucul ekosistemdir. Suları tuzlu ve sodalıdır. Göl suyu tuzluluk oranı %o19, pH'sı ise 9.8 dir. Bu yüzden Van Gölü yüksek rakıma ve sert kışlara rağmen, donmaz. Göl su seviyesi iklime bağlı olarak yükselip, düşmektedir. Ancak ortalama olarak denizden yüksekliği 1646 metredir. Gölün ortalama derinliği 171 m, en derin yeri ise, 451 metredir. Gölün doğu bölümünde dört ada vardır. Bunlar; Akdamar, Çarpanak, Adır ve Kuş adalarıdır. Adalar tarihi ve turistik özelliğe sahiptir ve 1990 yılında Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmişlerdir.

Van Gölü dünyanın en büyük sodalı gölüdür ayrıca Türkiye'de bulunan en büyük göldür. Gölün tuzlu-sodalı suları, biyolojik çeşitliliği sınırlamaktadır. Gölde bilinen 103 tür fitoplankton, 36 tür zooplankton ve tek bir tür balık inci kefalı, (Chalcalburnus tarichi) yaşamaktadır. Göl etrafı karadan 430 km.'dir. Yöre halkına göre gölde bir canavar yaşamaktadır. Söylentiyi çıkaranların amaçlarının bölgeye turist çekmek olduğu söylense de, söylentileri araştırmak amacıyla bölgede pek çok bilimsel araştırma ekibi çalışmalar yapmıştır. İstanbul-Tahran demiryolu hatlarını da bağlamaktadır. Türkiye ve İran'a bağlanan demir yolu 1970 lerde yapılmıştır.

Oluşumu
Van Gölü Doğu Toros ve Aladağların arasında kalan tektonik oluşumun batı kısmında bulunmaktadır. Gölün batısında ve kuzeybatısında birkaç sönmüş volkan vardır. Süphan Dağı ve Nemrut Dağı bu sönmüş volkanların birkaçıdır. Yaklaşık 200 bin yıl önce, Buzul Çağın ortalarında, Nemrut Dağından akan lavlar uzunluğu 60 km'yi aşan bir akım oluşturmuş. Bu akım Van Çukuru ile Muş Çukuru arasındaki su akımını engelleyince göl oluşmuştur. Günümüzdeki araştırmalarda Doğu Toros dağlarının erozyona uğraması sonucu Van Gölü'ndeki suların Dicle'ye dökülüp, gölün küçüleceği ya da yok olacağı düşünülmektedir.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia
Konum: Bursa / Yıldırım

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Kardak kayalıkları

Kardak (Yunanca: Ίμια, Imia), Ege Denizi'nde Kalolimni kayalığının 5 km doğusunda, Muğla ilinin 7 km batısında bulunur. Kayalıkların toplam alanı 40 dönüm kadardır. Halk dilinde İkizce veya Limnia (Yunanca) diye de adlandırılır.

II. Dünya Savaşı öncesi koşullar çerçevesinde müzakere edilen 4 Ocak 1932 Tarihli Türk - İtalyan Sözleşmesi ile bölgenin güneyinde egemenlik düzenlemeleri yapılmış ve bu amaçla çekilen hattın kuzeyde üzerinde hiçbir tartışma olmayan hatla birleştiği ifade edilmiştir. Kardak Kayalıkları da içeren bu bölgeyle ilgili düzenlemeler ise 28 Aralık 1932'de hazırlanan bir metinde ele alınmıştır ve burada Kardak Kayalıkları açıkça İtalyan (sonra Yunan) tarafında görülmektedir. (Aşağıdaki haritada "G" bayraklı ada). Ancak, bu metnin resmi olarak yürürlüğe girip girmediği tartışmalıdır ve Türkiye, Kardak Kayalıkları'nın aslında hiçbir zaman devredilmediği tezini de bu metnin bağlayıcı bir belge olmadığı iddiasına dayandırmaktadır. Nihayetinde, 1923 Lozan Antlaşması'nın İtalya'ya devredilen adacıkları tanımlamak için kullandığı "bağlı adacıklar" ifadesinin içeriği 1932'de doldurulmaya çalışılmış, II. Dünya Savaşı'nı takiben imzalanan Paris Antlaşması'yla da ismen sayılan adalar ve "bitişik adacıkları" Yunanistan'a devredilmiştir. Bu durumda, Türkiye ile Yunanistan arasında tartışma konusu olan da Lozan Antlaşması'nın "bağlı", Paris Antlaşması'nın da "bitişik" olarak nitelediği adacık (ve kayalıkların) hangi coğrafi formasyonları (ve özellikle de Kardak Kayalıkları'nı) içerip içermediğidir.

Ocak 1996'da Yunanistan ile Türkiye arasında, bir Türk gemisinin karaya oturması sonucu meydana gelen olaylar yüzünden iki ülke savaşın eşiğine geldi. Bu olay Kardak Krizi diye adlandırılmaktadır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia
Konum: Bursa / Yıldırım

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Kardak Krizi

Kardak Krizi (Yunanca: Κρίση των Ιμίων ) Ocak 1996'da Yunanistan ile Türkiye arasında Türk bandıralı bir geminin Kardak Kayalıkları'nda karaya oturması sonucu Türk ve Yunan kurtarma ekipleri arasında anlaşmazlık çıkınca patlayan krizdir ve iki ülkeyi savaşın eşiğine getirmiştir. Olayı 20 Ocak 1996 tarihinde ilk kez Yunan Gramma gazetesi kamuoyuna duyurmuştur.

Figen Akat isimli Türk gemisi 25 Aralık 1995 tarihinde Ege Denizi'ndeki Bodrum'un 3,8 mil uzaklığındaki Kardak Kayalıkları'nda karaya oturdu. Bu olaydan sonra Yunanistan, deniz kazasının kendi karasularında olduğunu ileri sürdü. Türkiye ise söz konusu adaların kendisine ait olduğunu belirtti.

Yunanistan Ordusu, bir süre sonra doğudaki adacığa asker çıkarıp bayrak dikti. Bunun üzerine iki ülkenin deniz kuvvetleri adanın çevresinde konuşlandı.

Dönemin başbakanı Tansu Çiller, O bayrak iner, o asker gider diyerek Türk Silahlı Kuvvetleri'nin savaşa hazır olduğunu belirtti ve 30 Ocak 1996 gecesi adaya asker çıkarılmasını istedi. Türk SAT ve SAS komandoları Doğu Kardak’ı kuşatmış olan Yunan donanmasının arasından geçerek hemen yandaki ikinci adaya (Batı Kardak) gece operasyonu ile çıkıp Türk bayrağını diktiler. Daha sonra Bill Clinton'un telefonu ve Amerikan delegesi Richard Holbrooke ile NATO Genel Sekreteri Javier Solana girişimleriyle tansiyon düşürülmüş ve kriz öncesi duruma dönülmüştür.

2013 yılının Ocak ayında Yunanistan'ın Altın Şafak partisi milletvekili İlias Panayotaros, parlementodaki konuşmasında Yunan hükümetinin Kardak’a Yunan bayrağını dikmesini yoksa bunu kendilerinin yapacağını söyledi. Partinin lideri Nikolas Mihaliolakos ise Türk komandoların kayalara çıkıp Türk bayrağı çektiği 30 Ocak gecesinin kendileri için “utanç gecesi olduğunu” söyledi.

2013 yılının Şubat ayında Radikal Sol Koalisyon Partisi SYRIZA’nın İnsan Hakları Komitesi üyesi avukat Nasos Theodoridis, İmia kayalıklarının adı bence Kardak’tır. İtalya 12 Adaları, Yunanistan’a bıraktığında, bu adalara yakın kayalıkları dahil etti. Kardak Kilimli adasına kıyasla Türkiye’ye daha yakın şeklinde açıklamada bulununca İnsan Hakları Komite üyeliğinden alındı ve SYRIZA, Teodoridis'in partinin değil kendi görüşlerini dile getirdiğini belirtti. Yunan medyası "Theodoridis vatan hainidir" yorumları yaptı.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia
Konum: Bursa / Yıldırım

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Guatemala

Guatemala Cumhuriyeti kısaca Guatemala (İspanyolca:República de Guatemala), Orta Amerika'da Kıstas bölgesinde bir ülkedir. Kuzeyde Meksika, doğuda Belize ve Honduras, güneyde ise El Salvador'la komşudur. Ayrıca doğuda Karayib Denizine, batıda Büyük Okyanus'a kıyısı vardır. Başkenti Guatemala'dır. 372 Havalimanı bulunmaktadır.

Yerli halklar öteden beri Mestizolar tarafından baskı altına alınarak sosyal, ekonomik ve siyasal faaliyetin dışında tutulmuştur. Kaynağını sömürgeci ön yargılardan alan Mestizo topluluğu ile yerli halklar arasındaki bu gerilim yüzyıllar boyunca sürmüş ve 1954 yılında liberal demokrat Jacobo Árbenz demokratik hükümetine karşı Komünizm'in yayılmasından korkan ABD destekli bir darbe gerçekleştirilerek askeri cunta yönetimi kurulmuştu. Jacobo Árbenz ve halefi Juan José Arévalo, ülkede toprak reformunun gerçekleştirilmesi dışında, sivil haklar ve işçi haklarının geliştirilmesinden sorumluydu. Albay Carlos Castillo yönetiminde kurulan askeri cunta, reformları iptal ederek sol partileri yasakladı. Guatemala'daki iç savaş, karışıklıklarla geçen 20-30 yılın ardından bazı genç subayların yozlaşmış hükümete karşı darbe düzenlemeye çalışmasıyla patlak verdi. Ayaklanma başarısızlıkla sonuçlanınca kırsal bölgelere çekilen subaylar bir gerilla gücü meydana getirerek hükümete karşı bir örtük savaş başlattılar.

Gerilla hareketi önceleri Küba'daki devrimci güçlerle birlikte hareket ederek ülkedeki Ladino bölgelerine yoğunlaşmıştı. Ancak son yirmi yıl içerisinde özellikle yerli halkların vatandaşlık haklarının tanınmasına odaklanan siyasi ve toplumsal reform mücadeleleri ön plana çıktı.

1982 yılında Guatemala ordusu henüz yeni kurulmuş olan Guatemala Devrimci Ulusal Birliği'ne (URNG) yönelik çok sayıda insanın ölümüne neden olan bir toptan imha politikası uyguladı.

1980’lerin ilk yarısında barışın sağlanması yönünde adımlar atıldı. Bu adımlar arasında yeni bir anayasa hazırlanması ve sivil bir başkanın seçilmesi bulunmaktaydı. 1987 yılında hükümet ve URNG arasındaki görüşmeler başlamış olmasına rağmen URNG gerilla mücadelesine devam etmekteydi. Taraflar Birleşmiş Milletler'in 1993'teki girişimleriyle barış görüşmeleri için tekrar bir araya geldi ve nihayet başarı sağlandı.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia
Konum: Bursa / Yıldırım

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

gerilla

Gerilla savaşı, küçük ve gizli birliklerin düzenli bir orduya karşı yürüttükleri yıpratma savaşı taktiği, zayıf kuvvetlerin güçlüye karşı uyguladığı direniş savaşının unsurudur.

Gerilla terimi Yarımada Savaşı'nda İspanyolların Napolyon Bonapart'ın Fransız ordusuna karşı mücadelelerde kullandıkları taktiği "Küçük savaş"ın İspanyolcasıdır. İlk defa Arabistanlı Lawrence tarafından yazılı bir savaş konsepti haline getirildi. Sun Tzu'nun öğretilerini bilen Mao Zedung tarafından başarıyla uygulandı.Mao'dan ilham alan Vo Nguyen Giap, Ernesto Che Guevara ve Carlos Marighella gerilla harbinin geliştirilmesinde katkıda bulundu.

Gerilla savaşı, Kurtuluş Savaşı sırasında çetelerin yaptığı gibi işgal ordularına karşı olabileceği gibi, Küba devriminde görüldüğü gibi ülkedeki baskıcı yönetime karşı da olabilir. II. Dünya Savaşı'nda Nazi ordularının işgal ettiği Bulgaristan, Yunanistan, Fransa, Yugoslavya, SSCB gibi ülkelerde yürütülen gerilla savaşlarına, Fransızcadan gelen partizan savaşı denir.

Gerilla harbinin başarılı olması için halkın gerillaya desteği şarttır. Gerilla coğrafi şartlardaki olumsuzlukları düşman aleyhinde kullanabilmelidir. Gerilla savaşta nihayi sonu almayı yani düşmanı yenmeyi hedeflemez, düşmana zarar vermeyi, savaşma azim ve iradesini kırmaya çalışır. Dış desteğin sağlanması da gerillanın başarılı olabilmesi için hayati önem taşır. Gerilla kısa sürede belirlenmiş bir cephede veya alanda muharebe etmez. Çok uzun bir dönemde ve geniş bir coğrafi alanda taarruz zamanı ve istikameti kestirilemeyen ani baskınlar, pusular ve sabotajlar ile amacına ulaşmayı hedefler.

Gerillacılar genelde üniformayı andıran özel giysiler giyerler. Tarihte, geniş halk desteği alan gerilla savaşlarının başarılı olarak yavaşlatma ve düşmanı yıpratma taktiğidir. Bunun diğer bir faydası da ordunun lojistik kaynağını tüketmektir.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia
Konum: Bursa / Yıldırım

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Asaf Halet Çelebi

Asaf Halet Çelebi (27 Aralık 1907, İstanbul - 15 Ekim 1958, İstanbul), şair.

İlhamını Asya, tasavvuf ve dinler tarihinin ünlü kişilerinden, eski Doğu medeniyet ve masallarından alan egzotik şiirleriyle tanınmış cumhuriyet devri şairidir.Türk şiirinde modern-gelenekçi anlayışın temsilcisi kabul edilir. Kendisinden sonra gelen nesli soyut şiir anlayışının Türk Edebiyatı'ndaki ilk tanımlarını yaparak etkilemiştir. Divan ve Fars edebiyatı ile ilgili inceleme ve çevirileri vardır. Türk sanat müziği konusunda derin bir bilgisi olan sanatçı resim, müzik ve bilimle ilgili makaleler de yayımlamıştır.

1907’de İstanbul’un Cihangir semtinde dünyaya geldi. Nüfustaki adı “Mehmet Ali Asaf”tır. Babası Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi Müdürü Mehmet Sait Halet Bey'dir. Mevlana’ya duyduğu sevgi nedeniyle “Çelebi” soyadını almıştır.

Galatasaray Lisesi'nde 8 yıl eğitim gördü. Dini ve tasavvufi edebiyatla yakından ilgilenen babasından Fransızca ve Farsça, Mevlevi Şeyhi Ahmet Remzi Dede ile Rauf Yekta Bey'den musiki ve nota dersleri aldı. Kısa bir süre kaldığı Fransa'dan dönüşünde üç yıl Sanayi-i Nefise Mektebi'nde öğrenim gördü. Adliye Meslek Mektebi'nden mezun oldu.

Eğitimini tamamladıktan sonra Üsküdar Adliyesi Ceza Mahkemesi zabıt kâtipliği yaptı. Osmanlı Bankası, Devlet Deniz Yolları İşletmesi'nde çalıştı. 1945 yılında dayısının kızı Nermin Çelebiler ile evlendi; bu evlilikten Ömer Halet adında bir oğlu oldu. Yaşamını İstanbul’un Beylerbeyi semtindeki köşkünde sürdürdü. 1946 Türkiye genel seçimlerinde İstanbul’dan bağımsız milletvekili adayı oldu ancak seçimi kazanamadı. Uzun süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü kitaplığında kütüphane memurluğu yaptı. 15 Ekim 1958’de İstanbul’da yaşamını yitirdi.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia
Konum: Bursa / Yıldırım

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Edip Akbayram

29 Aralık 1950'de Gaziantep'te doğdu. Henüz dokuz aylıkken çocuk felcine yakalandı. Bu hastalığın pençesinde çocukluğunu geçiren Edip Akbayram'ın müziğe tutkusu da çocukluk yıllarında başladı. Akbayram o yıllar için "Haftalığımdan biriktirdiğim paralarla ünlü pop şarkıcılarının konserlerine gider, eve döndüğümde aynanın karşısında onların taklitlerini yapardım." demiştir. Çocukluk yıllarında bir orkestra kurdu ve amatör olarak evlerinin yakınındaki bir düğün salonunda çalıştı.

Lisede kurdukları orkestrada Pir Sultan'ın, Karacaoğlan'ın deyişleri üzerine yaptıkları besteleri çalıp söylediler. İlk plağı Kendim ettim kendim buldum'u da lise yıllarında yaptı. İlk plağını çıkardığı grubun adı Siyah Örümcekler'di. Plak da "Siyah Örümcekler-Gaziantep Orkestrası" ve "Edip Albayram ve Siyah Örümcekler" başlıkları altında iki farklı baskıyla çıktı. Gaziantep'ten sonra Adana ikinci adresi oldu. Adana, Akbayram'ın kurduğu orkestrayla ilk sahneye çıktığı kenttir. Daha sonra burada "Beyaz Saray" adlı bir gazinoda çalışmaya başladı.

1968 yılında liseyi bitirip İstanbul'a gitti. Liseyi bitirdiği zaman hep öğrenmeyi istediği mesleğin, doktorluğun, eğitimini almak için üniversite sınavlarına girdi ve diş hekimliğini kazandı. Fakat müzik ağır bastı ve bu meslekten vazgeçerek kendini müziğe verdi.

İstanbul'a geldikten sonra 1971'de Altın Mikrofon Yarışması'na katıldı. Aşık Veysel'in bir şiirinden esinlenerek gerçekleştirdiği ilk bestesi olan "Kükredi Çimenler" ile birinci oldu. 1974'te Dostlar Orkestrası'nı kurdu ve Anadolu pop müziğinin önde gelen isimlerinden biri oldu. Daha sonra "Kara Kuzu", "Deniz Üstü Köpürür" ve "Garip" adlı 45'liklerle ödüller aldı ve ünü yurt çapında duyulan bir sanatçı oldu. "Aldırma Gönül" ve "Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz" adlı parçalarıyla satış rekorları kıran ve altın plak kazanan sanatçının çeşitli kuruluşlar tarafından verilen 250 kadar ödülü mevcuttur.

80'ler Edip Akbayram ve benzeri müzik yapanlar için zor yıllardı. 1981-88 arasında bestelerinin TRT'de çalınması yasaklandı. Ama 90'ların ortasından itibaren, özellikle Türküler Yanmaz albümüyle yeni bir çıkış yaptı ve kendi çizgisinde sapmadan yürümeye devam ettiğini gösterdi. Akbayram bu albümü Sivas Katliamı'nda yaşamını yitirenlere ithaf etmiştir. Bu albümde Can Yücel'in, Oktay Rifat'ın, Ahmed Arif'in, Vedat Türkali'nin yapıtlarından bestelediği şarkılar vardı.

Edip Akbayram başlangıçtan itibaren ne yapmak istediği şöyle açıklıyordu: "Kalıcı bir şeyler yapmak istiyordum. Fikret Kızılok ve Cem Karaca'nın Anadolu ezgilerini pop çizgisinde söylemelerini örnek olarak aldım. Renk ve çizgide tamamen bir Edip Akbayram olarak geliştirdim. Toplumcu müzik yapmak istedim. Müziğimde geniş halk kitlelerinin yaşamı, sorunları olmalıydı. Ancak sivri, ucuz kahramanlıklardan da uzak durmaya çalıştım. İnançlarımdan, düşüncelerimden, politikamdan taviz vermeden, müzik tekniğinden yararlanarak, sorunlu, yoksul, geniş halk kitlelerine ulaşmak, daha çağdaş bir şeyler yapmak istiyordum." 1979 yılında Ayten Hanım ile evlenen sanatçının bu evliliğinden Türkü ve Ozan adlarında bir oğlu ve bir kızı vardır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia
Konum: Bursa / Yıldırım

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

II. Mustafa, Osmanlı padişahı

Osmanlı padişahlarının yirmi ikincisi, İslam Halifelerinin seksen yedincisi olan II. Mustafa 8 yıl 7 ay padişahlık yaptı. Döneminde Osmanlı Devleti için ağır sonuçlar doğuran Karlofça Antlaşması imzalandı.

II. Mustafa, 5 Haziran 1664‘te Edirne’de doğdu. Babası IV. Mehmet‘in, Giritli Rabia Gülnuş Emetullah Valide Sultan‘dan olan oğludur. Şehzadeliği sırasında ilim tahsili gördü. Devrin alimlerinden eğitim aldı ve okçuluk ve harp oyunlarında ustalaştı. Babası IV. Mehmet’in vefatından sonra tahta II. Mustafa’nın geçmesi gerekirken “ekber evlad” geleneğine göre amcası tahta geçmişti. Amcası II. Ahmet’in vefatını öğrenir öğrenmez, 6 Şubat 1695‘te Edirne’de Hünkâr Dairesi’ne gelerek tahta geçti. Tahta geçtiğinde 31 yaşındaydı. Amcasının vasiyeti üzerine Mezomorta Hüseyin Paşa‘yı Sakız Adası’nın alınmasıyla görevlendirdi. Bundan sonraki ilk icraatı Elmas Mehmet Efendi‘yi sadrazamlığa, hocası Feyzullah Efendi‘yi Şeyhülislamlığa getirmek oldu.

Osmanlı devleti’nin 12 yıldan beri Avusturya, Lehistan, Rusya ve Venediklilerle savaşı sürmekteydi. Devletin durumunun kötü gidişatından rahatsızlık duyarak tahta çıkışının üçüncü gününde sadrazama bir ferman gönderdi.

Fermandan da anlaşılacağı gibi devlet adamlarının bir birlik içinde çalışmasını ve devleti bu düşkün durumdan kurtarılmasını buyurdu. Bu hatt-ı hümayun ile devlet adamları, alimleklerine and içtiler. Ardından 18 Şubat 1695‘te “Koyun Adaları Zaferi” ile Sakız Adası Venedik işgalinden kurtarıldı.

Bu başarının ardından 30 Haziran 1695‘te Macaristan’nın kurtarılması için I. Avusturya Seferi düzenlendi. Aralık 1695’te Lipve, Lügos ve Şebeş kaleleri alınarak Tameşvar‘a kadar ilerlendi. Selim Giray komutasındaki Kırım Birlikleri’nden alınan destek ile Lügos Zaferi kazanıldı. Bu zaferden sonra hava şartlarının bozulması sebebiyle İstanbul’a döndü.

Deli Petro lakaplı Rus Çarı I.Petro, stratejik önemi olan toprakları alıp açık denizlere inmeyi planlıyordu. Bunun için Rus orduları Azak Kalesi‘ni kuşattı. Bu kuşatmada Rus ordusu büyük kayıplar verdi. 1696‘da Rus Çarı Deli Petro, Venedik, Avusturya, Hollanda ve Prusya‘dan yarım alarak kaleyi tekrar kuşattı. 6 Ağustos 1696‘da Azak Kalesi düştü.

II. Mustafa, II. Avusturya Seferi‘ne 1696 yılının Nisan ayında çıktı. 27 Ağustos 1696‘da Olaş Meydan Muharebesi‘nde Avusturya kralı yenildi ve Tamaşvar geri alındı. Padişah Avusturya’ya karşı son bir darbe vurulması gerektiğine inanıyordu. 17 Haziran 1697‘de sadrazam Elmas Mehmet Paşa ve Tameşvar Muhafızı Koca Cafer Paşa‘nın yanlış yönlendirmeleri sonucu Zenta‘da Osmanlı ordusu bozguna uğradı. Osmanlı ordusunun zayıf düşmesi ve geri çekilmesi sonucu Avusturya, Bosnasaray‘a saldırdı.

Bu ağır yenilgi Osmanlı Devleti’ni barış antlaşması arayışına soktu. Venedik, Mora kıyılarında elde ettiği yerleri kaybetmekten çekindiği için Avusturya ile olan barış antlaşmasını savunuyordu. Ruslar elde ettikleri bölgeler ve Azak Kalesi ile yetinmeyip açık denizlere inmek istiyordu. Avusturya da Viyana’yı kaybetme korkusunda olduğundan, İngiliz ve Flamenk elçilerinin aracılıyla barış antlaşmasının hazırlıkları başladı.

Elmas Mehmet Paşa’nın şehit düşmesi üzerine sadrazamlığa atanan Amcazade Hüseyin Paşa ve Reisül-Küttab Rami Mehmet Efendi, Karlofça’da görüşmelere katıldı. 26 Ocak 1699‘da imzalanan Karlofça Antlaşması‘na göre Avusturya, Venedik ve Polonya ile devam eden 15 yıllık ve Rusya ile devam eden 9 yıllık savaşa son veriyordu. Sava ve Unna Nehirleri sınır kabul edilmek üzere Banat ve Tameşvar hariç Macaristan’nın tamamı ve Erdel Avusturya‘ya; Mora, Dalmaçya ve Aya Mavri Adası Venediklilere, Kamaniçe merkezli Podolya Eyaleti ve Ukrayna Lehlere verildi. Bunu tamamlayan 14 Temmuz 1700‘deki ilave İstanbul Antlaşması ile de Azak Kalesi Ruslara teslim edildi. Karadeniz Osmanlı Gölü olmaktan çıkmış ve Avrupa’daki hakimiyet tamamen kaybedilmişti. Üç devletle 25 yıllık sulh antlaşması imzalanırken Rusya ile sadece üç yıllık mütareke imzalanmıştı. Osmanlı Padişahı’nın Avrupalı devlet başkanlarına olan üstünlüğü son bulmuş, protokolde sınıf düşmüştür. Ancak bu antlaşma Kutsal-İttifak Savaşları’nı bitirmiştir.

İmzalanan bu antlaşma ile bir süreliğine sona eren savaşlar, askeri ve mali alanda yapılacak ıslahat hareketleri için zaman kazandırdı. Donanmada çektiri sisteminden kalyon sistemine geçildi. Deniz kuvvetlerinin kendini yenileyebilmesi için kanunnâme çıkartıldı. Özellikle Kapıkulu Ocakları’da büyük ıslahatlara gidildi. Ancak Yeniçeriler ve Sipahiler arasında bu reform hareketleri iyi karşılanmıyordu.

Şeyhülislam Feyzullah Efendi, tanıdıklarını yüksek makamlara getirmesi ve hırsı Rami Efendi ile arasının açılmasına sebep oldu. Divanı-ı Hümayun’nun büyük bölümü Feyzullah Efendi’nin adamlarından oluşuyordu. Padişahın İstanbul yerine Edirne’de ikamet etmesi de halkı tedirgin etmekteydi. Tarihte Edirne Vakası ya da Feyzullah Efendi Vakası olarak geçen olay cebecilerin ulufelerini alamamalarıyla başladı. 15 Temmuz 1703‘de Sultanahmet Meydanı‘nda toplanan Yeniçeriler’e halktan birçok insanın katılmasıyla olay büyüdü. Halk ve Yeniçeri, Feyzullah Efendi’nin ve yakınlarının yargılanmasını padişahın da İstanbul’a gelmesi istiyorlardı. Bundan 3 gün sonra 18 Temmuz günü ulemanın ve esnafın katılımıyla büyük bir toplantı yapıldı. 9 Eylül‘de örgütlenen kalabalık Edirne’ye doğru yola çıktı. Yürüyüşün başında bulunan Çalık Ahmet Ağa ile Ahmet Paşa, padişahın tahttan indirilip yerine III. Ahmet‘in geçmesini istiyorlardı. Gelen kalabalığa karşı Edirne’de Vezir Hasan Paşa komutasında bir savunma ordusu hazırlandı. Hüseyin Paşa’nın geri çekilmesi üzerine desteği kalmadığını anlayan II. Mustafa, 22 Ağustos‘ta tahttan çekilerek yerini kardeşi III. Ahmet’e bıraktı.

Bu vakanın sonucunda tahttah indirilen II. Mustafa Edirne’yi terk edip İstanbul’a döndü. Bir süredir devam eden Edirne’deki saray yaşamı tekrar İstanbul’a dönmüş oldu. Oğulları ile birlikte kafes hayatına giren II. Mustafa, 29 Aralık 1703‘de vefat etti ve Yeni Cami yanındaki Valide Sultan Türbesi’ne defnedildi.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Kullanıcı avatarı
ustax66
Sığınak Fedaisi
Sığınak Fedaisi
Mesajlar: 3955
Kayıt: 29 Ara 2009 22:45
Sunucu: Eminönü
Klan: Arzın Çocukları
Lonca: Raiders Of Anatolia
Konum: Bursa / Yıldırım

Re: ***Börteçine Loncası İletişim Sayfası**(Yeni)

Mesaj gönderen ustax66 »

Leopold Kronecker

Leopold Kronecker (7 Aralık 1823 - 29 Aralık 1891) Alman matematikçi ve mantıkçı. "Tanrı doğal sayıları yarattı; gerisi insanların eseridir" diyerek matematiğin aritmetik ve analiz dallarının tam sayılar üzerinde kurulması gerektiğini savunmuştur.

1841 yılında Berlin Üniversitesine girerek Dirichlet ve Steiner gibi matematikçilerden öğrenim almıştır. Doktorasını 1845 yılında yine Berlin Üniversitesi'nde sayılar teorisinde kompleks birimler üzerinde yapmıştır.

Geliştirdiği finitizm anlayışı Kroneker'i, matematiğin temelleri arasında yer alan sezgicilik akımının öncülerinden biri yapmıştır.
Resim
Resim


[right]Arif YAMAN[/right]
Cevapla